26 Nisan 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

26 Nisan 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Cumhuriyet ımon Ilil n aaa Garib bîr dava Bütün gümrük kumusyoncuları suçlu! Diin Sultanahmed sulh birinci ce za m?hkemesinde çok garib bir da vaya bakılmışur. Davanın garabeti maznunlanmn çokluğundan başlamaktadır. Bu davada bürün gümriik kumusyonculan hep birden suçludur. Davacı da Gümriik mecmuası neş riyat müdürü Ahmed Esaddır ve kumusyoncular kongresinde kendisine hakaret edildiğinden bu davayı aç mıştır. Sultanahmed sulh birinci cezanm oldukça büyük olan salonu bu dava nın suçlulannı almamışb. Tam 120 kumusyoncu suçlu olarak hazır bu lunuyordu. Suçlulardan yansı salo nun içnde yansı dışında koridorlarda yer almışlardı. Davacı Ahmed Esad da avukatile beraber hazır bulunu yordu. Bereket versin ki bu yansı salonun dışında yansı içinde olan bu muha keme uzun sürmedi ve şahid dinlen mesi için başka bir güne kaldı. Öldürücü şualar fantazi palavralardan ibarettir! Ültraviyole şualarla bir istilıkâmın resmi aiınabilir ama, bir asır poz vermek şatileL Kemal baba Yeni bir muska! Garbde de bahl itî kadlar besliyen insan lar eksik değildir. Ba zılan hayaün muhtelif hâdiselerinden kâh u ğur denerler, kâh te şe'iım ederler. Üç kişinin ayni kib ritten sigara yakmalannı, sofrada tuzluk devirraeyi, evde ayna kınlması nı, sokakta papaza rasgelmeyi ve daha bunun gibi birçok saçma şeyleri hayra yormıyanlar çoktur. Şimdi de Pariste bir moda çıkbğını işittiL Oradaki bayanlar, göğüslerine, bedeni kırmızı kadifeden, kanadlan da renkli selofan denilin şeffaf maddeden yapdmış birer kelebek takıyorlarmış. Kelebeğin üzerinde de doğan bir yü dız, ve bu yıldızın altında şu ibare varmı§: «Stresa Cenevre, sulh yüdızı..» Guya uğuru denenmiş bu modern muskayı, bayanlann gbksünden ziya de, Uluslar Kurumunun saçağma assalardı, daha yerinde olmaz mıydı? Evet. Eyvah, yandım öyleyse! Ne demek istiyorsun? Sizi dışanya atmak için, emir aldım da.. Cerrahpaşada, Vezirodalan çık mazında bir oda. Bu odada da Ke • mal baba adınoa bir aıiencı oiuru • » yor. Odamn içi, Kemal babanın dıp bümiyorum. Kemal babanıo boyu kısa mı uzun mu, zayıf mı şişman mı, sakalı siyah mı beyaz mı bilmiyorum. Dilencinin boyuadan bosundan, sakaundan bıze Boyunu posunu, saçını sakalınî bilmediğimiz bu ihtiyar bir gün h a » talanır. Cerrahpaşa hastanesine götürürler. Olurya, diyeceksiniz... Olmaz ya... Sokakta da ölebilirdi ya... Böyle bir hastaneye gidebil mekte bir talihdir. Bu talihli dilenci Cerrahpaşa hastanesınae omr... ı^e şaşılacak şey!.. Üzerinde bir borç • lunun elli liralık senedi, bir tabanca, bir de kama çıkar. Evini aras tınrlar zengin dilencinin döşeği altında 1 50 lira para bulurlar. Bu büyük servet devlet kasasına terelce yazılır. Ha, Kemal babanın bir de evi vardır, o da terekeye... Kemal babanın bu şaşılaeak hi • kâyeaini bir gazete yazıyor ve so ruyor: «Bu zengin dilenciye ne buyurulur?» Belediyenin neşrettiği bir ista • tistik cedveli. lstanbulun nüfusu 700,000 kişi. Bu nüfusun yüzde kırkı tüccar, işçi, sanayid, çiftçi, memur, muallim serbest meslekto çalışanlar, işde çalışan herkes. Yüzde alrmışmın işi belli değil. Yani, serseri, dileçci, hırsız, katil, işsizler alayı. Ya bu istatistiğe ne buyurulur> • ! Kemal baba, bu 700,000 nüfu» lu şehrin, yüzde altmış işi belirai zin bir tanesidır. TıcareUn serbesl olduğu bir yerde, açlar için dilcncilik te bir ticaret olur. Kemal baba, bu iki yüz liralılt servetini cebinizden aşırmadı. Sizi soymadı. Evinizden çalmadı. Ke • mal baba, bu yüzde altmıçm ara sına isteğile kanşmadı. Sokakdan geçen efendilerin yufka yüreğino »ığındı. Yoksa bu merhamet te inhisar altında mıdırî Keçiboynuzu yer gibi! Derler ki, Osmanh padişablanndan Uçüncü Selim, ömründe yemedigi keçiboynuzunun nasıl şey olduğunu merak etmiş. Yemiş, bakmış, beğenme miş.. Ve inbbauu soran nedimlerinden birine: Sevmedim, demiş; bir dirhem bal için bir okka odun çiğnemek lâzım. Ya, bir dirhem bal için, biçare anlann çektiklerini, Selim düşünmüş ol saydı, acaba ne derdi?. Garb âlimlerinden birinin tutmuş olduğu istatistiğe göre, an, bir kilo bah peyda ebnek için 1,260,000 yonca çiçeği, yahud ki 400,000 beyaı salknnın usaresini emmeğe mecburdur. Bir an nın ömrü ise 6 üâ 10 haftadan ibaret olduğundan bu müddet zarfıda ancak 17,000 çiçeğe konabilir. Demek olu yor ki bir kilo bal istihsali için, en aşağı 23 ann:n ömrü tabiilerini bu işe hasrebneleri lâzımdır. Biz bu mesainin azametine mi, yoksa üşenmeden bu hesabı yapan â limin sabnna mı hayran olmak lâzım geîeceğinde mütehayyir kaldık.. Yakıcı aynalara gelince... Yazan t Profesor Salih Murad Büyük Harbden sonra ilim, fen ve sanayi âleminde seri olduğu kadar şaşırbcı bir ilerleme göriilüyor. Bunlar ilerledikçe bir takım spekülâsyonlar da başgösteriyor. Pireyi deve, habbeyi kubbe yapmaği sevenler işitbkleri yeni keşifleri ballandıra ballandıra büyülttükleri gibi bazı politika ve i; adam lan da bu keşiflerden ve bunlara aid propagandalardan kendılerine pay çıkarmaktadırlar. Birkaç gün evvel gazeteler bize bir takım harb silâhlarının keşfinden ve bunlar arasında Z şualanndan bah eettiler. «Cumhuriyet» lütunlannda muntazaraan yazacağun fennî makalelere görünmeyen şualarla başhyorum. Bu şualar hakkmda tafsilâta girişmezden evvel bu nevi şualann küçük bir tarihini yapalım. Görünmeyen şualardan isbfade meselesi birçok muhterilerin ve hilekârlann hayallerini kurcalamakta olduğu gibi bu şualann harbde kullanılması içın ortaya delicesine projeler atılmakta dır. Bunlar arasında en maruf olan şua güneş ziyasının kmnızı renginin dı • jmdaki iafra kırmızı dediğimiz hararet şualandır. ELski devrin maruf riyaziyecilerin Hen ve mühendulerinden olan Siragü zeli Arşimedin milâddan 212 sene evvel Sıragüze muhasarasında hararet jualanndan istifade ettiği söylenmek tedir. Guya Arşimed güneş şualannı muakkar aynalar vasıtasile Siragüze kalelerinden bir ok menzili uzaktaki cüşman gemilerine çevirip bu gemıleri yakmışmış. Arşimedin yaşadığı asırda yaşamış ve Siragüze muhasarasını bü tün tafsilâble yazmış olan Polybiusun eserinde bu şualardan ba'nsedilmediğıne bakılına bu rivayet ya baştan aşağı uydurma veya brr tahriften ibarettir. Milâddan sonra Ikinci asırda yazılan eserlerde Arşimedin Roma hlosunu ateşlediği söyleniyorsa da bu aynalar can balısedılmiyor. Ayna hikâyesi Pördüncü asırda çıkıyor. Logaritmayı keşfeden Lord Napier (15501617) Britanyayı düşmandan korumak için yaptığı projelerin birinde hararet şualarile düşman gemiîerinın yakılmasını ileri sürüyor. Bu vesikanm aslı bugıin Ingilterede Lambeth sara yınm müzesindedir. Asnmızm mütefekkirlerinden H. G. Wells de bir eserinde hararet şualan na öyle roller vermiş ki bunu okuyan lar Welsin muhayyelesınin Arşimed ve Napieri geride bırakbğını derhal anlarlar. Wcise göre başhca harb sıiâhı olacak olan hararet şualan sessiz, sadasız kılometrolarca uzaklara gıden yakıa bir belâdır. Bu şua önüne ge len ağaçlarla fundalan cayır cayır yakacak ve canh mahluklan kavuracak tır. Bunlann imkân haricinde ve fantazi palavralardan ibaret olduğunu söylemek zaiddir. Büyük Harbde Almanlann kullan Nüfus meseîesi harb ile halledîlemez! üzerinde muhayyel olüm şualant.. dıklan alev saçan fıskiyeler hararet şualan değildi, sadece yanmakta olan mayi hskiyeleriydL Uzaklara tesir e demiyen bir fıskiyenin yapbğı tahribat, Parisi dâvmek içia yapılan top gibi. maddi elmaktan ziyade manevî mahiyette idi. Ilim tarihinde yakıa aynalann en manıfu Çirhavsenin kullandığı aynalar elup bu aynanın yapbğı tesirler akla yakmdır. Bu adam 1687 de yapmıs, olduğu bakır ayna ile yakınındaki o dunu tutuşturmuş, suyu kaynatmış ve yedi, sekiz tantimetro kalınlığındaki kalay parçasmı eritmiştir. Gönderdıği şualarla madeni parayı beş altı daki kada delen bu aynanm kutru bir yılan bahğı boyunda ve ihtirak buudu 60 santimetro imiş. Bugün birçok sıcak memleketlerde aynalar vasıUsile güneş şuaından istifade edildiği gibi yaz günlerinde bir pertevsizle sigara lanmızı yakabiliriz. Fakat gece ay ışığından istifadeye kalkıhrsa boşuna uğraşılmıs, olur. Çirhavsen yakıcı adeseler de yap mış. EJI büyük adesenin kutru 80 santimetro ve ihtirak buudu 3,5 metro imiş. Bu adam yakıcı adeselerle suda canh balık ve pavurlan pişirmeği severmiş. Bu adeselerden biri Floransada elması eritme tecrübelerinde kullanılmış ve elmasm yanabilen birşey olduğu bu tecrübelerle ispat edilmiştir. Daha sonraîan, 1751 senesinde Impara tor Birinci Franse\a Viyanada daha büyük ve masrafh tertibatla elması fı nnlarda yakmağa muvaffak olmuştur. Fransova bu tscrübelere ilmî bir gaye ile değil küçük elmaslan eritip büyük elmas parçası yapmak niyetile ginş miş. Birçok kimseler harb zamanında balonlan yakmak, düşman cepaneliğini havaya atmak için faal şualardan is tifade edilebileceğini iddia etmişlerse de bunlardan hiçbiri esenni gosterememiş ve davasını ispat edemenu'şu'r. Olüm şualan denilen şualar bir nevi zümrüdanka kuşu gibidir. Bu keşifler arasında delicesine yapılmış olanlar da vardır.. Meselâ, zıfirî karanhkta bir balonla düşman istihkâmının üzeri« ne gidip balondan gönderilen ültra menekşe şualarla istihkâmın fotoğraflarnı çekmek bunlardan biridir. Birçok nokArz (B«j tarafı hirınci gahifede) şürerek malını satmak için ko laylık elde etti. Fakat Japonya mal ihrae ettiği gibi birrok ham mad de de ithal ediyor. Şu halde bugün kıymeti düşürülmüş olan Japon pa rası, malımızı satarken lehimize iken, mal satın alırken aleyhimizedir. lşte bu suretle vaziyette bir muva zene mevcuddur. Ucuz paraya işçi çalıştırmağa ge lince: Her memleketin kendine göre bir yajayışı vardır. İşçimizin aldığı parayı bu şeraite göre düşünmek lâ zımdır. Bundan başka bizde işçiyı kullanan müessese sahibleri, bu işçiler için fabrika içinde hastaneler, yatak haneler, hatta sınemalar vücude ge tirmişlerdir. Binaenaleyh rekabet u zun müddet Japon tekniğinin, eks perlerinin yaptığı tetkikler ve bul d""ru usuller neticesidı». Çinle münasebat ve barb ihtimali Çm Japon münasebatı ılerlemek tedir. Aramızdaki meseleleri kendi aramızda pekâlâ halledebilıriz. Biz Çinin bizi alâkadar eden meseleleri ni bizimle halletmesinden, diğer memleketlerle bozuşsun mânasını çıkar mak istemiyoruz. Bilâkis diğer memleketlere olan dostluğunun devamını isteriz. Harb hatınmızdan geçmez. Nüfus çoğalması ise, bugün bir mesele ha lınde değildir denemez. Fakat nüfu sumuzu yericştirmek ve boş yerlere hicret ettirmek için başka yerlere girrnek tasavvuru, yalnız arzu olun mıyan değil, ayni zamanda kötü bir şeydir de... Herhalde nüfus mesele sinın harble halledileceğine kani detadan tatbikı kabil olmıyan bu projeyi bir an için rnümkün olarak kabul et sek bile uzak mesafede zâfa uğrayan bu şualann fotoğraf cammda bir iz bırakabilmesi için poz müddetinm en a şağı bir asır olması lâzım gelir. Evet, ufak bir pervaneyi üflemekle dişli tertibatı vasıtasile koskoca meşe ağacı kökünden sökülebilir; ama bu iş te bir milyon sene sürer! Hayal, hcsab ve hakıkat ayrı ayrı şeylerdır. Bunlan birleştirene ne mutlu! * • * Bu da Hindden geîme: Italyada seyahat e derek, orada kendi şöhret ve servetile müte nasib bir ihtisamla saltanat sürmekte olan Patiala mihracesi, Musolinıye çok orijinal bir uğur getirici hediye göndermiştir. Bu, gümüş üzerine gayet ince dan telâ ile işlenmiş bir cilbenddir. Bu dantelâ: «Siher vakti Ganj nehrinde yı kanmış kadm saçlanndan..» örulüdür. Mihracenin bizzat yazdığma göre, bu saçlardan örme dantelâlann uğuru denenmiş imiş! Kıbtüik bu! Kıpbler, geçenlerde kendilerine bir kral inbhab ebnislerdi. Bu sefer de, kendi dille rinde bir gazete çıkarmağa baflamışlardır. Belgradda çıkan bu Çingene refikimizin adı Romani Lildir. Bunun sahibi ve yazıcısı, Belgrad Üniver • sitesinde okuyan bir kıpti talebedir. Yan çingenece ve yan sırbca çık maktadır. Yalnız, karilerinin ekserisi göçebe olduklanndan, abone paralarmı top lamak biraz zahmetli oluyormuş.. Gerçehten çingenelık edip te, para vermek istemiyenler de lâhir caba! Yaklaşılmaz meclisi Gcçenlerde, Ingilterede garib bir vak'a olmuştur. William Bankett isminde bir Ingilizin, üç gün mütemadi yen: «Mahpus kaldım, aman beni kurtann!» diye bağınp durduğu işi tiliyordu. Kendisini heT yerde aradılar, fakat bulamaö .r. Acaba bir tarafa mı saklanmıştı? Ne münasebet! bilâkis, za vallı öyle bir vaziyette bulunuyordu ki, kendisine imdad etmek istiyenlerin onu görmesine ve seslni işittikleri halde nerede bulunduğunu anlamasına imkân yoktu. Bankett, bir dal kesmek üzere bir ağaca tırmanmış, ayağı nasılsa kayın ca, a|tcın bir baca gibi kudretten oyuk olan gövdesinin içine düşmü'tü. Tam üç gün üç gece, zavallı Ingiliz, bu kovukta bağıra ağlıya oturmuş, nihayet işi anhyan bir köylü terafmdan kurtanlmışnr. Hatırlıyor tnusunuz? 1 Locke kimdir ve fcimtn dü fünccleri üzerinde müessir olmuşiur? 2 Mısır Hidivliğini kim kurdu? 3 Maverainnehir neresidir? 4 Napolyon Ban&part nertlidir? 5 Bizde Molyerin eserlerini ilk de'a kim tercüme etti? 6 Volter hangi ytl doğdu ve hangi yıl öldü? 7 Hunyade hangl tarihte ve ne yüzden öldü? «Cevablarım yarın b« sütunda okuyacaksımz.» SADİHA ZEKERİYYA Yangıntahkikatı Dr. Timonun yıldönümü Meşrutiyetin ilânmda büyük mücadeleleri görülen doktor Timonun 70 inci yılı Köstencede büyük merasimle kutlulanmışbr. Rumen ve Türklerdea birçok hatibler Timonun mezayasından uzun uzadıya bahsebnişlcr dir. İstanbul Universıtesi tıb tarihı ensb'tüsü de bu münasebetle İbrahim Ti moya takdirkârane bir telgraf gön dermıştir. , ycmdım öyle ise!. Avukatlık eden bir dostumuzun yanınaa çalışan zeki, sevimli» on dört yaşlannda kadar bir çocuk vardır. Geçenlerde, avukat coacumuz bu çocuğa şöyle bir tem bihte bulunmuştu: Oğlum! Buraya M... isminde birisi gelecektir. Beni boyuna tacız e der, durur. Onun için, gelecek olursa, tutup dışarıya atarsın, anladın mı? Ertesi gün, yazıhanenin kapısısı vu ruldu. Içeriye izbandut gibi biri girdi. Çocuk sordu: Bay M... siz misiniz> Atlas yorganı açbğun zaman asa bımı bozan hışılblar oluyor. Çıplak ayaklanma terlikleri geçi riyorum, üzerime bol kollu pembe sa bahlığıraı ahyorum. *** Nihadm koluna dayanarak beyaz bir ayı derısıle örtülmüş sedire gelıyorum. Rica ederira, şu mor ışığı sön dür. Odarun rengi de değişir. Başka bir renk istiyorum. Bu o kadar koyu o kadar mağmum ki... Peki küçüğüm.. #*# Sedirin üstüne yastıklann arasına ayaklanmı çekip oturuyorum. Kocam secîirin yanındaki lâmbayı yakıyor. Pembe ve kuvvetli bir ziya bbür odadan gelen mor ışıklan boğuyor, oda yaz sabahlannı andıran bir renkle aydınlanıyor. Kiliste on beş köyün mahsulü mahvoldu Kilis (Hususî muhabirimizden) Kilise çok şiddetli yağan yağmur ve doludan on beş köyün bağlan ve e kinleri tamamen mahv ve telef olmuştur. Zarar on binlerce liradır. Köy lülerin vaziyeti çok acıklıdır. Yardım için hükumete müracaat edilmiştir. Hayır seni temin ederim ki ha yır. Yabnışbm. Fakat uyuyamıyor dum. Her zamanki gibi gözlerimi karanhkta dinlendiriyordum. Bilmiyo rum, hâlâ bilmiyorum.. Hâlâ habrla mıyorum... Birşey düşünüyordum. Sonra ne oldu bilmiyorum. Başımda tarif edilemiyecek garib bir hafiflik korkunc bir boşluk hissetum. Birden ne düşündüğümü unuttum. Sana tarif edemem ki sonra ne düşünüyordum diye düşündüğümü unuttum. Sonra her şeyi unuttum. Olduğum yeri tanıma dım. Kim olduğumu bilmedim... Düşüncesiz, habrasız, akılsız evet, birkaç an için akılsız kaldım. Ona daha yaklaşıyorum. Bu şualann çoğu en büyük mekte bimiz olan tabiatte mevcuddur. O halde evvelâ tabiatleki şualan öğrenelim. Gelecek (Hava) başhklı makalemizde bunlardan bahsedeceğiz. Profetör SALİH MURAD Fakat, Suzan, diyor, ne çocuksun ne sinirlisin? Yavrum sakm ol bakayım! Başımda öyle bulanıkhk, öyle kanşıkhk, öyle duman var ki.. Gi'.me, uzaklaşma... Yanımdan aynlma öyie korkuyorum ki... *** Ona daha fazla so!;uluyorum... Kücücük birşey olup kollan arasında kaybolmak, yok olmak istiyorum. Çok korkuyorum. Pek çok korkuyorum. Sıcak dudakları hep alnımda... Yüzüm göğsünde saklanmış du ruyor. Kalbi ne kuvvetli çarpıyor. Bu kuvvetli vuruşlann bana verdi ği büyük bir emniyçt var. Bu korku dakikamda Nihadm göğsünün üslün den başka hiçbir yerde bulunmak ıs temiyorum. Başımda, kalbimde, damarlanm ve asabımda giiglde büyüyen bu korku şakaklanmdaki saçlan soğuk terlerle ıslatıyor. Bütün vücudüm btriyor. Başım öyle dağınık, zihnim öyle dümanlı ki ... Ne çok titriyorsun? Biraz kalk1 mak, biraz ışık görmek istemez misin? TahMk heyeti yanmif fabrikaytt fp.rerh.Kn Evvelki gece Yeşildırekte bir yan gın çıkbğmı, bir fabrikanm tamamen, bir evin üst tarafının da kısmen yandığını yazmıştık. Yangın büyümek istidadmı göstermişse de itfaiyenin fedakâr hğı karşısında söndürülmüştür. Yanan fabrika henüz daha ismi belli olmıyan bir sigorta şirketine 10,000 liraya sigortahdır. Müddeiumumilikçe tahkikata baş lanmışbr. Bir iki güne kadar suçlular varsa meydana çıkacakbr. Gözlerimi pijamasınm göğsünde saklıyorum! Konuş, Nihad konuş... Ne istersen soyle, bana düşünecek vakit bı rakma. 6 Ne mi istiyorum?... Ben mi ne istivorum? Bembeyaz dişlerini gösteren genif bir gülüşle gülüyor. Ben yalnız kendimle, yalnız kendim için yalnız kendi varhğım, kendi zevklerim için yaşamak istiyo rum, insanlardan uzak, cemiyeb'n hiç bir kaydine tâbi olmıyarak cemiyetîe bütün alâkamı kesip tek başıma yaşa • mak istiyorum. Fevkalbeşer bir mah luk olarak yaşamak... Kalbimdeki, beni kendi cinsimle birleşbren bütün duygulan, bütün zâflan kopanp at • mak, hiçbir insana ihtiyac hisseone den hiçbir insan yüzü görmeden cl mek... lşte hayabmda yapmak istedi ğim, yapmağa uğraştığım şey bu... *** Çok kullanılmış bir çelik gibi pırıl bh gözlerinin zeki bakışlanna takıl mış bakışlanm onlardan hiç aynlmak istemiyor. Dışanda yagan yağmur kapah peneerelerin camlannı döğüyor. O çirkin sesile adeta inler. homurdanır gibi söyleniyor: {Arkan var} Edebî tefriha: 6 Yazan Çıldırmaktan korkuyorum. Pek acı bağırdım.. Sesimin korkak ahengi kendi kulaklanmı bile bnnalayıp yırtb. Ellerimle yüzümü kapıyorum. V7e karanhkta korkak küçük bir çocuk gibi hıçkınyorum. Bir ipek hışıltısı var... Sonra ayak sesleri. Elektrik düğmesi çevrildi. Yataklığın perdesinde mor ziyadan bir çizgi var. Boncuk perdeleri açmış olacak... Boncuklar birbirine çarpıyor ve çiz ginin üstünde yıldızaklar pırüdajı • yor. Yatağa yaklaşıyor. Durdu. Yukanya doğru kaldırdıgı koîunun etrafından kaçan hava ihtizaz ediyor. Büyük bir el perdeyi açb, *•• Nen var Suzan> Suad Derviş Ellerimi ona uzatryorum. Uzanan ellerimi tutuyor. Sesi mü}fik ve merhametli: Nen var yavrum? Eğiliyor çok eğiliyor. Işığm üstüne çizilen şekli ne gii zel... Kollanndan yükselen parmak lanm ipek pijamasuım yakasını tutu yor! Korkuyorum, diye hıçkırıyo rum; korkuyorum. Gel, daha yaklaş! Kollannın, sıcak ve müşfik kolla nnın arasındayım. Elleri dağılmış saçlanmın arasmdan başımı okşuyor... Başım omuzlanndan yükseliyor ve ku lağına nefes kadar hafıf bir sesle fı • sıldayorum 1! Deli olmaktan korkuyorum. #** Kollan sanki beni telhikeden ko rumak ister gibi vücudüme daha sıkı •arıhyof. *** Sıcak dudaklan alnımda: öyle korktum ki Nihad... ö y le korktum ki... Ve hâlâ o kadar korkuyorum ki... Zavallı yavrum. Deli olmak, çıldırmak feci bir **• şey olacak Nihad ve eminim bir gün çıidıracağım. Artık öbür lâmbayı söndürmc. Nasıl istersen. Sen sinirli bir çocuksun Suzan. Yanıma gelip oturuyor. Gitme uzaklaşma... Nereye gi Biraz daha sakinsin ya!... diyorsun? Nihad bu gece bir an biie Hâlâ hafif, hafif btriyorum. yanımdan aynlma. Seni seviyorum. Biraz daha iyiyira. Sana ihbyacım var... Bu gece öyle Saçlarımı okşuyor, başımı omzuna ! zannediyorum ki seni kaybetsem ya • dayıyorum: şamam. Yemin ederim. O kadar kuv Ne oldun diye soruyor, muhakvetlisin ki... Ben ya$amak için tana kak fena bir rüya bir kâbus değil mi? güveniyorum.

Bu sayıdan diğer sayfalar: