4 Ağustos 1934 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

4 Ağustos 1934 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Arabistandaki Gizl Yazan : &* * Vakıa bu yüzden arada hasıl olan soğukluklar her iki tarafı da müteessir ediyor, fakat bütün gayretlere rağmen uzlaşma, an- laşma imkânı da bulunamıyordu. Bu husustaki muhabereler, mükâ- lemeler, tavassutlar hep suya düşüyor, iki taraf gazetelerinin dünyanın öbür ucundaki hıristiyan devletlerle anlaşabildiği halde iki komşu ve kardeş milletin bu halde bulunuşu ( bir ayıptır ) demelerine rağmen aradada ihti- lâf devam ediyordu. Bu halden —müteessir olan Mısırlılardan büyük bir kısmi İbnissuuda, Hicaza Ebul Uuruba * Arapların babası - Ahmet Zeki Paşayı gönderdikleri ve bu pek mühterem — ihtiyarın her türlü çalışmasına rağmen de yine müs- bet bir netice elde edilememişti. Arapların babası Ahmet Zeki Paşa Türkiyeye çok muhip, ve Türkleri pek sevmekle meşhur olduğu kadar umumti harpten sonra (Arap ittihadı) için çalışan- ların da başında bulunan - bir şahsiyettir. Maiyetinde zavat ve bir hayli Misırlı gazeteci ile gelip İbnissutla uzun uzadıya temas ettiği halde Arap ittiha- dına vakfı nefsetmiş bu zat, ne- den Mısırla İbnissuudun arasını düzeltmiye bile mavaffak olama- mıştı. İşte karşılaştıkları vakit Mısır konsolosunun — Mister — Filby'ye, manidar bir bakışla: — İnte musibe ya Filbyl Demesinin ve: — Ben dostlarımın biribirlerile dost olmalarını kıskanırım! Cevabını almasının - sebebini biraz anlamış — oluyoruz. —Fakat daha iyi anlıyabilmek için biraz izah etmeliyim. Ibnissuut Necitten akın ederek Hicazı işgal ettiği ilk &enenin hac mevsimindeyiz. Vehabiler bütün islâm âlemine Hicazı herkesten iyi idare ede- bildiklerini göstermek — maksadile bu hac günleri için hazırlanıyor- lar. Senelerle yapılmış propaganda hasebile Vehabilerden ürken bir çok — müslümanlara davetiyeler gönderiyorlar, ve Hicazın bütün müslümanlara açık olduğunu ilân ediyorlar. Mısır hükümeti de - senelerle devam etmiş olan bir âdet ve | anane icabı-bu hacce yine Mısır — mahmeli ile iştirak ediyor. Önünde askeri muzikası, mu- hafız askerleri, bir gelin gibi süslü —develerin sırtındakl kiy- metli örtülere sarılmış mahmel ve arkada binlerle Mısır ha- cısı ile bu Mısır mahmeli Hicaz sokaklarından — geçerek — Arafat yolunu tutüyor. Arafat dağları beyaz ihram- larına bürünmüş on binlerle hacı ile kaplıdır. Bir tarafta biraz sonra kesi- lecek, kurban edilecek binlerce koyun — melemektedir. — Yakan, kavuran çöl günesinin altında, yalçın kayaların üstünde dünyanın dörtbir tarafından gelmiş mümin- ler erecekleri en büyük sevabın eşiğindedirler. Artık bütün hasis keseler Fisebilillâh açılmıştır. Bir desti birçok — tanınmış | —Ü karış gölge bir sarı lirayadır. Ibnissuut ta, Veliahti de, diğer oğulları da oradadırlar. Fakat kimin nerede olduğunu görebil- menin imkânı mı var? Bir ana baba günüdür gidiyor. İşte Mısır mahmeli de geldi, Süzgün bakışlı bir devenin sırtında küçük bir ehram gibi sallana sallana gelen her tarafı sırma ile işlenmiş örtülerle kaplı mahmel, güneşin altında parıl parıl parlıyordu. Ve birden bir kıyamettir koptu. Silâh sesleri.. Yaralanan, düşüp ölenler.. Ortalık allak bullak oldu. bir an kan gövdeyi götürdü. Ve anlaşıldı ki Vehabiler Mısırlılara ateş açmışlar : — Kâfirler.. Diye bağrışarak Mısırhlara saldırmışlar, Onlar da bilmecburiye muka- bele etmişler. İbnissuudun küçük oğlu ve nâibi Emir Feysal (3) koşmuş, ateşi kestirmiye çalışmış, muvaf- fak olamamış.. Bunun üzerine bizzat Ibnissuut ortaya atılarak Mahmelin önüne geçmiş ve Vehabilere: — Evvelâ beni vurun!.. Diye bağırmıştır.. Eeğer Ibnisslut oraya yetiş- mese idi, kim bilir daha neler olacaktı. Hac meydanı kanla re- van olduktan sonra bu haber Mısıra çabuk ulaştı. Mütcassıplar, El'ezherciler: — Kâbe yolunu, hac yolunu bize kapamak istiyorlar, Vehabi- ( ler zaten zalim ve kâfirdirler, dediler. Milliyetperverler: — » — Bu, Mısırın şeref ve na- musuna bir tecavüzdür, diye gün- lerle, haftalarla atıp tuttular. Ibnissuut ise: — Bu bir kazayi ilâhidir, diye feryat etti. ü Filhakika Vehabi — mezhebi ipekliye, altın müzeyyenata, içki- ye, sigaraya, kabir önünde dua- ya, sakal traşına ve daha birçok şeylere olduğu gibi çalgıya da süse de düşmandır. Bu sebeple bugün Hicaz gümrüklerinden bir gramofon — bile — geçiremezsiniz. Hattâ şarkı seylemek bile yasak- tır, şarkı sesini duyan polis ka- pıya gelir dikilir. Ibnissuut diyor ki: — Höc için buraya yeni ge- len Vehabiler Mısır muzikasını ve parıl parıl gelen Mahmeli görünce kendilerini tutamamışlar, galeyana gelerek onlara saldır- mışlardır. Ancak ben işten ha- berdar olur olmaz canımı bile tehlikeye koyarak bizzat önlerine atıldım ve bu facıanın büyümesine mani oldum. Bu hareketimden daha büyük tazminat ve tarziye olur mu ? Bu doğrudur. Fakat gelin de siz işi Mister Filby'ye anlatın bakalım ! İşin aslına faslına vâkıf olanlar şöyle anlatıyorlar : — Mister Filby İbnissuut ile Necitten Hicaza gelince başarı- lacak birçok yeni meselelerle karşılaştı. İbnissuut artık çölde, kendi halinde bir aşiret reisi, ve çöl Evvelki sene resmen Ankarayı zi- su bir gümüş mecidiyeye, bir l yaret etmiştir. Z uvvetlerin İçyüzü | 4-8.934 sultanı olmaktan çıkmış, beynel- milel kıymet ve ehemmiyeti olan bir sahaya girmiş, bir kıral ol- muştur. ( Arkası var ) Dünya İktısat Haberleri Fransanın FHarici Ticareti Fransanın — haziran 1934 leri neşredilmiştir. Fransız — efkârın- mumiyesi vaziyetten çok mem- nundur, Çünkü bu senenin ilk altı ayında Fransanın ihracat kıy- meti bir sene aynı olarak 8 milyar frank ka- dardır. (670 milyon Türk lirası) . İhracat geçen sene ile aymı sevi- yeyi muhafaza ettiği halde itha- lât miktarı üç milyar frank eksil- miştir. 1933 senesi ilk altı ayında Fransaya sokulan muhtelif ecnebi mahsulât ve mamulâtı umumi kıymeti 15 milyar frank (bir mil- yar yöz milyon lira) iken 1934 senesi aynı müddet zarfında 12.614 milyon franga (bir milyar lira ) düşmüştür. Fransızlar, umumt dış- ticare- tinde bir azalış olmasına rağmen memnundurlar. Çünkü bu azalış ithalât kısmında olmuş, ihracat aynı kalmış ve böylelikle dış ti- caret bilânçosu Üç milyar frank lehde olarak düzelmiştir. * Brükselden bildiriliyor: Balçi- ka pamuk fabri- katörleri arasında bir anlaşma temini için — konuşmalar yapılmaktadır. Fabrikatörler, buh- ranın önüne geçmek için istihsal miktarını — azaltmak — istiyorlar. Şimdiye kadar birçok müessese- ler bu hususta mutabık kalmış- tır. Alâkadarlardan bazıları buna taraftar görünmüyorlar. Fakat fabrikaların yüzde seksen beşi bu anlaşmaya dahil olur olmaz geriye kalanların ister İstemez bu birliğe girecekleri muhahkaktır. Birliğin ne suretle ve iıtllı'ıı:uh uıltıılı“hlâ:.ıiı' gibi tedbirler alacağı henüz bi- linmiyor, maamafih umumi bir sa- tış bürosu teşkili şimdiden düşü- nülmektedir. * Haber verildiğine göre İngil- tere hükümeti ::;;: dı:ııı. maden kömürün- ıkan benzii den çıkarılan ben- A zin — istihsalâtını inhisarı kontrol altına almak arzusundadır. Böyle bir hareket esasen sanayi muhafilin- de de beklenmektedir. Ticarat Nezaretine, maden kömürü mın- takalarında bu İşe mahsus fabri- kaların kurulması için salâhiyet veren bir kanun projesi hazırlan- mıştır. Bu süretle hem - İngiliz kömürlerine yenl bir sarf yeri bulunmuş, hem de ilerideki her hangi bir harp için hazırlanılmış olacağı söyleniyor. e Dr. KEMAL NURi Cilt ve Zührevi hastalıklar mütehassım Beyoğlu: Rumeli han 16 : Tel : 40153 | Foransadan telefon ettiler. evvelkinin hemen | HİKÂYE Bu Sütunda Heryün İtalyancadan nakleden: #. Rauf ARTIK ÖLÜYORUM... BANA ACI Bir sürpriz yapmak için stüd- yoya giren Klaudia kocasını ke- derli görmüştü. — Marsel hasta imiş. Şimdi Gik mek isterdim amma, yarına Ama- re ti davasının son müdafaasını yapacağım. Yerimden bile kımıl- dayamam. Sen gidebilir misin? Klaudia kocasının verdiği bu | haberden ziyade, yapmış olduğu tekliften alıklaşmış, yüzüne bakı- yordu:— Ben mi gideyim? Sebep? Arkadaşları var... Onu yalnız bırakmazlar ki... — Hayır canım, doktor bana: * Marsel sizlerden başka kim- seyi istemiyor.,, Dedi. Yani seni ve beni, yegâne ve en çok sev- diği arkadaşları biziz. Klaudia, rica ederim, şu iyiliği yap bana, Bilirsin ki onu bir kardeşten daha ziyade severim. — Peki Jak giderim, bu ka- dar mütecessir olma, ağır bir şey olmadığını göreceksin. — Hayır yavrum, çok hasta imiş, - Daktor telefonla her şeyi açıkca söyledi. Hattâ kurtuluş ümidi olmadığını bile. Bu haber- den ne kadar mütcessir olduğu- mu tasavvur edemezsin, Adamcağız korkutulmuş bir çocuk gibi idi. Arkadaşının öle- ceğini düşündükçe fazlasile özülü- yordu. Marsel ile çocukluğundan- beri arkadaştı. Tam manasile müstesna bir arkadaşlık... Mek- tepte —“ Veruli — Vedelkanto ,, hariçte “ Jak ve Marsel,, ayrılma- sı kabil olmıyan bir riyaziye mua- delesi teşkil ederlerdi. Hep be- raber sevmişlerdi. Mutlaka ya iki kız kardeşle veya 'l,î .bı.r'l:dıılı ve yine a m Yıi!ııı bir defa ırk: daşlıkları muvazenesini kaybat- mişti. O da Jakın Klaudiaya aşık olup onunla evlendiği zamandı. Marsel ilk zamanlarda Klaudia- yı beyenmemişti. Fakat sonraları onda, zeki ve ruhu okşayıcı bir arkadaşlık — kabiliyeti bulmuştu. Böylece uzun seneler hep bir arada yaşamışlardı. — Şimdi ise ölümün tehdidi ile karşılaşıyor- lardı. — Hayır, hayır doğru değil! Otuz yaşındaki bir insan ölmüz, | değil mi Klaudia? — Evet canım! Müsterih ol. Derhal hareket ederim. Bu akşam sana telefonla iyi haberler vere- ceğime eminim, x — Madam, hasta sizi istiyor. Klaudia sıçrayarak uyandı: — Gidiyorum - dedi- fazla yorgunum da... Biraz uyuklamışım. — Ne yaparsınız. sabretmeli, Hayırlı bir iş yapıyorsunuz, belki şafağa kalmaz... danın hafif ziyası içinde, Marsel karyolaya uzanmış, yüzünü klı:ıyı db:ınwu. İıı!iı:ırın vermiş ol sıkıntı ile yorulmuş lorluîıuuki Klıudiıydın Iııyı= yecekmiş gibi bekli- yordu. Klaudia yüzünü sahte bir sakinlikle canlandırarak ona yak- laştı. Ateş gibi yanan alnını se- rin ve taze elile okşadı. Gözleri yaşarmıya başlamıştı. — Ağlıyor musun? O halde öleceğim doğru, değil mi? Ne yaparsın — kader... Beni dinle Klaudia: Ölmeden evvel seninle konuşmak ve sana bazı itiraflarda bulunmak — istiyorum. Bu sırrımı mezara götüremiyeceğim, Klaudia titredi. Müphem bir his onu büyük bir hâdisenin vu- kua geleceğinden haberdar etti. — Ne istiyorsun Marsel? Sa- kin ol yarın kocam da gelecek. — ÖOndan bana nel seni yalnız seni istiyorum. Altı senedir çekiyorum. Altı senedir sükütle kendimi yiyorum. Fakat şimdi.... Ölümün karşısında.... Seni sevi- yorum Klaudia seni seviyorum. Başı yastığa düştü. Yorulmuş, dudakları morarmişti. Kadın ha- reketsiz durdu. Ölmek üzere bu- lanan bu adamın feci itirafı onu yıldırım gibi çarptı. Bir şey söyli- yemiyor, bir şey anlıyamıyordu. — Seni darılttım mı sevgilim? Sana hiçbir şey söylemiyecektim. Saadetini bulandırmak - istemer- dim... Fakat ölüyorum... Beni bir daha göremiyeceksin, Bu kederli saatleri onutacaksın. Hatıram sili- necek. Mes'ut ölmem için senden bir şey istiyorum! Bir buse, yalnız bir busel.. Artık ölüyorum... Bana acı... Bunu senden son nefesinde bulunan zavallı bir hasta istiyor. Klaudia müthiş bir azap için- de ona bakıyordu. Bu yalvarıştan kalbi parçalanıyordu. Marsel ölü- yordu ve onu seviyordu, ona bir buse için yalvarmıştı. Hiç tered- düt etmeden — hastanın ağzına doğru eğildi ve... Arzusunu yerine getirdi. » — Mucize! Hakikaten mucize ! Hastabakıcı, bir çocuk gibi ellerini çırpıyor ve hiç ümit etme- diği bu hal karşısında mutat sa- kinliğini kaybediyordu : — Düşününüz ki dün akşam haletinezide idi. Karınız ona hayat bahşetti. Avukat Jak karısını göğsünde sıkark: — Teşekkür ederim Klaudial ve hastabakıcıya dönerek: — Görebilir miyim? dedi. — Geliniz ben size refakat edeyim. Klaudia bekleme odasın- da kaldı. Zihnini kurcalıyan niha- yetsiz düşüncelere daldı! Marsel iyileşiyordu. Her tehlikeden uzaktt. Ona ilk defa bu haberi verdikleri zaman sevineceği yerde korkmuş- tu. Marsel hayata dönerse ne olacaktı ? O gecel o itirafl busel Nasıl tamir edilebilirdi. Hâlâ dudaklarının üzerinde Mar- selin dudaklarının Ümitsiz tar- yikını, titreyişini ve ateşli nefesini hissediyordu. Hasta adam lâkayt iki dudak öpmemişti. Aralarında bir günahın gölgesi ve sadakat- sizliğin nişanesi vardı. Marsel da hayata kavuşacağı için mütees- sirdi. Tekrar yaşamak zevki, za- afının sebep olduğu vicdan azabı ile mücadele ediyor ve mağlüp oluyordu. — İyileşmesi arkadaşının mevcudiyetini ve saadetini altüst edebilirdi. Düşünmeden yaptığı bu hareketten bir mücrim gibi utanıyordu. Ah... O gecekl söy- lediği sözleri geri alabilmek, sil- mek, onları mahvetmek - kabil olsa idi... Jak onun yanında otu- ruyordu. Elini avucunun içine almış ona karısından bahsediyor- du. Ölümü bu kadar yakından iren bu adam birdenbire ken- ini topladı ve: — Klaudia mı? Karın burada mı? dedi. : — Bilmiyor musun? Dört gün- dür hep yanında idi. Ben ancak bugün gelebildim. Şu Amaretti Arkadaşının şaşaladığını bir Nasıl olur.. hatırlamıyor musun? — Ne diyorsun canım? Klav- dia mı? Karın? Halbuki ben onu Elda zannetmiştim. — Metresin mi? tamam, onun haştalığından haberi bile yok. — Garip şey! bak ateş ne tesirler yapıyor... O halde karından af dilemek mecburiyetinde kalıyorum. Onü Elda zannederek kimbilir neler söylemişindir. Kusurumu affetsin"

Bu sayıdan diğer sayfalar: