4 Kasım 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4

4 Kasım 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AZI küfür kaynakları, her şe- ye rağmen, Kâbenin, dünyada mevcut en eski ibadet yerlerinden biri olduğunu kabul ediyor. Onlara göre, Kâbe ibadeti, eskilikce Hıris- tiyanların ve İbranilerin diniyle re- kabet edebilir. Yine onlara göre, Kâbenin tarihi, 20 asrı aşkındır. İlk defa tevhidin rekzettiği en büyük âbide olmasına rağmen, Kâ- be, zaman ve mekânın topyekün Kurtüricisim beklerken, gitgide in- san ruhlarındaki ulvi mânasını kaybetmiş; her fert ve zümrenin gözünde başka başka tecelli ettiği halde umumi ihtiram merkezi ol- mak haysiyetinden hiç düşmemişti. Kâbenin, her fert, zümre ve kabi- lesiyle bütün Arap illerini cezbe- den mânası daima sabit kalmıştır. Araplar, Kâbeyi, en büyük mâbet telâkki etmek fikrinde birlik yaşa- dılar, Temelini tevhit elinin attığı Kâ- be, sonraları insan ruhunda bozu- lan esasına rağmen, etrafında hal- kalanan müşrik ibadetini, ana çiz- gisiyle, tevhit devrinden kalma gerçek ibadetlerin ruhsuz kalıbı içinde cereyan ederken gördü. Müş- rikler, gaye ve ruhunu kaybettik- leri ve küfre bağladıkları Kâbe ibadetini, tevhit devrinin ana şekli içinde devam ettiregeldiler. Bu iba- det şekli «Hac» dir; ve temeli, Kâbertin temeliyle beraber İbrahim Peygamber tarafından atılmıştır. Müşriklik, İbrahim ve İsmail Peygamberden sonra çok &g - den, Kâbenin icini putlarla doldur- du. Putlar içinde en üstün sayılanı «Hübels... Hübel, Kâbe civarının, yani Hicaz Araplarının en büyük putuydu ve kırık olan bir kolu al- tından yapılmıştı. Rivayete göre Hübel, eski müşriklerden biri tara- fından Mezopotamyada Hit şehrin- den getirilmiş ve «Batn-ül-Kâbe» denilen noktadaki kuyunun yanına bırakılmıştır. Kaynağı küfür olan bir başka rivayete göre de Hübel, İbrani lisanında «Hâbaâl» kelimesi- nin değiştirilmiş bir ifadesinden 4 başka bir sey değildir. Bu takdirde Hübel, hidayetle beraber küfür çalkantılarının da cereyan sahası olan garbi Asyanın başlıca putu Baâl olmak iktiza eder. O Baâl ki, Tevratta ismi geçmektedir. Ona, küfür, Mezopotamya ve Bâbilde Bel, Filistin ve Finike, bir müddet de İbraniler arasında Baâl adiyle tapmıştır, Bütün bu izahları, Arap illerine bozuk havanın hangi istikametler- den estiğini göstermek icin veriyo- ruz. Aran müşriklerinin tapındığı öbür vutlar da Suriye kaynaklıdır. Zamanla kabileler putlarını Kâbe- GATE Merhum ESSEYYİD ABDÜLHAKİM ASAVVUFUN gayesi, suri ve mânevi kötü ahlâk ve alçak vasıflardan sıyrılmak, iyi ahlâk ve yüksek sıfatlarla, olmak ve ermek- tir, Şöyle ki: «Ben, ahlâk değerlerini tamam- lamak için gönderildim» mealinde- ki hadis ile, nübüvvet ve risaletten gağğe iyi ahlâkı tamamlamak oldu- ğu anlaşıldığına göre, bütün dâva bu iyi ahlâkın yollarını bilmek, sistemini öğrenmek, ruhunu benim» semek ve ruhi vasıflarını elde et- meğe çalışmaktan ibaret kalıyor. Bu yola bağlı yüksek topluluğun başlıca muradı ve yegâne dileği, her işde ve her şeyde, sonuna ka- dar Peygambere bağlılık ve uy- gunluktur. Tek gaye, zâhirde ve bâtında mahlükların en yükseği olan Kâinatın Efendisine, gerçek verasetle vâris olmaktır. Binaena- leyh tasavvuf, dolayısiyle veliliğin gayesi, Peygamberler Peygamberi- nin verasetine nail olmaktan başka bir şey olamaz. * Malüm olsun ki, hakikat üçtür: Birincisi, vâhit, faal ve âli olan mutlak hakikat... Bu, bizzat «Vaci- bülvücut» tur. Bizzat Allahın haki- kati... İkincisi, mukayyet, münfail ve sâfil olan hakikat... Bu da, feyiz SU yaşattığı, varlığa müstait ve beka vücuduna kabiliyetli bulunan ha- kikat... Kücük âlem diye isimlen- dirilen insandan başka âlemlerin hakikati... ve tecelli yoliyle, vacip hakikatin | Üçüncüsü ise, ıtlak ve takyit, fiil ve infial, tesir ve teessür arası; bir cihetiyle mutlak ve bir cihetiyle mukayyet, bir cihetiyle faal ve bir cihetiyle münfail olan hakikat... Bu da insanın hakikatidir; insanın top- layıcı hakikati... Bu hakikat, baş- langıç olarak, büyük evvellik, yola girdikten sonra da büyük sonralık mertebesini haizdir. Bu hakikat, âlemin nüshası ve bütün hakikat- lerin toplayıcısı olmak bakımından ilâhi hilâfet makamına müstait in- sandır ki, kücük âlem olarak tanın- mıştır. İste insan, böylece, hakika- tin birinci vechi bakımından yük- sek vasıflara, ikinci vechi bakımın- dan da alcak sıfatlara malik ve müstait... İnsanların avam takımında ikin- ci vecih galip vaziyette olduğundan, yüksek sıfatlar gizli ve örtülü ka- lır. Hattâ bazan avamlık o kadar galebe eder ki, yüksek ahlâka an- cak bir istidat izi bâki kalır, Bu insan, avamlıktan yavaş yavaş ilâ- hi marifet yolunun derecelerine yükseldikçe, birinci ahlâk galip gelmeğe başlar, kötü sıfatlar azalır ve iyi ahlâk gelişir. Dereceler de yükselmeğe devam ettikçe, avam- lık yerine havaslık o kadar galebe eder ki, o zaman da alcak ahlâka ancak bir istidat izi bâki kalır. Ve- lilerin büyükleri gibi... Bazan kö- tülüğe istidat bile kalmaz. Nebiler ve resuller gibi... İnsanı içinde toplayan hakikatin birinci veçhi, «De ki ruh Allahın bir emridir...» vesaire mealindeki âyetlerden anlaşılan ve Allahın bir emri olarak insana nefhedilmiş bu- lunan ruhtur,

Bu sayıdan diğer sayfalar: