27 Şubat 1936 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 6

27 Şubat 1936 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hafta Yazısı: ADD, Rİ İK UYANIŞ No. 2063—377 Aruzun Kifayetsızlığı Yazının başlığını görünce: — Gene mi bu bahis?... Bu dava hallolunup gitmedi miydi?.. şimdi aruzla yazan kaç şair kal. dı ki?... Demeyiriz. yeniden durmak İâzımgeldiğine şu- nunla inanıyorum ki, daha birkaç gün evvel Darüşşefaka'nın 63 üncü yılı kutlulanırken son mezunlardan bir genç, mektep için atuzla yazdığı bir manzumeyi okumuş. Nur aldığı bilgi ocağına karşı içindeki samimi Davanın üzerinde duyguları her hangi vezinle olursa olsun nazma sokan bu genç Darüş- şefakalıyı hiç şüphesiz takdir etmek lâzımdır. Ancak manzumesinin bir mısraı şuraya kaydetmeden geçe- miyeceğim. Çünkü anlatmak istedi- gim mesele oradan çıkıyor. İşte o mısra : Salik Zekiler, Mehmed Eminler ve Safalar Genç şairin isimlerini cemilendi- rerek hürmetle saydığı bu üç isimden ilk ikisi büyük birer riyaziyeci, diğeri de meşhur bir şairdir. Pekâlâ. Buna diyecek yok. Fakat madem ki bu mektepten çıkan meşhur adamlar arasında bilhassa ilmi ve şairliği ile, yani kafası ve kalemi ile yurda hiz- met etmiş olanlar zikredilecekti, o halde hepsinden evvel büyük Türk yazıcısı Ahmed Rasimi hatırlamak Fakat acaba mektebinin yetiştirdiği bu bü- yük yazıcıyı o genç yazıcı, o genç şair hatırlamadı mı?.. Buna imkân tasavvur edemiyorum. Öyle ise niçin onun ismini anmadı?... İşte bu “an madı> kelimesi üstünde durmalıyız. Çünkü genç Darüşşefakalı şair, Ah- med Rasimi anmadı, anmak işteinedi değil, sadece kullandığı veznin ak- siliği yüzünden anamadı. Bu anama- yışın sebebi de, Ahmed Rasim is- minin bu manzumenin vezni olan ve onu anmak İüzimşelirei, Mepâlü mefdilü mefâilü faülün veznine bir türlü uyamaması, bu vezne bir türlü girememesidir. Daha duma- nı üstünde tüten bu misili ortaya çıkarmakla, ihtimal hâlâ köşede bu- cakta « Ah, aruz!» diye iğğelieni kim- seler kalmışsa onlurun dikkat gözünü açmaktan #iymriz bilhassa gençleri bir kere daha ikaz etmek istedim. Ben ki çok eski bir aruz şairiyim, bu vezni bundan 18 yıl evvel feda ederek hece tarahna geçerken bu emilli vezin işine estetik noktadan da tamantiyin kanaat getirmiş olanlar- dnndim. Geride kalanlar ve hâlâ aruzun tantanalı vezinlerini fedaya kıyamıyanlar, öyle sanıyorum ki en ziyade gelecek nesiller arasında ken- di isimlerine ve şöhretlerine kıydı- lardı, Bugün öyleleri kalmışsa artık ya unutulmuşlar, yahut gittikçe unu- tulmağa namzed bir mevkie düşmüş ler, demektir. Çünkü aruzun hiç bir zaman Türkün içinden gelen öz ses- leri tamamiyle ortaya çıkaramıyan bir kalp olduğu bugün iyice anla- şılmıştır. Hele farisi terkipli lisanları boş fikirler ve divan edebiyatı artığı hayal ve hislerle dolu olanlar en başta yananlar arasındadırlar. Yal. nız ber türlü yanlış düşüncelere ma- hal bırakmamak için, Abdülhak Hâ- mid ve Tevfik Fikret gibi ve buna benzer büyük üstadiarı bu tasni- fin dışında tuttuğumu da hemen bu- racıkta kaydedeyim. Onların yüksek fikir ve duyguları, kullandıkları lisan ve veznin çok yükseğinde kalmıştır. Kastım, orta veya basit yazan aruz şairleri, içindir. Öylelerinin zevk- lerini düzeltmeğe imkân yoktur. Ka- biliyetleri neyse onu vermişlerdir ve üstelik Türkün vezni olmıyan bir kalıpla vermişlerdir. İHüsranları da, satlik zaafları kadar vezindeki bu yanlış istikamette yürüyüşlerinden ileri gelmektedir. O halde onları bıraka- hm da yalnız gençleri düşelim, İşte gençlerden birisi duha çıkıyor, aruzla mektebini ve mektebinde yetişen büyük yazıcıları medhederken hiç unutmaması lâzımgelen bir ismi, Ahmed Rasimi unutuyar. İçi sadece güfte istiyen doldurulmuş bir plâk gibi her dönüşünde hep ayni sesleri çalan ve deruni sesleri pek nadir olarak aksettirebilen aruz vezninin estetik kıymet düşüklüğünden mâda bu ifade itibariyle kifayetsizliği için bundan daha güzel nümune göste- rilemez, sanırnm. Genç şairler bu hakikati bizim kadar, hattâ bizden fazla anlamalı ve artık arizün sm sözlerini - bilhassa Yahya Eemaldeii sonra - çoktan söylemiş bir verm olduğuna kuvvetle inanmalıdırlar. Bu bahis üzerinde daha ve hecenin lehine kajdolumacek pek çok hkirler vardır. Fakat yazıyı u- zatmak istemediğimden burada kesi- yorum. İcap ederse bahse daha de- rin surette yeniden gelirim. Halid Fahri Ozansoy Hamiş : 4 şubat 1984 tarihli Akşam gaze- tesinde, geçen haftaki Uyanış'ta bahsettiğim antoloji meselesine dair bir konuşmam çıktı, Benimle görüşen ve sözlerimi noteden Akşam muharriri, Mürlerimin bilhassa bit noktasını yanlış ve İüveli olarak yazmış. Basın diraktörünün, İrnisrzri Türk edebiyatı antolojisini bir ziyafete benzeterek sofrada yer olmazsa herkesi çağırmak imkânı bu- lunmadığı tarzındaki müdafaasına karşı sadece şöyle demiştim: «Bu nasıl olur? meselâ bir siyasi ziyafet tertip edilsede başvekil veya hariçiye nazırı çağırılması muvafık düşer mi ? Yoksa o ziyafet salonuna kapıdan en sonra girecek olanlar mı girerler? Avrupaya karşı muasır Türk ediplerini ta- nıtacak olan bir antoloji de ancak böyle resmi bir ziyafet sayılmalı, edebi manada bir resmi ziyafet...» İşte benim söylediğim budur, Halbuki, Akşamdaki mülâkatımda bu fikir biraz ilalıs emip satırlıra bürün- müş ve bilhassa «kapıdili en sonra girecek olanlar» tabiri «kapıcılar: gektinde çikmistir. Pek sevdiğim bir arkadaş olan li dar bir ruriamlak| mülikatımız esnaşnlü acele ile motederken İMötmiştrek ku fak hatayı yapmasını tabil görüyorum. Ancak çük değişik bir şekilde çıkmasını da arr. etmediğimdefi hakikat namına bu tav- ghimi buraiin ilâv ediyoru f

Bu sayıdan diğer sayfalar: