6 Ekim 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

6 Ekim 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

( Fikirler ve insanlar | i Şiir ölüyor mu? Her tarafta olduğu gibi bizde | Pei eden terkiplerindeki unsurlar de şiirin öldüğünden, hiç olmazsa can çekiştiğinden bahsediliyor." Bazılarınm gözleri yaşararak, ba- zılarının da âdeta zafer kazanmış bir adam edası ile verdikleri bu haberin pek doğru olmadığını gös termek güç değildir: mecmuaları, bir sene içinde basılan kitap liste- lerini karıştırın, şiire heves eden gençlerin bugün dünden az olma- dığını anlarsınız. Varlık'ın 110.34 tarihli sayısmda on yedi imza var, bunların dokuzu birer şiir altında dır. Evet, şiirin ölümüne ağlayanla» rın yüreğinde ümit uyandırmak, sevinenlere de zaferlerinin daha tam olmadığını anlatmak için or- taya birkaç rakam atmak belki ye ter. Fakat bu, kendimizi görünüş- le avütmak olur. Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Ahmet Hamdi gibi üç im saymasak biz de, Naci gibi: “Erbabı teşaur çoğalıp şair azaldı; - Yok, öyle değil, şairin an cak adı kaldı,, demeğe mecbur ©- lacağız. Mecmualarda, kitaplarda okuduğumuz manzumelerin hepsi biribirine benziyor; tertip yanlışı olarak birinin imzası öbürüne atı- verse bu yanlışlığı, kimse, belki o manzumeleri yazanlar bile far - ketmiyecek. ilerine bu kadar benze- için asıl ölüm işte budur. ik bir şeyin hazırlandığının müjdecisi diye karşılanabilir; fa kat bu benzeyiş şairlerin yeni bir şey yaratamadıklarını, demek ki kendilerinden önce gelmişlerin ar- tıkları ile geçinmekte olduklarını gösterir. Şair eşya arasında yeni münasebetler sezen, “mythe,, ler yaratan, yaşamakta olduğumuz hayatın manasını, derin manasını hissettiren, yeni mevzular bulan adamdır. O, etrafı ile mukayese edildiği zaman daima bir başkalık, bazan etrafı ile çarpışmağa kadar varan bir duygu ve düşünce ayrılı ğı sösteri; ra kendi duyuşu - nu, kendi di ünü etrafına da kavul ettirir; yani gelecek hayatı, kıymetleri haber verir, Bunun için onu bir cemiyetin kendince de bi- linmiyen arzularını, temayüllerini söyliyen adam diye gösterirler. Şa irin ilk çıktığı zâman söylediği duy gularla, düşüncelerle, aralarmda yaşadığı insanları “heurter,, etme si, demek ki onlara alışık olmadık ları sözler söylemesi şartlır. E: sen bilinen, a kabul in yleri söyliyen adam şair de - ğildir, yaratıcılığı yoktur. Başka - larından öğrendiklerini sıralamak- la kalıyor demektir. Yazıları ile etrafını “heurter,, eden her adam muhakkak şair mi dir? Sözlerimden, dikkat edilince hiç te taşımadıkları, hattâ reddet- tikleri bir manayı çıkarmağa kalk mayın. Hayır; öyle bir adam sade- ce bir deli de olabilir. Zaten şair kendi duyuşünu, düşünüşünü son - ra etrafına da kabul ettirir demeği unutmadım; bu şartı dolduramaz. sa belki bir havai fişek gibi par- lak bir iz çizer, fakat bu iz geçici- dir, cemiyetin özüne işliyemeden, ancak kabuğa dokı sonra kaybolur. Ekseriya dikkat edilin - ce bunların gerçekten yeni olma » dıkları, ancak hususi bir tavırla söylendikleri için öyle gözüktük - leri anlaşılır. Onlarda ni “heur Milliyet” n Edebi Romaiiz 1 z sadece şekil, ifade tarzıdır. fade tarzı kadar modaya, in zamanın en sathi en geçi- ci hevesine tabi olan hiç bir şey yoktur. Halbuki asıl yenilik insanların tabiatine, mayasma - &- bediyen diyemesek de - çok uzun bir zaman ilişik kalır, ona kayna - şır. Onu koparıp atmak için yeni bir mücadele lâzım gelir. Fakat her “heurter,, ede yarı görünen şey bir yenilik, sal şair ese- ri değildir diye sahici şairin başlıca vasıflarından birinin düşüncesi ve duygusu ile etrafından ayrılmak o Iduğunu inkâr edemeyiz; dahili le delilik arasında görünüşte bir benzerlik bulunduğunu öteden be- ri herkes bilir. (Zaten nihayet ba- zı delilerin söyledikleri de cemi - yetin birtakım kendince de bili miyen arzuları, temayülleri değil midir? Ancak bunlar, büyük şair- lerin, dahilerin söylediklerinin ak sine olarak, insanlığın veya “cemi yetin kuvveti dışmda bulunan, ye- rine getirilmesine imkân bulunmı- yacak, böyle olduğu için de sönüp gidecek arzu ve temayüller değil midir?) Bizde şiirin günden güne fena. laşması belki şairlerimizin böyle etrafın kıymetlerini kabul etmele« rinden ileri geliyor. Fakat şiirin öl düğü, can çekiştiği başka memle - ketlerde de iddia ediliyor. Bunun pek doğru olmadığını zannediyo - rum; çünkü şiir oralarda başka kalıplara gizleniyor. Tiyatro, hikâ ye arık manzum yazılmıyor; fa - kat bu, hikâyelerin, tiyatro eserle- rinin - hepsinin demiyorum, bazi- larinın - şiir sayılmasına mâni de- ğildir. Bununla şu mensur şiiri, bü tün kötü muharrirlerce pek sevi - len lirik nesri kasdetmiyorum; şi- ire yukarıda da yazdığım mânayı veriyorum: eşya arasmda yeni mü nasebetler sezmek; “mythe” ler ya ratmak, yaşamakta olduğumuz ha yatın derin manasını hissetmek, ye ni mevzular bulmak. Bu, manzum bir eserde olduğu gibi bir roman- da, bir felsefe kitabında, hattâ in- san oğlunun herhangi bir hareke- tinde bulunabilir ve bu ölemez, bü tün tarihin gösterdiği gibi insan kafasının esas fonktionlarımdan biridir. Ancak onu aramak lâzım- dır, Bize şiiri sadece manzümeler- de aratan şey bir itiyattan başka bir şey değildir, eski bir hükme hâlâ bağlı olduğumuzun delilidir. Öyle ise nazım, yani şiiri vezin- le, kafiye ile söylemek sanati ölü- “or mu? Onu da zannetmem, çün- ü insanların duygularını, düşün - celerini kulağa hoş gelecek, mera- mını yalnız kelimelerin manası i- le, onların âhenkli bir surette ter- tibile de anlatacak sözler söylemek huyundan vazgeçmelerine ihtimal veremiyorum. ilir ki nazım da, musiki gibi, bugün, daha tam bir vuzuh arzusunun mahsulüdür; kelimeler metamımızı zaruri ola « rak nakıs bir surette ifade ediyor (bilhassa iç hayatımızı anlatmak istediğimiz zaman); bunu farket- tiğimiz için sözden başka bir vası- taya başvuruyoruz, kelimelerin ma nasındakinden daha derin bir vu - zuh arıyoruz. Musiki de, şiirin na zımla ifadesi de bunun mahsulü - dür. riyaziyecilerin, yani en vazıh düşünceli kafaların ekseriya İZMİR ÇOCUĞU “Yazan: Nezihe MUHİDDİN Yat Kulübün bütün odalarındaki tuvalet masaları meşguldü; ha - nımlar baloya hazırlanıyorlardı. Bu, kulübün © bahçesinde verilen « mevsim balolarının sonuncusu idi, Açık pencereleri örten ince perde- lerin aralıklarından Beyoğlunda tanılmış tuvalet eşyası satan mağa zalarım daima (on misli bir para mükabili kadınları soydukları en pahalı kokuların ince buharları sı- zarak bu sonbahar Ada gecesinin çam kokuları tüten ılık havasına karışıyordu. Bahçenin her köşe » sinden fışkıran bol sefahet ışıkla- rile, derinden derine odalara ka - dar yayılan cazbandın kızıştırıcı ahengi tuvalet masalarının başm- da çalışan genç ve yaşlı Kadınların #ıtmasını arttırıyordu. Ön taraftaki odaların birinde ol- dukça somurtkan bir sahne vardı. Feriha ince kumral kaşlarını bir kalemle boyamakta #peyce müşkü- lât çekiyordu. O bu kaşlara Greta Garbo'nunkiler gibi düşündürücü > ve esrarlı bir ifade ve: ken onlarm çatık ve hoşnutsuzluk söyleyen mânalarını bir türlü boza- mıyordu. Menekşe rengi bir tuva- letle masanın başında kızının ha- zırlanmasını bekleyen Füruzan Ha nımefendinin e bile canı sıkılarak sayıfalarını karıştırdığı bir resim- li mecmuayı elinden attı ve kızının başucuna gelerek “bü uzun süren tuvalet ameliyesini ses çıkarma - dan seyretmeğe başladı. Fakat bu ince kaşlar, belki yirmi defa, ve her defasında gene beş on dakika sarfedilerek yapıldıktan sonra tek- rar bozulmuştu. Yirmi dördüncü defasında artık Füruzan Hanıme. fendi dayanamadı: — Kızım sen kâşlarınm şeklin- den evvel içinin sıkıntısmı yenme ğe çalış - dedi - Böyle hırçın ve s0- murtkan halinle kaşlarını ne yap- san nafile! Fi; ağlamalı bir halde idi. O, bu akşamki baloda bulunmak bile istemiyordu. Fakat ne yapabilirdi? re kapanıp kalamazdı ya! İe olsa e son yaz balosu idi. MILLiYEL (ö dilimizle | İstanbulun kurtuluşu... İlk teşrinin altısındayız. İstan- bul, bugün kurtulmuştu. Hem de kimsenin kurtulacağına inanmadığı bir sırada... Büyük savaşta üstün gelen birleşik (1) törü (2) ler, İs- tanbulu bir budunlar arası (3) ge- çidi gibi ellerinde tutmağa alışmış lardı. Onu Türklere geri vermeyi hiç biri kafasından geçirmiyordu. Fakat Türkteki inanç, Türk ordu - sundaki ileri atdış isteği, o bütün plânları değiştirdi. Çanakkaleye doğru sarkan Mehmetçik, kendini çarçabuk saydırmasını bildi. Birle- şik törüler, hemen derlenip topar- landılar. Çünkü (yeni bir savaşın sonu ne olacağı kestirilemezdi. Arası çok geçmeden, könüşma- lar başladı. İstanbuldan — çekilip gitmeğe; “hayır,, diyemediler. İstanbulu boşalttıkları gün, en büyük bezek (4) lerimizden birini daha yaptık. e İstanbul, en güç kurtarı- bilecek topraklarımızın üstünde idi. Bu daracık Boğazın kapıları di- binde yüzbinlerce kişi boğaz boğa- za gelmişlerdi. Her iki yandan o- lak gibi kanlar akmıştı. Fakat sonunda Osmanlı törüsü yenildi. Onlar da zorla giremedik- leri Boğazdan, kollarını sallaya sallaya geçtiler. Nasılsa, yerleştik- leri bu yerden onları bir daha kim çıkarabilecekti? Bütün gören gözler, gördü ki, bu işi biz yaptık. Topla, tüfeğin işini, gün olur, bir tek baş yapar. Bu bir tek baş, daha sonraları, yüzlerce yıla sığmayan işleri başaran, Bas- tr! İstanbulun kurtulduğu günü kutlularken, bu büyük Başın karşı sında eğilelim. İstanbul için kanlarını döken yi- ğitlerimize, yüz bin saygı M. SALAHADDIN (1) Birleşik — Müttetik. (2) Törü — Hükümet, (3) Budunlararası — Beynel- milel, (4) Bezek — Bayram. Gençler 'mahfelinin temsilleri Cümbhuriyet gençler mahfeli temaşa subesi dün Beyoğlunda Cümhuriyet H. F. binasında bu senenin azaya mahsus ilk temsini vermiştir , CUMAK Ve5i © Temsilden evvel Fethi Ismail Bey tarafından bir konferans verilmiş, bun- dari sonra “Kızıl çağlıyan” isminde enik. li bir piyes oynanmıştır. YENİ NEŞRİYAT Ulkü çıktı Ülkü'nün 20 ânci sayısı her zamanli zenginliği ile çıkmıştır. Bu sayıda Dr. Pro, Şevket Aziz Türkiyenin nüfusu me- selesini çok özlü bir dil ile anlatmak: tadır. İsmail Hala Bey “Ders Yılı Baş larken,, serlevhası altındaki bir yazısı i- Ie terbiye meselemizin etraflı bir teşri- hini yapmaktadır. Müşteşrik Pro. Kovaski'nin bugün- kü Türk dilini komşu milletler üzerine yaptığı tesirleri anlatan yazısı, Ali İl. hami Beyin makıl vasıtalarını derki top- lu anlatan makalesi bu sayınm dikkate değer yazıları arasmdadır. Bunlrdana başka mecmuada çok kıymetli yazılar vardır, Ülkü'yü ber Türk münevveri dik kağle takip etmelidir, musikiyi de, nazmı da sevmeleri acaba bunun için değil midir? Nurallah ATA Pek yakında ....Sinemasında Köpek ve şaka Koyun kadar bir köpekti. Sa - hiplerine gerçi çok alışkın, uysal - dı. Fakat yabancılara karşı müt - hiştir. Koyun kadar bir köpekti, fa- kat koyun gibi değildi. Zaten man- le korkunçtu. Babusus ka- iyük tüylerinin altında dip - tombul adaleleri gerilmiş, bir yışı vardı ki ürkmemek kabil değil. Ben de köpekten dehşetli korka- rm. — Canım bir şey yapmaz. Siz o- na bakmayın. Onunkisi kuru gürül tü, Ben ise “hayvana itimat olun - ,, hazariyesinden başka bir şey Onlara her misafirliğe gid de böyle sofalarda, odalarda, kori- dorlarda, bahçelerde böyle başı - boş dolaşışından çok rahatsız olur- dum. — Canım şunu ben geldiğim za- man bağlayınız. — Korkma efendim. Dokunmaz. Filhakia saldırmıyor. Saldırmı- yor ama, İnsana o kadar fena fena bakıyor ki. Yalnız gözlerinin mânası insanın uykusunu kaçırmağa kâfi gelir. O gün gene yemeğe davetli idik. Yemekten kalktıktan sonra hepsi bahçeye indiler. Ben de kütüphane den bir kitap çekmiş, tok karnına, şöyle yemek üzerine gelen bir reha vetle koltuğa gömülmüş, oturuyor, elimdeki kitabı okuyordum, Kalk- tum. Bir cigara yaktım ve şöyle mer divene doğru ilerledim, Arkamdan rüzgâr gibi bir şeyim (bana doğru koştuğunu, atıldığını hissettim. He. men döndüm. Köpek. Şimdi'ne yapacaktım? Düşünme- ğe bile meydan bırakmadan üzeri- me atıldı. Bayılmışım. Nasıl yetiş” TİYATROSUNDA tiler? Nasıl beni kurtardılar? bilmi| © Akşam e yorum. Sonra elbisemin parçalan - | saat 20 de ehir Tüyatmasi mş olduğunu ve koluma dişlerini ce| CORUM ll | irmiş, yaralanmış olduğumu gör - daero dadı VE CEZA | ll Onlar gülüyorlardı. Alay ederelei 20 Tablo hi -- Eyvah! dediler. Köpek te ku- duzdu. Bilmem ki acaba ben çok mu çiğ bir adamım acaba? Bu bir şaka da ben mi anlamıyordum? — Canım korkulacak bir şey de- gil, Bu, bizim Aslanın cilvesi, Onları terslemedim ama ne ya - lan söyliyeyim, ben böyle köpek cil Jeneral Yen'in Zehirli Çayı Fransızca sözlü wasında oturuyorduk. Bulunduğu- muz kompartrmana “başkası gelme | sin ve biz rahat rahat; geniş geniş cturabilelim,, diye ben gene arka- daşlarla şakalaşıyordum. Elinde ba vullarla bizim kompartımana doğru birisi yürümeğe başlamadı mı? — İsırırım ha? diyor ve kaşımı gözümü oynatıyordum. Gelenler garip garip bana bakı « yorlar ve etrafımdakilere istimzaç- kâr bir tavırla bakıyorlardı. Yanımdakiler: — Bir şey değil, korkulacak gibi değil. Kuduzdur efendim. Merak etmeyin saldırmıyor. Bittabi gelenler bir dakika bile durmadan kendilerine (o başka bir yer arıyorlar ve kaçıyorlardı. Biz de rahat rahat, bacaklarımızı yaya rak oturuyorduk. Sofyaya geldik. Ne güzel, ne ra- hat seyahat? İstasyonda tren durdu. İndiğimiz, zaman karşımıza bir Bulgar polisi geldi. “İçinizde bir kuduz varmış,, diye bizi yakaladı. — Hayır! dedik. Fakat dinletmek kabil olmadı. Şahitler birer birer vekayii olduğu gibi anlattılar, Bittabi bizi götürdü ler ve benden üç yüz — leva cezayi nakti aldılar. Bu köpek hikâyesini niçin anlat- tım bilir misiniz ?Kulağınızda olsun köpekle şaka olmaz. Köpek yanı - hızda olsun olmasın o, bir tehlike. dir. Sadıktır. Falandır, filândır der ler ama; inanmayın. Birisine kızdı. ğinız zaman hakaret olsun diye: — Köpek! dersiniz.. Bu; kâfi değil mi? SEM TEPEBAŞI ŞEHİR Yazan F.M. Dos. | toyevsky. Tercüme eden Reşat Nuri. xw “İMAM Eski Fransız Tiyatrosunda 11-10-934 Perşembe günü akşa- mından itibaren saat 20 de YARASA OPERET vesinden pek hoşlanmıyorum. Hay-| 3 perde, Besteliyen Yohann Strauss di elbiselerin parça parça oluşun - dan sarfınazar, yâ geçirdiğim he - yecan, üzüntüye ne buyrulur? — Ha, dedim. Bu şaka demek e O gün ayrıldık. Tabii bir dahi böyle bir misafirliğe gitmek fe İl tinde bulunmadığımı tahmin eder- | (ği siniz. O gündenberi bu hikâyeyi ne zaman arkadaşlara anlatsam: — Desene ki kuduz köpek ısırdı. Sen de kudurdun. — Eh ne yapalım? kudurduk. Biraz şaka edecek olsak. — Ilsırırım ha! der ve gülerdik. Bir gün Sofya'ya bir seyahat ter- tip etmiştik. İkinci mevki yolcuları Tercüme eden: Ekrem Raşit. 6897 | İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Krizasfoniir. cıyarmda; ataş vekan yağmuru altında de- Vin bir aşk macerası. (3319) EW Bugünkü progr 823 Khz. BUKREŞ, 364 m. Gündüz neşriyatı. 18: Da: 545 Kiz, BUDAPEŞTE, 550 m. 1830: Piyano rafakatile Macar şi Mülimeyazk binali Ki LUKSEMBURG, 1904 m. mize saşriyat, 2205: Gala ke: be, 2305: Radyo örkesirmm. 2d 96 Kn BELGRAT, gö 20: ROMA : NAPOLİ - BARI i 2145: Wagnerin bir . operası. — Mi 841 Khz. BERLİN - Tezel 387 m. 19,201 Org musikisi — Musâhabi v Aktünlite, radyo temsili. 23,25: Dana si 592 Kbe. VİYANA 20415 Avusturya halle mesi sik bir taranmili temsil, 23/06, ya dansları, 23,30 Haberi, 23,50 Or Milliyet bu sütunda iş be işçi yenlere tavassut ediyor. İş ve ütiyenler bir mektupla İş büf muza müracaat etmelidirler. İş arayanlar Hastahanelerde, mekteplerde yesil servisi, ütü, çamaşır gibi lala babım, taşraya dahi giderim. Adı Sirkeci Samsun « Pazarcık oteli Sm rada Şemsi H. Gelen evrak geri verilmez. Mi geçen nüshalar 10 kuruştur.—. «banya ait işler için müdiriyete « Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. 4.4887 Telefon : 0648 Onun fikrince balo demek bir tu uydurulmuş istihalesile baloda bu- lunmak Feriha için ne tahammül edilmez bir acı oluyordu! Çatkın Kar annesine dönerek cevap ver- iz — Bu akşam Matmazel Bohor'la Madam Karamanlı'nm giyecekleri tuvaletleri düşündükçe doğrusu bu elbiseden nefret ediyorum anne... Genç kız istikrah eder gibi yata- ğm üzerine serili duran güzel be- yaz bir tuvalete hakaretle baktı. Annesi teselli etmek istedi: — Haklısın Feriha... Bir genç kız istediği tuvaleti yapamazsa ne kadar acı duyacağını anlarım. Fa- kat kabahat senin... , Hâlâ& karar veremiyorsun. .. Bir kere gözünü kapa karar ver... Ondan sonra tuvaletirini buradaki bayat terzi - lerden değil, bizzat Avrupadan ge- tirtirsin. , . — Anne gene Servet ( Beyden bahsetmek istiyorsun değil mi? — Servet Nâim Beyden neye si- nirleniyorsun Feriha? Mükemmel bir adam. , uyuyan Wir semweti Var... yandırmak fena mı olur? Genç kız cevap vermedi. Fi zan Hanım başladı: — Balo gecesi büsbütün neşeni kaçırmak istemiyorum ama. . . — Zaten neşem var mı anne?.. — Biliyorum. Fakat neşelenmek imkânı varken niçiri fırsatı kaçırı- yorsun anlamıyorum... Servet Nâ im Bey mükemmel bir koca olabi- lir, Terbiyeli, nazik bir adam... Se- nin için bayılıyor... — Hemen babam yaşında bir a- dam.,, Ben yirmi O o, kırkı geç kin. — Göstermiyor ki. . - — Pomatlarla Russel korsaları- na dua etsin. — Hangi erkek, yani parası olan hangi erkek yapmıyor ki? — Bir obur gibi yiyor... O yer- ken ben korkuyorum doğrusu... — Senin hatırın için aç mı otür- sun? Sıhhatli bir adam elbet yiye- cek içecek. Bu da mı kusur?! — Sporla hiç alâkası yok. . — Aman bıktım bu sizin sporla- rınızdan. .. Kapkara zenci yavru- su, sırık gibi gençlerden ben kendi hesabıma iğreniyorum... Hem ni - çin böyle söylüyorsun? Geçen gün Yorgolu'dan dönerken koşma mü sabakasında ne dinç koşuyordu... Genç kız bir kahkaha attı: — Sevsinler onun koşmasmı!. Hışıltısı tâ iskeleden duyulmuştur. Bir mendil dolusu terleyişi de ca- ba. çük bir kâtip. sefir olabilir, tu. Samimiyetle Feriha istikrahla burnunu çar « piti. Füruzan Hanım mutlaka kızına tesir yapmak kararında idi, — Üzümün çöpü, armuaun sa - . Her şeyine kusur bulmağa çalışıyorsun. Zaten fazla iltifat e- den erkekler aldanırlar... den gittiği zaman kıymetini anlar- Zavallr adam sana yaranmak kışın ingilizce ders alacağını içi söylüyordu... — İngilizce değil ya bir de üze- rine rusça öğrense nafile modern bir insan yok... ne niçin böyle söylüorsun? Servet Nâim Bey bir sefaret memuruna benzer mi? O maniyerler onda bu- lunur mu? olamaz... Kabiliyeti Takma olduğu belli. .. An: Füruzan Hanımın — gözlerinde bir çakmak çaktı: — Meseleyi anlar gibi oluyorum. Sen Şekibi ortaya atmak istiyor « sun. Şık bir genç ama züğürt... — Fakat istikbali var. — Hiç belli olmaz. — Nasıl belli olmaz? Bugün kü. .. Fakat yarın bir Füruzan Hanım müteesir olmuş- kızma eğilerek saçlarını a3 — Feriha!.. Söylemeğe hiç hacet yok. Benim ömrüm A larda geçti. Baban bir sefaret teşarı idi. Beni dünyanın en şık lerinde yaşattı, sefaret memurlul na karşı ne kadar zâf hissettiği bilirsin... İstemez miyim sen bir sefir karısı olasn?.. o A görmeyen adamdan zaten ne ha? gelir?! Nâim Bey seninle evlenirse b hayatını Avrupada geçirirsin. — Ben öyle iğreti Avrupa yışı istemiyorum anne. Fakat ne çare kazım? iy mizi tekrar mi edeyii 2... Bü kulübe gelmek için inci yüzüğü de sattım. Bu kış & Ayazpa apartımanda oturamıyacak Yi yetteyiz.. Şişlide üç odalı bir tımanda oturmağa mecbur ol ğını düşün de ona göre tanzim et!,, Benim son sö: fırsatı bir daha güç bul: ... Füruzan Hanım kurenayi ti şehriyi n o Mühtedi Zühtü Paşanın kızı idi. Kal İı bir ana ile aslı Macar bir b nın karışık kanından gelen zan Hanımın egzotik ve kai güzellik taşıyan yüzü ve “ — Bitmedi

Bu sayıdan diğer sayfalar: