18 Haziran 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

18 Haziran 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Kazıklıbağda keyif çatan lardan Kazıklı Oküz panayırı nasıl geçti ? Bizim bu “Gezgin Haberci,, | lik pek te iyi bir şey değil!.. | Hoş, “Gezgin Haberci,, olduğu - muza dair alnimizda damgamız yahut kolumuzda bandımız yok amma nedense halk — gene bizi tanıyor; gördüğü yerde: — Yaz bakalım Gezgin Haber- ci, çek bakalım Gezgin Haberci! Diye yakamıza yapışıyor! Ni - tekim, evvelki gün de öyle oldu: O gün hiç yazıp — çizmeğe filân niyetim yokken, gene yakalan - dık... Topçulardaki Kazıklıbağı bilirsiniz, yahut adını olsun işit- mişsinizdir. İşte orada Ermeni- lerin öküz panayırı — varmış... Biz de aksi gibi evvelki gün| evden nevale sepetini yüklenin-| €e oraya yakın bir bahçeye zit - miş, sözde tatil dolayısile dinle - | necek, yiyecek, içecek, yan çele-| cek, belki de biraz — yaz uykusu| kestirecektik.. Ne dersiniz, orada da gelip beni * yakalamasın!ar mı? Yüzlerce çoluk, çocuk, kadın| erkek etrafımı sardılar: — Haydi bakalım, bizim resmi| mizi çek, (HABER) e koy! | — İyi amma, bugün benim ray- dos ve dinlenme günüm! — Biz paydos maydos dinle - meyiz! İlle resimlerimizi çekecek, (HABER) e koyacak ve buradaki eğlencelerimizi caksın!. Kime lâf anlatırsın ki... Ben ol- maz yahu, dedikçe onlar dalıma bindiler, nihayet ayda yılda bir kavuştuğum o canım tatil gününü altüst ederek beni kaldırdılar. bizim yaza - l l ı |iadık. |ler, elimi bile sıkmadan odadan ! | zir bulunuyordu. Avukatlar gidin- üç — guürup bağda Artık ben ayağa — kalktım ya, HABER — Akşam Postası 18 HAZİRAN — 1935 ;'Yakın'ta'rihten kanlı yapraklar ittihat ve Terakkinin eski Çankırı kâtib mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 6i | raporlarını verdiler. | için de yapacak bir şey kalmıyor. etraftan bir el şakırtısıdır koptu, ve arkasından çatallarla, kaşık - larla dolmalar, söğüşler, helvalar enginarlar, iç baklalar, turşuları, muhallebiler etrafımda dansa başladılar: — Egerlim bu pancar dolmadan bir tane almazsan hatırım — kalır. Bay Haberci! Bilirsin bu - dol- mayı kim yapmıştır? Bunu meş- hur aşçı Kegorkun ablası bayan Pevroz — yapmıştır ki böyle bir dolmanın eşini yapan varsa do - mina ! —Egerlim şol enginarın tadı- na bir bakmazsan güceniriz. Bi- lirsiniz bu enginarı kim pişir miştir? Bunu şişman - Andonun babası menşur Karakin pişirmiş- tir ki Lokman Hekimin ye dedi- ği enginar budur işte! — Egerlim — bu helvadan bir çeşnilik almazsan seninle selâmı sabahı keseriz. Bilirsiniz bu hel- vayı kim pişirmiştir? Toy Gedik- paşalı köfteci Onniğin — bayanı pişirmiştir ki böylesi helvayı To- katlıyanda bile pişiremezler. Nihayet dayanamadım, bağır - dim: — Yahu, ben daha şimdi ye- mek yemiştim. Tekrar bu kadar şeyi nasıl yerim... Yapmayın! — Ne ise uzatmıyalım, sağda çalgı, solda çalgı, önde — hora, arkada dans; ekin tarlasında ip atlama, incirlikte — kovalamaca, daha yukarıda salıncak âlemleri arasında ve eşsiz bir hay — huy, kırları çınlatan karışık ve tatlı İr bir curcuna içinde sözde tatill yaparak! Akşamı ettik! Arkadan yetişen gardiyanlar beni sım sıkı yakaladılar, sonra sürükliye sürükliye dışarı çıkardılar... İkisi de birer adım geri çekil - di ve gözleriyle İngiliz nöbetçile - rinden imdat istediler. Onların bu korkaklıkları — karşısında acı acı güldüm: — Size şimdi bir şey yapabile- | cek vaziyette değilim.. — İnşaallah görüşürüz. Haydi Allaha ısmar - Onlar şapkalariyle selâm verdi- dışarı çıktılar, Tercüman Edvard bütün bu ko- nuşmalara şahit olarak odada ha- ce o koluma girdi: — Haydi bakalım, dostum ! Her şey hazırdır.. Maalesef doktorlar, hastalığınızın seyahate mâni bir derecede olmadığını tesbit ederek Artık bizim Derhal cevab verdim: — Sizin için yapacak bi şey ka- hyor!... —Ne? — Beni dolandırarak aldığınız paraları zıkkımlanmak... Sapsarı kesildi, homurdanır gi- bi söylendi: — İngilizler bu lâfını duymasın- lar, burnundan fitil fitil getirirler . — Git haber ver duysunlar. — Ben senin dostunum.. Hasta olduğunu biliyorum.. Haydi çocu- ğu bırak — da vapura — gidelim .. Tophane rıhtımından bineceğiz.. Yavrum — el'ân kucağımda idi. Onu uzun uzun öptüm. Fakat, ver- | medim.. Ondan ayrılamıryordum. Edvarda döndüm: — Senin bana — yaptıklarının hepsini unutacağım.. Bana son bir iyilikte bulun... — Emret!.. — Çocuğumu benimle bıraksın- lar. Onu da Maltaya götüreyim.. — Bırakmazlar. 3 — Bırakmazlarsa bütün kuvve- timle mücadele edeceğim.. Heyecandan avaz avaz - bağır - mağa başladım.. Çocuk da bağıt - mamdan korkarak ağlamağa baş- lamıştı.. Edvard şaşırmış bir hal - deydi.. — Canım, Oğuz (bey), karde - şim, Bırak çocuğu.. On beş gün sonra siz dönmezseniz aileniz size iltihak edecektir. Diye yalvarıyordu. Tercümanın bu sözleri bir ku - lağımdan giriyor, öbüründen çıkı- yordu.. Odadan çıktım.. Çocuğu kucağımdan bırakmıyordum. Sa - londa bulunan bir İngiliz neferi. elinde küçük bir paket çikolata ol- Ancak, kim ne derse desin, Kazıklıbağı âlemi gerçekten pek hoş bir âlemdi. Rüzgârın biraz fazla olmasile birlikte halk öyle bir yaz âlemi yaptılar ki değme- yin keyfine! Halkın dileği üzerine gene yazı| * yorum ki bu hatta işliyen iki oto büs, hele pazar günleri devede değil de âdeta filde kulak - kalı- yor! Gezgin Haberci duğu halde yanımıza yanaştı.. Çi - kolatayı çocuğa uzatıyor, parmak- | lariyle yanaklarını okşıyor, türlü | maskaralıklar yaparak — yavrumu güldürmeğe çalışıyordu. Bu sırada | nasıl oldu bilmiyorum. Bir tarafa mı bakıyordum, birisine mi sesle - herif niyordum?. Nasıl olduysa, bu bir anlık gafletimden istifade | ederek çocuğu kucağımdan kapı - verdi, Ve kapmasiyle beraber salon - dan fırlaması bir oldu. Arkasından atılmak, koşmak istedim. Arkadan yetişen iki — gardiyan beni sımsıkı yakaladılar. Oratda kimseler yoktu. Kaynanam, bal - dızlarım çoktan çekilip gitmişler- di. Neferler beni sürükleye şürük - leye dışarı çıkardılar. Taliin bu a- cı sillesine de mütevekkilâne bo - yun eğdim.. Mümanaat gösterme - den sokağa çıktım. Gümrük salo- nun önünde beni bir kamyona bin- dirdiler. — Süngülüler kamyonun etrafını sardılar.. Oradan hareket ettik ve şimdi Ford fabrikalarının bulunduğu rıhtıma geldik.. Burada kamyondan indirildik.. İtile ka - kıla bir romorköre — bindirildile .. Romorkör derhal rıhtımdan ayrıl- dı. Bir kaç yüz metre açıkta duran bir'İngiliz harb — gemisine doğru ilerlemeğe başladı. Mehmed Ali ile sahile bakarak düşünüyoruz. Orada bizi selâm - layan bir tek kimse bile yok.. Baş ucumuzda süngülerini havaya dik- miş İngiliz askerleri ıslık çalıyor - lar. Liman müthiş kalabalık.. Şilep- ler biribirlerinin üzerine yanaş - mış.. Bacalar tütüyor.. Beşiktaş a- çıkları düşman zırhlıları dolu. Her tarafta rengarenk düşman bayrak- ları sallanıyor. Romorkör zırhlıya yanaştı. Bizi derhal yukarıya güverteye aldılar. | Arapyan hanındanberi bize refa- Bunu belki resimlerini çok gördü ğünüz İngiliz hassa aakerlerinden sa- nacaksınız, çünkü böyle çok tüylü kalpakları onlar giyer. Fakat bu, Çe- koslovak itfaiyesinden birinin - üni- formasıdır. kat eden genç bir İngiliz zabiti, zirhlimin süvarisine kırmızı mum- la mühürlenmiş büyücek, sarı bir zarf verdi ve bizim — hakkımızda dakikalarca konuştular. Biz sün - gülüler arasında — güvertenin bir kenarına çekilmiş onları ve etrafı seyrediyoruz. Bu sırada gemiye doğru gelen bir sandal — gördük. Içinde bir kadın, bir de erkek var - | dı. Elleriyle, kollariyle mütemadi -' yen bize işaret ediyorlardı. Ben u- zaktan onları görünce Mehmed A- liye: — Neyse, bizim refika yetişiyor. Görmeden gideceğim diye dertle - niyordum, dedim. Fakat sandal yanaşınca ve son ümidim de boş çıktı.. — Gelenler, Mehmed Alinin — damadı, şimdi sefir olan Ruşen Eşref ile karısı idi. Mehmed Ali güverteden, onlar sandaldan beş dakika kadar ko - nuştular. Benim gözlerim karşı sa - hillerde takılı kaldı. Ara sıra başı» ma çeviriyor, içinde bin türlü hatı « ralarımın saklı bulunduğu yuva - mın civarı olan yerleri hazin hazin seyrediyordum. Gemi çok geçmeden demir aldı. Ve hareket etti.. Son sür'atle Mar- maraya doğru açıldık. İngiliz de - nizcileri bizi zırhlı içinde serbest bırakmışlardı. Güvertede bir aşa- ğı, bir yukarı dolaşıyor, kendi ken- dimize konuşuyorduk: — Eecee.. Uğurlar olsun Meh : med Aliciğim... — Sana da kardeşim. | — Bu gemide bize rahat ettire- | cekler mi dersin?. — Kimbilir, belki.. Acaba bizim için ne emir aldrlar.. Mühürlü sarı zarfta akibetimiz hakkında neler yazılıdır, dersin?. — Alnımızın yazısı.. — Alayı bırak Mehmed Ali! İngilizlerden her şey umulur . İs - ter misin açıklar da bizi ayağımıza birer taş bağlayıp atıversinler ?. Gemi köpükler saçarak ilerliyor. Güvertenin kıç tarafında duruyor, ve önümüzde kabara kabara uza * | nıp giden köpüklü beyaz ize bakı- | yoruz. Mehmed Aliye sorduğum son su alde hiç bir fevkalâdelik olmamak gerek. Müatreke zamanımın — devamı müddetince silâhsız, masum birhal ka karşı reva görülen barbarca muameleler göz önüne- getirilirse bir İngiliz harb — gemisinde esir kalmış bir adamın en fena ihtimal- leri hatırlamasını — tabil görmek lâzım gelir. İkimizde ayni şeyleri düşünüyo” ruz., Şimdi bu adamlar bizi şura * da merasimle kurşuna dizseler, ya” hut, geminin direklerine assalar, sonra kaldırıp denize atsalar kim€ karşı hesab vereceklerdi?. Ortalık kararıncaya kadar gü * vertede kaldık. Mehmed Ali dal * gınlığımın farkında idi. Konuşmak ve derdini içinden atmak istiyor * du: (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: