26 Ocak 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

26 Ocak 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Prens Dögal, Sefirin ansmı Koluna takmış Adeta Uçuruyordu! #T Kolumda Her hekkt mahfuzdur NAKİLI — ZİYA ŞAKIR H ZL 1? Teşrinlevvel 331 $0 n 918 Abdülhamit, yine nezleden gitAyet ediyor. Kulağında bir gürültü, çenesinde de müz'iç bir ağn varmış. Bugün üstüste iki defa (Aspirin) aldı. Bir müddet te gıcak su buharı kokladı. İngiliz ve Fransızların Selâ- niğe asker çıkarmıya devam et- mesinden — Abdülhamit — endişe ediyor. (Kavala) ve (Dedeağaç) a da asker çıkardıktan sonra şi- male doğru ilerliyerek Alman ve Avusturya ordu'arının İstanbula gelmelerine mâni olacaklarını tahmin eyliyor ve sonra şu mü- taleada bulunuyor: — Siz, İngilizleri bilmezsiniz. Onlar, ne hin oğlu hin bir millettir. Selânik ve civarında bir şey yapamazlarsa bile o ta- raflarda yerleşmekle biç olmazsa sulh masasında fazla bir istifade temin etmek isterler.. Şimdi mevki iktidarda bulunan i, bizim — düşmanımızdır. Maaı bunların içinde bizim iyiliğimizi düşünenler de vardır. ( Gladıston) un dostlarından ve onun fırka- sının ileri gelenlerinden bir adam vardı. Adına ( Dilki ) derlerdi. Bu adam bir zamanlar İngiltere Hariciye — Nezareti — müsteşarlı- gında — bulunduktan — sonra is- tifa ettli. Marsilya — civarında emlâk ve arazi alarak oraya yer- leşti. 'Bu adam, halis bir Türk muhibbi idi. Bir buçuk iki sene- de bir, İstanbula gelir, Benimle görüşür ve (ahvali âlem) den bah-» sederdi. Tuhafı nerede? Bu ada- mın en büyük şikâyeti İngilizler- dendi. Birçok — noktalarda — İngiliz siyasetinin aldandığını iddia eder- di.. Bugün İngilizler, ( mecburi hizmeti askeriye ) den bahsedi- yorlar. Halbuki, bu adam daha © zamanlar bu meseleden uzun uzadıya — bahsetmiş, halta bu hususta birde — kitap yazarak parlâmentoya vermişti. Parlâmen- to, bu kitabı okuduktan sonra (Mister Dilki) nin fikrini veddetti. İngilizler çok garip düşüncelere binaen askerlikte mecburt hiz- meti kabul etmezler. Lüzum gö- rüldüğü takdirde hep birden yazılarak memleketlerini müdafaa — edeceklerini — veyahut para ile gönüllü asker toplıyarak vatanı müdafaa eltireceklerini söy- lerler. Bence bu fikrin ikisi de sakattır. Askerlik, talim ve ter- biye meselesidir. Uzun müddet askerlik etmemiş bir adam, beş on günlük talimden sonra harba Matbuat Balosu 9 Şubat 932 MAKSİMDE ——— girerse, bilmem ondan istifade edilir. mi? Bir de askerlik, vatanperverlik bislerini — arttırır. Asker karavanasından çorba iç- memiş olan bir adamm, iyi bir vatanperver olacağına — kat'iyyen kani değilim. Buna binaen ben çocuklarımı küçük yaştan asker yapardım. Evvelâ alaylar- dan birine neferlikle kaydettirir, tahsil ve terbiyeleri için refakat- lerine zabitlerden iyi muallimler verirdim. Çocuklarımdan ekserisi bu suretle nefer olarak orduya kaydedilmiş, sonra sırasile terfi ederek onbaşı, çavuş ve ni- hayet zahit — olmuşlardır. - Av- rapanın birçok hükümdarları da ayni suretle hareket — ederler. Yalnız İngilizlerde bu heves yok- tur. Onun için İngilizler silâh kuvvetinden ziyade siyasette hile ve desiseye müracaat edeler... Gelelim gönüllü askerle vatanı müdafaa etmiye... Doğrusu buna aklım ermez. Hiçbir insan ta- savvur edemem ki beş on para için — hayatını — feda — etsin, Vatan duygusile göğsünü düş- manına geren bir aakerle, para hatırı için askerlik eden bir gönüllünün kıymeti bir olur mu?, Sonra, — İngilizler — müstemlekât ——— Resminizi * HÜSNÜ EF. ; Mesuliyet ve ! vazife endişe- sini taşır, usul ve görgü hi- lâfında kendi- liğinden — bir şey - ilâvesine taraftar değil- dir. Teşvik ve telkinlere uy- l sallık gösterir, Muamelesinde hile ve şeytanete sapmaz, cesa- reti medeniyesi zayıftr. Kendini gösterici nümayişkâr hareketler- den, şarlatanlıktan ve alâyişten hazzetmez, Tevazua ve sadeliğe mütemayildir. z " Matbaacı KÂMİL BEY; Neşeli İ ve — uysaldır. | Yalnızlıktan sıkılır, daima bir arada gül- mek ve eğ- lenmek - ister, merasimper « verdir, kadın- lara fazla kom- pliman yapar. Şakayı ve muzipliği sgever, cesa- rete, mücadeleye, gürültü ve kav- Baya müteallik Şşeylerden uzak kalmak ister. Kararlarını sür'atle verir ve icabederse aynı sür'atle tebtil eder. Fotoğraf Tahlil Kuponuna ttinciSayfamızda bulacaksınız. Bize * Size Tabiatinizi Da Kıralın Kızı Vardı askerlerine de pek okadar güven” memelidir. Çünkü onların da hâlis İngilizlere karşı pek © kadar muhabbetleri yoktur. Hatta bazı İngilizlerin yalmız bir şeylerini çok beğenirim, Vakıâ bugün düş- manımız amı u söyle- rim. İngiliz! ı;: m ı:ıi- yetleri, ( Kanına ) İtaattir. Bir P“l_ll menuru, eli: küçücük değneği kaldırarak: rı (Kaydi hayat) şartiledir. Azlolu- namazlar, Onların içtihatları ve bükümleri, (Kanun) dur... Sonra, ngilizlerin hükümdarlarına karşı son derece hürmetleri vardır. İngiliz bükümdarlarının salâhiyeti pek mahduttar. Her şeye karış- mazlar, belli başlı vazifeleri, par- İâmentonun — kararını tasdikten ibarettir. Bunun için İngiliz hü- kümdarları ( Gayrimes'ul ) dür. Arkan var) Gönderiniz, x* Söyliyelim ... HALİL HİLMİ BEY ; Girgin acele kanrışt- rır. Bir şeyin #onuna çabuk Yarmak ister, sabır. ve ta- bammül gös- termez.Karar- larında dasür- at ve zevahire uysallık vardır. Ümitsizliğe düş- mez. Bazen münakaşa ve iddiayı sever. Rabatma pek düşkünlük göstermez. Menfaatlerini israf etmer, B 74 FEYZİ BEY ; ( Fotoğrafının dercini istemiyor ) Müdekkik düşüncelidir. Usul ve merı'ıim'l: ek mükayyet olmak :enfııderîni yalnız ıdıii::eı:::.' retmez, diğerendişliğe —mütma- yüdir. Bir parça ihmâlcidir. Zevki selimi vardır. Güzele ve güzelliğe garladı FERAH — Parlak bir reve FRANSIZ TİYATROSU —Zenellar turupe — Tunue heydutları — Kanhı venedik — Yaşasın hayat — 6 Numaralı ecak — $ea mülâsim — Aşk hazretlati — Çönükkale — Küçük daktile JSKÜDAR HALE — Şarlataa KADIKÖY SÜREYYA—Paie damları altnda Bugünün AKTİLO Romanı KN ? BO Yazan: Z. Şakb Dünkü Kısmın Hulâsası Bizlm daktile Kevser Hanım, basa müracant —etmiş ve iş İstemişik Onu hizmettime ahmıştım. “ Yaprak Lisesl , denilen tütün imalâihanelerinde hayıti öğrenen bü gözel değli, (ahat çok cezi- beli koz, son bukraa dolayısila bir mek- tapla benden gizli bir mülâkat İstedi. Gizli mülâkat — diyorum, çüaki Kevseri, kanmın kukançlığı — Üzerine yamımdan ayırmıştım : Mektubu okudukça, hayretim arttı. İlk aklıma gelen şey ne oldu bilir misiniz ?.. Kurnaz Kev- ser, mutlaka buhrandan - filân bahsederek benden beş on kâ- ğit —koparacak dedim. Fakat, mektubu ikinci ve üçüncü oku- | yuşumda, bu fikri reddettim. Çünki Kevser, zeki bir kızdı. Be- FağLak ı:u "lı;ıl;;ımbil ıuı'ıi-' yağımla kavrul imesi zımgelirdi.Sonra, Kevserin beş on kâğıt için böyle — tekerlemelere Küzum görmiyeceği bence malüm | idi, Buna binaen: — Her halde, bunda bir iş var, Dedim ve görüşeceğimiz yeri bir mektupla Kevsere bildirdim. Kevser, o gün tam vaktinde | kıgıdın içeri girdi. Fakat na- Bıl?.. Bubrandan müteessir olan bir daktile gibi değil.. Tıpkı, etrafına haşmet saçan bir sinema yıldızı *i'ni... Onu o halde görün- ce okadar şaşırdım ve afalladım ki, birdenbire yerimden sıçradım: — Buyurunuz Kevser Hanım- efendi.. Diye Jlütur mantosuna sarıl- mya mecbur kaldım. Kevser, ( Ambasadör ) salo- | nunun müdavimelerin benziyen son moda bir tebessümle mantosu- nu çıkardı. Ben görmiyeli bir hayli zerafet kesbetmiş olan endamınin bütün inhina ve ivicaçlarını gös- teren robunun etekleri, alâmot bir yürüyüşle önümden geçerken dalgalandı. Tıpkı yeni kibarlığı hazmetmiş olan ( Yeni salon ha- nımefendileri ) gibi bir kayıtsız- hkla karşımdaki kanepeye otura- rak sağ tarafına yaslandı. — Affedersiniz, sizi rahatsız [ılâlııı. Nasılsınız?.. İyisiniz inşal- lâh... Derken, dikkat ettim, sesi bile ağdalaşmıştı. Vakıa eskiden de onun sözlerinin tonunda bir ahenk vardı, Fakat o eski ahenk herbalde yeni ekzersizlerle daha cazip notalara uydurulmuş, şimdi daha tannan, kulağa daha hoş çarpan yepyeni bir ( tango) mu- | rinizi sikisi kivamını bulmuştu. * Bubhrandan - bahsetmek üzere iki saat için kararlaştırdığımız bu mülükat, bulhranın envama dair bir bayli ince noktalara tomas ettikten sonra, ancak dört buçuk saatte hitam buldu. İkimizi de yorğun bırakan bu- dört buçuk saatlik buhranlı mü- lâkatın neticesini merak - ediyor- sunuz değil mi?.. Size hulâsa edeyim: Bizim Kevser, — daktiloluğa başladığı günden beri yaşadığı hayata ve çalıştığı müessesata nit bir çok notlar tutmuş. Bun- ların içinde, umumi alâkayı cek bedecek bir çok vak'alar ve hâ- dizeler bulunuyormuş. Söz buraya gelince Kevser durdu. Allah biliyor ya, ben hiç birşey anlamamıştım. Bön bön onun yüzüne bakarak sordum: — Peki amma kızım, bu notla- rın guhrıı) ile ne alâkası var? , gevrek gevrek gülerek elini kadehine uzattı ve: — İlâhi Beyefendi. Bunu da- ha hâlâ - anlıyamadınız mı?.. Bu- gün, buhranın en büyüğü mat buatta... Baksamza gazeteler oka- dar. büyük bir mevzu bulram geçiriyorlar ki, vaktile uzun uzun yazılmış ölan tefrikalar bile yeni baştan tekrar ediliyor. Hem de nasıl?.. İmtihanda biribirine kopy veren mektep çocukları gibi ayni günde iki gazete tarafından .. Sanki dünyâda Aartık Türkleri alâkadar edecek hiçbir. mevzu kalmamış gibi zavallı bir ya- budi bahamının macerasına dört elle sarılan.. böyle küf kokan mevzularla zavallı karilerin sabır | ve tahammüllerini bunaltan ga- zeteler, acaba benim yepyeni hayata dair olan yazılarıma Vâ- kayt kalırlar mı zannedersiniz?.. — Filhakika — öyle. — öyle amma... — Amması ne oluyor?.. — Kızım, bizim gazeteciliğin iç yüzünü bilmezsin. Patronların hali pek acayiptir. Kendilerine bir eser verildiği zaman ( Peki | efendim.. tetkik edelim de size cevap veririz) der, o eseri alır masanın gözüne kilitlerler. Siz bir müddet gider gelirsiniz. Niha- yet son cevap olmak Üüzere ese- tekrar sizin elinize ve rirler ve itizar ederler: — Eser, güzel yazılmış.. Fa- kat, mevzu, bomboş.. Kupkuru.. İçinde, karilere heyecan verecek | hiçbir. vak'a yok. Derler. Halbuki, eserin ismin- den başka bir tek sayfasını bile okumamışlardır. Sonra.. — şayet muvaffak olur da ©o eserinizi başka bir gazeteciye okutur ve gazetesine de koydurursamz, size gücenirler.. Hele o eser bir de sükse alırsa, o zaman size dar gınlık bile gösterirler. Onun için tereddüt ediyorum. Seni, bir inkisarı bhayale uğratmış olm> yayım.. Kevser, daha hâlâ elinde duran kadehteki içkiyi itinalı bir zarafetle içerek lâl vengi dudak- Tarını dilinin ucile bafilçe sildik- ten sonra: — Şu halde Beyefendi, ben size — defterlerimi — gönderirim. Bunları bir kere gözden geçirir siniz. Eğer| muvafık görürseniz meydana çıkarsınız. Yok eğer muvafık görmezseniz geri gön- derirsiniz. Olmaz mı efendim?.. Dedi ve defterleri ertesi gün göndereceğini vadetti. .- Evvelâ isteksizlikle kabul et- tiğim bu teklifi, şimdi büyük bir hayret ve heyecanla takip ediyo- ram; Vay kâfir kız vay... Bugün. kü hayatın iç yüzünü, bir sinems epjektifi gibi nasıl kavzamış? Ön '.ıdınhcıi. işimi gücümü bıraktım, bunlarla uğraşıyorum. Bizim daktilo, ( Yaprak lisesi mezunlarından ) olduğu için, yas msı olduğu gibi meydana çıkarr lacak - bir halde değil, Orasına burasına bafif birer rötuş yapmakı icap ediyor. İşte ben de oelına zerre kadar halel getirme hatta onun bazı tuhaf tabirl bile tebdil ve tağyir elin bu defterleri birer birer mey çıkarıyorvm. — Bundan — sonraki yazılar, benim — değil, ( Bizim daktilo ) nutdur. Ç Arkası ver )

Bu sayıdan diğer sayfalar: