26 Temmuz 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

26 Temmuz 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

EEE m vE > peni Öz imiz Eski ve yeni kitaplar mı — Essai — Sanat eserinin “actuel,, olması- “nı, yani bizde de mevcut duygula- ra, düşüncelere dayanmasını iste-| mekten kurtulmamız hayli zordur. Zaten bundan kurtulabilenler için de başka bir tehlike baş gösterir! Bir eserle sırf hüner bakımından alâkadar olmak. William Hazlitt diyor ki: “Kitaplar benim üzerim- deki eski kuvvetlerini bir hayli kay- etti; onlar da evelce bulduğum a- lâkayı artık yaşıyamıyorum. Bir şe- yin iyi olduğunu artık duygumdan ziyade düşüncemle (seziyorum. Mr. Keats'in Eve of Saint Aznes'i- ni okurken halâ genç olmadığıma içimi çektim. Bu eserin sanki ef- sunla davet ettiği ince ve müşfik hayaller “birer gölge gibi geliyor, yine öy! ror,,... Bunları es- kiden okusaydım nasıl bir heye- can duyardım, 'bunu biliyorum, fa- kat işte o kadar. İnsanın içine işli- yen o nefis İezzeti artık tadamıyo- rum, o güzel koku uçtu ve şimdi, çiçeğin ve meyvenin yerine, sırf €- debiyattan ibaret olan bir sak, ke- pek ve kabuk kaldı. Şimdi biri ge- İip te bana ne okuduğumu sorsa Hamlet Efendimizle beraber:“Löâf! lâf! laf!,, diyebilirim.,, (Plain Spe- aker, “On reading old books,..) İngiliz münekkidinin şikâyet et- tiği hâl, bir eserin güzelliğini duy-| gumuzdan ziyade sezmek, nihayet sanat tırr,, sanatin sırf sanat kendini söylemek için de- ii mriym takdirini ka- zanmak için çalışmasma sebep o- lur. Bu vaziyete düşen sanatkârlar hayatlarmda tam bir hürriyete er- diklerini, yalnız kendi keyiflerine hizmet edip etraflarınm esirliğin- den kurtulduklarını sanırlar. Hal- buki asıl hürriyet hiç bir zaman “fildişi kule,, de değil, “agora,, da- dır. İdeallerini herkese yaymayı lüzumsuz bulan, çünkü onun ancak “mesut bir azlık,, tarafından anla- ılabileceğine kani olan sanatkür- za o idealin bütün insanlar bir kıymeti olmıyacağını, yani bir ha- yat düsturu olabilmek meziyetin- den mahrumluğunu kabul ediyor- lar demektir.Böyle bir ideale bağ- lanmak, ömrümüzü ancak bir ziy- net vücude getirmeğe hasretmek, sadece arzularımıza, keyiflerimize hem de en kısır arzularımıza ve keyiflerimize esir olmaktan başka nedir? Bunda, bazı yalanları halk tabakası için lüzumlu saydıklarını, demek ki, hakikatin herkese 8öy lenmesini münasip bulmadıklarını iddia edenlerin hâlindeki kibirli verliğin vazifelerine hiyanet edi. yor demektir. Sanatin “ihtisaslaşması,, doğru olmadığını bilhassa sanatkârı de-| gil, sanatkârm hitap ettiği insan- ları düşünüyorum. Elbetteki herkes ten şiir, roman yazmasmı, resim heykel yapmasını bekliyemeyiz ve bu mânada sanat bir “ihtisas,, tır; fakat sanattan anlamak © ihtisas değildir. Herkesin sanattan anla» masını beklemek te imkânsızı iste- mek olabilir; bu da sanatkârın her- kese hitap etmesine, herkese açık olr. asına mâni değildir. Ancak kü- zümrenin takdir edebilece- ği, öbür kimselere kapalı kalacak olan şeyler de hususi bir öğrenmeye lüzum gösterenle Bunlar da gerek ilmin gerek sanatin ancak en me alâkadar eder, te- , Eserin muhtevasından A şekline itibar edenler işte yalnız o hazırlama vasıtalarına e- hemmiyet verenlerdir. Bunlar ale- ti gayeye, cüzleri bütüne, nihayet geçiyi devamlıya tercih ediyor ve böylece kendilerini fikren aşağı, a- bir dereceye indiriyorlar Böyle adamların çoğalması sanat için de, onları yetiştiren ce- miyet için de muzurdur. XIX un- Cu asır sonunda ve XX inci asır başlangıcında Avrupa'nın umu! hayatında büyük bir zevksizlik gi rülmüş, sokaklar biçimsiz evler meydanlar çirkin heykellerle dol- muş, halk mânasız tiyatro eserleri ve besteler dinlemişse bunun mesu- | liyeti değerli sanatkârların sanati bir ihtisas'sanıp herkese hitaptan kaçmış olmalarındadır.“Değerli sa. | natkârlar,, dedim; fakat onlar da| — delâlet içinde olduklarından — ancak yarım eserler vücude getir- mişlerdir. Arkadaşıma en çok Yunan klas- siklerinin eserlerini beğendiğimi söylerken o eserlerin “actuel,, ol- madığını unutmuyordum. Zaten cevabımın hususi hayatıma ait bir itiraf değil, mesuliyetini kabul ede- ceğim bir hüküm olmasını istiyor- dum.Homeros'u, Eshilevs'i geceleri uykusuz kalarak, Aristofanes'i kah- kahadan kırılarak okuduğumu id- dia edecek değilim.Onların bahset tikleri âlem,benim için de yaşadı- ğım âlemden çok uzaktır; insan ka fasının mücerredatı teşhis kuvvetini temsil ettikleri için ne kadar hay- ran olursak olalım, bugün Zevs'e Hera'ya Apollon'a iman cidden imkânsızdır. Oedipos'un, bilmeden işlediği bir suç için en ağır cezala- ra çarpılması bize elbette garip ge- Helena'nm senelere (o rağmen solmak bilmiyen güzelliği bizi el- bette tebessüm ettirir. Antik. âle- mürailik vardır. İnsan için en bü-| yük esaret, yalan olduğunu bildiği | eye boyun eğmektir. Kendi güzel ulduğu seyi yaymaktan kaçınan 'da etrafta çirkin bulduğu şeylerin yaşamasına tahammül ediyor de- #mektir. O kadar da değil azlık,, tan, “dlite,, ten olmağa bir kıymet veren adam, sadece bu ka- naati ile, cehlin ve Yi m yaşa masına çalışıyor, hiç olmazsa onu| arzu ediyor sayılır. Çünkü — saa- detin fikri manası ile — “mesut bir azlık,, bulunması, “betbaht bir ka- Tabalık,, m varlığına bağlıdır; her- kes o saadete erebilirse “azlık, ve| “kalabalık,, kalma: münevverler | denilen zümre imtiyazlarını kay-| beder. Bu imtiyazlara bağlanan onlarla öğünen her kimse, münev- min bıraktığı eserleri, kendimizi u- nutacak derecede alâka bağlıyarak okumamız pek kabil değildir. On- | lar, ruhları, itibarile değilse de, gö-| rünüşleri itibarile, “actualitg,, leri- | ni kaybetmişlerdir. Fakat buna rağmen yine en gü- zel eserlerin onlar arasında aran- ması, ruhlarındaki “ dilmesi lâzımdır. Bunu bu yazmın üçüncü kısmın- | da anlatacağım. Narullah ATA Tashih — Bu yazınm 21 Tem- muzda çıkan birinci mında bir kaç yanlış vardır. “Şöhret bazan ne yaptığını bilmeden hiçten a- damların da koluna girer,, demiş- tim; “şöhret, kelimesi düşmüş. O Milli et'in romanı: 32 İM yi Yazan: AKA GÜNDÜZ Sansarosun mevkii gittikçe yük- seliyordu. Ona, idare heyetinden başkaları, büyümüş te küçülmüş bir insana bakar gibi bakıyorlar ve seviyorlardı. Bir sabah müdür bey pazardan iki okka tereyağı almıştı. Köylü, yağı mektebin kapısına okadar getirdi. Kapıcı yoktu. Müdür San- sarosu gördü. Sansaros! dedi. Bu yağı ahçıbaşı ya götür, çırağı ile bizim eve gön- dersin. Sanşaros yağı aldı. Mutpağa se- ğirttiz — Ahçıbaşı! dedi. Bunu müdür bey gönderdi. Yarısmı bizim çor- ba kazanına atacakmışsın, yarısını da akşamki yemeğe. “Hele hele! Artık yağlı yemek mi pişireceğiz? — Bilmem. öyle dedi. Hem de- di ki çırağın yağsız çorbadan bir tencere müdür beyin evine götür- mış ki, — Ne bileyim. Öyle dedi. İşte, Ben de sana dedim. Ahçı bir tencereye sade suya bul gar çorbası doldürüp çirağın"eline verdi. Müdür bahçe kapısından çı- kan çırağın gördü, yanmdakilere övdü: — Şu bizim ahçıbaşı tertipli a- damdır vesselâm. Yağı tertemiz tencereye koymuş, öyle gönderiyor. Tozdan, mikroptan anlıyor adam- cağız. Öğle yemeğinde tahta sofralara dizilen çocukların kaşıkları ellerin. de kaldı. Her sofra kalkıp kalkıp ortadaki çorba karavanasınm içine bakıyordu. Sofra başılık eden daha irice çocuklar kepçelerini çorbaya daldıramıyorlardı. Bu ne güzel şey- di. Böylesini hiç görmemişler, ye- memişlerdi. Her karavananın üs- tünde kavrulmuş sovanlı, tomates salçası karıştırılmış bir yağ tabaka- si pırıl piril parlıyordu. Birdenbire bir sevinç gürültüsü SI Yukarı boğaz gezintileri Şirketi Hayriye yazın ba sıcak günlerinde İstanbulluları yukarı Boğaza çekmeği düşündü. Ve cu- ma, pazar günleri için gezintiler yaptırmağa başladı. Geçen cuma, bu gezintilerin ilki- ne ben de karıştım. Vapur, o “Altınkam,u geçip te Ramelifenerine yol kırınca gözle- rimin önünde yepyeni bir yanbık (1) belirdi. Engin Karadenizin e- inde meltemlerin en tazesi ile n ciğerlerim, kanat olmuş beni uçuruyor gibi idi. Bir aralık vapur ağırlaştı: Büyük limana gelmişiz. Deniz, burada “Florya,,yi üç gez (2) içine alacak bir kumsalın diz- İeri dibinde uslu bir çocük gibi mı- şil mışıl uyayorda. Bu kadar güzel bir kumsalı, ben gezdiğim yerlerin hiç birinde gör- im Temmuz ve Ağustos sıcaklarını Karadenizin bu ak kurları üstün- de geçirenbilenlere ne mutlu! Şimdilik o bunu düşünemeyiz. Çünkü, ne Büyük liman, ne de Poy- raz köyü vapur uğrağı Yerler de- gil, Ancak şu var ki, Şirketi Hayriye, kendini bu işe vererek Poyraz kö- yü kıyısına bir iskele kurabilir. Bu dileğimiz, yerine geidiği gün, yazın yarı İstanbul, Büyük limana dökülmezse şaşarım. Vapurun dönüşü, bana çok acı geldi. Açık Boğaz meltemi ile ba- gem öyle dincelmiş, kendimde öyle bir yeğniklik (3) duymağa başla- mıştım ki, İisanbı ma dört ya- m kızgın tuğla ile bir izbe gi- | bi geldi. | M. SALAHATTIN (1) “anbık — Alem, (2) Gez — defa (3) Yeğniklik — Hafiflik; | İş ve İşçi | yenlere tavansut çe istiyenler bir mektupla İş muza müracaat etmelidirler. İş arayanlar Bir fenni ressam, kartograf, kaligraf işi arıyor, fransızca, almanca ve mu- basebe bilir. Mühendis munvinliği yapar taşraya da gide Tstanbul, Pançalti, 11 numaralı P, yazılması. Sultanahmett- San'at mektebi sergisini görünüz. 3 Ağustos Cuma günü İ7ye kadar açıktır. 4082 4470 TURK YUKSELME CEMİYETİ da tertip eylediği müsamerenin 2 Ağus- tos 934 perşambe alışamma talik edil- diği haber alınmıştır. Armutlu Kaplıcaları Derdinizi mutlaka giderir. (1393) Bir kaç yerde de “mevzua,, kelime- si “mevzu,, diye çıkmış ve manayı bozmuş. — N.A. ve bir kaşık galrimı (başladı: Ço cuklar şapir şapır yağlı, sovanlı, salçalı çorbaya hücum etmişler: efratların arasmda dolaşan yal sı kalkık paltolu mubassır bu görül tünün, sevincin sebebini anlıyama- dı. Bir çocuğa sordu: — Neye seviniyorsunuz? Öteki çocuklar hep birden çor- bayı gösterdiler. Mubasır gene an- lamadı, Sonra birdenbire şaşakal- dı, Anlamıştı. Hay canma! kilerde çorbalık yağ yoktu. o Ahçınerden bulmuş bunu. Yoksa bir anahtar uyduran mı var? o Kilerdeki yağ sarfiyala kayıt geçmek içindi. Çor ba için değildi. Yemekhane ile mut fak arasındaki karavana verilip a- İman delikten başını soktu: — Ahçıbaşı! Çorbaya yağı sen mi koydun? Nerede buldun? K'ın verdi? Pusulasını mühürledin mi? Anbardan yağ çıkarıldığını görme- dim. Ammada telâşlı söylüyordu. Lâf- ları sorguları bittikten sonra ahçr başı cevap verdi. — Müdür bey o gönderdi. Öyle tenbihlemiş. Öteki yağı da akşam yemeğine koydum. Müdür beyin böyle bir ikramda bulunmıyacağına kat'iyen emin o- lan mubassır omuzlarını kaldıra- rak, dudaklarını o indirerek, göz- ,, Kutununn Kadıköy şubesinin Suadiye plâjların. |. IBE 25 TEMMUZ 1934 Bu Ev kiralıktır! Hürafs serilerinden: Kafesleri inik, ahşap, harap bir ev. Kapısında şu levha: “Bu ev ki- ralıktır. , Hergün önünden geçiyo- rum. Belki iki senedir bu levhanın âşinasıyım. Güneşten kâğıdı sa- rarmış olan bu levhayı benim gibi kim bilir kaç kişi de görüyor. Tu- haf şey!,. Siz olsanız merak etmez- misiniz? İki sene bu, dile kolay. Hiç bir kiracı çıkmayışına ne buy- rulur? Yavaş yavaş bende merak uyandı. Merak gittikçe kuvvetlen- di. Bu ev neden tutulmıyor? Bir ün bekçiden ev sahibinin adresini öğrendim. Kendisine telefon et- mek lâzım geliyordu. — Başüstüne efendim. Yarın akşam beşte. Eminönünde Valde kıraathanesinde. Peki efendim. de- di. Buluştuk. Kıranta bir adam, Orada onu herkes tanıyor. Salih dayı diye s0- runca hemen hemen tanımıyan yok. Şen, şakrak bir zat. — Ayip değil ya beyefendi me- rak bu. Gülümsedi. — Efendim dedi halkın itikadı malüm. Bir defa “tekin değil, di- ye bir evin adı çıktı mı? Artık ona kiracı bulmak müşküldür. Bizim ev de “tekin değil, damgasını ta- şır. Siz münevver bir zata benzer- siniz. Bunu size söylemekte mah- zur yok. Hoş enindede sonunda da işidilecek bir şeyi neden saklama- h. Böyle şeyler çabuk duyulur. Ma hallenin sakasma, bekçisine, bak- kalına sorsanız alacağınız cevap şudur: “Sakmha. O evde oturul- maz, ayağımızı denk alınız,, Beye. fendi ben bu evde yirmi sene otur- dum. Hiç bir şey görmedim. Fakat bizim rahmetli büyük valde artık son günlerini yaşıyordu. Bir ak- şam sandık odasındaki raflardan birinde kulaklı bir hayvan hayale- ti görmüş. Bayıldı. Ertesi gün hep birden taşındık ve kapısına “kü lik,, levhasını astık. O gün bugün bu ev boştur ve kimse kadar ucuz bir kira isi de bu asılsız hürafe yi nelerdenberi böyle gayri meskün bir halde kalmıştır. İçine ben bile €n aşağı on beş senedir ayak bas- miş değilim. Doğruldum. — Evinizi tutuyorum. dedim. Salih dayı hayretle yüzüme bak ti: — Siz mi? — Evet Yüzünde tuhaf bir şaşkmlik var “Bir hafta sonra kilidi paslanmış kapıyı açtık. Karilerimin malümu olmasını hemen isterim ki, ben | kimsesiz bir adamım ve bu dört o- dalı evi tek başıa tutuyorum. Üç beş parçadan mürekkep eşyamı nak lettim, Mahalleli bana korkulu gözler- le bakıyordu. Bekçi yanıma yakla. sup: —Beyefendi affedersiniz bu ev.. | demeğe kalmadan — Biliyorum. Tekin değil diye- hassa onun için tuttum. Dedim. Büyümüş gözlerile hayret ve deh- | çeksin değil mi? Biliyorum ve bil. şetle yüzüme baktı ve bir şeyler ke | kelemek istedi muvaffak olamadı ve yanıdan uzaklaştı. Karşı kom- şunun koca karısı, bakkal Ahmet lerini yana yana çarpıtarak bu işe saştı kaldı. Biraz kendine gelir gel- mez anbar memuruna koştu, lattı. Sansarosu çağırdılar. gi Sana müdür bey mi verdi ya- —Müdür bey verdi. Ne dedi verince? — Dedi ki bu yağı (o ahçıbaşıya götür, çırağı ile bizim eve gönder. sin dedi. Sen ona ne dedin? — Dedim ki bu yağın yarısını çocukların çorbasma koy, yarısı- nı da akşam yemeklerine, bir ten« cere yağsız çorbada müdür beyin evine gönder, — Vay! Demek çorbaya yağı sen koydurdun? — Ben koydurdum. — Seni yezit seni! Neden böyle yaptın? — Çocuklar bir sefer yağlı çorba yesinler diye! Çat! Sansaros bir tokat yedi. Fakat aldırmadı. — Peki, müdür beyin evine ne diye çorba gönderdin? — Bir sefer de müdür beyin ço- cukları yağsız çorba yesinler diye? Çat! Çat! Tokat, yumruk, tekme, deynek, çizgi tahtası, ne varsa Sansarosun EA e ağa, mahallenin sakası, muhtar Mehmet Bey isminde bir zat ve da ha bilmem kim. Bana taşmırken sokakta yolumu keserek hep bu e- vin acaip macerasını anlatmak iste diler. Kendilerini dinlemedim ve hepsine ayni cevabı verdim. İlk gece. Lâmbamı yaktım. So- kakta penceremin altında ayak sesleri işidiyorum. Komşular ka- ranlıkta evin etrafını dolaşıyorlar. Bütün mahalle dehşetli bir hayret içinde. Saat on ikiyi geçtikten sonra şöyle uzanmış eski hürafelere ait korkulu hikâyelerle dolu bir kit bın hemen hemen yarısına gelmi tim. Merakla tatlı tatlr okuyor- dum, Üst kattaki odada bir pitırtı, E- vet sarahaten bir ayak sesi. Belki de dedim okuduğum kita- bın asabımda uyandırdığı vehim. dir. Hayır sarahaten bir ayak sesi, Evet evet yukariki odada birisi do laşıyor. Nefes almaksızın dinledim. A- yak sesi odadan sofaya çıktı. Bir £iruhun üst katla ferih fuhur dolaş tığına hiç şüphe yok. Korkmadım desem yalan söylemiş olurum. Fa- kat şu haraketimle yapmış oldu- ğum cesaretin burada tıkanup bi- tivermesi fena olacak. Şimdi pen- cereleri açarak: — Yangın var diye haykırmak ve mahallelinin istihza: kalmak bunu unuruma diremiyorum. Ayak sesleri gittikçe ziyadeleşi- yor. Yerimden fırladım ve elimde lâmba ile üst kata çıktım. Ve... Evet sandık odasınm ra- fmda görüldüğü rivayet edilen ku- laklı hayv hayaletile karşılaş- tım. Beni ünce kaçtı. Bu rafın yanında küçük bir delik var. Bu de| lik o hayaletin ikametgâhıdır. De- liği kapamadım. Şimdi bu tekinsiz evin sakinleri ik idir, Biri Ben;İ; öteki de üst kattaki sandık odası- nın rafın yanmdaki delikte ikamet eden kulaklı hayvan hayaleti. Her akşam üst kat odaları dolaşır ve deliğine girip uyur. Ben ona hiç dokunmıyorum. Şimdi karilerimin <ihninde şöy- İle istifham kıvrılıyor — Peki korkmıyor musun?. — Hayır korkmiyorum. Zira bu kulaklı hayvan hayaleti bir sansar) dan başka bir şey değildir. Dr. Hafız Cemal Dahiliye mütehassısı Cumadan başka günlerde saat (230 dan 6ya) kadar İstanbul Divanyolu No. 118. Muayenehane ve ev telefonu: 22398 yazlık ikametgâh telefonu: Kandilli 38, Beylerbeyi «. J WE Bugünkü progra 18,20: Plâk neşriyatı. (1,20: Kr? | leri. 19,303 Türk musiki seşriyat yazi, Azmi beyler, Hayriye, Müzeylani 221.20; Selim Srrri bey tal 2190: Carhant ve tanga orl Musahabe. 24,05: Spor haberleri. 823 Kr, BÜKREŞ, 364 m. > mdüz meşriyatı. ik komser. 204 0. Haberle, perdelik opereti (stüdyodan) Hava haberleri, 2350: Dans musikisi. 175 Khz. MOSKOVA, 1714 m. 170 Mu e, İR30: o Askeri 1950: Şiirler. — Viyolonsel ve şark Güzel sanatlar. 22: Almanca 23/08; Fi (Genetik ve harp.) 24,05: Evpanyole& 401 Ki. MOSKOVA, 171 çel 13D. Biunaknbe Gençlere mahsua) 101 Edebiy ve Hohemya msildak. 22 Dane musikisi 6000 Kh, MOSKOVA, 50,25 m. 22: Yüksek dalgadan akil Kis. PRAG, 470 m ii 20,10: Musikili neşriyat. 20,38: Piyamaia seri, Zi: Asskeri şarkılar, 21,30 Radyo Sağ sili. 27: Haberler. Musahaba, 22,35: monik konser, 23: aHberler. 23,15: Selo kestarası, di 23,201 aHiberler. 2348: Dı 804 Kkr, HAMBURG, 352 m k sHberler. 23,20: Dans mu 3,35: Musababe, 24,15: Eeki VİYANA, Sö7m. > Helser idaresinde konser, 224481 yano refaktile şarkılar. 23,30: aHberler habe Zi: Dansn musikisi (Palmhof kabi sinden.) Tepebaşı Deyi bahis inde 7 NN « a b: Göz Hekimi # Hekimi Dr. Süleyman Şükrü Birinci sıf mütehassıs (Bâbmli) Ankara caddesi No. 60 3832“ Tiyatı rk u -7-934 Pa günü at 22 ADALAR REV USUŞ. azan Ekrem Resif Bone ; Asrın umdesi “MİLLİYET” Gn İİ ABONE ÜCRETLERİ Türkiye için Hariş İÇİN e vak geri verilmez. — Müddebi geçen nüshalar 10 kuruştur.— Gazete V€ matbaaya sit işler için müdiriyeta mürit cnat edilir. Gazetemiz ilinlarm mes'elizf” tini kabul etmez, : TALEBELERE ve AİLELERE İLÂN Ecnebi lisanları tedrisalında mütehassıs olan BERLİTZ Bütün yaz açık olup müptedi kurslar vücuda getirmek & İşbu kurslar atideki lisanlarda şi MEKTEBİ | ve müterakki talebe için yeni tatillerden istifade ettirir. iden başlamıştır. j İ TÜRKÇE, FRANSIZCA, İNGİLİZCE, ALMANCA, İTALYANCA 4'İ İİR 1 Hazirinda; 15 Ağustosa kadar yaz TARİFESİ i İstanbul - 573, İstiklâl caddesi Aukara - Konya caddesi sırtma, başıma yağdı. Sansarosun inadı tuttu, dişlerini sıktı, gözlerinden (bir damla yaş akıtmadı. Kaçmadı da. Çocuklar korkulu gözlerle uzaklarda küme küme olmuşlar Sansarosun yediği dayağı seyrediyorlardı. o Dayağın sebebini anlayınca içlerinde Sansa- rosa karşı daha derin bir sevgi u- yandı. Demek kendileri için dayak yemişti? Sansaros ne iyi çocuktu. Kendilerine yağlı çorba yedirsin diye dayak yemekten korlmuyor- du. Sansaros bahçeye (o çıkınca bir köşede başma üşüştüler. Su içir. diler. Üstünü başını (o süpürdüler. Bir çocuk içini çekerek: — Keşke yemeseydik o çorbayı ! dedi. Bizim yüzümüzden sen da- yak yedin. Sansarosun gözleri | ateşlendi. Dişlerinin arasından çıkan slıklı bir haykırışla: — Da! dedi. O köpek uşakları- mı her vakit yağlı yemek yiyecek- ler? hal Bu haberi alan müdür eve gön- derilen yağsız çorba meselesini de anlamıştı. en homurdaya mektebe geldi. Hemen Sansarosu karşısına dikti. Öteki çocuklar ko- ridorda ( titreşiyorlardı.: Müdür Sansarosu ha öldürecek, ha öldür- ln ziyar ÖN ah dak m Mİ 2 dü. i Sansaros mubassıra söyledikiğ” rini müdüre de söyledi. Müdür bey Sansarosün bir Gill fındığa benziyen zayıf kıçma di eli ile yirmi otuz deynek yapti tırdı, Sansaros o inat etmeğe karar vermişti. Gene bir damla yaşı dökmedi, bir uf bile demSifi Bu patırdıya o muallimler de çi | mişlerdi. Müdür muallimlerin &ğ5 lişlerini görünce deyneği duvif dayadı. Sansarosu bıraktı. Bir muallim dedi kit — Müdür bey! Bir okka EĞİ kırk kuruştur. Bu parayı ben VS değim. — Ben yağ parasını düşünmülüü rum. Ettiği edepsizliği.. gi çifte Si İ gg — İşlediği suç böyle yakla cezalandırılmaz. Bir day tamlar nizamnamesi, bir de in“ | hik kanunu vardır. sil — Yoo! Azizim! ileri gidiyo”? nuz!, Buranın idaresinden ini sulüm siz sadece bir muallimsi”. Derslerinden de siz mes'ulsi Bir başka muallim: gel — Ya insanlıktan hepimiz ul değil miyiz? Müdür genç muallimlere kart ne mat oldu. Vi Bitmedi “ zam m TERE EZ

Bu sayıdan diğer sayfalar: