4 Kasım 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 6

4 Kasım 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Cilt 1 - Mektup 31 den: B ENİM için bir derviş, bir şey- hin huzurunda şöyle demiş: — O, «Vahdet-i Vücud» u inkâr eder. Bana bunu nakleden zat da, bu bahisteki görüşümü anlamak isti- yor. Mademki sual var, cevabına katlanmak lâzım... 'Biz, tevhit ehli meşrebi üzerin- deyiz. Pederim de zâhirde bu meş- rep üzerindeydi, her türlü tarikat ve bâtın kemallerine ulaşmıştı. Be- nim yolum da aynı oldu. Ben de aynı meşrepten, ilim ve bâtın va- sıtasiyle hissemi aldım. Allah, beni, sadece fazl ve kere- miyle, bir mürşidin eteğine yapış- tırdı. Bu mürşitten yolun edepleri- ni öğrendim. Onun sayesinde en dakik sırları cözebildim. Vücudi tevhit, bana, en mahrem tecellile- riyle göründü. Yalnız bir tanesi müstesna... Bu, Muhiddin-i Arabi Hazretlerinin mizaç ve anlayışına bağlı bir incelik ve tecelli beya- nidır, «Fusus» sahibi (Muhiddin-i Ara- bi) Zati tecelliden bahsetmişler ve onun daha ilerisinde herhansi bir yükselme olmadığını, ötesinin sırf adem (yokluk) olduğunu söylemiş- lerdir. Şevh hazretleri, o tecelliye (Zati tecelli) ve ona bağlı ilme mazhar olanların, velilikte nihai dereceye yükselmiş bulundukları kanaatindedir. Nihayet bu tecelli beyanının da içyüzü bize malüm oldu. O zaman bize öyle bir sekir (mânevi sarhoş- luk) musallat oldu ki, Şevh haz- retlerinin halini anlamak kolaylaş- tı. Böylece, en ileri derecede bir mânevi sarhoşluk ânının, insanı sü» rükliyeceği ralatlar, nazarımda ta- mamiyle belirmiş oldu. «Vahdet-i vücut» ve Zati tecelli dâvasının belirttiği nisbetlerle Al- lah arasında hicbir münasebet ol- madığı, bizce, vakinin vakini ha- linde sabittir. Hak ehlince çoktan- beri karar verilmis olduğu gibi, ihata ve yakınlık, ancak ilmidir; ve Allah hicbir sevle ittihat halinde değildir. Vücudu vacip olanın, vü- cudu mümkün olanla ittihadı mu- haldir, Gariptir ki, Muhiddin-i Ara- 6 YİNE EVİT bi ve bağlıları, Allaha «mutlak meçhul» derler ve onu hiçbir hü- kümle mahküm bilmezler; buna rağmen Zati ihata, yakınlık ve ma- iyet isbatına kalkarlar. Bu, büyük bir yanlıştır ve Allahın zatını teş- his volunda yersiz bir cesarettir. Doğru olan, Sünnet ve Cemaat Ehli âlimlerinin buyurdukları ilmi i! a- ta ve yakınlıktır. Yani Allah, ki bütün âlemlerden münezzeh ve mü» cerrettir, âlemleri zatiyle değil, il- miyle ihata etmiş ve ona yakl mıştır. Bazı mânevi hallerin isti- lâsı ve nihai murakabe melekesinin kaybolduğu anlarda ağıza alınan «Vahdet-i vücut» dâvası, bu fakire pek viran gelmekteydi. Bana en * büyük ıstırabı veren bu türlü tev- hit ifadesinin verâsındaki son hâa- kikati ve bu,son hakikatin ulviye- tini henüz kavrayabilmiş değildim. Allaha bütün kalbimle yönelerek yalvardım ki, bendeki bu ilmi ve şer'i kanaat zail olmasın; ve ben en ileri keşif noktasından bu kanaati gerçekleştirebileyim... Nihayet duam kabul olundu, ö- nümde hicbir hicap kalmadı, haki- kat bana olduğu gibi tecelli etti, Gördüm ki, âlem, sıfati kemellerin aynalarından ibarettir ve ilâhi işimlerin zuhur mahallidir, Yoksa «Vahdet-i vücut» ehlinin vehmetti- ği gibi, ezâöhit» ile «mazhar» ve «gölge» ile «vücut» birbirinin aynı değildir. Bu nokta öyle derin ve gi- rift bir incelik merkezidir ki, ora- da çoklarının ayağı kaymış ve çok- larının kalbindeki hissi selâmet bo- zulmuştur. , Bu inceliği bir misal çerçevesi içinde belirtelim: Mücerret bir ilim ve o ilme sahip bir âlim tasarlıyalım! İşte bu ilim ve âlimin kemallerini zuhur arsa- sına çıkarmak için icat edilen harf- ler ve sesler, o mücerret hakikat- lerin aynaları mevkiinde kalır, biz- m ME ve kendileri olmaz. esler mânanın bizzat Kil ihata edicisi, vakın ve mai- yeti olmadığı »ibi ,asli mânayı iha- tada ne dereceye kadar ileriye gi- ,derse gitsin, nihavet mânanın on- lardan da mücerret bir seviyede kaldığı, her selim akla malümdur. Aradaki bütün alâka, zâhiriyet ve mazhariyet münasebetinden İba- rettir, İşte bu münasebettir ki, ba- zılarını hakikatsiz vehimlere dü- şürür ve «nefs-ül-emr» in her delâ- let ve isaretten üstün olduğu pren- sipini unutturur, Bütün bu âlem, «<nazhar» lar ve «medlül»ler plâ- nından ibarettir; ve âlemdeki tecel- lilerin, aynı zat olarak asılla hiçbir münasebeti yoktur. Gerisi sadece evham ve hayal Bu evham ve havallere düşme- nin bazı sebepleri vardır. Başlıca sebep, ask ve muhabbetin istilâsı- dır ki, o anda sevenin gözünde se- vilenden başka hicbir şey kalmaz ve bu vaziyette âşık kendisini yok- luk âlemine atacağı verde, küçük bir his sürçmesiyle, varlık isnat et- tiği şeyleri sevgilinin kendisi zan» netmeğe başlar. Nihavet Zati ya- kınlık hükmünü verir. Bu nevi tev- hit, doğrudan doğruya şuurla Vü- cudi Tevhide kail olmaktan daha üstün ise de, yine hakikatin ruhu- na ve Şeriate uygun değildir, «Vahdet-i vücut» mezhebinin sırf zevk ve hal galebesi yüzünden ma- zur telâkki edilmeleri icap eden büyük, fakat en büyüğünden daima küçük velileri suçlandırılamaz ise- ler de, bunları taklit yolunda lâfa- zanlıklara gireşenler, son derece suçludurlar, Müstehitlerin mukal- litleri hata etseler bile savaba nail olurken, bu sibi keşif ehlinin tak- litçileri, taklitleriyle sadece hata kazanırlar. Velilik dairesinin kutbu olan Şah-ı Nakşibend Hazretleri, göze, kulağa, hisse ve bütün idrak vası- talarına tecelli eden her şeyin «O» ndan olduğunu, fakat «O» ol. madığıni beyan buyurmuşlardır. Bu hikmet, tevhit bahsinin ruhu- dur, M. IŞIKLI

Bu sayıdan diğer sayfalar: