18 Haziran 1936 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14

18 Haziran 1936 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

58 SERVETİFÜNUN No. 2078—393 Yazan: Andre Gide Dünya Nimetleri Çeviren : Avmi İnsel Kitap IV I Bir bahçede — Floransa eteklerinde (Fissole'e bakan kısmında) — toplandığımız bir akşam. “Angaire, Ydier, Tityre, diyordu Menalgue, (ben de bunları şimdi sana kendi hesabıma söylüyorum Nathanağl) gençliğimi yakan ihtirası bilemez, idrak ede- mezsiniz. Saatların kaçışı beni kudurtuyordu. İntihap etmek zarureti bende tahammül olunmaz bir hâl almıştı. Seçmek, birini almak diğerlerini atmak demekti. Sa- atların ilerleyişi bana korkunç görünüyordu. Zamanın tek bir büde malik olduğunu anlıyordum. Bu büd ba- na dar bir hat gibi görünüyordu. Koşan arzularımın üst üste geldiğini gördükçe bu hattın daha vasi olma- sını istiyordum. Şunu veya bunu yapmaktan başka işim yoktu. Şunu yapsam, bunu, yapmamaklığımdan beni mütees- sir ederdi. Bu sebepten ekseriya, çılgınca açılan kol- larımi tekrar kapatlığım zaman Birşey yakalamak korkusile hiç bir şey yapmağa cesaret edemiyordum. Hayatimin yegâne hatası hiç bir ciddi ve devamlı tetebbua girişmeyişim oldu. Yenilikten yeniliğe, teteb- budan tetebbua koşuyordum. Her yenilik bana pek fazla pahalıya mâl oluyor, muhakemeler de bir türlü sıkıntılarıma nihayet veremiyordu. (Ona şükürler olsun 9) — Sayesinde malik bulunduğumuz ufak bir meblâğ ile zevkler diyarına girmek; malik bulunmak | Seçmek, ilelebet her şeyden sarfınazar etmek demekti. Halbuki sarfınazar edilen şeylerin kısmı azamı seçilen bir tekten daha değerliydi. Dünya üzerinde malik olunabilecek her şey hakkın- da duyduğum nefretin bir parçası intihap etmek hareke- tinden gelir. Seçmek, malik olunan şeyden başka bir şeye malik olmamak demektir ki, bu insanı biraz korkutur. Eşyalar! Malzemeler | Bir sürü buluşlar? Kendinizi ne diye münakaşasız vermiyorsunuz ? Dünya varlıkla- rının tükendiğini (tükenmek bilmez varlıklarla takvi- ye edilseler bile) ve içip boşalttığım kadehin senin için boş kalacağını (memba yakın dahi olsa) biliyo- rum kardeşim. Lâkin sizleri Sizler, manevi düşünceler, zaptedilmiyen hayat şekilleri, ilimler, Allah bilgisi, ha- kikat kadehleri, kurumak bilmez kadehler dudaklârı- mızdan akışınızı ne diye pazarlık edelim. Sularınız, her uzatılan dudak için taze ve taşkın akar. Susuzlu- ğumuz sizi kurutmağa kâfi gelmez. Bu mukaddes mem- ba katralarının ayni lezzette olduğunu ve onlardan her birinin bizi sermeste ve Allahı bütün varlığile ifşaya kadir olduklarını anladım. Bu anlarda çılgınlığım neler arzu etmezdi. Fler hayat şeklini imrenirdim; başkala- rnin yaptığı her şeyi yapmak isterdim; yapmış olmak değil, yapmak isterdim, - anlıyor musunuz? - Zira yor- gunluk ve izdiraptan pek az sakınır, onları hayatın yetiştirdiğine inanırdım. Parmenide'i, Türkçe öğreni- yor diye üç hafta kıskanmıştım. İki ay sonra, Theo- dose'ü yıldızlar ilmini buldu diye, ayni hâle düçar oldum. Bu hâller sonunda Mi onu tahdid edeme- yişimden müphem, lime İlme görü — Menalgue, bize hayatını me dedi Alcide; Me- nalgue'ta devam etti: — İlk tahsilimi bitirdiğim zaman henüz on sekiz yaşlarındaydım. Çalışma sonunda ruhum yorgun, kal- bim boş, varlığım bitkin, vücudüm, tazyikler neticesi yorgun bir halde, avare hummamı aşındırarak, gayesiz, yollara çıktım. Bildiğiniz her şeyi tattım: baharları, toprak kokusunu, tarlalardaki çiçeklerin açmasını, ır- maklardaki sabah sislerini, çayırlardaki akşam buhar- larını. Hiç bir yerde durmadan şehirler aştım. Yeryü- zünde, hiç bir yerde duraklamayıp daimi değişiklikler içinde ebedi bir vecd dolaştıran kim bilir ne mesuttur, diye düşünüyordum. Ocaklardan, aileterden, insanların huzur bulabileceği her yerden nefret ediyordum. Nef- ret ediyordum sadık aşklardan, daimi şefkatlerden, fikirlere bağlı kalışlardan, adaleti bekliyecek her şey- den. Her yeniliğin bizi tamamen emrine âmade bula- bileceğini söylüyordu. Deve dikeni köklerini takacak mümbit bir toprak aradığı halde, sonradan, nasıl şabit bir şekilde çiçek- lenirse, kitaplar bana, öyle, her serbestinin muvakkat olduğunu ve onun ihlâs ve esiri olunacak şeyi intihap etmekten başka bir şey olmadığını öğrettiler. Lâkin sınıflarda, muhakemelerin insanları idare etmediğini ve her muhakemeye bir diğer zıt, fakat ispatı elzem olan muhakemenin karşı koyabileceğini düşünerek onları uzun yollar üzerinde aramağa koyulmuştum. Sonu ne çıkarsa çıksın hoş olan ebedi bir intizar içinde yaşıyordum. Anladım ki, her zevkte elde edi- lecek neticenin değil, ona tekaddüm etmekte olan. ve içinde bulunduğumuz ânın verdiği hazlar daha üs- tündür Hilyinier, gündüzleri arzu edildiğinden daha se- rin, daha nefis çöller bulunur. Güneşin kızdırıp derin bir uykuya yatırdığı kumlar üzerinde uyuyamıyan ha- yatın ufukta titrediğini, ayaklarımın dibinde de aşkla kabardığını gördüm. Her gün, her saat tabiata daha fazla nüfuz edebil- memi istiyordum. Mazinin hatırasından yalnız hayatıma vahdet veren şey üzerimde müessir oluyordu : Thesee'yi mazideki aşkına bağlıyan, fakat yeni yeni manzaralar içinde yürümesine mani olmıyan esrarlı ip gibi... bu ip kopmuş bile olsaydı... Hayata nefis yeni doğuşlar. Sabah yürüyüşlerimde kendimdeki yeni varlığın hissini, idrakimin tazeliğini tadıyordum. — “Şair hibesi, diye seslendim, sen mütemadi te- sadüflerin bir vergisisin., — Ve her taraftan her şeyh kabul ediyordum. Ruhum, kapısı dört taraftan açık bir

Bu sayıdan diğer sayfalar: