3 Kasım 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5

3 Kasım 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

eisicümhurun nutku Büyük Millet Meclisinin açılış resmi: Yukarıda Reisicümhur açılış nutkunu okuyor, aşağıda Meeliş reisi ve Vekiller tarafından istikbali insanlara vitamin, tavuklara vitamin ! A nkara radyosunda, geçen akşam, «Fenni tavukçuluk» mevzuu etra- fında verilen konferansı dinlemişseniz tavukları gürbüzleştirmek için onlara «vitamin; yedirmek lâzım geldiğini siz de öğrenmişsiniz. dir. Tavuklara hayat veren vitamin bilhassa elmada bulunan cinsiymiş, Eğer | tavuklarınızı elma İle besliyecek olursanız katiyen kartlaşınazlar, etleri körpe olur, ömürleri uzar, çabucak ihtiyarlamadıkları gibi size hediye edecekleri yu- murtalar bir kat daha nefaset peyda edermiş. Tavuklara yapmadığını bırakmıyan vitaminin insanlara da pek iyi gel- diği tıbbın son seneler zarfında farkına vaydığı mühim haekiketlerden biridir. | Şimdiye kadar nerede bulunduğu bilinmiyen vitaminin meyva kabuklarında saklı olduğu keşfedilir edilmez yalnız elmalarla armutları değil, karpuzları bile kabuğile yemeğe kalkan insanlar onun bin bir salarından istifade için çirpınmaktadırlar. has- uldu- derde deza Çünkü nihayet «insan; ğumüzdan vitaminin vadettiği saadetleri ibmal etmek elimizde değildi Vitamin insanı gürelleştirdiği için çirkinler, şişmanları zayıflat” göbekliler, boyun uzamasına yardım ettiği için kısalar, neşeyi arttırdığı somurtkanlar nefislerini vitamin almaktan menedemezler, Hattâ miş mısırda aşk arzuları uyandıran bir nevi vitamin suda bulunduğu ilân edileli beri mısır koçanı kemirenlerin sayısı artmıştır! Nihayet doktorlar bile için- den çıkamadıkları hastalıkları küçücük, gayet şık, n çok pahalı şişelerle satılan vitamin müstahzarları sayesinde savuşturmuktadırlar Fakat bana öyle geliyor ki asrımızda ciddi adamlara pek şairane gelme- ge başlayan «ümid., eteseltiz gibi sözler yerine «vitamin; kullanılmaktadır. | Tatlı bir hayale kapılarak, şimdi elimizden geldiği kudar vitaminden istifade- ye çalışalım. Yoksa pek yakında yo-yomodası gibi vitamin modası da rağbet ten düşüp unutulg Yolda bulunan 1000 lira Zabıta, barda para yiyen Necatinin vaziyetini şüpheli görüyor Bundan bir müddet evvel Şehir ti- yatrosu artistlerinden bayan Şevki- yenin paraları çalınmıştı. Zabıta, bu işin tahkikatını yapmakta olduğu bir sırada Necati isminde birisin Beyoğlu barlarında para yediğini öğrenmiş, ve bunun vaziyetini de şüpheli gör- düğünden sorguya çekmiştir. Necati, zabıtaya, bundan bir müd- âdet evvel sokakta bin lira para bul- duğunu, bunun yedi yüz lirasını ye- | diğini, şimdi üç yüz lirası söylemiş ve bunu da polise teslim et- miştir. Necatinin umumi Yaziyeti şüpheli görüldüğünden tahkikat devam et | mektedir. | Lisan Mütehassısı Pre. ANGEL | Fransızca Dersanesi 33 senelik bir milessesedir. | Dersler ı veya müştereken ve rilir. Ücretler uygundur. Bahçekapı, Tran- | ay, yolumda, Selimet, Ha, kaldığını Şevket Rado Torununu zehirleyen kadın Şahitlerin dinlenmesi için muhakeme talik edildi Kızı Rfstrayanın yedi aylık çocuğunu sürürle zehirleyip öldürmekten maznun Omorfiya adındaki kadının muhakemesi- ne dün ağır ceza mahkemesinde bakıl- miştır. Bu celsede dinlenen şahiglerden, çocuğun babası olan Şahab şunları söyle- miştir Efstratya ile ayrı yaşıyorduk. Gece beni çağırdı. Eve gidince çocuğun hasta oldu- Bunu gördüm. Odada yerlerde sürür bu- laşıkları vardı. Çocüğu doktora götürdük, fakat kurtaramadık. Kaynanam, çocuğu sevmediğini kızına ve başkalarına söyle- miş. Her halde çocuğu kaynanam zehirle- Çocuğun annesi Fistratya da, eve geldi- ği zaman çocuğun kırımızı bir şeş tuğunu, yatâğın üzerinde ve ye: kâğıdda sürr bülaşıkları gördüğü: nesinin, bü bulaşıkları elle süpü Türk olduğu yordu. Vaka günü de vardı. Her halde ço- çağırılması muhakeme başka güne bırskıldı BERLITZ 294 İstiklâl caddesi Akşam Lisan kurları Fransızca - İngilizce - Almanca Haftada üç ders Ayda 4 lira İ HABBE»-KUBBE ;:r: Ga) sne YAZAN: Hanları tercih ettiren otel odaları - Celâl Sahir ve “Demet, ,- Uyku ve “ esir ,, - Erkek adı taşıyan hanımlar Han? Anadoluda han nedir, ne idi? | Toprağın içine oyulmuş yeraltı ko- vuklarından tutunuz da üç katlı gös- terişli binalara, kervansaraylara ka- dar yolcu uğrağı ne çeşid dam varsa onlara bu isim verilir. Han gördüm ki zemini topraktı ve toprakta yatı- brdı; han raslamıştım ki altımıza ha- sır, keçe veya kerevet sererlerdi; ka- sabalarda camlı çerçeveli, merdiven- li, balkonlu hanlarda da kalmıştım; her nevini biliyordum ve en basit ve iptidaisini, yani toprak zeminlisini öbürlerine, bilhassa otel ismi verilen- lere tercih ediyordum. Sebebi şu: Ge- celemek üzere bir âdi hana indim mi çırağını çağırıyor, zaten bomboş ve hamdolsun mobilyasiz duran odayı su serptirerek bir güzel süpürtüyor, havalandırıyor, orlaya kendi şiltemi yaptırıyor, bavulumu baş yastığıma destek olarak koyduruyor, bü suretle yabancı kokusundan ve eşyasından uzak, geniş neles almaktan korkmı- yarak dinlenmek imkânını buluyor- dum; otel odalarında ise bu temiz- liğe hasret çekiyordum. Ah o âdi otel odaları... İstanbulun Sirkecisinden her geği- şimde, pencerelerinden tozlu tül per- deleri gözüme çarpan odalara sonsuz bir nefret ve içinde kalanlara ölçül- mez bir merhamat duyarım Bura larda eşya namına ne varsa iğrenç, Jüzumsuz, İlletli, sakat ve yakılmağa Yâyıktır. Bilmem ki neden bir Beledi ye kararile o eşya en basit şekline, meselâ bir hastane Odası haline 80- kulmaz? Meselâ perde yerine sadece koyu yeşil muşambalar, boyalı bir masa, tek şilteli, oymasız, düpedüz bir karyola, tahta iskemleler ve bir akar sulu küçük küvet... Ne tül per- de, ne kumaşlı k N resim çerçevesi «Bir milletin nisvanı derecei terak- kisinin mizanıdır» diye bir zamanlar İ pek moda olan bir söz vardı; kadın- lara mâhsus gazetelerin o kapağında ve başlığı altında yer tutardı; zan- nederim bu vecize Abdülhak Hâmi- din idi ve aklımda kaldığına göre kadınlar şairi Celâl Sahirin Meşru- tiyet senelerinde çıkardığı Demet mecmuasının baş köşesinde meyki almıştı. Demet ve Celâl Sahir... Bu iki isim yanyana gelince zihnimde, bilmem niçin, gecem minyatürü bir antika resim h oluyor; «pörspek- İ tâfe i olmıyan som yaldız bir lâvha Bu Iâvhada ince beli, uzun boyu, menekşe gözleri, solgun yüzü ve na- zik tavri ile Celâl Sahir, elinde lâle buketi, bir çayırda ve bir dere kena- rında, lâl ve hayran, sevgilisini düşü. nüp dolaşmaktadır. LAvhanın üst kıs- mında d& talik yazı ile İrani şiirler, meselâ: Be püs gabgabı süki be ni iü çen Be hş gl #ebohi be mazmel mel Sö gibi ahenkli rindane ve öşıkane tavsiyeler... Hiç bir Şalrimiz, hattâ ne Nedim ve ne üstad Yahya Kemal minyatür acem tablosuna Ce'â) Sahir kadar yaraşamaz; onda yaldız, boya ve parşömenden yapılmış, parmağı- nızı dokununca hışırdıyacağim ve hızla üflerseniz uçacağını zannetti ğiniz' gayet nazlı, nazik bir hal var- dı; kaide ve usule uymıyan bir irröel güzellikte idi. Yukarıda bahsettiğim vecizeyi bu- gün değiştirerek #Bir memleketin otelleri dereceli terakkisinin mizanı- dır» şekline koyabiliriz. Eski zaman adamları bir «han ve Kervansaray» siyaseti takip ederler, buna çok ehem- miyet verirlermiş; yurdumuz modern şeklinde ayni siyasetin tatbikine muh- taçtır. Yaşım, başım müsaid olup da valilikle memleketi dolaşaydım gitti. « gim yerde ilk yapacağım iş bir şehir ve belediye oteli kurmak olurdu; haf- tada bir kendim koşar, kahve ocağın- dan karyola şiltesine kadar her tara- fi muayene ederdim. Bu, mmebuslara da düşen bir vazifedir; intihap dalre- leri merkezinde modem bir otel temin ettiren mebusa hezar aferin! Yeni menfamıara. bizi seykettikleri: | han, han değil, içinden boyacıları he nüz çıkmış bembeyaz, tertemiz, koca» man, ferah ve güneşli bir kervansâ- raydı ve odalarındaki eşya, tam iste- diğim gibi, bir demir karyola ve tah- ta bir masa ile iki iskemleden ibaretti. Oh! Bavullarımı açtım, soyundum, yıkandım, serpindim, yatağa uzan- dım. Tak tak kapı... «— Ne var? — Sizi| Yakup Cemll bey görmek istiyor!» korkusu da yok, uyumuşum. Bir tehlike ve endişeyi atlattıktan sonra varılan uyku; bana dünyadan daha ışıklı, maddiyeti sertliğini kay- betmiş, yumuşak bir âleme girmiş gi- bi gelir; azıcık kokain ve eter keyfine de benzer; uzviyetin tatlı tatlı eriyişi- ni, yerini ruhs bırakışını duyarsınız. Kesme şekerin şurupianması, buz par- çasının su kesilmesi, ateşin kıvılcım- lanması gibi vücud bir akıcılık ve uçu- culuk hassası kazanır, külçelikten kur»| tulup mayileşir ve alevleşir. Bu, kaba | bir uyku değildir; başınızın ve âırtı- nızın altında yastık ve şilte yoktur, boşlukta, bir yere dayanmadan dur- duğunuzu, örlünmeden ısındığınızı, çırpınmadan yüzdüğünüzü ve kanad- sız uçtuğunuzu zannedersiniz. Artık cisim değilsinizdir; Serveti Fünun ede- biyatının mensur şiirlerinde kullana kullana vaktile ıcığını cıcığını çıkart. tığı «esir» haline gelmişsinizdir. Şu «esir. kelimesi, çocukluğumda ne kadar hoşuma giderdi... Zira mâ- nasını bir türlü kavriyamaz, olduğ'un- dan çok fazla mahiyetler vererek ca- gibesinden kendimi Kurtaramazdım. Tuhafı şu ki, o zamanki lügat kitap- larında yer tutmuş kelimelerden ol madığı için bir fikir hasıl elmeme im- kân da yoktu. Esir... Esir... Lâhavle ve- lâkuvvete... Nedir acaba? Pek hafif, pek yumuşak, pek havai ve nazik bir- | şey olduğunu anlıyordum, bir incecik tül'e, gaz boyaması dediğimiz çok de- likli püften kumaşa benzetiyordum amma gene henin nesi olduğunu tas tamamına bilemiyordum. Bilmemek- le beraber ben de özenti yazılarımda bunu mükemmelen kullanıyor; sevgi- Emin güzelliğini anlatmak için ber de «esiri melâhatınıza meftunum», «esiri hüsnünüzün esiriyim: gibi cümleler kuruyordum. O devirde kadın güzel- liği adaleli, nasırlı olmadığından bu baklava hamuru cinsinden ince açıl- mış tarif zevke uyuyor, hanımlarımız gın dâ gururunu okşuyordu Neden sonra elime bir kamus geç- ti: Esir - Kâinatı doldurup bilimum ecsama nüfuz ettiği, ziya ve hararetin intişarına vasıta olduğu zan ve kabul edilen mahiyeti meçhul seyyalirakik... Gene anladım mu? Hayır! Siz an- ladınız mı? Hayır! Nihayet anladım amma «esirsin «ether» olduğunu öğrendikten sonra... Meğerse (o Edebiyatıcedidecilerin tw hayyül ettikleri maşuka benim tül, gaz boyaması, bürümcük ve baklava hamurundan dü daka cisimsiz, ele avuca sığmaz, göz ile görülmez, dişe hiç dokunmaz, havadan ibaretmiş; tamamile bir «fluides imiş. O zaman bu zamandır, mânasını bilmediğim kelimelere aldanmamağı âdet edin. dim. Şu münasebetle söyliyeyim, biz- de bazı insan isimleri de mânasına bakılârak değil, zihinde braktığı tesir gözönünde tutularak konulur. Mese lâ «Neriman» çoğu kimse, hattâ isim sahibi hanım bile «#nerm» ve «nermin»- den gelen mülâyim, lâtif, yumuşak bir şey sanır; halbuki bu kelime Fariside erkek demek olan «ner» ile münase. betlidir ve «neriman» babayiğit, pehli. van mânasına kullanılır. Spor asrındaki kadına uygun dü- şüyor amma eskilerini hiç açmazdı; mânası bilinse âdeta ayıp olurdu riman, ancak, olimpiyatlara iştirak edip güreşte bayrağını direğe çektir. miş bir Alman kadının ismidir... Mas- zallah GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ Hollandada idarei örülye ilân edildiği haber veriliyor. Bu- nun sebebi, meşhur su bendlerinin #ui- kasta wi M- timali imig. 34201 ki- lometre murabbalı, 1212,000 nüfuslu bir memleket olan Hol- landanın - âlğer İs- mile Felemengin - su sedleri Insanların tabiate karşı zafer- lerinden biridir. Hollandanın bir- çok yerleri, bu me- yanda Amsterdam, şiddetli fırtınalarına, kuvvetli dalgalarına, sürekli yağmurları- Da açık olan bu al çak sahillerdeki ba- taklıklar ve muka- vemetsiz. ki kum yığınların tahkim etmişler, ara- Yarina, kalın sedler ve duvarlar örmek su- retile denizin hü- cumlarının önüne geçmişlerdir. (o Arka- da kalan bataklıkları kısım kisim ku- rulup pek uzaklardan taşıdıkları toprak- larin ekilmeğe yarar bir hale getirmişler- dir, Buralar bugün zengin çiflikler, güzel otlaklar, süslü bahçeler ve şirin şehirler halindedir. Felemenkliler mütemadiyen taşan nehir- lerini de ayni surette tahkim etmişlerdir. Holandanın en yüksek yeri 210 metre irtifaındaki Bescheliberg'dir. Memleket halkı su hücumlarina karı dalmi sürette ihtiyatkirdir. Zira sellerin acı hatıraları vardır 1970 senesinde, şiddetli bir fırtına meti- cesi deriz Felemengin mühim bir kısmını kaplamış, yüzleree köy ve kasaba su sltn- da, kalmıştır. Flevo gölünün yerinde bugün- kü Zuiderzee körfezi basıl olmuştur. Sahil hattı da parçalanarak, bugün Zulderzee ağzında gördüğümüz adalar belirmiştir. Bir ikinci felâket te 1421 .de kaydedildi. Hollandanın bend leri Bu sefer de daha cenuptak! sahaya su hü- eumu olup cü bin nüfus telef oldu ve öra- daki sahil adaları meydana geldi. 1579 da sahillerin müdafaasile uğraşmak üzere Waterstaât dedikleri teşkilât kurul- du. Bü resmi dülrede Çalışın mühendisler sedleri mütemadi kontrol altında tutup ta- milr ederler. Seğler arasında su birikintileri alçak bölmeciklerle parçalanır; yel değir- menlerile, yahut motörlerle sular emilir, kanal an denize atılır. Bu svretle elde edil topraklara polder denir. Bunların genişliği 400 bin hektar kadardır, Sedlerle denize karşı müdafaa edilen erazi de bir milyon hektardır. Felemenkliler, Zuider00'yi de ayni su- tetir kurutup buradan da bir miktar top- rak edinmek teşebbüsüne 1918 de girişmiş- Jer ve bunu 1980 de kuvveden fiile çıkar- mağa başlamişlarsa da pek pahalıya mal olan bu teşebbüslerine buhran mani ol- - muştur. — Y.€. .. .—. ma

Bu sayıdan diğer sayfalar: