3 Eylül 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

3 Eylül 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— GeceSaat 3te Cesur Türk Müfrezeleri İngiliz Mevzilerine Kadar Sokuldular v r | 10 Sayfa SON POSTA ÇANAKKALE ** Karaya çıkaliıdanberi henüz su menabil — bulunamamıştı. — İhraç edilen mekkâre hayvanları pek azdı ve efradın ihtiyacı olan su ve cephaneyi sahilden cepheye kadar efrat vasitasile taşımak mecburiyeti vardı. Geco yarısindan sonra bazi cesur Türk — müfrezeleri İngiliz mevzilerine kadar sokuldular ve büyük mikyasta bir mukabil ta- arruz olmadı. Maamafih bazı İn- giliz kıtaatı bütün geceyi ateş etmekle geçirdi ve birçok nok- 'talarda cephanenin bittiğini ve yahut faik kuvvetlerin taarruzuna uğradıklarını ve takviye kıtaatı gön- derilmedikçe tutunamıyacaklarını bildiren haberler geldi. Bunun neticesi bütün efrat geceyi endişe içinde ve uykusuz geçirdi. Ancak “ertesi sabah, bütün geceki za- yiatın beş altı kişiyi tecavüz et- mediği ve bütün geceki telâş ve velvelenin bozuk âsaptan ileri geldiği anlaşılabildi. Böylece, Anzacta olduğu gibi cenup mıntakasında da sabahleyin ümit edilen zafer tahakkuk etme- di. Gerçi karaya çıkma emrivakii muvaffak olmuştu. İntihap edilen beş sahilden üçü şafaktan biraz sonra zapt ve dördüncüsü, bilâ- mukavemet ele geçirilmişti. Bü- tün gün Türkler İngilizlerin 12 1/2 taburuna karşi 2 taburdan farla asker koyamamışlardı. Buna rağ- men 29 uncu fırka, gün batarken | şibih cezirenin ancak sahil kısım- larında tutunup kalabilmişti. Harekâta Bir Nazar Kuvayi seferiyenin 29 uncu firkaya birinci günkü hedef ola- rak tayin edilen mevkileri bütün muharebe müddetince işgal ede- memesi yeknazarda bu hedefin çok büyük bir nikbinlik eseri olarak tayin edildiği fikrini verir, Fakat ©o tariht günkü vakayi birer birer tahlil edildiği vakit bu ilk fikrin yanlış olduğu ve Ahibabayı 25 nisan günü zaptet- mek hususundaki plânın muvaf- fakıyet — ihtimallerinin pek kuv- vetli olduğu anlaşılır. Binaenaleyh geçmiş vakayiden İstifade etmek için ademi muvaffakıyetin muh- telif esbabını dikkatle ve yegân yegân tahlil etmek elzemdir. Bu esbabın başlıcalarından biri karadaki yüksek rütbeli zabitan — arasında — vaki — olan müthiş ve gayritabil telefat idi. Harekâtın — daha başlangıcında 29 uncu fırka 3 liva ceneralından ikisini ne üç Bozadadan - Major ikisi ve X."W ve Y sahiline Fotoğraf Tahlili Kuponu l'nm.ııniıı öğrenmek — istiyorsanız — | l fotoğrafınızı S adet kupon ile bi | | likte gönderiniz. Fotoğrafınız straya tâbidir ve iade edilmez. Fotoğrafın - klişesi BO kuruşluk Plünm kabilinde gönderilobilir. çıkan 4 1-2 taburundan mürek- kep setir kıtaatının piyade za- bitlerinin kısmı azamını kaybet- mişti. Bu önüne geçilemiyecek bir felâketti. Fakat o günkü veka- yide — ve — muvaffâkıyetsizliğin amilleri meyanında, — harekâta dair verilen emirlerdeki fazla ka- tiyet ; başkumandanlarının elinde derhal — kullanabileceği — ihtiyat kuvvetleri bulunmaması, muhabere ve irtibat tertibatının bozukluğu ve 29uncu fırka karargâhının bir harp gemisi Özerinde bulu- nup karadaki harakâtı adamakıllı kontrol edememesi gibi müessir daha bazı esbap vardı. Açık bir sahile kayıklarla çıkmak hususunda, bilhassa bu sahiller dar, kayıklar küçük ve az olduğu zaman, ihraç ameliyatı ancak berri ve bahri erkânı har- biyeler tarafından bütün tefer- ruatına kadar evvelce hazırlan- miş olan — talimatnaameyi harfı hafine tatbik etmek suretile filen kabil olabilir. Muharebenin bu kısmı için gerek karargâhı umu- miden, gerekse 29 uncu fırkadan verilen emirlerde bir noksan yok- tu. Fakat bu emirlerin, bunu takip eden vekayi karşısında fazlaca kat'i olduğuna şüiphe yoktur. Her şey yolunda gittiği takdirde neler yapılacağı hakkında okadar çok teferruat ile uğraşılmıştı ki gayri muntazır. ahval — karşısında ne yapılacağı düşünülmemişti. Me- selâ Y ve S sakiline çıkacak kıtaat kumandanlarına evvelce verilen kat'i emirde, sahiller zap- tedilir edilmez, cenuktan inkişaf edecek olan ileri hareketine inti- İngiltere Hükümeti tarafındar Gazl n eserin tarellımesi. liyo od Yazan : Ceneral Oşglander | zar etmeleri ve bunun üzerine | Ahibabaya — vaki olacak — hü- cum için bu harekete kendile- | rinin de iştirak etmeleri bildiri- liyordu, — İşte bu — emirlerin kat'iyeti kumandanların elini ko- lunu bağlamış ve ihraz ettikleri muyaffakıyetlerden istifade ederek | V, W, X sabillerindeki efradın muavenetine koşmaktan menet- mişti. Karaya çıkmazdan evvel S, Y sahiline çıkacak efradın daha cenuptaki efrada yardım edebilecekleri dahi böyle — bir yardıma ihtiyaç bile olabileceği düşünülmemişti. Halbuki hakikat- te bu iki cenahta karaya çıkan ve 25 nisan günü akşama kadar hiçbir tecavüöze maruz kalmıyan bu kıtaat, şibihicezirenin bütün cenup aksamındaki Türk kuvvet- lerinin heyeti umumiyesinden çok daha fazla idi. S, Y sahillerindeki muvaffa- kıyetten — istifade —edememeğin öğrettiği başlıca derslerden biri de bu kabil ameliyat esnasında başkumandanın clinde beheme- hal bir miktar ihtiyat kuvveti bulunması lüzumudur. Düşman sahillerinde karaya çıkma ameli- | yatında, daha evvelden düşman kuvvetlerinin miktarını mevzile- rini ve tertibatını tahmin etmek, doğrudan doğruya karadan yapı» lan taarruzlarda olduğundan çok daha müşküldür. Sir lan Hamil- ton düşmamın en zayif olduğu tebeyyün eden iki noktaya bir- kaç tabur ihtiyat kuvveti çıkara- bilmiş olsa idi. Türklerin Helles ve Seddülbahirdeki mukaveme- tisin daha öğleden evvel kırılmış olacağında şüphe yoktur. (Arkası — var) On SekizMilyon Doların Mirasçısı Aranıyor Şimdiye KadarHak İddiasile Meydana Çıkanlar 450 Kişiyi Buld Amerikalı bir avukat, bir müddettenberi Fransadadır. Di- yebilirsiniz ki bundan daha tabil ne olabilir? Hakkımız var. Fakat bu adamın 18 milyon dolarlık bir servetin — mirasçısını — aradığını haber verirsek o vakit, bu se- yahatin nakledilmiye değer bir hâdise olduğunu elbette ki teslim edersiniz. Evet, Amerikalı bir avukat, Fransaya gelcrek 18 milyon do- larlık bir servetin — mirasçısını arıyor. Mesele şudur: Eski Alman eyaletlerinden Alzaslı bir karı koca, 1870 sene- sinde Amerikaya hicret etmiş- lerdir. Bu ailenin ismi Şeferdir. Şefer ailesinin biri erkek, diğeri kız olmak üzere iki çocağu vardı. Erkek çocuk bir müddet son- ra evlendi. Kız da evlendi. Az müddet sonra ise Şefer ailesinin iki rüknü de öbür dünyaya göç- tüler. Evlenen kız, çok zen- gin bir adama varmıştı. Bu ada- min muazzam pamük - tarlaları vardı. Bütün bu servet kadına 5 Amerikalı Avukat Kuraman kalmıştı. Bir ay evvel bu kadın da ölünce, paralar, Şefer ailesi- nin Alzas vilâyetinde kalan tek bir. akrabalarına kalmaktadır. Fakat şimdiye kadar Şefer nile- sinden — olduklarım — söyliyerek Amerikalı Avukat — Karemana müracaat edenlerin adedi tamam 450 yi geçmiştir.. Adamcağızın bu müracaat akını önünde yese düşerek başımı alıp Amerikaya kaçması ihtimali yok değildir. — ŞE |  YE Bu Sütunda Hergün Yazan: Waci Sadullah “Kim Haklı?... ,, a TEaRn Darmen l ea Harbiye - Fatih tramvayı Tak- sime geliyordu. Ta Eminönünden buralara kadar tramvayla gelmek gibi büyük bir cesaret göstermiş olanlardan bir yolcu iki defa Fatihe yaya gidip gelmiş kadar yorulmuştu; geniş mendilile terini sildi, seslendi: — Biletçi, ben ineceğim, şu paranın Üüstünü ver! Biletçi hayretle yaklaştı: — Hangi paranın üstünü! Yolcu kızmıya başlamıştı: — Canım liranın üstünül Biletçi de kızar gibi idi: — Hangi liranın üstünden bahsediyorsun beyim? Yolcunun hiddeti artıyordu: — Canım bir lira verdim, biletin Üstüne 100 yazdın, " Bo- zukluk yok, birazdan toplanır veririm ,, dedin gittin; bir daha uğramadın ! r Biletçinin hiddeti artıyordu : — Bakayım biletinize? — Al bak! Biletçi uzatılan bileti eline aldı, evirdi çevirdi, yazı kendi yazısı idi: — Beyefendi ben bu parayı verdim, dalgayla parayı verdik- ten sonra karalamayı unutmuşum! dedi. Bu söz yolcuyu çileden çıkarmıştı. Hiddetten — kudura- caktı: — Sözünü hesap et. Ben dolandırıcı - değilim !.. Biletçinin hiddeti berikinin- kinden aşağı değildi: — Ben do enayi değilim, yalancı hiç!.. — Akşama kadar ayak Üstünde uğraş didiş, bin zahmetle üÜç kuruş kazan, sonra açıkgözlere beş gurüuş kaptır. Öyle yağma yok babam .. Yolcunun hiddeti tarif oluna- maz dereceyi bulmuştu. Elleri titriyor, ağzı titriyor, gözleri vah- sileşiyordu: — Efendi karşındakine — iyi bak! Ben üç buçuk kuruş için yalan söylemiye tenezzül etmeml. Biletçi: — Biz kül yutmuyoruz, dedi; o ağızlara kayık yanaşmıyor şim- di; sen tavlıyacak müşteri aral.. ©O aralık ortalık karıştı. Yolcu bir tokat savurdu. Biletçi topar- landı, mükabele etti. Tramvay durdu. Ahali - biribirine - girdi; kimisi ayırmıya uğraşıyor, kimisi bu tokat ve sille ziyafetinin tatsız — meyvasından — hissement olmamak için aradan sıyrılmıya çalışıyordu. Kalabalıkta - kaybet- tiğim Cahidi yanımda gördüm: — Haydi dedi, bu'yibi varye- telerin bu kadarını seyretmek tatlıdır, seyre devamda ısrar etmek ekseriya pahalıya mal olur. İne- lim. Hakkı vardı. İndik. Biz uzak- laşırken mühtelif seslerin biribi- rine karışmasından bir yaygara hâsıl oluyor, biletçinin ve yolcu- nun sesleri bütün perdelerin fev- kinde yükseliyordu. * Cahitle mektepten arkadaştık. Bir gün o arka kapıdan diploma aldı. Biz kaldık. Zaman zaman tesadüflerimde bana hep değişik kisvelerle muhtelif şahsiyetlerde görünmüştü : Bir gün asker, bir tüccar, daha öbür sefer komis- yoncu İl... Ben mektepten çıktım. Aradan epey zaman geçti. Onu görmemiştim. Bugün Eminönünden Taksime kadar tramvay seyahati yapmak cesaretini gösterenler meyanında tesadüfen ikimizde — bulunuyor- duk. İninceye kadar — itilmekten, kakilmaktan, kendimizi koruma- ya çalışmaktan, konuşmaya vakit bulamamıştık. — Şimdi — kolkole yürüyorduk. — Ne dersin bu işe, haksız? —Vallahi aklım ermedi; anlı- yamadım! — Hakkın var dedi, aklın ermez, eremez del. Ve biraz sustuktan sonra devam etti: — Ben sana söyliyeyim. Bu işte biletçi de haklı, yolcu da... Şaşırmıştım. O, devam ediyordu: — Biletçi haklı, zira, hakika- ten iddia ettiği gibi lliranın üstü- nü verdi; yolcu da haksız değil. Zira o da iddiası veçhile filha- kika papelciğinin Üstünü alamadı. Gayriihtiyari: — Nasıl olur? dedim. Du- daklarında büyük bir zafer ka- zanmış İnsanların mağrur tebes- sümü kıvrılıyordu. Gayet tabil bir şeyden bahseder gibi: — Fakirin yeni mesleği bu; dedi... Başım darda kalınca ka- labalık bir tramıaya biniyorum. Alelekser biletçi bütün lira ve- ren üç dört yolcuya bozuk para yetiştiremiyor. Biletlerinin arka- sına 100 yazıp geçiyor, tramvay tenhalaştı mı, işaretli bilet sahip- lerine paralarının üstünü veriyor. © aralık ben de faaliyete geçiyo- rum. Biletçilerin boyalı kalemle- rinden ben de bir adet edindim. Biletçi o kalabalıkta borçlandığı kimselerin yüzlerini bittabi tanı- mıyor. Ben de biraz sonra bittabi bütün diğer alacaklılardan evvel arkasına 100 adedini yazdığım biletimi biletçiye uzatıyorum: — Efendi, diyorum, ineceğim, paranın üstünü? — Biletçi biletimi alıyor, ba- kıyor, doğru. Papelin üstünü t- kır tıkir sayıyor; şikir. şikir. alıyo- rum, Sonra alacaklılardan para- sını en geç İstemek talihsizliğine uğrıyanla biletçi arasında gördü- ğün şekilde maraza çıkıyor. Zira za- vallı biletçi borçlandığı kimselerin yüzlerin tanımıyor, tanımiyor am- ma, kaç lira üstü borçlandığını bit- tabi unutmüyor. Hesap aksayınca netice gördüğün gibi alelekser silleye tokata biniyor. Görüyor- sun ya, yolcu da haklı, biletçi de! Ne yapalım birader, geçim dün- yası bu.. Arada sırada, bugün olduğu gibi, hikâyenin, bugün senin de şahit olduğun son faslını seyret- mek zevkinden kendimi mahrum etmiyorum. kim Bu vaziyet karşısında, ben kolumda ağırlaşan arkadaştan, bir daha selâmlaşmamak Üzere mümkün olduğu kadar çabuk ayrılmıya çalışmaktan başka bir | şey yapamadım.

Bu sayıdan diğer sayfalar: