11 Ocak 1940 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 9

11 Ocak 1940 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No. 2264—3579 UYANIŞ 119 — EK, göyle böşle. — Yahu, al& hukuk tahsilin pn : var. Bir iki sene de galiba İaviçre- ÖRDEK DİY OR Ki: de sürddün. Adliyeye intisab etsey- din, şimdi temyize girmiştin be, Sana o senelerde, bhatırlarmışın, kanunu medeninin ilk tatbıkı ze- manlarında nekadar söyledim, bira- der vaz geç muharrirlikten, . gel mesleğe gir. Şerefin, itibarın olsun, diye. Bursa Ağırceza Reisi bu defa da malümi şğızla gazeteciliğin aleyhin- de atip tutuyordu. Bahsi kısa kes- mek için dedimki: — Ne yaparsın kardeş, bir ker- re düğdük. Artık bundan gonra teneşir paklar. Hem âzizim bir randövüm var, bana müsade. Beni görmek istereen matbaya uğra. Saat üçden sonra hep uğrarım. Bu sözü söylerken şapkamı giydim, garsona işaret ettim. Aramızda kahve parasını Sen vere- çeksin, ben vereceğim diye hafif bir münakaşa daha oldu. Ve ora- dan çikınca rahat bir nefes aldım. Oh yarabbi, mazi romatizmanın sıkıntısından bunalmıştım. Rahat bir nefes aldım. Taksimden gelen bir tramvay çanı ümid dolu bir munislikle kulağımı dolduruyor, cadde üstünde sik sik rastladığım siyah gömlekli bir rum dikişçi kızı yaşamanın hafifliğini, hâl içinde bulunmanın rahatlığını bütün taze- liğiyle duyuruyordu. Tramvaya atladım, matbaya gittim. x Bir hafta bu arkadaşa rastlama- dım, kim bilir hakkımda ne demiğ- tir. Beni arayıp sormadığına bakı- lırsa o da hakkımda iyi şeyler dü- şünmemiş olmalı. Bir gün idare memurunun yanında iken lise kı yatetli, sevimli bir genç kiz bir ölüm ilânı veriyordu. İlk önce kiç oralı olmadım. Fakat önceden serbestçe ilân kâğıdını masanın üstünden aldım ve bir göz attım. Kâğıdda derin bir sıziyle eski bir mekteb #rkadaşımın ölümü habe- rini okudum. Bu da yirmi sene evvel lisede senelerce birlikte okuduğum bir çocuktur. Doktor olmuş, ve sonra memleketi olan Şark Vilâyetlerinden birine dön- müş ve bir daha görünmemiğti. Kıza sordum: — Devamı 123 üncü sayıfada — de, o gagasını havaya Abidin Dino'nun para cüzdanı kas dar boş ve büyük açmış kemâiji iştiha ile gülüyordu. Soluksoluğa, isterik bir kahkaha ile sesini Mü- nir Nurettin gibi hanede gezdirir- ken, sinirli sinirli kanatlarını biri- birine çarpıyordu. Yevmi züğürtlükle kahkahası- nin sebebinin ne olduğunu ördeğe sorunca, bana tuhaf tuhaf baktı ve Ankara Radiyosu gpikerl kadar tatlı bir sesle; «Bilmiyormusun.» dedi Ve yine aırıttı. Şaşkın, şaşkın «neyif» dedim... Ayağını yukarı kaldmp bir «merhâmete geliş» jesti yaptı, ve: «Yazık, hakikatı sende Kör Ha- fız kadar göremiyorsun...» dedi. Kafamda bir burgu çalışıyor. muş gibi beynim gıoıklandı: «Ne olmuş dedim, ne olmuş» Ördek nezaketsizce gtilerken : — «Ne olacak dedi, şu meş- hür daya..>» — «Dava mı şu Dolmabahçe hâdisesi değil mif.. Çok fecit... Ördek alay etti: — Azizim sende Arif Dino'ya benzemişsin... Tıpkı onun gibi saf ve tuhaf olmuşsun... Bahsettiğim dava Dolmabahçe falan değil... Şu meşhür Afrodit meselesi... — Hea,. mitolojideki Afrodit... Ama onun kollarının davası asir- lardanberi sürer... Ördek kızdı: — Dalga geçme dedi. Ben sa- na «<Afroditr romanının müsteb- cenlik davasından bahsediyorum sen İşe... — Kusura bakma, ördekciğim. Bu yakında... — Hakkın var, bu yakında Sait Faik kadar dalgınım; Be... şu Afrodit meselesinde gülecek ne buldun ki bukadar gülüyorsun ! — Neden gülmemeliymişim ... Sen Oscar Wilde denen adamın meşhur bir cümlesini bilmiyorsun D ÜN ördeği siyarete gittiğim: galiba... Hikmet Ferldun gibi bir şey bilmiyorsun sen de... — Aman Allah aşkına söyle şu Wilde-in cümlesini. Ördek melodrametik bir 205 te kınarak : — Wilde, dedi, Larloteyken Be- bestien Melmonth namı müstear İ- le şöyle demişti: «Bir sanat eseri ne ahlâki nede müstehcendir, bir sanat eseri sâdece Sanat eseridir veya değlidir». Şimdi, 1940 senesinde bir eseri müstehcenlikle itham etmek denizi paçaları sıvayıp ta geçmeğe müsavidir. Yâni senin anlayaon- ğın: gülünçüür... Ördek sustu, küp ları çattı ve gon ikl mısır tanesin! yerden alarak bana döndü. Biran düşündü ve ilkinden da- ha korkunç, daha istihzalı bir kahkaha daha koyuverdi... — İşin en komik tarafı nerede biliyor muğun ! dedi, Merakla ördeğe doğru eğildim. — Ne kitabın piyasa'dan top- lanışında... nede davada.., — Eee, nerede 1... — Ehli vukuf İbrahim Hakkı Konyalının seçilişinde azizim, Sen vilâyetin ne olduğunu bilmiyor musun * — Eee... — Kaval nedir bilirsinya. Bu iş vilâ ile kavalın dostluğuna ben- ziyor. — BSeçmehane, Ördek ağa, vi- lâyetle kavalın ne gibi birbiriyle münasebeti var sanki, Sonra bü- tün bu zırıltının da İbrahim Hak- kı ve sanat eserile ne gibi ilişini olabilir 1.. — Olur, ca- nım ölur,.. Kaval'ın nihayetle ne kadar bağlı- lığı varsa varsa, <Üs- tâd » İbra. him H. Kon- yalınında sa» natla o ka - dar alâkası vardır,

Bu sayıdan diğer sayfalar: