3 Haziran 1937 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4

3 Haziran 1937 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

18 SERVETİFÜNUN Hafta Yazisi: m am Pİ ll. No. 2128—443 Ankara 20 Mayis 93i Maanf Bütçesi Görüşülürken Dinlediklerimden Son meclis toplantılarında maarif bütçesi vesilesile düşünceler yürütülürken değerli arkadaşlarımızdan Bayan Meliha Ulaş çok ehemmiyetli bir kültür meselesine dokundı. İçtimai terbiyenin azlığından bahsetti, ne yapıp yapıp içtimai olan bu eksiği tamamlıyacak tertipler alınmalıdır dedi. İstikbali kuvvetli hazırlamak için sağlam kurulmasına en çok mühtaç olduğumuz bu kaynak ihmal olunmuştur. İçtimai terbiyenin şekli yıllar geçtikçe tekâmül gösterir, fakat onun ana çizgileri, esas prensipleri asla değişmez. Ana çizgilerden ayrılınca çok acı neticeler doğar. Bu ana çizgilerin başında, anadan, babadan ve muallimden baş- lamak üzere kendinden büyüğe saygı göstermek “gelir. Her türlü medeniyet saygısızlıkla ve hürmetsizlikle uyuş- mamıştır. Ana çizginin ikincisi de kendinden başkasının her türlü hakkına ve rahatına, kendi hakkımız ve raha- tımız gibi hürmet etmektir. Bunu daha iyi şöyle tarif ederler; her işte bir kere kendini karşındakinin yerine koy | ve ona yapmak istediğinin sana yapıldığını farzet, ne duyarsan ona göre davran! Kıymetli meclis arkadaşımız Bayan Melihanın talım ve terbiye yolunda ehemmiyetini işaret eylediği içtimai meseleye fransızlar «Savoir vivre» derler; bunu tercüme ederseniz «yaşamasını bilmek? olur ama Fransız dilindeki kastolunan mânânın böyle demek olmadığını söylemiye lüzum yok değil mi? «Savoir vivre> tabirini bizde «adabı muaşeret» diye tercüme etmişlerdi; yahut tiçtimai terbiye» denirdi. Bu başlı başına bir ilim değildir ki, mekteplerde buna mahsus ayrı bir ders konulsun ve sınıf açılsın. Adabı muaşeret kaidelerini sözle ve ona uygun hareketle her aile ocağında babalar, analar çocuklara gösterecektir; mekteplerde dahi her muallim, her hangi derste olursa olsun adabı muaşeretin tatbiklerini evvelâ kendi hareketlerile göstermeli ve sonra ders takrir ederken: söz düşürerek orun prensiplerini ve tatbiklerini talebesine anlatmalıdır. Adabı muaşeret denilen esaslı bilgi hakkında birkaç örnek göstermek lâzımgelirse onları bulup saymak ko- laydır. Fakat müsaade ediniz de bizim atalardan kalına ve şimdi eskimiş denilen saygılardan biraz konuşalım. Dedim ya: eski Türk kültürünün başında babaya, anaya ye hocaya saygı gelir. Çocukluk zamanlarıma göz atı- yorum ve iyice hatırlıyorum : babam beni son derece, ama son derece sever idi. Hasta olduğum zaman bunu deha iyi anlardır. ve ona bağlılığım artardı. Fakat babam benim yanımda asla ağır başlılıktan ayrılmanışdı; ben büyüyüp de kendimi çevirmeğe başladığım zamana kadar benimle teklifsiz olmamıştı. Hattâ beni yalnız gece uykumda okşardı ve bunu birkaç defa uyku arasında duyup se- vinmişdim. Ben de babama derin saygıdan başka duygu gösteremezdim, onu severdim vd-sayardım. Saygı burada korku demek değildi. Sırası düştükçe, ve yaşım ilerle- dikçe kulağımda küpe kalacak tesirli nasihatleri babam bana verirdi. Babamın tesirli sözleri hâlâ benim bey- nimdedir; babamın kendi hareketleri de bana ve kardeş- lerime birer ders ve nümune idi. Eski usuldeki baba ve analar kadar ağırbaşlı olmak bugüne fazladır, lâkin baba- sudan bahsederken: «bizim moruk> diyenleri duydum, bu da çok azgın değil mi? Baba ve ana ocağından sonra en derin içtimai terbiye ve saygı prensiplerini ben kendim Mül- kiye mektelşinde hocalarımdan aldım. Bunlardan Abdürrah- man Şerefin, Recaizade Ekremin, tarihçi Muradın adlarını derin hürmetle anarım. Abdürrahman Şeref bize iktisadi coğrafya, Recaizade Ekrem edebiyat ve Murad Bey umumi tarih dersleri verirdi. Fakat bu yüksek ruhlu adamlar derslerinin arasına mutlaka içtimai ve medeni terbiye işlerini katarlardı; bizimle hasbuhaller yaparlardı. Ve her fırsatta çok derin iz bırakacak nasihatler verirlerdi. Biz sade bu saydığım hocalardan değil, bütün hocala- nmızdan böyle hisseler kapmıştık. Temin ederim ki hoca- larımızın hepsi son derece ağırbaşlı, gayet saygısever üstatlardı, yani kendilerini sevdirmişler ve saydırmışlardı. Her hocanın kendi hareketleri de bizlere birer dersi. İşte bizim eski atalarımızdan ve mekteplerimizden gelen saygıseverlik böyleydi. Acaba şimdi nasıldır ? Bu nok- tadaki noksanları hakiki bir ihüsasla çok değerli Bayan Meliha güzel anlattı. Eksik ortadadır. Çare nedir? Çare dediğim gibi aile ocaklarında, derece derece mekteplerde, matbuat sütunlarında yeni yetişen nesillere medeni, ahlâki saygı ve muaşeret usullerini göstermek, onlara işin ehem- miyetini duyurmak ve anlatmaktır. Ben böyle düşünü- yorum ve eski gazeteci olarak meslektaşlarımızın bu yoldaki gayretlerinin biraz daha genişlemesini istiyorum. Hele bazı gazetelerin, mizah gazetesi bile olsa Jâübalilikte çok ileri gitmelerinin taze ve genç dimağlarda acıklı izler bırakacağını unutmamalıdır. diyeceğim. Geçenlerde bir mizah gazetesinde gördüm: Bir ana kızının nişanlısına çocuk sever misiniz diye soruyor; aldığı evet cevabına şöyle mukabele ediyor: «Ne iyi, kızım üç aylık gebedir! > Buna diyecek kalmaz sanırım! ! Muaşeret terbiyesinin ufak tefek aykırılıklarını saymak lâzım gelirse tramvaya, trene, vapura binip çıkarken etra. fınıza bakınız; saygısızlığın envaını görürsünüz. Tramvaya ip kakarak girmek, ttamvayda, vapurda sormadan cam açmak; kokulu balık paketini yahut suyu dışına çıkmış peynir kornesini üstünüze sürmek, kendisinden başkalarını düşünmeden bağıra bağıra konuşmak, kadını ve yaşlıyı ayakta bırakmamak için yer vermeyi hatırdan bile geçir- memek, önceden tespit olunan randevu saatile asla alâka- lanmamak, sokağa nazır evinin bahçesinde entarile yahut kötü bijama ile ve takke ile dolaşmak, umumi yerlerde bile olsa ayıp sayıldığını düşünmeden <hart!» diye süm- kürmek ve gırtlak temizlemek, masa başında kurşun kalem veyahut sofrada hattâ çatalla diş temizlemek, nihayet diş çöpünü saatlerce elde tutup ağızın içinde oynamak, evine getirdiği yiyeceklerin, meselâ etlerin yağlı ve kanlı kâğıtlarını sokağa fırlatıp atmak, sokağı süprüntü küfesi yapmaktan sıkılmamak... Daha sayabiliriz; artık duralım ve Bayan Melihanın tam mütehassıs bir hoca olarak par- mağını üzerine bastığı bu derde çare bulmayı iyi yetişecek çocuk ana ve babalarından, mekteplerdeki hocalardan bekliyelim. Ahmed İhsan Tokgöz

Bu sayıdan diğer sayfalar: