24 Mayıs 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

24 Mayıs 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

pr Sayfa pe 4 nn, mağ Fakat hayir, o papağanların ötüşmelerinden başka bir 86 yoktu, p Makar tekrar yürümeye baş- ladı. Şimdi ağaçlar seyrekleşmişti. "Beş on metre daha yürüdüler, © Seyrek ağaçlar da kayboldu, kü- © çük bir meydanlığa çıktılar. Bu meydanlık ağaçların hitam buldu- — ğu'noktadan itibaren yükselen kü- çük bir tepe halindeydi. Ve te penin tam zirvesinde de bir buçuk iki metre yüksekliğinde iki tane kaya parçası vardı. Makar yek- diğerinden on metre kadar fas > dalı olan bu kayaların ortasına — geldikleri zaman © yorgunluktan © “itmiş gibi yere çöktü. Viyar ayakta duruyor, etras fına bakınıyordu. Üzerinde bu- lundukları tepe vakıâ yüksek bir şey değildi. Bununla beraber yine mubitine hâkim olabilecek kadar irlifaı vardı ve buradan bakıldığı zaman cenup istikameti aşağda ormanlığa kadar pek iyi görünüyordu. Fakat şimal isti- kametinde ağaçlar dereyi göz- den tamamen saklıyordu. Viyar bu bakışına nihayet ver- diği zaman: — Daha yürüyecekmiyiz! di- ge sordu. Makar avucuile yere vurarak, — Hayır gel'ki Cevabını vazdi, — O halde mükemmeli O da küreğini yere bırakarak Makarın yanına oturdu. * Zenet Cekiye gelince o, bir &muzunda kazma, öbür omuzun- da kürek ayakla duruyor, Ce- nup istikametinde sahile kadar uzanan sahaya dalmış bakiyordu. — lüktu, taş devrinden henüz çık- mış, yabut insanlığın o devrinden o bu nesline yadigâr kalmış gibi . idi. Bir metre seksen santimden daha uzun bir boyu vardı. Vü- cudü da çok muntazam, güçlü kuvvetli yapılmıştı. Tilman ondan © bahsederken fazla mübalâğaya © düşmeden: 3 — Üç kişinin birleşmiş kuv- vetine maliktir, derdi. Bununla beraber Ceki muha- tabının üzerinde boyuna ve cüs- sesine rağmen büyük bir adam © değil, küçük bir çocuk tesiri ya- pardı. Esasen kafası da bir çocuk kafası idi ve belki bunun tesiri ile. hareketlerinde bir çocuk çe- vikliği vardı. 4 Dimağı muhakkak hiç kıvrın- — İsız, dümdüz bir hayvan dimağı - gibiydi, bir kuş gibi kararsızdı. Bir noktada durmaz, hemen yani- başından başka birşeye takıl © seszdı. ok Ceki bir sergide iyi yaratıl- © miş bir insan nümunesi olarak © teşhir edilmiş, bir içtimada da — Hristiyanlığın bu iptidai adam- ları sinesine alması 'âzımgeldiği iddiası etrafında mühim bir kom- ferans verildiği sırada halka gös- terilmişti. a Cekinin hayatına gelince o, İşi arkadaşların yanında iyi, — Kemaların yanında fena olmuş- im, Hayatını tehlikeye koyarak iy deniz canavarına yem olması- o &x tamak kılan bir çocuğu kur- tarmış, başka bir günde eli si- İh bir çeteve dahil olarak hırs es yapmıştı. Hulâsa hayatı e. Ça | Zenci Ceki iptidaf bir mah- | a DME, e 5, e VE MAŞ Cenup Denlilerinde Bir Sai Macerası | Altın Peşinde. pa © Uç Serseri. Üç Milyoner Muharriri Stakpool —6) — Ce'rinin Asıl Efendisi Tilmandı, Fakat Zencide Kafa O Kadar Zayıftı Ki, Efendisinin Ne Olduğunu Bile Düşünmüyordu tesadüfe ve altında bulunduğu tesire tabidi. Cekinin hakik! efendisi Tik mandı, filhakika onu bu sergü- zeşt için bulan ve tutan Til- mandı. Bununla beraberişte şim- di Ceki efendisinin ne olduğunu ve nerede kaldığını hatırına bile getirmiyordu. Yelken gemisi kendisini çe- ken ipe nasıl itaat ediyorsa o da Makarın verdiği emirlere öylece riayet ediyordu. Makar biraz (o dinlendikten sonra ayağa kalkarak kazmayı yakaladı.$ Şimdi bin bir gece hi- kâyelerinin meşhur bir masalında gizli bir definenin başına gelen adamı hatırlatıyordu. Yüzü heye- canının tesirile tekrar sararmış ve ter içinde kalmıştı. Yakaladığı kazmayı yere bı raktı, arkasından baltasını çıkar- idi. Tekrar kazmaya yapıştı, kararsızlık, hatta korku içinde idi : İşte on beş sene, hatta daha fazla bir zaman var ki, hep ba defineyi düşünüyordu, hep onun hayali ile vakit geçiriyordu, onu mukaddes bir gaye gibi bili- yordu, günün birinde ulaşılacak bir cennet halinde görüyordu. Ve nihayet artık bu cennetin eşiğine ayak basmıştı, tarif edik mez bir heyecanla sarsılıyordu, içmeden sarhoş olmuş gibiydi, başı dönliyordu. Bu define onun bütün arzula- rını bir yere toplamış, bir mec- mua halinde temsil ediyordu, mahrumiyetlerle, hırsızlıklarla, ci- nayetlerle geçen bir hayatın mw- kabil safhasını teşkil edecekti, Artık isteyip te bu ane kadar yapamadığı herşeyi yapabilecekti. | Arkası var) Çankırı “Civarında Bir İstihsal Merkezi iKalecik, Gülüm Usullerinin Eskiliğine .Rağmen Şarap Ve Testilerile Meşburdur Çankırı (Hu- susi) — Çankırı- Ankara yolu or- tasında bulunan Kalecik kazası na birkaç gün evvel o uğradım. Yüksek bir ka- lenin © eteğine kurulmuş bir şe- hir. Binaları git- tikçe mamurla- şan, (o sokakları temizleşen oObü mahalle birkaç sene evvel de gelmiştim. O za- manlar çok harap bir yerdi, ber tarafı yıkık gibiydi. Fakat bugünkü vaziyetile çok güzel görünüyor. Ve gittikçe güzelle- şeceğe benziyor. Yalnız çarşıyı gezerken benimle beraber yürü- yen yolculardan birisi kolumdan tutup; — Gel sana bir garibe gös- tereyim! dedi.. Beraberce bir çadırran önünden geçtik ve umumi helâların bulunduğu yere geldik. — Nasıl diye sordu. Ben cid- den şaşırmıştım. Çünkü sokak ortasına çömlekle oraya girmek arasında hiçbir fark yoktu. Kalecikte yegâne görülen is- tihsal faaliyeti şarapçılık ve tes- ticiliktir. Şarabı çok güzel ve enfestir. Okkasını 50 kuruştan o ver- mekte iseler de bu şaraplar ma- balli balk için yapılmaktadır. Bağları o çoktur. Bahçeleri güzel ayva yetiştirmektedir. Gi .l e 7 gn EE Kaleciğin bir köşesi Testilerin o imalinde de çok eski bir usul hâkim, Fakat Ka- lecik testileri her yerde meşhur- dur. Sebebi ise yazın suyu çok soğuk tutmalarıdır. * Kaleciğin (o iktisadi vaziyeti, görünüşte, zararsızdır. Para buh- ram yok gibidir. Bunu orada sa- tılmakta olan halıların pahalı olmasıdan ve fazlağından anla- mak mümkündür. Kalecik için çok faydalı olan son seneler zarfında Çankırı - Ankara arasında işlemekte olan kamyonların buraya behemehal uğramaları odolayısile yolcuların bıraktığı para hem alış verişi zi- yadeleştirmek, hem de şehre iş- leklik vermektedir. Et piyasası yüksektir. Okkası kırk kuruşa (1) satılıyor. Ekmek meselesinde de Belediyedin faali- yete geçmesi lüzumlu görünüyor. Okkasi 6 kuruşa olan ekmekler pişkin değildir ve siyahtır, KEMAL KADRİ mi ie und ii sali GRİ ba eğ b Bu Sütunda Hergün Nakili; — Hüseyin Zeki Bir Saatin Romanı Edip Kemal Beyin otomobili, hiçbir frene dokunmadan durdu. Yani bozuldu. Boş yere biraz çabaladı amma derhal anladı ki bu işi başaramıyacak.. Kadıköyünde idi. Kuvveti bazuya vererek arabayı ite ite biraz yürüttü ve sonra bir gara- jin önünde durdu. Nereden hasta olduğu tetkik edildi, muayene edildi, nihayet cerrahbaşı - yani makinist demek istiyorum - teş- hisini koydu: — Ehemmiyetsiz. Bir saat kadar dolaşınız şöyle; avdetinizde otomobiliniz hazır olacaktır. Güzel amma insanın yapılacak bir şeyi olmadığı zaman bir saat ne kadar uzun sürer! Edip Ke- mal Beyin de Erenköyündeki evine dönmekten başka işi yoktu. Tamir bitinciye kadar orada bek- lemek daha iyi idi. Yalnız, bu caddede, insanı azıcık olsun alâ- kadar eden bir şey de yoktu. Ne yapabilirdi ? İki üç sokağı şöyle dolaştı. Saatine baktı, ancak on dakika geçmişti. Şimdi iş, bir kahveye gidip esnemiye kalıyordu. İşte o zaman kafasında bir şimşek çaktı: — Ayol! Şurada bizim Cev- det Beyler oturmuyor mu? Gidip bir ziyaret edeyim.. Diye düşündü. Bu Cevdet Beyler, Edip Ke- malin samimi ahbabı değildi. Ne münasebet! Edip Kemal onlarla berabe bulunduğu zaman daima sıkılırdı. Belki her iki aile ayni seviyede idi. N Fakat ayni merdivenin ayni basamağında değildiler. Edip Ke- mal Beyi, otomobilde gezdirdi- ğim için altın üzerinde yuvarla- nıyor sanmayın! Dikkat buyurur- sanız ( anlıyacaksınız ki bindiği otomobil, oçarçabuk bozulduğu için, pek te iyi bir mal değilmiş. Onu kelepir almıştı, Hayır! Bu delikanlı çok asil fakat mütevazı servete malik bir aileye mensup- tu. Kendisi avukattı. Lâkin öyle avukatlardan ki, sesi, adliyede çok işitilmez. Halbuki Cevdet Beyler çok zengindiler. Kadıkö- yünde yeni yaptırdıkları apartıman çok güzeldi. Orada ziyafetler veri- lir, gece kabulleri olur, danslar yapılır ve.. büyük paralar oynar- dı. Cevdet Bey bir bankada idi. “ Marvello'nun sağ kolu, diye ilâve etmeden, ondan kimse bah- setmezdi. O Marvello ki beynek milel büyük bir iş adamı idi. Edip Kemalin babası ile Cevdet Bey ayni şehirde doğ- muşlardı. Edip Kemalin babası, oğlunu, tahsilini bitirmek için İstanbula gönderdiği zaman tabi Cevdet Beye emanet etti. Vazi- fedir diye onu evlerine davet ediyorlar, o da nezaket eseridir diye oraya gidiyordu. Ona pek fazla ehemmiyet veren olmu- yordu, O da, böyle bir şey beklemiyordu. o Cevdet (Bey soğuk (O davranıyordu; Enise Hanımefendi lütfen derslerini, imtibanlarını sorar, cevaplarını dinlemiye kadar varmazdı. Ya te- nis şampiyonu Rükzan Hanım? O da, bir alay genç kız ve deli- kanlı içerisinde dans ve spordan başka bir şey konuşmazdı. * — Adam sen del... dedi. Ma- demki sokaklarına kadar geldim ve geçirilerek bir saatlik zama- nım var... Saat o altı.. o Hanmefendile küçük hanım şüphesiz evde değillerdi. Lâkin metodik bir adam olan Cevdet Bey, saat beş buçukta evine avdet etmiş bulunurdu. Aksilik bu ya » zaten insan ne düşünse zıttı olur Hanımfen- di ile küçek Hanım evde idiler de Cevdet Bey yoktu... Her ikisi de salonda yalnızdılar. Edip Kemali hayretle karşıladılar: Hakikaten onları ziyaret etmek delikanlının âdeti değildi. — Otomobilim tamir edilin- ciye kadar vakit geçirmek için geldiğimi söyliyemem yal diye düşündü, Terbiyesizlik olur bul. Ve bu düşüncesini keşfetme- sinler diye sözlerine bir hararet verdi: “— Çoktanberi ziyaret ede- mediği için çok mahçuptu... Fa kat bu İstanbulun hayatı o kadar meşgul edici idi ki insan bir an boş kalamıyordu... En çok sevdiği ve arzu ettiği şeyleri yapmasına mâni oluyordu... “Bu evde kendisine karşı gösterilen büsnü kabulden ziyadesile müte- hassisti,.. Esasen, Cevdet Beye- fendiye - müsaadeleri ile» çok - büyük bir hissi takdir ve hürmet besliyoruz, Sözlerinin tesir yaptığını his- sedince büsbütün canlandı. Ha- rımefendi ve küçük Hanım, onu, hakikaten çok dikkatle dinliyor. lardı. * Sanki beni ilk defa görü- yorlarmış gibi - diye düşündü- beni daima birçok kimselerin içinde ne sanıyorlardı, kim bilir?.. Şimdi beni keşfettiler; ve tabii bir surette daha ziyade parlamak arzusunu duydu. Söyledi, söyledi; güldü. Hanımefendi ile küçük hanım, arasıra bir kelime ile cevap veriyorlar, lâkin canla başla dinliyorlardı. Nihayet: — Cevdet B. Efendiyi görmek saadetine mazhar (o olamıyacak mıyım? dedi. Enise Hanımefendi canı sıkı mış gibi cevap verdi: O... O benüz avdet etmedi... Edip Kemal güldü: — Fazla gecikmiyeceğinden Eminim!... İtiyatlarım bilirmi... Müsaade ederseniz bir parça da- ha bekliyeyim. Elini © sıkmadan gidersem meyus olacağım. Hanımefendi ile küçük hanım bakıştılar... Sonra Enise hanıme- fendi yavaşça: — Çok naziksiniz, Edip Bey! dedi. Neşe ile, şevk ile ve kendi- sini sempatik hissettiğinden do- layı mes'ut, on dakika kadar da- ba gevezelik etti. Sonra, bir sa- atin geçtiğini ve otomobilin ha- zır olduğunu besap ederek ayağa kalktı, Cevdet Beyefendi henüz avdet etmemişti. ( Yarın bitecek )

Bu sayıdan diğer sayfalar: