23 Eylül 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

23 Eylül 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ka San Posta'nın tarihi tefrikası “Çopur İsmail ve Mehmet de hayret- İ kalmışlardı. Gardiyatılar Ayşeyi de dövülmek © Te yere yatırmak istediler. Fakat arki dö Comar ona doağru yürürken: | — Biırakın onu... Kaldırın! Diye emretti, Ayşenin bütün heyecanı, tçmişti. Çünkü artık olan olmuştu . Bu haber halk arasında yayilıp gidi- Jordu : 4 — Türk esirlerinden 'birisi kaz imiş. kek kıyafetine girmiş... — Kadınları bile bize karşı silâhlanı” 'Orlar. — Vay canına, rüyamda görsem i- Sanmazdım... İlyas Reis de bu sözlere inanamı - Yordu. Fakat herkes ayni şeyi söylü - Yordu. Arkadaşına döndü: — Çabuk yere çömel... Mansur onun- gibi yaptı. İlyas arkadaşının omuzlarına çıktı ve neydanın ortasına baktı.. Yalan değildi. Orada Küçük Ali vardı. Parça par- ta olan gömleğile bir türlü göğsünü büsbütün örtemiyordu. Marki dö Gomar en yakındaki za - bitlerden birine bir işaret yaptı. Zabit omuzlarındaki pelerini gardi- Yanlardan birine verdi, o da Aysşenin *muzlarına attı. Marki dö Gomar bir emir daha ver- di ve Ayşe iki gardiyanla sekiz asker Ve bir zabitin muhafazasında tersane kışlasının kapısından girdi. Marki dö Gomar da o tarafa gider ken Kardinal Merkando — ve askerler dağılıyorlar, halkı da dağitiyorlardı. Jan Portondonun gemisindeki as - kerler ve gönüllü kürekçiler — rıhtıma tıkarak henüz oradan ayrılmıyan hal- kın arasına karışıyorlardı. Şurada bu tada kümeler hâsıl oluyor, harbe dair haberler soruyorlardı. * — SON PLÂN... İlyas Reis arkadaşının amuzundan hdiği zaman onun hayreti bütün bu halkın hayretinden daha büyüktü, sura: — Bir kız ...Vallahi kız... Olur şey ğil... İnsanın aklına gelir mi?- Hiç Diyordu. Kardinal Merkandonun gittiği ta - tafa bakan Mansur arkadaşının sözle- Ti üzerine ona dönmüş ve sormuştu: — Hangisi imiş bu... Az daha: — Mehmet mi? Yoksa Küçük Ali| mi> Diyecekti. Lâkin İlyas onun ağzını tuttu: — Sus... Sonra kulağına doğru eğilerek onun Merakını giderdi: — Küçük Ali... Mansur bakakalmıştı. Yakup ise bunlardan hiç bir şey an- humıyordu. Daha geride kaldığı ve bo- Yü uzun olmadığı — için bir şeyler de Rörmemişti. İlyas şimdi üzerine aldığı işe daha tok ehemmiyet veriyordu. O nisbette | 'liriz, Biz de girelim. korkusu | |. Halbbuki gemideki askerlerden İlyas birdenbire durdu — Bunlardan bir şeyler öğrenebi - . Dedi, Ayni zamanda genç kızın kışladan bir yere götürülüp götürülmediğini de | bilmek — ve izini kaybetmemek — ge -[ rekti. | Yakuba döndü. Küçük Alinin * bir| kiz olduğunu söyledikten sontra ten - bih etti: | — Sön köşede dur ve gözetle... Biz| şuraya giriyoruz: Görüyorsun ya, ka- pısınin üstünde küuru kafa resmi var. — Gördüm. — Unütma. Başın sıkılırsa, yahut kızı kışladan çıkarırlarsa hemen haber ver. Zaten çok durmiyacağız. — Peki, reis... İlyasla Mansur meyhaneye daldı - lar. Burasi basık, fakat geniş bir sulon- dan ibaretti. Kapıdan giren askerlere, bele ça - vuşlara meyhaneci pek hürmet edi - yordu. Fakat İlyasla Mansurun köylü kıyafetinde olduklarını gördüğü — için aldırmadı. Onlar da şöyle göze görün- miyecek bir yere, bir kenara oturdular. Uzun boylu, pala biyıklı bir çavuş baş tarafa geçerek bağırdı: — Pinto, çabük sarap getir. - Biz bundan sonra bedavadan yasıyoruz. Şaraplar dolup boşalıyor. ve içili - yordu. Bir aralık meyhanenin kapısında gevrek bir kadm- e0i düyuldü: — Kabiyatto... Sevgili Kabiyatto... O kadar korktum ha göremem diye o kadar... Genç ve güzel bir kadındı bu... Sarmaş dolaş oldular. Çavuş yarı sarhoş mırıldanıyordu: — Ben senden daha çok korktüm | | vallahi... Bir Türk gemisi burayâa ka-| Jdar arkâmızı bırakmadı. - Kurtulduk amma, doağrusu biz de bittik. Diğer askerler de kadının etrafını aldılar. O şimdi çavuşun göğsüne yas- lanarak bir korsan sarkısı tutturmuş - tu ve hep birden söylüyorlardı: Üç gemi ile çıktık.. On beş gemi aldık... Tamam beş bin Türkü... Zincirlere vurduk... Türklerin önlerinden kaçarak an - cak canlatını kurtardıklarını unutmuş- lardı: Sanki sahiden çok büyük bir za: ferden dönmüşlerdi. İlyas gülmemek için dudaklarını ısırıyordu. İlyasla Mansur orada büsbütün yak miz kalmışlardı. Üstlerine — başlarına baktılar ve bu kılıkla hiç kimseden say- gi göremiyeceklerini, böyle kalabalı - ğin arasına girerek onların ağızların- dan bir şey koparmak, dostluk kazan- mak mümkün olamıyacağını kabul e- “diyorlardı. bir kaçı ile tanışmak istiyorlardı. Yükup' ceki yerinde dürüyordu: — Ne haber? — Kimse çıkmadı. İlyas Yakuba: — Sen burada bekle ve gözetle, Gi- dip kılığımızı düzeltelim. Biz dönün- ce de sen gidersin. - Yarım saat kadar sonra İlyasla Man- e canı akalıyordu, çünkü Uzun Veli | sur- birer silâhşor kılığına. girmişlerdi. ile arkadasları tekrar gemiye almmış- lardı ve onların oradan kurtarılmaları için şimdilik hiç bir çare“bulamıyor - du. O zamana kadar Küçük Ali deni- genç kız ise kışlaya götürülmüş - kü, Orada ona ne yapacaklardı? Kur - tarılacak Türk esirlerile - birlikte Ürk kızının ve kadınının namusunu da düşünmek lâzım geliyordu. Daracık yollardan, giden gelen bir kalabalığın arasından düşünceli dü - Yünceli yürüyorlardı. Gemiden çıkan İspanyol askerlerinin bir kısmı yolun iki tarafındaki mey - —- Takantalara Adalıvarlardı jgörülen irili ufaklı bir |larından farksız idiler. 'biı şey öğrenilemiyordu. Yakup ta uşak olmuştu. Üçü de kaha- rtık omuzlu dar ceketleri, dar ve kısa |pantalonları, çizmeleri ve buşlarında- i|ki geniş kenarlı kara ve tüylü şapka - larile İspanyanın her tarafında sık sık övalyelerle usak- Yaktbu gönö köçe 'başınız bekçi b raktılar. | Bu sefer biraz ötedeki daha büyük İbir lokantaya girdiler. Yemek yediler. Orada da bir kaç asker vardı, fakat hiç Böylelikle kapı kapı dolaşıyorlardı. Mansur ikide bir: SON POSTA hramanlık, aşk, heyecan ve macera KIZI Numara : 79 — Bari ben şu Metkanda işini bitir- sem... Diyordu. İlyas: — Her işin mrası var. Acele etme! Bevibimi' veriyordu. Akşama doğru Yakubun bulundu - ğu yere geldikleri zaman onu da Man- surla İlyası ararken buldular. © Yakup hemen haber verdi: — Küçük Aliyi götürdüler.. — Nereye? ğ — Gemiye... İlyas buna sevindi, Ne de olsa onların hepsinin bir ara- da olması iyi idi. Bir kısmını kurtar - dıktan sonra diğerlerile de ayrıca uğ - raşmak istemiyordu. Toptan bitirmek daha kolaydı. BULM 3 e. KI 10 iya | — Harp seferi gibi tayyarecilerinİre kıvrılıyor -ve « Ah, seni bir da-'toplu bir halde yaptıkları. 2 — Ava - danlık, bir oyun. 3 — Dadının ben -İnun zeri, av, 4 — Yayın eşi, demiryolu. 5 — Çanak, bir M ilâvesile aleyh olur. 6 — Beyaz perdede oynatılan, âr. 7 Göz kapaklarına biriken kir, ekmeğin | hafif bir sesle fı- erapçası, © — Cihan, çat - 9 — Bisikle- tin ayaklığı, Baltık hükümetlerinden birinin payitahtı. 10 — Beygir; tavla â- letlerinden biri, Fransada bir sayfiye şehri, Yukarıdan aşağıya: | — Vapurları rıhtıma bağlıyan ip, tarlayı kazmak için kullanılır. 2 Mükemmel, asillik. 3. — Bisikletin fransızca başka bir. ismi; 4 —— Olur ol- maz işe atılan; camide kılınır. 5 — Ban- kaya gösterilince para alınır; — nota, 6 — Edebiyatla uğraşıp- yazı — yazan. 7 — Cezayirin yanında bir memleket, iki denizin birleştirilmesi ile açılan bo- ğaz. 8 — Buyurmak, duadan sonra söylenir. 9 — Bayramdan evvel gelir, nota, 10 — Mahal, futbolda topu bir - birine verme, Ocak kongreleri Dün Bakırköy kazasında; Çifitburgaz; Kü- çükçekmece, Firuzağa. Yalova kazasında; Çengiler. Kurtköy, Kocadere, Lâledere. Fatih kazasında; Ayvansaray, Bski Alipaşa, Yedi- kule. Beşiktaşta; Muradiye. Şile'de; İsa. Ça- takada; Akalan, Bozdar, 'Terkos. Silivride; Fener, Sinekli. Eminönünde; Hocapaşa, Di- rekleraramı Ocaklarının kongraları yapılmış, Partili Yurddaşların dilekleri dinlenmiş, yenl idare heyetleri seçilmiştir. TAKVI © EYLÜL Rıı;r sene ! 23 Resinl sene, 1936 ÇARŞAMBA Ş Arabi sene Mar 4I Eylal 10 BAH | | LİMSAK TD. | Recep g |x a mazL — mermeaemn | Hikâye —2— Dünkü kısmın hülâsası: Bir gece yarısı ihtiyar ve fma Ha- san Çavuşum kapısı çalınıyor. Açı- yor. Karşısında oğlu olduğunu söy- liyen Remini buluyor. ruş oğlunu uzun” senelerdir. görme- Sarılıyorlar. Delikan - gayet telâşhdır. — Biraz s*uzak- tan nal sesleri duyuluyor: Delikan- h korkuyor. İhtiyar dikkat - edince oğlunün yaralı olduğunu — görüyor. Delikanlı jandarmalar - taralından takip edildiğini, eşkiya olduğunu; bütün bunlara sebep bit kadın ol - duğunu, onun yüzünden işinden a- tıldığını, nihayet bir gün bir başka erkekle bir arada yakaladığım ve ikisini de öldürdüğünü anlatıyor. Arasından sarı bir kordelâlar geç - |miş fistolu karyola etekliği benek, be- nek kan olmuştu. Aklım başıma gelin- ce yaptığım şeyin ne olduğumu anla - dım. Polis, hükümet. Darağaemı dü- şündüm. Sonta kâçtım baha, şehrin dı- şiha kaçtım. Günlerce kırlarda, koru- larda, dağlarda dolaştım. Haftalarca aç, açık gezdim ve kim bilir kaç ay sonra idi. Bir gün bizim çocukları - buldum. Bir dağ başında. Bana acıdılar. Kar - nımı doyurdülar, yaralarımı, bereleri - mi sardılar... Sonra onlarla birleştim, Beraber dağları tuttuk... Baba sus.. Sus ağlama yelter Allah aşkıma — Atlılar yaklaşıyor Osman atlılar.. indeki jandarmal, Sesinde öyle büyük bir telâş, büyük bir korku var ki.. — Senin peşindeki jandarmalar.. Ya seni bulurlarsa oğlum... - Süs baba yavaş konuş. Bütün köy at nallarının sesile u- yandı... Köyü bastı jandarmalar.. Kıv- rıl şuraya... Gir şu samanların altına, Geriçş adam ye - | | öyle ihtiyar adam o - üstüne boş çuvalları ve bir kaç kucak saman- ları yığıyor, ve o -PREN Yazan: Fa sıldıyor. Geliyorlar mı?.. Seslerini işitiyordum. Bir yere vurdular, Muhtarı soruyorlar. — Ya buraya gelirlerse, İhtiyar düşünüyor. Ya buraya gelir- se ve eşkiyanın kendi oğlu olduğumu görürlerse... İhtiyar armdan ölecek. * — Baba ne oluyor? Muhtarı uyandırdılar galiba. — Baba kapinın altında-bir ışık sız- dı. Buraya mi geliyorlar:.. Bir şey du- yüyor musun? — Yaklaşan ayak sesleri duüyüyo » rum, Sus... Dinliyelim.. En yakın bir kulübenin kapısına vurdular... Gecenin içinde yüksek ko- nuşan gür bir ses duyuldu. — Çok uzun boylu, kumral sakallı bir adam... Galiba yaralıdır da. Nasıl gördünüz mü. Akşamüstü mü?.. Gör - mediniz mi?.. Peki.. Evet.. Evet.. Ey - vallah.. Kulübeden konuşan adamın cevabı duyulmuyor. Acaba Osmanı görmüş . Osmanı buraya girerken görmüş Çivili asker sunduraları şıkırdıyan mahmuzlar kapıya yaklaşıyor. — Baba söyle geliyorlar mm?.. — Bvet... Geliyorlar sus. Kapımın ö- nündeler, kapının önünde durdular.. Ne uzun bir an... Kapıya vuracak - iar mı? Acaba onu buraya girerken gö- ren olmuş mu”.. — Ne cevap verdi komşumuz.. — Baba.. — Sus, Dışarısını dinliyorlar, Bir an ne u - zun ve ne çok endişe, ıztıraba münka- sim olabiliyor., ©O kapıya nafile vurmayınız? Bu muhtarın sesi. — Neden?. — Burada Hasan Çavuş isminde ih- tiyar bir âmâ oturur. Dışarı bile çık - maz. Ondan bir şey öğrenemezsiniz., — Ne oluyor baba? — Sus... — Gidiyorlar mı? — Köyde herkese seni soruyorlar, ba bir şey duymuyorum, eğil, dnhıesür Yarınki nushamızda : Sayfa —— aa Hasan Çavuşun oğlu | K SS İW SO U EARIDI. İ aa l Yazan: Suat Derviş Söyle gittiler mi? H gitmediler. Mubhtarır apısı k Hasan Ça-|y ve samanların altından çıkardığı : ellerile onun buz gibi ellerini tut — Atlılar uzaklaştı, öteki köve laştı, gidiyorlar. Genç adam üstüne yığılmış olan şey lerin üstünden sıyrılıp çıktı. — Ya seni bulsaydılar, Ya ele çeydin, Osmanım. Viran bağımın bir bire ihtiyarın kendi « sine sarılmak istiyen kollarını şiddetle itiyar. — Hasan Çavuş beni dinle. — Bu ne çeşit baba çağırış oğul. — Haâsan çavuş dinle beni., Ben se « nin Osmanın değilim. — Yalan söylüyorsun. Ben seni <e- nelerce hasretini çektiğim, — senelerce burnumda tüten gül kokundan tanı « dim. — Ben-Osman değilim. — Yalan... Osmanım olmasaydın ya ranın kânı ağu gibi avuçlarımı büyle yakar mıydı?. — Ben senin oğlum değilim diyo « rum.. İnan.. Ben jandarmalardan ko- runmak için, senin kulübene saklan - mak için bu yalanı söyledim. Jandar- ı. Ben de gidiyorum. Yalnız şunu bil; ben senin oğlur de - ğilim, Beni oğlun zannederek boç vet etme.. Neler söylüyorsun evlâdım, sıt - man yar, ateş gibi yanıyorsun. Nasıl gidersin, seni yakalarlar, Ben onların geldiği tarafa gide « vim. — Çildırdın mı?.. Ben seni kaç se nedir. bekledim. Ben seni sakla rım, onlara> tes tim etmem. — Baksana bu na bir parmağım eksik.. Ben Os - man değilim - Kazaya u SES.. ik Berçmen ramışsın. — Sesim Osmanın sesine ben: yor diyen sen değil misin?, — İçki, tütün kullanmışsın. — Ya boyum bosum. Osman ufak te- fek bir delikanlı imiş demedin mi?. — Bir süt kuzusu idin.. Er oldun, er- kek oldun... Büyüdün aslanım.. — Derim sert, sakalım var, ellerim taş gibi. — Dağ, taş, orman, hava, sıcak. ğuk seni bu hale getirmiş. > — Osman kız gibi utangaç bir « kanlı idi diyen sen değil misin”. Ben bir katil, ben bir eşkiyayım. — Sen benim Osmanımsın. Yüreğim böyle diyor. Elim eline değdi. Gülüm, Osmanım benim.., — Hasan çavüş, inan bana.. Ben se- nin oğlun değilim, Doğru mu söylüyor?.. Yalan mı-söv- lüyor?. İki kaşı arasında kördüğüm ,ol- muş bir kırışık, ateşli gözlerinde yaş - lar var — Yalan söylüyorsun. — Doğru söylüyorum. Oğlum olmasaydın. Nasıl kork - madan beni ocağın önüne çekerdin ve yüzünü gösterirdin bana, Bahçende bütün gün gizlenmiş - tim. Amâ olduğunu öğrenmiştim. — Bir oğlum olduğu neden malümun oldu?. — Fon de bu köyün yabancısı deği- lim. — Yalan söylüyorsun. — Hayır doğru söylüyorum. Yalamı ben demin söyledim. Jandarmalar <; Birken kulübene saklanıp canımı kur- tarmak için. Kapıya doğru bir adım atacak olu - yor, fakat sendeliyor ve düşmemek için ihtiyarın kolunu tutuyor. — Sendeliyorsun, hastazın, kuvvetin tükenmiş, Osman değilsen bile e Deli misin ihtiyar. Benim gi damı nasıl damında saklarsın?, — Nöbetin var im. Hem belki de yollarda pusu kurmuşlardır. Yazık de- gil mi senin gibi bir civana. Ben rım, Kimseye göster em bi a- —- U n. Kapıya cuğru ilerliyor. İhtiyarın ba-

Bu sayıdan diğer sayfalar: