13 Mart 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

13 Mart 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA Enver Paşa, Abd lhamıde Zatı Şahanenin Selâmlarını Bildirdi Âbit Efendinin Mulz;ız;nısamlıgım Tebşır Etti NAKİLİ ZİYA ŞAKİR Her hakkı mahfuzdur — 258 — Abdülhamit, — memnuniyetini kshar eden bir tebessimle cevap verdi: — Evet.. Efendi, söyldi, eh, böyle olmalıdır ya... Merhum amı- cam Sultan Aziz, bizi yanından hiç ayırmaz, nereye gitse bera- ber götürürdü. Bize sık sık nak- ten de muavenet ederdi. Allah gani gani rahmet etsin. Çok te- miz kalpli idi. Ah, ah.. Amıcam, o akıbete uğramazdı.. Lâkin onu, mukarripleri lisana getirdi. Allah eümleyi (Sui karin) den muhafa- za etsin... Benim sukutuma, ba- şıma bu kadar felâketler gelme- sine de mukarriplerim — sebep olmadı mı?.; Aldıkları rüşvetlere, ları birçok fenalıklara ban oldum. Hele oturunüz da birer kah- ve içelim... Oturuldu. Cıgaralar — yakıldı. Abdülbamit, tekrar söze başladı: — İmparator çok tuhaf bir Adamdır. Bir yerde uzun müddet duramaz. Gezmesini çok sever, Bakınız, İstanbula geleli kaç saat eoldu. Dahba yorgunluğunu bile çıkarmadan, biraz evvel boğazi- çine doğru geçti. Her halde yazlık sefarethane- ye gitmiş olacak.. O da benim gibi banyo meraklısıdır. Günde, birkaç defa banyo yaptığı olur- muş. Ben makamda iken, misafir geldiği zaman, onun ikametine tahsis olunan daireye güzel bir banyo yaptırmıştın. Buna pek memnun oldu. En çok - sevdiği yemek, Ömlet ile bizim pilâv- dır. Tuhaf değil mi Avrupalıların ekserisi böyledir. Pilâva bayı- hırlar. Hem de çok yerler. Bir gece süferaya bir tiyafet weriyordum. Almanya sefiri Ba- ron Mareşal da davetli idi. Ye- mekte pilâv geldiği zaman taba- ğına o kadar pilâv doldurdu ki, ben hayrette kaldım. — Acaba bunu nasil yiyecek? Diye bakıyordum. Ne dersi- niz, bir tek pirinç tanesi kalma- yıncaya kadar hepsini yedi, Ben olsam, muhakkak mide fesadına uğrar, belki de çatlardım. Abdülhamit birdenbire dur- du ve hatırma — gelen bir şeyi sordu: — Abit Efendiye sordum. Bizim çocuklardan kimse gelme- Mmiş, öyle mi?... Doktor da, Abit — Efendinin cevabını tasdik etti, Buna Abdül- hamidin çok canı sıkıldı. Başını sallıyarak: — Bilirim.. çok soğuk şeyler- dir. Bu gibi yerlere, kalabalık İnsan içine girmeyi hiç sevmez- ler... Biribirine karşı da böyledir- ler, Kendilerine o kadar tenbih eder. biribirlerini &ık ak zivaret yaptık- ben kur- etmelerini, daımı. hüsnü suretle geçinerek — sevişmelerini söyler- dim. Faide etmedi. Halbuki, biz böyle değildik. Merhum birader- le gece gündüz beraberdik. Bir, içtiğimiz su ayrı giderdi. Ah, © bendegân.. O bendegân yok mu?.. Ne yaparsa, hep yapar. Derin derin içini çekti ve biraz evvelki duasını tekrar etti: — Allah, cümleyi fena mu- karriplerden esirgesin... 16 Teşrinavvel 917 Abdülhamitten, bu sabah yi- ne biraz kan geldi. Fakat, artık kendi kendine teselli verdi: — Çok şükür, karnımda ağrı yok. Dizanteriye — benzemiyor. Her halde, basur memelerinden olmalı. Maamafih, ihtiyaten bafif ye- mek yedi: Biraz köfte, biraz ka- bak, küçük bir tabak ta ma- hallebi... * Saat beşte, Enver Paşa geldi. Salon kapısında istikbal eden Abdülhami de evvelâ, askerce onlar bir selâm verdikten sonra sarıldı, | vi Resminizi * Size Tabiatinizi ALİ BEY; Neşeli ve işgü- zardır. İşlerini çabuk görür, aceleyi ihtiyar eder. Herşeye uysallık gös- termer. E*- lenceyi sever. Söz — altında kalmaktan çe- kinmez. Sev- siz ve değildir. Mücadele ve münaka- şadan çekinmez. u BİR KARİİMİZ ; Çekingen ve tutuktur. Atı- gan ve sokul- gan değildir. Kendini tak- yit eder, ser- best hareket- lerde — bulun- maz, fazla dü- şŞünür, ve say- gı sayar. Ha- yatta muvaf- fak olmak meselesine gelince; bunda yalnız rubi ve ahlâkt te- mayüllerimizin tesiri değil; tesa- düflerin de büyük roller oynadığı görülmektedir. Binaenaleyh; bu sualin cevabını vermek — oldukça müşküldür. Bunu daha ziyade azim ve iradenize sorunuz, ala- cağınız cevap derecei muvaffakı- yetinizi ihsas edecektir. Muvaf- fakıyet sırlarından bahis umumi nazariyelerden de istifade edebi- Hirsiniz. efendim. Bize elini öptü. Abdülhamit te mültefi- tane sözlerle omuzlarını okşadı: Enver Paşa; evvelâ — selâmı- şabaneyi tebliğ ettikten sonra tarafı eşrefi hazreti padişahiden Abit Efendiye mülâzimisani rüt- besi tevcih ve ihsan buyuraldu- ğunu tebşir etti. Abdülhamit, buna beyani memnuiyet ederken Enver Pa- şa sözüne devam etti: — Zatı Şahane, bir şey arzu buyurulup buyurulmadığını soru- yorlar. Dedi. Abdülhamit, mahzuna- ne içini çekerek cevap verdi: — Teşekkür ederim. Himmet- lerile bir şeyimiz eksik değil. Gece, gündüz — muvaffakıyetine dua ediyorum. Böylece arzeder- siniz. Enver Paşa, tekrar söze baş- ladı: — İmparator Hazretleri de bil- hassa selâm ediyorlar, Zati huma- yunlarına — karşı kadimdenberi mevcut olan dostluğu unutma- dıklarını arzetmemi söylediler. (Arkası var ) Gönderiniz, * Söyliyelim ... KİRKOR EF.; Olduğu gibi görünmiye mütemayildir. Hürriyetini | fazla — sever, kendini üzün- tüye — kaptır- | mak istemez. " İsterse tuttur ! ğu işi muvaf- fıhyetlı ba- Başka- larına tâbi olıııkıuı ılyıde ken- disine tâbi bulunmasını ister. ALİ RİZA g Ağırbaşlıdır, Havai meşga- lelere rağbet etmez, ciddi- yete mütema- yildir. Tahak- küme taham- mül edemer, İzfetinefis mesailinde hassasiyet gös- terir, başka- larma minnet etmekte müstağni davranır. 20 ŞABAN EF.; ( fotoğrafının dercini istemiyor ) Hayrıhah ve babacandır. Herşeyi görmez, kur sur bulmaz, müsamahası boldur. Kalenderliğe mütemayildir. Men- faat bususunda hırs — göst daha ziyade lıın.ııtklr[g e::::: yül eder. ve merasime ri- ayet etmekten çabuk sıkılır. Fotoğraf Tahlil Kuponunu 1 inci Sayfamızda bulacaksınız. DAKTİLO Bugünün Romanı U 5 GUO Yazan: Z. Şakir — Hayır.. medim... Çocuk yukarıdan seslendi : — Ustal Karıyı tuttun mu?.. — Tuttum, tuttum.. Kaç tane kırıldı, sen onu haber ver ?.. — Hepsi kırıldır usta.. Tepsi bile, yamru yumru olmuş ... Ben, dimdik duruyor ve git- tikçe öfkesi artan kahvecinin, vereceği hükmü bekliyordum. Kahveci, bir taraftan beni ka- çırtmamak için temkinli bir vazi- yet aldı, bir taraftanda hesap karanlıktı, göre- | etmiye başladı. — Üç kahve filcanı, on beşer- den eder, kırk beş.. Üç su bar- dağı, onlar da sekizerden, eder yirmi dört.. kırk beş, yirmi dört daha.: eder, altmış dokuz.. efen- dime söyliyeyim, bir tane çay bardağı, üstündeki küçük limon tabağile on iki kuruş. ne dedik ti, altmış dokuz on iki daha seksen bir... Filcanlardaki üç kahve üçer kuruştan, sek- sen dört, bir bardak ta çay üç kuruştan seksen yedi. Hadi, on kuruş ta tepsinin tamirine ta- mam doksan yedi. Çayın limonu da sana caba.. haydi bakalım ver, doksan yediyi.. yoksa, buradan bir adım atamazsın... Damarlarımdaki kanın tama- men kuruduğunu bissettim. Diz- lerim okadar titriyordu ki: Duva- ra dayanmıya mecbur oldum... Yavaş yavaş çantamı açtım. Pa- ralarımı çıkararak avucuma say- dım. Tamam on yedi buçuk kuruş, beş para çıktı. Bu paraları, kah- vecinin avucuna boşalttıktan son- ra, hemen kolumdaki saati çı- kardım. — Param çıkışmadı. Her hal- de bu saat, borcumun üstünü öder zannederim. Dedim. Kahveci, evvelâi yüzü- me ve sonra, saate baktı. Saati avucunun ortasına alıp, tartar gibi bir iki defa salladıktan son- ra, tekrar gözlerini kaldırdı: — Sen, böyle şeylerden ka- çacak bir hanıma benzemiyorsun amma.. hele şunun doğrusunu söyle. Dedi. Zaten, artık hislerimin bütün isyanları, bir bomba gibi patlamak haline gelmişti. Boğula buğula cevap verdim: — Hayır.. Kaçmadım.. Bun- ları kırdığım için kaçmıyordum.. Ne olur, kırılan şey — varsın, iki filcan olsun.. bunları ödemek,nasıl olsa kabil olur... Fakat bir alçak, beni korkuttu.. Ben ondan... Kahveci, derhal sözümü kesti, Biraz bana doğru eğilerek : — Yoksa, şu Zülfü Beyin yazıhanesinde mi idin?.. Sükütum, kahveciye her ha- kikati anlatmış oldu: — Hanım.. zaten orada kav- ga, niza eksik olmaz ki... Ne işin vardı orada?.. Sen eli, eteği temiz bir kadma benziyorsun... Ve, başını iki tarafa sallıya- rak devam etti.. — Hasbinallah, Yarabbil.. Şu saâtini al.. Şu paralarını da al., Hadi sana da, bana da geçmiş olsun... Elimle, onun ellerini ittim. Boğazımdan bir - bıçkırık gibi çıkan sözlerle: —Hayır.. Bunlar, senin hakkın- dır. Benim yüzümden kimseye zarar gelmesini istemem. Yalnız, d.ı,ıucık ü haldeı degıl:lm. Rica ederim, bara yolver gide: Dedim, Fılyuı! ©, E7M u — Şart olsun ki, ön para al- mam.. Ne yapalım, bir kazadır olmuş.. Baş, göz sadakası olsun.. Al bacım al., Bugün dünya yarın ahret.. Dünya ve ahrette benim hemşirem ol. Diye ısrar etti. Lâkırdıyı, da- ha fazla uzatacak halde değildim. Verdikleri mi büyük bir mahcu- biyetle geri aldım. Derin ve minnettar bir nazarla bu saf ve licenap adamın yüzüne baktım, Hanın kapısına do; rümiye başladım. e Te S ikol Kahveci daha hala söyleniyor: — Bir diş ehletinin kolundan saatini soyup alacağım da ondan hayır mı göreceğim, Hiç adamlığa yakışır mı bu.. Hay, boynu altında kalası herif hay.. Zavallıyı ne kadar sıkıştırmış Yüzüme, geniş bir hava çarp» tı. Gayri ihtiyari, gözlerim yukarı kalktı. Karşıdaki hanın üçüncü kaşındaki pencere açılmış, bir iki kişi başını çıkarmış, bir Zülfü Beyin pencerelerine, bir de bana bakıyorlardı. Başımı önüme eydim ve bü- tün kuvvetimi toplamıya çalışarak süratle yokuştan indim, * Eve, yayan gidecek halde de« gildim, — Sirkeciden, — tramvaya bindim... Beynimin içi, bir girdap gibi kaynıyor, müfekkeremde canlanan bir takım facıalı düşün- celer, biribirine çarpıyor ve ha« yalimde korkunç alevler yaratı- yordu. Şu anda elimde bir kud- ret olsa, bütün bu koca dünyayı bu alevlerle tutuşturmak, kendi- mi de kaldırıp o alevlerin orta- sına atmak istiyordum. Neme lâzımdı benim, bu ha- yat?... Sanki daktilo olup ta, ba: şım göğe mi erecekti?.. Anneci- ğimin dizinin dibinde, büyük bir emniyet ve tamamen müsterih bir kalp ile çalıştığım imalâtha- nenin suyu mu çıkmıştı?..Pek adi gördüğüm ameleliği, bir türlü nefsime yediremiyerek, daha şe- refli bir. mevkie çıkmak iste- miştim, Pekâlâ.. Bu şerefli mevkie çıkmak için lâzım olan basamak- lar, vicdanım ve namusum mu olacaklı ?.. Sait Beyin karısını bir tekmede ezerek onun mevkiine geçmek.. Veyahut, Zülfü Beyin masasına oturarak -rakısını içme« sem bile mezesinden ğxyerek—oııu eğlendirmek... Hayır, hayır.. Bun- lar, bunlar, benim yapacağım işler değil. Haydi bakalım Kevser!.. Yol yakınken geri dön. Doğruca, yine tütün imalâthanesine.. Yine senin o mahut ( Yaprak Lisesi ) ne.., ( Arkası var ) ı Sinema Ve Tîyanlrotarı ALKAZAR — Şebir ipıkları ALEMDAR — — Kaçakçılar ARTİSTİK — Yarasa ASRİ — Sahra geceleri ELHAMRA — Haydat Aşla EBIUVAL — Göl Ceheaneml GLORYA — Sevkiden sonra BİLÂL — Çanalkkale KEMAL B. — Volga sahillerlade MAJİK - Soliy MeLük — Gönlül kimi severse Bukli — Çanak kale OPERA — Yurana ŞIK — İstanbul sokaklarında Kadıköy Süreyya — Büyük ihüras Üsküdar Hale — Esir Melike Kadıköy — Yeldeğirmen Lüke simemada

Bu sayıdan diğer sayfalar: