2 Kasım 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 14

2 Kasım 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AP Yel a9 2: Söyliyecek şey kalmayınca Ra- bia fırladı, dükkânı teftişe koyul- du. Burnunu her çuvala, her ku tuya sokuyor, kokluyordu. “Artık biz dükkânı açacağız Belki Rakım amca ile para birik tirir de ikilik bir orta oyunu kum» panyası yaparız. Bu Ramazan ge- celeri Karagöz oynatacağız. İn- san biraz gevezelik etmezse dili paslanıyor.,, Rabia, Tevfiğin dükkândaki ha. yatını beraber yaşıyacakmış gibi dinliyor, raflarm düzeni için öğüt veriyordu. Eğer Rakım sebze se- petini devirip de soğanlar yere yuvarlanmasalar, Rabia, bu tatl: rüyadan hiç uyanmıyacaktı. Ey- vah, öğle yaklaşmıştı... Çarşıdan döndüğü günler bile Emine söyle nirdi, bugün ne diyecekti? Sepeti kaptı, dükkândan fırladı, hem ko- şuyor, hem başı arkaya çevrilmis sesleniyordu: “Yemekten sunra gene geli. rim.,, Tevfik dükkânın kapısmda dur du, elini salladı, Rabia köşeyi döndükten epeyce sonra, hâlâ eli ni sallıyordu. Rabia geldi ve temizlik başla- du Entarisinin psşleri kuşağına s0» kulu, bir çıplak ayak tahta fırça! sınm üstünde, öteki çıplak ayak! yerde; bir el be'de, öteki müvaze. ne yapmak için havada, dükkânın üstündeki odayı ovmağa başladı. Rakım da yalınayak, elinde paslı delik bi: kova, vahçedeki kuyu- dan su taşıyor, Rabianın gösterdi: ği yere döküyor, bahçe ile ev ara sında mekik dokuyordu. Rükkânda Karagöz takımını bitirmekle meşgul Tevfik, arada bir sesleniyor... Üçü de çocuk gibi mesut. Senelerin yığdığı pislik, kir ve tozla uğraşan Rabianın kalbi su gibi hafifti. Ömründe ilk defa et- rafını çeviren memnuat duvarı di- bine kağar yıkılmıştı. Güya bir el, kalbinin bağlar ını çözmüş, ona: | “İstediğin kada» gül, oyna, sevin ve yaşa !,, demişti. O sabah öğle vakti eve dönün- ce, Emineden çok şiddetli bir azar yemişti. Canına sokacak kadar se- vimli, tatir bulduğu babasiyle ilk mülâkattan sonra, anası ona bir denbirs çok sevimsiz gelmiş, içini kinle doldurmuştu. Emine ne sor- duya, geç kalmasının sebebini ne kadar anlamak istediyse o, o ka- dar inatçı bir sükütla mukabele etmişti. Eğer imam vaktinde ye tişmese, belki Emine onu döve- cekti. Fakat bu inat, Eminenin çenesini açmış, kızın ne kadar ku» suru varsa babasından geldiğine söylerken, Tevfiğe ağzını açmış, gözünü yummuştu. İlk defa Rabia anasının gözlerine isyanla bak- mış: “Ben de, babam da fenayız... iz (Nakti, tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur.) Ne yapacaksın.. Bırak, babama gideyim.,, diye haykırmıştı. “Baban mı? Hele bir İstanbu- la ayak bassın, selâmlıkta padişa- bın arabasının atına yatar, vüke- lânın kapılarımı aşındırır, o heri- fin ne kepaze olduğunu anlatırım. Tekrar cehennemin bucağma sür dürmezsem bana Emine deme- sinler!,, Rabia, bundan ürkmüş, dudak- mübürlenmişti. | Babasının döndüğünü Emineye sezdirmemek için doğru konağa gitmeğe karar vermişti. Fakat gene dayanama- mış, konağın kapısmdan dönmüş, dükkâna gelmişti. Şimdi, tahtaları adetâ parçalı- yacak gibi bir siddetle ovarken düşünüyordu: Babasının geldiği- ni Emineden saklamak kabil de gildi. O halde? Çocuk, Sabih» hanımı, bu tehlikeye karşı biricik selâmet yeri, diye hatırladı. Ona) dan ötüyordü.Yavaş yavaş sallanan dal anlatacak, iltica edecek. Hemen o gece söyliyecekti. Öğleden sonra konağa gitmediğinin kim farkına varabilirdi, o, akşam yemeğine gi- der, yemekten sonra Sabiha hanr- mın odasında içini dökerdi. O akşam Sabiha hanımın misa“ firleri olduğu için Rabia bir şey söyliyemedi. Ertesi. akşam cesa- ret edemedi. Eminenin pek az s0- kağa çıkması, belki komşuların eve pek seyrek gelmesi, Tevfiğin geldiğinden onu haberdar etmedi Konak, Rabianın öğlelerden son- ra gelmesine dikkat etmedi. Bir hafta bu vaziyet devam etti. Bu meşhur haftanın her günün- de öğleleden sonra Rabia gitti, dükkânın üstündeki evi temizledi, mutfağa çeki düzen verdi. Babası, cüce o, birbirlerine pek alışmışlar, seneler lenberi beraber yaşiyor- muş gibi teklifsiz olmuşlardı. Ara. da, bu vaziyetten Emine haberdar olursa ne olacağını düşünüyorlar, keyifleri kaçıyordu. Fakat Ra- kım amca, Rabiaya anasiyle baba sı arasınca intihap hakkı olduğu nu anlatıyor, Rabia babası ter- cih etmeğe yemia ediyor, Tevtiğin yüzü gülüyordu. Rabianın bu sergüzeşti keşfe- dilmeden bir gün evvel üçler, en şen saatlerini yasadılar. Artık ev hazırdı, dükkân badana olmuş, temizlenmiş, mallar yerli yerine dizilmiş, raflar süslenmiş, tavana renkli kağıtlardan kesilmiş, askı- lar asılımıştı. Tevfiğin Karagöz takımı da ha» zırdı. Üçler, bahçede perde yeri- ni, fener yerini tespit ettiler. Ra- mazan yoza geliyordu. Geceleri Allahın kandiller; sarkan koyu lâ» civert kubbe, dünyanm günahkâr- larma gülecek, Istanbulun ılık ve tatlı havasında binbir minare mah. yalarını sallandıracaktı. (Devamı var) Tabiatla, O belli belirsiz duygu larla anlamıştı: Bu yır- tıcılar kendine bezme- vahşi Kaya Oğlu hayvanlarla ve birbirleriyle boğazlaşan insanların heyecanlı romanı , Yazân: Rösny aln& * Türkçeye çeviren: Naciye İzzet No.23 mekle beraber onu bir lokmada yutuvereceklerdi. Çiğdem bunu görünce sandalını oraya yanaştırmadı... Küçük olan öteki ada daha elverişli gözüktü, Seyrek ağaç - lar, cılız otlar gizli hiç bir varlığı sal Uuyamazdı, İki adanın arsında iri bir kaya par çası vardı. Çiğdem sarmaşıkları biri- birine geçirerek yaptığı bir iple san - dalı bağladı.. Adaya çıktı. Yorgunluk tan bitkin uyudu. Uyanınca yükselme | ğe başlıyan güneş sağ kıyılardaki ormanlar üzerinde tutuşuyor, ırmak sularını pırıltılarla dolduruyordu... Yaşlı bir su aygırı adanın tepesin- de uyanmış, ağaçtaki bir kuş durma - lardaki sineklerle böcekler gene her günkü işlerine koyulmağa başlamış - lardı... Çiğdem yalnız olmanın verdiği korkuyu gene duydu. Adayı dolaştı. Ateş yakmak için çakmk taşları araş - tırdı. Topladığı kuru dalları tutuştur da, Çiğdem iri alevlerle o yanan ateş önünde; yalnızlığını daha az duyuyor du. İkinci sincabı kızartırken bellisiz gizli hir sevinç damarlrına . yayıldı. Gün bitiyordu. Kızıl, iri güneş aşağıdaki orman - ları tutuşturuyor gibi Ogörünüyordu. Korkuyu oldukça atlatmıştı. Uyumak Üzere uzandı, Gün doğumuna yakın ufak bir gürültü ile uyandı. Yıldız - ların verdiği küçük bir aydınlıkta sin- capların kemiklerini kemiren bir baş gördü. Bu küçük bir mahlüktu, Genç bir tilki boyunda olup sivri kulakları vardı, Gözleri ateş böcekleri gibi par- | yordu. Çayırlıklar üzerindeki gökyüzü da! ha yıldızlarla ışıldıyordu. Çiğdem kü. çük aydınlıkta bunun bir çakal oldu -| ğunu anladı. Hayvan daha yavru idi, Bu küçük adada nasıl oluyordu da bulunuyordu? Su baskınıyle sürükle - nerek kayaya tılmış olmalı idi. Çiğ - dem onun yalnız olup olmadığını an. lamak işin karanlıklar içerisinde gör. meğe uğraşarak etrafına bakındı. Yal nız suyun üzerinde uçan bir kuşdan başka bir şey göremedi. Genç kız çakalı öldürmeyi düşün. medi, Kemikleri kemirirken dişlerinin çekardığı küçük çıtırdıları dinliyor - du. Durmadan kemirmesi ne kadar aç olduğunu gösteriyordu. Çiğdemin artık uykusu yoktu, ya - vaş yavaş doğruldu. Çakal korkarak; kaçtı, Çiğdem onu av'amadığına şim «' di pişman oluyordu. Biraz sonra ge « ne geldi. Küçük fidanlar omrkasıma saklanmağa uğraşırak korkak, yavaş | adımlarla ilerliyordu. Gene kemirmeğe başladı. Sincabın derisini bularak çiğniyordu. Çiğdem şimdi onu pek güzel (buluyordu. Bü| küçücük canlı da daha kuşkulanma duyguları kök salmamıştı, Yavaş ya- vaş Çiğdeme alışıyordu. O ansızın, tiz bir korku ile alabi - diğine kaçacağı gibi korkutulmayın - ca alışmağa da hazırdı. En küçük yıl dızlar sarardı, Sonra hepsi birer birer söndü. Büyükleri daha yavaş sönü - yordu. Irmağın sağ kıyısında, Gökırmaklı- ların Yaban Domuz oğullarını kovala dığı yerde bir sarılık yükseldi, Yal -| nız o kadar ağır ağır yükseliyordu ki hiç yukarlara, orman'aın üze“lerine yetişemiyecekmiş gibi o görünüyordu. Bununla betaber ormanların üzerini | İ sardı. Şimdi ormanlar da sararmıştı. Bilyük bir ateşin alevleri bulutlara, karışıyor gibi idi, Gökyüzü ucu buca 3 ğı olmıyan bir âlem olmuştu. Gündüz cü hayvanlar uyandılar, Serçeler gene karanlıkları, ölümleri soğukları ko - van güneşe, bu ateşe döndüler, Gö - üslerini şişirdiler. Çakal küçük sızıltılı bir ses çıkar - dı... Kaçıp kaçıp gene geliyordu. Kah- ve renkli sırtı, solgun göğsü, ince ku- laklariyle pek güzeldi. Hareketlerinin her birisi yeni büyüyen bir hayvanın | ince güzelliklerile dolu idi. Genç kız) ona bakarken anlaşılmaz bir tatlılık. duyuyordu. Açlık gene başladı. Bu küçük adada adam besliyebilecek hiç bir ot yoktu. Yaban Domuz oğulları zıpkınla, bazi kereler de elleriyle balık avlamasını bilirlerdi. Çiğdem sudan geçen turna balıklarını, uzun uzun gözetti... Sonra bir kaplumbağa gördü. Bir kaya üze- rine çıkmış, yılan başıma benziyen ba- şını suyun içine sokmuş olarak avlanı- yordu... Kendisi tutulurken bile o a - asmı brakmamıştı.. Başı içeri ye çekildi. Şimdi yontulmuş bir taşa benziyordu. Çiğdem ateş yakarak kaplumbağayı pişirdi... Çakal durmadan dolaşıyor - du, Korkup korkup kaçıyor, sonra w - mutla gene dönüyordu. Ön kemikleri- derisi önüne atr'mca inancı büyümüş- | tü. Kendi benzerleriyle ortak olduğu gibi Çiğdemle de ortak oldu. Şimdi | ona sürünmeğe bile başlamıştı. Küçük bir elin başına değmesinden hiç kork muyordu. Yalnız Çiğdem onu alıp sandalına götürdüğünü, ırmakta yüz- düğünü görünce gözbebekleri sarı bir ışıkla parladı. Biraz sonra sandala da alıştı. Bu iki varlığın mukadderatı ar- | birleşmişti. —0— GECE ADAMLARI Çiğdem ırmak üzerinde bir kaç gün geçirdi. Sular üzerinde hızlı dalgalar, girdaplar ortasında bile kendini ka - radan daha güvenç içinde buluyordu. | Gün geğfikçe, kardeşine (yaklaştıkça | içi içine sığmıyordu.. Şimdi çakalla i- yice anlaşmişiardı. Genç hayvan çe - limsizliğini, olgunlaşmıyan duyguları nı anladıkça genç kıza daha çok yak- Taşıyordu... Bu küçük hayvan yalnızlıklar or - tasında genç kız için sevgili bir var 1 lık olmağa başlamıştı. İnce anlayışi - le yırtıcılardan sakınmasına, av bul Mmasina yardım ediyordu... Öyle bir zaman oldu ki çakal onunla yaşama id nın verdiği bir alışkınlıkla genç kızı iyice anlamağa başladı. Keskin duy - guları, kıpırdanışları, sürünmeleri | Çiğdemi şaşırtıyordu. Şimdi o Çiğdem için beslenilen bir kedi gibi, bir kuzu gibi olmuştu. Yalnız küçük oçakalm gözleri bir kuzunun donuk duran göz leri değildi. Parlıyan bu gözler dur- madan oyn'yor, kıpırdanıyordu. Bir gece ateş sönmüştü. Çiğdem u - yuyordu. Çakal omuzunu tırmalıya - rak onu uyandırdı. Genç kız inliye - rek iki iri, kara kurdun (sürünerek yavaş yavaş kendisine doğru geldiği - ni gördü. Uyanmamış olsaydı gırt - lağına sarılacaklardı. Ateşte sertleştirdiği karısını fır» latarak haykırdı. o Çiğdemin bir de salkım ağacı tahtasından yapılmış bir topuzu, sivri uclu bir kaç taşı var - dr... Kurtlar bu iki ayaklı mahlükun' dikildiğini görerek durmuşlar, bağir- masından şaşırmışlardı. Yarim ay etli enselerini, sivri diş « Terini gösteriyordu. Bunlar iri soydan kara kurtlardı. Bir pars gibi birkaç metreden atılarak bir adamı kolayca boğabilirlerdi.. Yalnız işlerini gizlice sinsi sinsi görürlerdi. Açlıkları bile onları ihtiyatkâr olmasından mene - demezdi. Küçük çakal savaşçı kızın arkasına saklanmıştı. O belli belirsiz duygularla anlamıştı: Bu yırtıcılar kendine bezmemekle keraber onu bir lokmada yutuvereceklerdi. Çiğdem kurtları ürkütmek için a - vazı çıktığı kadar bağırıyordu: — Adamlar kurtlardan daha ye - gitdirler! Çiğdem kargısıile onlarm karınla - rını deşecek.. Topuzlle kemiklerini parçalıyacak.. Kurtlar dikaktle din - Tiyorlardı. Adam sesi onlar için yaban cı değildi. Gece adamlarının baykı - rışlarını bir iki kere duymuşlardı, On lar hiç konuşmazlar, yalnız avlarlar - ken bağrışırlardı. inin Çiğdemin ince, çok değişik o an se sl güvenç vermemekle beraber sür. maktan caydırıyordu. Bomboş midele ri, açlıktan yanan bağırsakları onlara yılmamazlık, cesaret veriyordu. Çiğdem gene bağırdı: — Kurtlar buradan (boyunlarını kırsınlar, geyik, ceylân, karacalar av- lasınlar, Kurtların daha güclüsünün karşı- sındaki avın kokusiyle *steği artmıştı. & Hizli huzlı soluyarak iri dişlerini gös- i terdi. Karnmı doyurabilmek isteğile titriyordu. Bir sıçrayışta dişlerini gırtlağına daldıracak,bu avın bol etleri ne güzel onu doyuracaktı. O zaman onun boş midesine girmemek için kar şı koyan bu iki ayaklı mahlük için de- rin bir kızgınlık duymağa başladı. © Çiğdem sivri uçlu taşlar fırlattı. Yalnız çok sert, çok hızlı atmıyordu. Yaralanan yırtıcıların hiddetinin pek korkunç olduğunu, hiliyordu. Bir teş daha az kuvvetli olan öteki kurdun başına geldi. Kızgınlıktan ulumakla beraber korkmağa başlamıştı. Geri çe kildi. Öteki bu âvin pek korkulu olda- Zunu daha iye anlamıştı. Bununla be raber gene Çiğdeme saldıracakmış gi- bi gözüktü. Çiğdem ikinci bir taş fır - lattı, Karnına geldi. O da geri çekil - di. Kurt bu iki ayaklı dik duran var - lıkların seslerini tanımış olsaydı on - ların yalnız uzaktan durma kudretle- rini anlıyacak, çekinmeden boğaza &- tılacaktı. 5 Gece adamları onu hiç avlamadık- ları için bunu bilmiyordu... Çıkmtılı bir kayanm arkasına gir- di, Şimdi bu bambaşka avı öncekinden isteksiz, sıkmtı ile gözetmeğe başladı. Gittikçe büyüyen açlığını yatıştırama- masile kızgım bir istek onu orada tu- tuyordu. Ay gittikçe küçülüyordu. Bir ara- hık genç kız gene kurtların yeşil yıl - dızlara benziyen gözbebeklerinin or - taya çıktığını gördü. Onun uyumasi- nı bekliyor olmalı idiler. Onları ku - runtuda bulundurmak < için sözlerle karışık haykırmalarla o bağırıyordu. Keskin taşlarını bitirmemek için ara sıra verden moloz taşları toplayıp, ge- lişi güzel fırlatıyordu. (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: