2 Temmuz 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

2 Temmuz 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ü AA A A AT A DLR , Fatağaa eT TTEİ Yazan : Orhan Selim KAN KONUŞMAZ! Son Posta Bir rıhtım kahvesinde borusu pen - cerenin tamına dayanımış bir gramafon rumca bir şarkı söylüyor. Hava açık. Renksiz bir kış güneşi. Usta gemilere baka baka ilerlerken birdenbire durdu. Karşıdan gâvur Ce-! Usta şaşırdı, Karşılaştılar. — Bu ne hal hocam? — Seyri Sefaine ateşçi yazıldım. Uatayla Cemal, penceresinin camına gramofon borusunun dayanmış oldu- ğu kahveye girdiler. İçerisi kalabalık. Duvarlarda boydan boya aynalar var. Kahvenin kalabalığı bu aynaların i - çinde kat kat, uzaklaşa uzaklaşa, kü - çüle, küçüle kayboluyor. Cıgara du - manı, Rumca, İtalyanca, Türkçe... Tay- falar, gümrük komisyoncuları, güneş- liklerinin siyah pırıltıları kırılmış ge - mici şapkaları, arkaya doğru atılmış fesler. Kahve ocağının üstünde Sultan Reşdaın ablak suratı ve kral Yorginin pala bıyıkları ve önü kabartma saçla- ryına taç oturtulmuş bir kraliçe. Gâvur Cemal kahveleri ısmarladı. Gramofon bir Adalar denizi şarkısı söylüyor. Dalgalı, ayışıklı, mandolini berrak ve sesleri zaman zaman çığlık- İnşan bir garkı. Kahvedekilet gramofo: nu dinlemiyorlar. o da bunu bildiği için kafasını cama dayamış, sânki sesi- Bi nıbtunda bağlı gemilere. duyurmak iştiyor. Cemal: — Şaştın değil mi? dedi. Birdenbire ateşçiliğe heves etmem — şaşırttı seni. Sana anlatmağa çalışacağım. Ama il- könce sen söyle: şu son günlerde be - nim hakkımda ne düşünüyorsun? aten — Söyliyeyim hocam. İlk seni tanı- dığım günden bu güne kadar neler dü- ümü apaçık anlatayım sana. Seni ilk tanıdığım zamanlar sana hay- randım, Tıpkı bir çocuk, babasını, son- ra mektebteki hocalarından bi na- sıl dünyanın en bilgili, en iyi. insanı sanırsa ben de sşeni öyle sanıyordum hocam. Bana çok şey öğrettin. Ne sor- dumsa cevabını verdin. Yeryüzünde| senin cevabını veremiyeceğin sual yok- | tur gibi geliyordu bana, Zaten kötülük te bundan çıktı. Seni kafamda bir lü- gat kitabı gibi görmekliğim işi bozdu. Çüönkü gitgide sorduğum sünlleri ce - vapsız bırakmağa başladın. Benim lü-| gat kitabında bazı sözlerin karşılığı ol-| madığını anladım. Bunu anlayınca ne| oldu biliyor musun? Rüştiyeye geçmiş talebenin, demin de söylediğim iptidaideyken — kafasında büyüttüğü hacasını birdenbire o kadar büyük gör- memeğe başlaması gibi ben de senin #andığım kadar dehgetli bir adam ol - madığını sezdim. Kızmıyorsun değil mi hocam? — Hayır!.. Sonra?. — Sonrası, hele şu yalıyı satıp Tev- fik Şemsinin selimlığına gitmen beti Şaşırtti. Senin belki bünim dostun ol duğunu, fakat bizden ne kadar uzak bulunduğunu anladım. Ne yalan söy- leyim hocam bende bu «biz» mesele- si, bu «bizlik» günden güne kuvvetle- şiyor. Ama şimdi de ateşçiliğe başla - man kafamı büsbütün altüst etti. Ben Bile; biz bile böyle bir hai düşmaktin korkarken. Nasıl şaşmıyayım, hocam, Tevfik Şemsinin Selâmlığı sonra ateş- gilik. Seni anlıyamıyorum artık. Se- nin hakkındaki son sözüm bu. Halin- den memnun yorgancı Selimi, gözü daha daha yukarlarda olan Ali ustayı, Ahmedi, anamı, Tevfik Şemsi beyi an- hıyorum, anlar gibi oluyorum fakat se- ni artık anlıyamayarım hocam. Ne dü- şünüyorsun? Ne yapmıak istiyorsun? Bilmiyorum. Gâvur Cemal gülmeğe çalıştı: — Ben de bilmiyorum, dedi. Kafam hiç bir şeye inanmıyor. Çünkü bugün- kü dünyayı akla uygun bulmuyorum. Akli olmıyan her şey benim için safsa- tadır. Fakat, bu da, neticetülnetice, bende bir nazari mülâhazadan ileri gi- mal geliyor. Üstünde iş tulumu var.İnata karşı protesto olsun diye, niçin nın Edebi Tefrikası: 32 demiyor. İşte bendeki tezatların baş - langıcı burada. Elli bin defa söyledim sana. Yalnızım. Tevfik Şemsinin se - lâmlığında kök salamıyacağımı bildi- ğim halde bir tecrübe edeyim, dedim. Olmadı. O kadar olmadı ki bütün kâi- senden saklıyayım, kendimi hepiniz - den kuvvetli görmek için, ateşçi ol - dum. Üç gündür ateşçiyim. Fakat a - teşçilerin arasına karışmış değilim, ka- rışamıyacağımı da biliyorum. Gramofonun — plâğını değiştirmiş - lerdi. Şimdi oynak bir bahriye çiftetel- lisi çalıyordu. Cemalle usta kahveden çıktılar. Yü- rüdüler. Cemal tek bacalı gösterdi: — İşte, dedi, benim yeni selâmlık burası. Yarın Trabzona gidiyoruz. Al- laha ismarladık. — Yine görüşelim hocam, — Görüşürüz usta... bir gemiyi e« BİR KIŞ GECESİ 0-0 Nuri ustanın anası Beylerbeyinde bir eeki bildiğe gece yatısına gilmişti. ıGüİiraxla usta evde ilk defa yalnızdı - ar. Gece. Dışarıda lâpa İâpa kar yağı - yor. Ömer dört aylık. Beşikte uyuyor. Usta, Gülizara gazete okutmakta. Gülizar, her satırı okuyor, sonra ne an- ladığını ustaya anlatıyor. Odanın ortasında tepeleme ateş do- lu pirinç mangal. Oda ılık. Usta bah- tiyar hissediyor kendini. Sokaktan bozacı geçti, Usta, sordu Gülizara: — Boza alalım mı? — Siz bilirsiniz efendim.. Usta, yarı şakacı, yarı ciddi çıkıştı: — Yoo Gülizar hanım, artık bu «siz bilirsiniz» ler çok oldu. Bir çok şeyle- ri benim kadar sizin de bilmeniz lâ - zım. Şimdi söyleyin bakalım, Boza a- lalım mı? n Gülizar kıpkırmızı: — Alalım ,dedi.. Boza alındı. Uata, Cülizarın uzat - tığı bardağı yudum, yudum tüketti, — Bu herif iyi boza yapar, dedi. Ge- çen yıl da hep bundan alırdık.. Gülizarın aklına birdenbire Gözte - pede, taşlıkta kalfalarla beraber boza içtikleri geldi. Oraya boza güğümlerle gelirdi. Seyfi bozayı sevmezdi. Hattâ bir gün büyük hanıma: «Bu âdi şeyi köşke sokmayın!» diye çıkışmıştı. Ko- ca köşkte paşafendiyi bile yıldıran bü - yük hanım Seyfi beyin bir dediğini iki etmezdi. — Ne düşünüyorsunuz ? Elinde boza bardağile çok uzaklara giden Gülizar silkindi. — Hiç bir şey düşünmüyorum efen- dim, dedi.. Usta, yine yarı ciddi, yarı şaka: | — Gülizar hanım, dedi, niye benim- le efendimli mefendimli konuşuyorsu- | nuz?, Haydi gelin ben size hanım de- miyeyim, siz de bana efendim - filân; demeyin.. senli benli konuşalım, ol - maz mı? Gülizar yine asiz bilirsiniz efendim» diyecekti. Fakat tuttu kendini. Büyük bir zorlukla: — Olur efendim, dedi. Saonra yine toparladı kendini: — Olur ,diye tekrar etti. Cemal, tek gözünü Gülizara dik - miş, şimdi onun mangalı karıştıran e- Tine bakıyor. Gülizarın beyaz ve kalın- ca bir bileği var. Şam işi altın bir bile- zikle sıkılmış bir bilek. Bu b'leziği Gü- lizar yeni takmış. Sandığından çıkar- msğ olbanlı, Üeta, Göllşirim bü srndi ğinı görmemişti. Ve haftalardır muh- telif vesilelerle bu sandık aklına gel - dikçe sinirleniyor. Göztepeden kalan, içinde Göztepenin bir parçasını taşı -î yan böyle bir sandığın varlığı canımı sıkıyor. ustanın. — Gülizar, dedi, bu bilezik... l (Aükün vui) SON POSTA İstanbuldaki Maliye Şubelerinin hudutları İdarel Hususiyelerin Belediyelere devrin- den sonra İstanbul cihetinda meveut maliye tahall şubelerinin adedi ona inmiştir. Bu şu- belerde yalnız kazanç, muamele, istihlik, sayım gibi vergilerin tahakkuk ve tahsiliyle moşgul olunmaktadır. İstanbul — cihelindeki maliye tahsil şubelerinden bazılarının beledi- yelere devredilmeleri münasebetiyle geri ka- lan 10 şubenin hudutlarında bazı değişiklik- ler yapılmış ve hudutları genişletilmiştir. İstanbul cihetinde Hocapaşa, Eminönü, A- lemdar, Beyazıt, Mercan, Küçükpazar, Pa « tih, Eyüp, Samatya, Fener, maliye şubeleri kalmıştır. Şeyh Mehmet Kübeylâni, Ahmet Çelebi, oğlu Alteddin, Tahtakale olmak üzere dört mahallesi vardır. Şeyh Mehmet Kehlâni. Hamza Çelobi, Rüstempaşa maühalleleri de Eminönü şube - sine alttir. Alemdar maliye tahsil şubesinin, Mah - mutpaşa, Molla Aliyülfenari, Alemdar, Can- kurtaran, Sultanahmet, Binbirdirek, İshak- paşa, Emin Sinan, Küçük Ayasofya, Şehsu- Bayramçavuş, Çadirei — Ahmetçelebi, Mimar Hayrettin, Tavşantaşı, Saraç İshak, Mühsine Hatun, Kazgant Sadi, Tülbentçi Hüsameddin, Kâtip Kasım, Nişanca, Mimar Kemaleddin, Mehmetpaşa olmak üzere 22 maballesi vardır. Kapalıçarşı, Beyazıt, Çelebi Ali, Balaban, Kemalpaşa, — Molla Hüsrev, Kalenderhane mahalleleri de Beyazıt şubesine aittir. Büruri, Mercanağa, Tayahatun maballele- ri Mercan şubesine nittir. Zindankapı, Sarıtimur, Timurtaş, Yavuz BSinan, Hoca Oıyaseddin, Hacıkadın mahalle- leri de Küçükpazar şubesine aittir. Fatih maliye tahsil şubesinin 35 mahalle- &i vardır ki, bunlar da: İskenderpaşa, Hasan Sinanağa, Kirmanti, Şeyh Resmi, Hocadede, Beyceğiz, Kırkçeşme, Hüsambey, Noslişah, Mimarsinen, Keçeci Ka- rabaş, Hatice Sultan, Muhtesip İskender, Derviş Ali, Karyoi Atik, Alipaşa, Babahasan Almi, Gureba Hüseyinağa, Sofular, Murat - paşa, Veledi Karabaş, Uzunyusuf, İhrahim- çavuş, Melekhatun, Beyazı Ereğli, Sey- yit Ömer, Denizaptal, Mollasefer, Ördekka - sap, Arpaemini, Nazıme Sultan, Merkezelen- di mahalleleridir. Halife, Hoca —üveye, yüp şubesinin, Abdülvedud, Cezrikasım, Eüpsultan, — Eyüp Gümüşsuyu, İslâmbey, Fethiçelebi, Dökmeeller, Nişancı Mustafa pa- şa, üçşehitler, Ramlcuma, Topçular, Rami Yenimahalle olmak üzere 12 müahallesi var - dir, ge ğ BSamatya maliye tahsil şubesinin; İğne « bey, Çakırağa, Yalı, Keçehatun. Kürkyfi $ı. Cerrahpaşa, Kasap İlyas, Dazutpaşa, San- caklar Hayreddin, Koca Mustalfapsşa, Abdi Çelebi, Hact — Hüsoyinağa, Arabaci Boyazıt, Canbaziye, İmrahor, Hacı Evhadeddin, Hacı Hamza, Ali Fakih, Kazlıçeşine olmuk üzere 19 mahallesi vardır. Fener maliye şubesinin de; Haraççı Meh- yaet, Kasap Demirhun, Küçük Mustafapa - şa, Haydar, Müftü A Muüzlihlddin, minare, Hızırçavuş, Kâtip Muslihlddin, Avcıbey, A- tik Mehmetpaşa, Hamami Muhiddin, Kasım Görzani, Balat Karabaş, Molla Aşki olmak ü- zere 18 mahallesi vardır. Bu şubeler, bu ma - hallelerde oturan mükelleflerin yalnız ka- zanç, istihlâk, sayım gibi vergilerini tahsil ve tahakkuk ettireceklerdir. ” Bir Doktorun Günlük Notlarından Yaz sporları arasında Kum banyosu kürü Kum banyolarının deniz banyosundan sonra yapılması daha faydalı olur. Perşembe | — Romatizmadan, 2 — Siyatikten, 3 — El ve ayak uçlarının uyuşmasın- dan, 4 — Kışın ayak üşümelerinden, 5 — Omuz ve boyun ağrılarından, 6 — Barsak ve mide sancılarından, Uzun zaman iztirap çekmiş hastala - mmda tavsiye ettiğim kum banyoları- na günde bir saat kadar devam ettiks ten sonra çok muvaffakiyetli neticeler aldım. Bu hastaların sinirleri de sağ - lamlaştı. Karilerim, tavsiye ederim. Bu mevsimde denizle beraber kum ban - yolarını ihmal etmeyiniz. (*) Bu notları kesip saklayımız, ya- hut bir albüme yapıştırıp kolleksiyon yapımız. Sılantı zamanınızda bu nollar bir doktor gibi imdadınıza yetişebilir, ——— Temmuz 2 — ARTIK YAZABİLİRİM! — Liyakat Madalyası Yazan: Ermel Tı;!ıl (Ercümend Ekrem ) — —ğ- Hasan paşa karakolu bütün — Beşiktaş havalisinin ve yalnız oranın inzibatına ne- zaretle mükelleft. Başında önceleri müşir Hasan Paşa, ondan sonra da Ferik Vasıf paşa bulunurdu. Resmi, sivil, sayısız memurları, bihi bissadâka hizmet eden kırmızı fesli hafi- yeleri ile, Hasan paşa karakolu, halkın te- pesinde, her an düşmeğe müheyya, mep hur Damoklesin palası gibi duruyordu. Bunun içerisine sığamayan cevasis, bi- tişikteki belediye dairesinde otururlardı. Ve bu cemaat, böylece oralardan kuş uçurmazlar, Yıldızda oturan Abdülhamide yaranmak için, zulüm ve şenaatte birbirle- riyle müsabaka ederlerdi. Bu nakleylediğim vak'amıa cereyan et- tği tarihte Hasan paşa ölmüştü. — Yerini, © vakit miralay olan Vasıf Bey işgal edi- yordu. Bu zatın, bir yandan padişahın ikamet eylediği Yıldız sarayının yolunu bir yandan da veliaht Reşad efendinin o- turduğu Dolmabahçe sarayına — kimsenin sokulmamasını temin için nasıl bir gayret tarasstıt, sarfettiği kolayca tahmin edilir. Kendisini yakından tanıyanlar, memu- riyeti devam ettiği müddetçe gece uykusu ne demektir. bilmediğini, gündüzleri de ancak öğleye doğru iki, üç asat kadar göz yummuş olduğunu söylerler. Yıldızın muhafazası yine bir şey değil- di. Burada inzibat ve üsüyişin temin ve idamesine, ikinci fırka erkâmı ile tüfekçiler de iştirak ederlerdi. Lâkin, hele Ali Suavi vak'asından son- ra, veliahtın ve dairesinin tabi bulundük- ları göz hapsi, geceli zündüzlü uyanık ve tetikte bulunmayı istilzam ediyordu. Reşad Efendi haris bir adam olmamak- la beraber, Abdülhamit — aleyhtarlarının elinde bâziçe olabilirdi. Ve nasl ki, Ali Suavi merhum Soltan Muradı yeniden ic- lâs teşebbüsünde bulunmuş idiyse, Reşad Efendiyi tahta çıkarmak için de başka er- babı Fesadın hatekete geçmeleri, Kızıl Sul: tanı tir tir titreten ihtimallerden biriydi. Bütün bu endişeler yüzünden, Hasan Pa cere önle karakolumun erkânı, oturduklatı pen- den, gelip geçenleri — tarassut ve yabancı bi mi, derhal kaydederek Mabeyne curnal ederlerdi. sima gördüler | — Böylece, o meydarıdan geçmek — bile başlı başına bir tehlike teşkil ediyordu. Biz, üç arkadaş Rifatın evinden, mide- lerimiz dolu ve ceplerimiz boş olarak çık- tıktan sonra, evlerimize araba ile dönmek imkânına malik bulunmadığımızdan, yaya olarak bu karakolun önünden geçip, yü- rümüştük. Hamarmı geçtik.. Hayreddin iskelesine kıvrılan sokağı da sağımızda bıraktık.. iki tarafı ağaçlı Dolmabahçe caddesinin orta- sından, konuşa konuşa gidiyorduk. Tam o esnada, mübrim bir ihtiyaç duy- dum: Ufak, fakat yoluma devam etmeğe imkân bırakmayan bir ihtiyaç. Etrafıma bakındım: Sokak tenha Arkadaşlarıma, ilerlemelerini — söyliyerek. yınzıyı ihata eden yüksek duvarın dibinde, kayanlık bir noktaya sokuldum. I Ferahlamıştım.. benden epey uzaklaş- | | miş bulünan arkadaşlarıma yetişemeğe ha- zırlanıyordum. Birdenbire, sol omuzumun üzerinde kuvvetlice bir elin temasını hiz- settim. Döndüm; baktım. Orta boylü, pirsan Biyikki, kirmızi fes- li, sivil bir herif dik dik gözlerimin içine bakıyordu: — Gel bakalırn, karakola! dedi, — Neden? Ne yaplım? — Ne mi yaptın? Gecenin bu santindı burada işin ne? — Senin ne vazifen? — Vazifem ki soruyorum. — Haydi, git işine, allahı seversen! Herif yakama yapıştı;. çekiştirmeğ başladı. Beni zorla sürüklemek — istiyordu Ben ise debeleniyor, ceketimin yakasını o nun pençesinden kurtatmağa çabalıyor dum. Derken, arkalarını dönüp de beni bi vaziyette gören arkadaşlar, beti bir ker manyolacı ile çekişiyor zannederek, hızlı bizim tarafa geldiler. Ve meseleyi anlayış dinlemeden, Talât, herifin göğsüne, demir gibi yumruğunu indirdi. Bu sutetle üçleştiz| ğimizi gören ve uğradığı taarruzdan, bi zimle başa çıkamayacağını idrak eden hi rif tiz bir ıslık çaldı. Lâhzada, tüfekli iki zebtiye-peyda du. — Şimdi, üçünüz de gelin bakalım. Ben size, zabtiyeye hakaret etmeyi Göğrete-| yiml. O zamanlar eâti olan usüle — tevfikan bizi yaka paça eden bu haydudun avucunı rsam, — kurtulurdul! Fakat son kuruşlarımız, Rifatın yeşil örtü. İü masasının üzerinde kalmıştı. Onar —ku Tuğümuz olsaydı, zaten bir araba tutacaki ve bu kazaya uğramayacaktık. (Arkası var) RADYO Bu Akşamki Progra İSTANBUL 18: Dans musikisi (plâk), 19: Haber- ler, 19,15: Muhtelif plâklar, 20: — Sıhhi konferansı Dr. Salim Ahmet Çalışkan ta yafından, 20,30: Stüdyo 21,30 n haberler. Saat 22 den sonra Anadolu ajansınını gazetelere mahsus havadis servisi bir altın liracık » orkestralar veriler cektir. BÜKREŞ 18,15: Örkestra, 19: Haberler, 19,15 Konserin devamı, 20,20: Plâk, 20,50 Konlerans, 21,05: Şarkılar, 21,30: Rad ye orkestrası, 22,30: Haberler, 22,45 : Pi yano konseri, 23.20: Konser nakli. BUDAPEŞTE 21: Piyano - şarkı, 21,35: Musiki bahsi, 22,40: Haberler, 23: Piyano - viyolomsel musikisi, 23,40: Fransızca konferans, 24 Radyo salon orkestrası. MOSKOVA 18: Radyo solistleri tarafından konser, 18,30: Dinleyicilerin isteklerine göre par çalar, 20: Muhtelif şehirlerden nakil emi: yonu, 22: Yabancı dillerle neşriyat, PRAG 20,30: Ka neşriyat, Zl: Halk şar kıları, 21,25: Deinvater'in — (Johannis nacht) opeteti, 22,15: Oda musikisi (Bee: hoven), 23,15: Prag salon örkestrası. 3 Temmuz Cuma İSTANBUL 18: Oda musikisi (plâk), (19: Haberler, 19,15: Öperet parçaları, 20: Halk musi- kisi, 20.30: Stüdyo orkestraları, — 21,30 Son haberler. Saat 22 den sonra Anadolu ajansını gazetelere mahsus havadis servisi verile cektir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: