19 Eylül 1940 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 12

19 Eylül 1940 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Can Kurtaran Adam -- Beni tanıyamadın mıf Suat, önündeki adamın kendi- sine bakıp, neş'eli bir yüzle güldü- günü gördü. Eski şapkasile oynuyor ve yüzünde bu büyük suali taşı- yordu. İri ve haklıydı: Onu tanı- yamamıştı. Ve belki de hayatında hiç bir zamanda onu tanımadı- ğını düşünerek, bir defa daha onu süzdü ve sadece elbiselerinin eski olmadıklarını ve onun giyinişine ehemmiyet vermediğini gördü. Ziyaretçi de, Suatın ne düşündü- günü sezmiş gibi: — Ben, Aliyim, dedi ve tebes- sümü bir an yüzünden şıyırarak ilâve etti: — Haydar... Ali Haydar... Buat kafasını bir kütüphane r9- tı gibi, aktardı, bütün tanıdığı in- san ve aileleri bir tarafa yığarak hayatında yalnız bir defa duyduğu isimlerin araşında bunu aradı: yok- tu. Birdenbire kafasının derinlikle- rinden bir hayâl kendini Ali Hay- dara benzetmek istedi, Iztıraplı bir hamle ile bakışlarını onun her yerinde gezdirdi. Bu üstlerinden tebessüm eksilmiyen gözleri bir daha nerede tanıdığını, bu ölçülü burnu nerede görebildiğini ve bu eti bol dudakların bir defa daha kendine nerede hitap ettiğini tüizü- lerek düşündü. Yine hatırlıyamadı, Ali Haydar iki pencerenin ara- sında durmuş şapkasını buruşturu- yordu. Belki sevinçle kucaklanma- yı düşünüyordu. Kâbustan kurtul- mak için ona: — Rica ederim... Neredere ta- nıştığımizı bana söylerseniz sizi derhal hatırlayacağıma eminim... Dedi. Ve af dileyerek, ilâve etti: — Yorgunum afedersiniz... Çok çalıştım... Esasen hafızam da kuv- vetli değildir. Karşısındaki, sanki orada bulun- ması boşuna gidiyormuş gibi göz- lerini odanın içinde gezdirerek güldü : — Beni tanıyamıyacağını tah- min ediyordum, Gelirken Nurana «bana tuhaf, tuhaf bakacak» dedim Zaten kolay dü değil bu. Ondört senedenberi görmediğin bir ada” mın. 726 — Servetifünun — 7309 Suat hafif bir baygınlık geçirdi ve zihninde bir dolu çekmecenin bir yığın eski kâğıtları arasına &81- kışmış bir evrak gibi bu ada- mı aradı. Ali Haydar ise hiç durmadan anlatıyordu. Sözlerinden bazıları parlak bir şimşek gibi ha- tıralarının kaysuna karışıyor, ve o kısa anda bir şey hatırlıyacak gi- Y A C AVI T Z bi görünüyordu. Fakat, karanlığın çemberi yine bütünleniyor ve Su- atı yine sabursuz bırakıyordu: — Adresini telefon rehberinde buldum. Bir çok Suat Vaşfiler var İstanbulda, ama benim aradığım Suat Vasfi sensin,.. Ve birdenbire: —Gözlerin ne alemdet diye sordu. Gözleri... Gözlerini soruyordu. Suatın kafasında beklenilmedik bir şey oldu. Bütün sevdikleri öz- ledikleri, demine kadar ismini bi- le hatırlıyamadığı bu adama yer- lerini vermek için gözünün önün- den, kafasının içinden uzaklaştılar.. Başka bir şey beklemedi elindeki kitabı kanapenin üstüne fırlatarak, heyecanla misafirini kucakladı: — Beni affet canım Tayyar... Tanımadığı halde ona büyük fedakârlık göstermiş olan adam tamir etti: Haydar. — Affet... Seni hayatımda hiç bir kerre görmemiştim. Nasıl tanı- yabilirim$.. Ali Haydar da unuttuğu bu eksikliği tamir etti; — Hakkın var, beni nawl tâ- nıyabilirdin... O vakit senin göz- lerinde bezler vardı... Uf, ben de ne avanağım.. Bak, bunu düşün- memiştim... İkisi de birden sustular. Söy- leyecek gey bulamadıklarından değil, ikisi de Sakaryayı hatırla mışlardı. En aziz hatırası Suatın gözünün önünde belirmişti: Sakaryanın köpüklü suları içi- ne, kurşun yağmurunda yuvarlan- dığı sabahın beyaz acılarını şimdi de çekti. Düştüğü andaki büyük Rüşlü Ultav'a süküneti de hatırlıyordn. Dumanlı karışıklıklar içinde bir elin uzanıp ta kendini kurtardığı, gözünün ö- nünde cablanıyordu, Renksiz has- tahane saatleri, dünya ile kendini tam iki ay ayıran gözündeki bez- ler ve sonra geceyi gündüze ekli- yen, mavilik. Haydar da acaba bunları mı düşünüyordu? Suat, ha- A YA MA Ç NN a yatının mı bilinmiyen biriki tarafın- dan kurtarıldığını hastahanede duy- muştu, İsminin ne olduğunu bu- lamadığına esef ederek, onu dai- ma hürmetle yadetmişti. Haydar, mütebessim; — Dostum, dedi, gördüğüme memnun oldum. Suat ayrılacağın- dan korktu: — Biraz daha otur, dedi. İnsan eski bir arkadaşını gördüğünde böyle kolay ayrılmak istemez, Neler yaptığını Haydara sordu, O sanki Suatın suallerini bekliyor- muş gibi mühendis olup mühendig- lik etmediğini söyledi ve sonra kollarını açarak: — Her boyaya girdik kardeş... dedi. Otomobil mağazası açtım, iflas ettim. Bir arkadaşla birahane açtık, bir ay sonra kapattılar. İz- mirde çeker fabrikası kurdum. Gitmedi. Bir şey yapamadık vel. basıl.Her zaman yeniden başlamak icap ediyor. Sesini, sanki yeni bir konferahs salonunda tecrübe ediyormuş gibi, dağınık konuşuyordu. Başıyla du- vardaki resmi göstererek: «Karın mıf» diye sordu. Suat: «Evet seni tanımakla memnun olur, dedi. Seni ona pek çok anlattım.> Haydar resmi ya kındun seyretti ve sorulmadan kö“ sik cümlelerle anlattı: «Ben de iki senedenberi evliyim.. Karım Nu- rân., Bural...> Suat, karısının ve kendisinin yarım &ofralarına şeref verirlerse memnun olacaklarını söyledi. Ali Haydar teşekkür etti:

Bu sayıdan diğer sayfalar: