26 Haziran 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

26 Haziran 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Mezarlıktan GSPORSA | GÜNÜN MESELESİ | Dedikodulu bir hâdise gelen sesler İzmirde k_lAupler Yazan: Fikret Âdil İnsanların harikulâdeye, fevkalüdeliğe meyli, İncizabı bazan en bagit sebebler- den doğan hüdiseler karşısında mantık ve şuurlarının işlemesine mâni olur. Ha- kikati halde dünya üÜzerinde fevkalâde, harikulâde kelimelerinin tam manalarile ifade edilebilecek hâdise yoktur. Sadece, birçok sebebler, bizim bilmediğimiz, gör- mediğimiz için bize muhayyerülukul gö- Tünen sebebler vardır ve bu sebeblerden *doğan hâdiselere, harikulâde, fevkalâde deriz. Dostum Erecüment Ekrem Talunun ba- nâ anlattığı ve benim de size anlataca- ğım vak'a, bu iddiama kuvvetli bir delil olabilir. Vak'anın kahramanı Vedad Bey ismin- de nev'i tamamen şahsına münhasır bir zâttır. Merhum Recaizade Ekremin ka- yinbiraderi olan Vedad Bey, hariciye memuru idi. Ufak. tefek yapılı olmasına "" yağmen emsalsiz bir cesareti, serazâtbir ruhu, düşündüklerini olduğu gibi süyle- mek meziyeti vardı. Lâkin bir hariciye Mmemuru için bu meziyetler birer kusur | 8: 'olduğu için, vazifesinden affedildi. Sırası gelmişken, bunun da nasıl olduğunu an- latayım. Vedad Bey, Pariste konsolos idi. O zamanlar Fransada üçüncü Napo- Jeon hükümdardı. Napoleon çok sevdiği | bir köpeğe «Sultan» adını takmıştı. Ve- dad Bey bu isme fena halde kızıyordu. ,Düşündü, taşındı. Bir köpek te kendisi Aaldı ve ismini «İmparator» koydu. İmpa- gator Üçüncü Napoleona karşı yaptığı bu harokot yüzünden de derhal geri çağırıl- dı, işinden oldu. Vedad Bey İstanbula gelince, burada tamamile münzevi bir hayat geçirmeğe başlamıştı. Kanlıcadaki yalısına çekildi, beraberinde getirdiği «İmparator» lu be- raber orada günlerini, tek başına geçiri- yordu. * O tarihlerde, — İstanbulun bu, semtlerinden bir çoğu teşekkül etn $di, henüz kır, ağeçlik, hâli arazi halifde | A4di. Bugünkü Şişhane karakolu ve civarı da kâmilen serviler ve mezarlarla dolu ddi: Burası ise, bir haftadır halk tarafın- dan tekinsiz bir yer olarak telâkki edili- yordu. Çünkü, akşam olup ta el, etek çe- kilince, mezarlıktan sesler iştiliyor, kim- «Be, “ “Tan geçmeğe cesaret edemiyordu. Bir). kereler Çeşmemeydanı ve Galata delikanlıları gidip mezarlıkta ne olduğu- nu görmeğe teşebbüs etmişler, fakat her Beferinde bu seslerin dehşetinden, yarı yoldan geri dönüp vazgeçmişlerdi. Şimdi Artık sesler gündüzleri de duyulmağa başlamıştı. İstanbul, altüst oluyordu. Vedad Bey, o akşam, bir tesadüf eseri olark, Çeşmemeydanına gelmişti. Otu- rup, birkaç lane içmeği düşündü, bir selâtin Meybhaneye girdi. İçeri girer gir- Mmez, masan'n birinden çağırıldı: — Buyurunuz, Vedad Bey.. Hangi rüz- Bârlar attı? Vedad Beyi çağıran, komşusu ve o dev- Fin en moşhur kabadayılarından Kanlı- galı Hüseyin Beydi. Vedad Bey, görüştü- Bü nadir insanlardan olduğu için Kanlı- fah Hüseyin Beyin davetini kabul etti We masasına çöktü. Masada birkaç kişi daha vardı. Halle- şinden, bir şey görüştükleri, Vedad Be- yin gelmes'le, sözü yarıda bıraktıkları Anlaşılıyordu. Kanlıcalı Hüseyin, Vedad Beyin kadehini içmesini bekledi. Sonra: » — Efendim, dedi, belki duymamışsı- ’nudır, Şişhane yokuşundan bir haftadır. garib garib sesler geliyormuş, arkadaş- Jar onu anlatıyorlardı. — Nasıl şey bu? Hiç öyle şey ölür mu? Masadakilerden bir delikanlı atıldı: — Aman beyim, fakirhane tam yoku- şun başındadır, geceleri görümüze uyku girmiyor. Akşam ezarından sonra o ta- raflara ayak basmak doğrusu göz göre göre çarpılmak gibi bir şey Gcçenlerde.l bekçi ile beraber, mahalle delikanlıların- | dan üç kişi gidecek olduk, mezarlığa gi- rer girmez gök gürlemesine benzer öyle sesler başladı ki, bekçi sopasını attı ve soluğu burada dar aldık. Vedad Bey gülümsüyordu. Bir başkası tasdik etti: — Gülmeyin bey, inan olsun öyle. Ben de duydum. — Peki amma kimse nedir diye merak edip gidip bakmadı mı? Hep sustular. Vedad Bey gülümseme- sİnİ artırdı. Ayağa kalktı. Ve: — Biraz, dedi, beni bekleyiniz, Şimdi telirim. Kânlıcalı İlüseyin sordu: p — Neteye Vedad Bey? — Nereye olacak, gidip bakacağım ne imiş? Şimdi, bütün meyhanedekiler kulak Kesilmişti, gözler Vedad Beyin masasına dönmüştü. Birçok kimseler onun boyu- na, bosuna bakarak bıyık altından gü- lüömsüyor, bazıları on gündür kimsenin korkudan çidemediği bu yere gitmek ü- zere ayaklanan bu adama hayranlıkla bakıyordu. Kanlıcatı Hüseyin Bey, arka- daşmın ne inatçı ve ne garib bir adam olduğunu bildiği için fazla ısrar etmedi. Onu yalnız bırakmağa da gönlü razı ol-| muyordu. Hem İstanbulun en kabadayı- | s1 tanındığı için, kendine bir vazife te- rettüp ettiğini de anlıyordu: — © halde, ben de beraber geleceğim. Diyerek o da kalktı, ve iki arkadaş be- raber çıktılar, | Yatsu ezmir okunuyordu. Bekçilerin s0- | |pa sesleri ile eski İstanbulun ıssız, hül-| yah- sokaklârından esrarengiz — hayaller | dolaşıyor, kalfeslerden süzülen cılız, sa- | rımtrak aşıklar, karanlığı iki misli artı- | tıyordu. Vedad Beyle Kanlıcalı Hüseyin Bey, Voyvoda cüddesinden toz, toprak içinde, Bicir gicir boyalı, yandan düğmeli sivri fotinlerini taşlara çarpmamağa dikkat ederek konuşmadan yürüyorlardı. Şimdi artık evler seyrekleşmişti, mezarlığın üh- reviyet kokusu ile servilerinin uğultusu ve nefti hissedilmeğe başlamıştı. Bu aralık, derin, boğuk, sanki yüzlerce kişi- ain hep bir ağızdan ah edişi gibi bir ses duyuldu. İki arkadaş bir an durdular, ba- kıştılar. Kanlıcalı Hüseyin Beyin yüzün- de hafif bir endişe, Vedad Beyin. yüzün- e sonsuz hir merak belirmişti. Tekrar yola koyuldular. Şimdi artık ilk mezar- lara varmışlardı. Ses, ikinci defa olarak, daha boğuk, daha derinlerden duyuldu. Ne hararetli ve ne korkunç bir sesti bu! Bir mağara dile gelse, muhakkak ki böy- le bağırırdı. Bir kuyu inleyebilse, her khalde böyle sesler çıkarırd. Kanlıcalı Hüseyin Beyi, bir titremedir almıştı. Adımlarını yavaşlatmıştı. hissettirme- den Vodad Beyin hizasından geti kal- mıştı. Vedad Bey aldırış etmeden ilerli- yordu. Hattâ, hızlanmıştı, bu itibarla ar- kadaşının manevresine bile lüzum kal- mamıştı. Tem o esnada, Kasımpaşa sırt- ları arkasından muazzam bir akoördeon usulsüz olarak mı birleştirilmişler ? **& Klüplerin hey'eti umumiyeleri toplanmadan birleşme kararı ve- rilmiştir, kongreler şimdi toplan- ııılı?ırhd.ır. g: kongrelerde bir- leşme aleyhinde bir karar veril- diği takdirde acaba ne olacaktır ? Hemen hemen milli küme maçlarının başlangıcındanberi, İstanbul ve İzmir ga- zetelerile, epor mehafilini alâkadar eden i,bir mesele vardır: 1 — İzmir klüpleri nasıl birleştirilmiş- tür? 2 — Bu birleşmelerde, cemiyetler ka - nunu mucibi, klüp kongrelerinin muva - İfakati olması lâzım gelmez miydi? $ — Klüp kongrelerinin şimdi toplan - masına nazaran, kongreler — tarafından verilecek karar, birleşme aleyhine çı - karsa, Üçok, Doğanspor, Yamanlarspor teşekküllerinin vaziyeti ne olacaktır? 4 — Birleşmeden maddi ve teknik fay- dalar düşünüldüğünden, varılan netice- ler, sportif bakımdan alâkadarları tat « min etmiş midir? Öyle görülüyor ki, faydalı veya fay - |d.ısız olduğunu düşünmeden evvel, klüp kongrelerine müracaat — edilmediğinden, msülsüz bir hareket yapılmıştır. Birleş - me işi düşünüldükten sonra, klüp kon - Zreleri toplanacak, tasvipleri alındıktan sonra, birleşme işine karar verilecekti. Buü defa toplanan köngreler, münferi- den veya müttefikan birleşme aleyhinde karar verirlerse, gayet garip yeni bir va- ziyet karşısında bulunacağız. İzmir klüplerinin, milli küme Mmaçla- rzında geri neticeler almaları, birleşme işinin, fayda yerine zarar verdiği kanaa - tini ortaya atmaktadır. Yalnız, İzmir klüpleri, Altay ve Göztepe olarak maç - lara iştirak etselerdi, bugünkü netice - den daha iyi bir vaziyet alabilirler miy- di, bu-da cayi sualdir. Elde hiç bir ölçü mikyası olmadığından, bir fikir yürüt - mek doğru olmaz. Yalnız, İzmir gibi bü- yük bir şehirde, sporu yalnız 4 klübe in- hisar ettirmek, yanlış bir sistemdir. İs - tanbulda 244 federe klüp bulunurken, İz- mirde asgurl 8-10 klüp bulunması bir za- rürettir. Bunu tahdit edecek yerde, İz - Türin spor sevenleri mevcudu idame e - decek ve yaşatacak tedbirler diler. Yarm her hangi bir düşünceyle, 4 klübü iki, veya bire indirseler, yerinde bir iş mi yapılmış olacaktır? Spor, bir mücadeledir. Müsabık adedi fazla oldukça, heyecan artar ve hareket fazla olur. Yalnız, hareket olurken, müs- mir olup olmadığını düşünmek ve kontrol etmek iâzım gelir, Barutgücü klübünün spor Müsameresi Bakırköyünde Askeri Fabrikalar umum wüdürlüğünün sporcuları tarafından ku- vulan Barutgücü klübü 27 haziran parar günü.,senei devriyesi münâsebelile bü - ük bir merasim hazırlamıztır. Bu merasimde Güç futbol takımı Pe- ra ile karşılaşacak, atletik müsabakalar da yapılacaktır. Bu haftaki maçlar 27 haziran 1937 pazar günü Şeref sta - dında yapılacak maçlar: 1 — Saat 15 te Güneş - Beşiktaş genç lakımları. 2 — Saat 16 da Galatasaray - Fener- bahçe, Hakem Nuri Bosut 3 — Saat 17,45 de Güneş - Beşiktaş. Hakem Sait Selâhaddin, 4 — Pazar günü gişe ve kapılar saat 12 den itibaren açıklır. 5 — Bilet satışını kolaylaştırmak için 26 haziran 1937 cumartesi günü saat 14 «len 20 ye, pazar günü saat 9 dan 12 ye kadar biletler Taksim stadı gişelerinde de satılacaktır. #enaeDüNdeKeneALaaRLAReASRBecESREEERSAREREDEASEREEEESASASER açılır gibi bir alev sütunu yükseldi, bo- Baların gözlefine sallanan kızıl kumaş gibi gökyüzüne gerildi. Akahinde, şeh- rin bütün çocuklarının başlarını yastık- Tarının altına sokturan köşklülerin na- raları, biraz sonra da bekçilerin yangını haber veren harharalı sesleri duyulma- Ba başladı. e Bütün bunlardan sanki hiddete gelen esrarengiz ses bin tunç davula gürzlerle vuruluyormuş ve aksi sadaları birbirini Sayfa 9 E$İ | Benzinle beraber taksi NDG Ğ inmeli mi ? Müşteri bekli yen taksiler : Dün sabahtan itibaren benzin ve pet-| karabilen şoförde bu evsafı bulmak hayli rol fiatları düştü. Bu, Türkiye için çok| güçtür. mühim bir hâdisedir. Bu düşüşten, muh- & telif bakımlarla, bir çok iyilikler bekliyo-| Bu meseleleri böyle koyduktan sonra ruz. Fakat, işi böylece kendi haline bıra- | bunları ayrı ayrı tahlil etmek lâzımdır. E- kırsak bu iyilikler hem geç tahakkuk e -| ğer otomobil bir patrona ait ise taksinin der, hem de eksik. Bunun için yapılacak aha bir çok şeyler vardır. Bu şeyler arasında bugünlük yalnız bi- rini ele alalım: Taksi fiatları ve şoförlük meselesi, bugünkü dünyanın her mese - lesi gibi, bu meselede, ilk hamlede ha - bra geleceği gibi, basit bir şey değildir; işin muhtelif görünüşleri vardır; bu gö- rünüşler tetkik edilip, memleket bakı - mından halledilmeğe muhtaçtır. . Birinci mesele: Taksi fiatları da ben - zinle beraber düşmemeli mi, düşmeli mi? İlk bakışta düşmeli gibi gelir; evet, taksi fiatları düşmelidir. Fakat, flatlar düşünce acaba taksicilik ne gibi bir ha- rekete uğrıyacak? 'Taksi işinde iki unsur vardır: Araba - gında yüzde yirmi aidat ile bir şoför ça- Jıştıran patronun taksisi ile kendi araba- sında hem patron, hem şoför olarak çalı- şen şoförün taksisi. Bizim yapacağımız hesaplar be iki unsurun ikisine göre de- gişir şeylerdir. Teksiyi ucuzlatmak, otomobili demok- ratlaştırmak. yani herkesin, icabında o- tomobile binebilmesini kolaylaştırmak demektir. Bu da memlekette huzur ve re- fahı arttıran, hareketi çoğaltan bir iştir. 'Türkiyeye otomobil ve şoför de lâzım- dır. Şu halde şoförlük meselesini ileri gö- türmek, şoförlerin bu meslekten mem - nun kalmalarını temin etmek te Türkiye için bir medenileşme şartıdır ve bir milli müdafaa ihliyacıdır. Bu bakımdan da taksinin lüzumundan fazla ucuzlamaması lâzımdır. 'Tückiyede şoför, bilhassa iyi şoför az- dır. Gerek ahlâkça, gerek san'atça iİyi şeför günden güne azalıyor; aklı başında olanlar, bu işten çıkıp, başka işe geçmeğe çalığıyor. Halbuki, şoförlük dünyanın her tarafında gayet şerefli bir sah'attır. Av- rupada öyle şehfrler ve bu şehirlerde ça- hşan öyle şoförler vardır ki meselâ, şeh- tin bir ucundak öbür ucuna bir ecnebi naklederken fazla taksi yapmak içn yolu uzatmmıya çalışmazlar Bizde de bu nevi şoförün yetişmesi lâzımdır. Fakat, çalış- tığı gün en szami iki lira safi kazanç çı- aa -— vcuzlatılmasında derhal mühim faydalar vardır. Taksi çok çalışır, halk kolaylık yüzü görür, benzin çok satılıp devlet gümrük fedakârlığını telâfi eder ve al - dığı karardan memnün olur. Bunun gibi, goför de çok çalışır, ona göre fazla ha - sılat ve fazla yüzde yirmi yapar. Fakat, taksi çşoföre aitse, bugünkü benzin ucuz- luğu nisbetinde bir ucuzluk ta tarifede yapıldığı zaman şoför, ancak fazla yapa- cağı işten istifade edecektir ki bizce bu, şoförlüğün yükselmesi bakımından o ka- dar müessir bir rol oynıyamaz. Şu hesa- ba göre taksiyi hem ucuzlatmalı, hem de ucuzlatmanalı! İstanbulda ne kadar şoför hem pat - ron ve hera işçi vaziyetindedir? No ka « dar şoför bir patronun eciri halinde bu- lunuyor? Bu suale bir cevap verebilsek belki de varacağımız neticeyi daha ko - Tay görebiliriz. Fakat, maalesef, bu suale biz değil, bizzat şoförlerin kendi cemi - yetleri bile cevap veremiyor. İdare he - yetleri, kâtipleri, defterleri, muhasebe - gileri de olduğu halde şimdiye kadar ne bunu bilmeğe, ne de bunu bildirecek bir kayıt usulü kullanmıya lüzum görme « mişlerdir. Yalnız şunu biliyorlar ki; Tür« kiyede şofürlük mesleği başlıyalıdanberi kayıtlarından geçmiş olan şoförlerin mik- tarı yedi bın gu kadar yüzden ibarettir. Bü kadar az? Evet, Türkiyede şofür bu kadar azdır. Bu miktar da yirmi beş senelik bu yekündur. Öleni, meslek- ten çıkanı, Ankaraya veya İzmire gideni ve amatörü hepsi bundan ibaret! Eğer, Avrupadaki vaziyeti biliyorsanız, siz de bizimle beraber, bu yoksulluk karşısında «facia» dersiniz. Milli müdafaa günün rinde bizden şoför isterse veremeyiz. Çünkü yoktur, İyi bir şoför de ancak beş senede yetişir. Sümmettedarik yetiştirilen, şoförlerle yalnız bir araba harap edilir ve (kaza rakarıları çoğaltılır Şoförlük mek- tepte değni, motörün başında ve volanın önünde öğrenilir. Görüyorsunuz ki mesele büyüktür, ka- rışıktır; dallı budaklıdır. Bunun için tet - kiklerimizi ileri götürmek işini ikinci bir. yazıya bırakalım. aramaumamaı —a doğuruyormuş gibi bitip tükenmek bil- miyen bir şekilde duyuldu. Âdeta me zarlarından bütün ölüler fırlamış, gü- hanları için af diliyerek yalvarıyorlar, dövünüyorlar, hıçkırıyorlardı. Kanhıcalı Hüseyin Bey haşyetinden ol- duğu yerde denakalmıştı. Çeneleri takır talor birbirine vuruyor, bir şeyler söyle- mek- istiyor, söyliyemiyordu. Büyük bir gayretle kendini topladı, buna muvaffak olur olmaz, tersyüzü geri dönerek yıldı- Tım gibi bir sür'atle koşmağa başladı. İstanbulun en meşhur kabadayısı, kor- kudan bir kanat takmış, kaçıyordu. Vedad Bey ise bu hailevi dekor içinde, dudaklarında hafif bir tebessüme ilerli - yor, sesin geldiği tarafa doğru, bir me- zardan, ötekine atlayarak gidiyordu. Ni- hayet karanlıklar içinde muazzam bir cüsse gördü, yaklaştı. Dikkatle bakınca, kahkahayı kopardı. Kahkahasına demin- de;ıben duydukları ses cevab verdi. Ve- Bey ik! misli fazla gülmeğe başladı. Okarşısındaki muazzam “cüsse bir »« bir öküz Idi, İki kol gibi açılmış boy- nuzlarından, mezar taşlarının arasına hapsedilmiş bir öküz! Filhakika günlerce İstanbul halkına kestirme mezarlık yolunu haram eden, binbir şayia çıkmasına sebeb olan fer- yadların sahibi bir öküzdü. Mezarlığa ot- lamağa gelen bu öküz, farkında olmadan birbirinin üzerine yaslanmış ve bir nevi müselles boyunduruk teşkil etmiş olan iki mezar taştmın arasına başını sokmuş, kaldırmak isteyince oraya sıkışmış kal« maşti. Pek tabif, öküz, bir müddet sonra böğürmeğe başlamıştı. Gündüz, — şehrin gürültüsü arasında bü. duyulmamış, gece sessizlik basınca, herkes morak etmiş, cv- hamdan, mezarlık korkusundan kimse sokulamamıştı. Öküz orada günlerce kal- mış, etrafta ot bulunduğu için açlıktan ölmemişti. Tdikin susuzluk, her ayak sesi duyduğu veya duymadığı zamanlarda dahi onun vakit vakit bağırmasına, im- dad aramasına sebeb oluyordu. Vedad Bey, mezar taşlarını, ayırdı, ö- küzü muhakkak bir ölümden, ve bütün bir şehri korku ve heyecandan kurtardı. Fikret Adil

Bu sayıdan diğer sayfalar: