19 Şubat 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

19 Şubat 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA yesi Muallim Nazmi çok mes'ud, şen ve bahtiyar bir insandı; güzel, vefakâr; dü- rüst ahlâkı bir karısı ve nur topu gibi iki çocuğu vardı. Ananın güzelliği, baba, nın iyi huyu bu İki çocukta toplanmıştı. Muallim Nazmi, Aksaray taraflarında bir İlk mektebin başmuallimi idi. Evinin mektebe yakın olması onun işini kolay » laştırıyordu. Hemen hemen denilebilir ki onun hayatı evi ile mektebi arasında ge- çiyordu. Mekteb tatilinde kolayca ve ra- hatça evine geliyor; mevsim kış ise lâş- tiklerini ve yaz ise iskarpinlerini taşlıkta çıkararak terliklerini ayağına geçiriyor ve hangi tarafına baksan bal damlatılıp yalanacak kadâr tertemiz olan evinin üst katına çıkıyor, çantasını yazı masasının üstünde bıraktıktan sonra elbiselerini 80- yunuyor, pijamasını giyip muslukta bol su ile iyice yüzünü gözünü yıkıyor, saç- İarını tarıyor, mevsim kış ise oturma 0- dalarının köşesindeki yer minderine otu- ruyor, küllenmiş ateşe kahve “cezvesini sürdükten ve sigarasını itina ile ağizlığı- ka geçirdikten sonra bir taraftan ısınıyor, bir taraftari da elile kahvesini pişiriyor- du Ağzını dolduran bol bir sigara duma - hı ve içe çekilen bir yudum kahve, ona günün bütün yorgunluklarını unattur - mağa kâfi geliyordu, gerek oğlu küçük Hüsnü, gerekse kızı küçük Nermin, ba - Balarının sıkı inzibatı altında büyüdük- leri için mektebden yorgun argın gelen babalarının eve gelip dinlendiği şu daki, kada - annelerinin de sıkı tenbihi altın- da , hiç gürültü etmezler ve babalarının karşısına geçerek onun içten gelen ba- kışı altında ve pirinç mangaldan taşan tatlı bir havanın tlıklığı içinde ısınır - Jardı. Hüsnü, henüz yedisinde idi, Nermin İse ancak beşini bitirmişti Her iki ço. cuk da kavruk ve çelimsiz yavrucuklar- dı. Buna da sebeb daha küçük yaşların - da hayatlarının bir sürü hastalıklarla geçmiş ve vücudlerinin neşvünema ka - biliyetlerini bir hayli sarsmış olması idi, Didar, ekseriya kocasının « mektebden gelişinden evvel, mutfakta yemeğini pi - şirir, üstünü değiştirip köşe penceresine olurarak bir taraftan örgüsünü örer; ba- zan da odada oynıyan çocuklarile meşgul olarak gözü saatte, kocasını beklerdi. Bazı günler, iş ve misafir yüzünden âkşamın yemeğini yetiştiremezse, eve avdetinde muallim Nazmi de üstünü de. Ziştirdikten sonra mutfağa girerek ka « tısına yardım ederdi. Hayatlarının en güzel günleri - mev. sim eğer ders mevsimi ise - cumartesi günleri idi, Ertesi günün tatil olması, muallim Nazmide rahat bir gece uyumak zevkini hâsıl ederdi. O gün mekteber . ken tatil olduğu için evine geldikten sön- râ çocuklarile ve karığile rahat ve asude güle konuşa yemeğin! yer, sonra biraz oturup gazetesini okur ve nihayet akşa- “Son Posta , nın edebi romanı: 68 Her duygunun kuvvetini, her hatı- Tanın parlaklığını veya fecaatini sili- yor. Esasen c zaman biz, saadeti sizin gör» düğünüz ve anladığınız gibi görmez ve an'amazdık. Hayatta, bugün sizin oldu- ğu gibi, bir gayemiz, bir maksadımız yoktu, Bir gün annemiz ve babamız, mü- nasib gördüğü bir adamı seçer ve bize! «Bu, senin kocanı, efendin, âmirin, her şeyindir» derlerdi. Biz de evlendiğimiz adam: öyle bilir, öyle kabul ederdik. Ne bir isyan.. ne bir hareket... — Ya o adamı sevemezseniz? — Sevmek... Bu kelimeye de biz si- zin verdiğiniz manayı veremezdik. Na- muslu bir kızın nişanlısını, namuslu bir kadının kocasını benimsemesi, onu dün yala yanına varılacak yegâne erkek © larak telâkki etmesi çok tabii bir şey- di — Peki... Ya evlendikten sonra o a- damdan hoşlanmazsanız, onun huyile imtizac edemezseniz ne yapardınız? — Pek bunu düşünmeğe sıra kalmaz- dı yövrum. Evlendikten sonra kadın KARLAR ALTINDA Yazan: Selâhaddin Enis Muallim Nazminin ölüsü, mezarlıkta ma doğru karısı ile çocuklarını alıp Ak. saray pazarına çıkarak haftanın neva » lesini düzerlerdi. Bu gezinti, muallim Nazminin hayatının en müstesna zevkini teşkil ederdi. Her manavın dükkânını inceden inceye gözden geçirerek ve her zerzevatçı dükkânının önlinde bir müd- det durarak yavaş adımlarla pazarı baş. tan başa dolaşırlardı. Bazan Didar: — Biraz balık alalım... İster misin?. larda göz kamaştırıcı renklerile sıra sıra duran balıkların seyrine doyum olmi- yan emsalsiz manzaralarını seyretmek, onun en çok sevdiği şeydi. Balık aldıktan j sonra pek tabii idi ki yeşil salata, may. danoz, dereotu, taze soğan ve biraz kır - mızı turp ve limon almağı da ihmal et - mezlerdi. Bu gezinti müddetince vakit de akşamı bulmuş olurdu. Eve avdetle - rinde çocukları yukarı odaya çıkarırlar ve kendileri üstlerini değiştirip mutfağa girerlerdi. Didar bir taraftan balıkları te- mizlerken, Nazmi de salatalıkları ayırıp ayıklıyarak su ile iyice yıkardı. Mangalın hafif ağeşine damla damla damlıyan mor ve yeşil hâreli balıkların yağları, tadına doyum olmıyan bir rayi- ha neşrederek kızarırken yukarıdaki ço- cuklar karınlarınm acıktığını duyarlar, kârı koca İse, iştihanın verdiği derin Bir haz içinde karşılıklı ıskarayı yelpazeli- yerek, vakit vakit balıklasın üstünden yanmamaları için ince bir zeytinyağı ta- bakası geçirerek konuşurlardı. Muallim Nazminin bu mes'ud hayatı bir gün bir darbe ile sarsıldı. Karısı Di - darda evvelâ hafiften başlıyan bir kır - gınlık, bir kaç gün sonra şiddetli bir a - töşe inkilâb etti, Ayni ârâz, her Iki ço . cukta da göründü. Muallim Nazmi müş- kül bir vaziyette kalmıştı. Bir tarafta üç hastanın ateşler içinde yandığı bir o- da, diğer tarafta mektebi... Evindeki daracık oda, üç hasta ile bir Muazzez Tahsin Berkand daha neyim? Ne oluyorum? diye dü- şünmeğe ve kocasını anlamağa vakit bulmadan bir çocuğu olur ve analık hissi her şevin üstüne geçerdi. — Çocuğu olmıyanlar? Bunu gene korkak bir sesle sormuştu ve halası en yüzüne çöken hazin mana- yı görünce: «Acaba halamın çocuğu ol- muş muydu? Keşki bu suali ona sorma- isaydım!lz diye düşünerek kalbi derin bir acile sızladı. — Çocuğu olmamak o zaman bir ka- dın için büyük bir felâketti Selma... Sabiha hanımın mahzun sesile berâ- ber odaya derin bir akşam karanlığı çökmüştü. Genç kız halağinın yüzünü göremiyor, yalnız onun vakit vakit içi- ne ocı ve sevinç düşün sözlerini kulak- larının bütün dikkatile dinliyordu. — On sekiz yaşına geldiğim vakit be- ni zengin bir yağ tüccarile evlendirdi- ler. Kocamın yaşlı bir adam olduğunu ve benden evvel iki karı aldığını, bun- lardan birisinin öldüğünü, ikincisinin benimle birlikte yaşıyacağını, kocamın karlar altında bulundu. hasta koğuşunu andırıyordu. Hastalarm en fena zamanları akşam saatleriydi. Mu, allim Nazminin bu kadar ıztırab içinde eksi teselli noktasi da bu akşam saat- lerinde evinde bulunması idi. Bir akşam mektebden evine geldiği za“ man karısını, hasta yatağında kendin - den geçmiş ve ağırlaşmış buldu. Çocuk- ları ise 40 dereceye yakın bir ateş içinde kendilerinden geçmişlerdi. Ne yapaca - Jan, hangisine bakacağını şaşırmıştı. Ni, derdi. Balıkçı dükkânlarındaki işports(- | hayet bir doktor getirmeğe mecbur oldu. Doktorun koyduğu teşhis, çok korkunç- tü: Muallim Nazmi hastalığın şiddetli bir grip olduğunu tasavvur eder ve bunun- ila müteselli olurken doktor her üç ha: tanın hastalıklarının tifo olduğunu sö; lemişti. Tifo! > Filhakika o sırada, tifo salgını vardı. Hattâ bu yüzden bütün mekteb talebele- ri ve talim heyetile beraber kendisi de aşılanmış ve fakat hir gaflet eseri ile bu whaffuz tedbirinin evinde de tatbiki icab edeceğini düşünememişli. N Her üç hasta, yekdiğerini takiben birer gün fasıla ile öldüler, Mahalle meseidi - nin tabutluğundaki teneşirin tahtaları, gasledilen Didarın cenazesinin henüz 1$ - laklığını muhafaza ederin ayni tene - şrde birer gün fasıla ile küçük Hüsnü ve Nermin gaslolundular, Facia o kadar büyüktü ki, Nermini ka. ra topraklara" verdiği dakikada muallim Nazmınin göz pınarlarında artık dökecek bir damla yaş kalmamıştı... * Son ölünün gömülüşünden sonra eve geldiği zaman kendisini bir külçe halin- de odasındaki minderin üstüne attı, Et rafında dört duvarla bir tavan ve döşe . meden başka hiç bir şey yoktu. Hastalı - Dn sari oluşu, ve ayni kapıdan birer gün fasıla ile üç ölünün çıkışı, mahalleyi deh- şete saldığı için, komşuları, kendilerinde ikincisinden on iki ve yedi yaşlarında /rile dolaşan üvey oğlumun zorbalığıjma vakfelmiştim, Artık kocam, iki kizi olduğunu nikâh ve düğün ok duktan. sonra haber aldım. Selmanın göğsünden; isyan veöfke ile karışık bir ses çıktı: — Anneniz ve babanız $izi böyle bir sdama nasıl vermişlerdi hala? Bu ne büyük alçaklık ve vicdansızlık! İhtiyar kadın elini yeğeninin omuzu- na koydu ve durgun bir sesle onu tes- kin etli: — Süs Selma! Anneme ve babama hakaret etme... Onlar beni memleketin en yüksek şahsiyetlerinden birile ev- lendirmekle benim saadetimi yaptıkla- rına emindiler. — İki karılı, üç çocuklu bir adamla m ? — O zaman için bu, gündelik ve ale lâde şeylerden mâduddu. Bir evde iki, , hattâ dört ortak pekâlâ yaşar ve geçinirlerdi. — Demek siz evlendiğiniz vakit, ko- canızın evinde sizden evvel gelmiş ve yerleşmiş bir kadın bulunca şaşmadı- nız öyle mi? — Hayr kızım, bunu demek istemi- yorum. Tabtı ilk günleri bu vaziyet be- ni çok üzmüştü; bâhusus ömrümü be- raber geçireceğim ortağımın cahil bir kadın olduğunu öğrendikten sonra bu üzüntüm arttı, Fakat benim için en ağır darbe bu değildi; beni asıl köcamın ih- nl ŞEKSPİRDEN HİKÂYELER" Tercüme kütübhanemiz son bir yıldan - İlel dâhiyi bütün eserlerile bize tapesi b beri yeni yeni ve beynelmilel eserlerle zen -|lunuyor. ginleşmeğe başladı. Ankara caddesindeki bir sade kaç gayretli kitabcımızla beraber Ulus tercü-| çesi ve titiz çalışmalarile bu hikâyelfi meler kütübhanesi, İngiliz ve Pransız şahe -| iimiize naklederken Lamps kardeşle serlerinden başka İspanyol, Alman ve Rusİpipt vak'uları kelime ve cümlelerle ASIP edebiyatmın da en güzel eserlerini 'Türkçe- ye naklettirerek kitab halinde çıkardı. Bütün bu faaliyet içinde bize en özlü ve) mış, Bekspir'e ve Lamps kardeşlere 8“ kıymetli eserleri veren Ulus neşriyatı ve Nu- reddin Artamın kalemi oldu. Nureddin Artam Rudyar Kipling'in Iki cildik «Cengel Kitabı: ndan sonra Çbarles Lamps ve Mary'nin kısaltarak birer hikâye şekline #oktuğu Şekspirin piyeslerini toplu bir halde ve bir kitab içinde Türkçeye çe - virdi. «Şekspir'den hikâyeler» adını taşıyan bu kitabda büyük İngiliz şairinin şu piyesleri —hikâve halinde bulunmaktadır: Fırtına, Boşu boşuna yaygara, hoşlandı- gınız gibi, iki Veronsb, Venedikli tacir, Simb- lin, K-al Lir, Mekbet, Son gürlüğü, Şirretin uysallaştıniması, Yanlışlar komedisi, cezaya ceza, On Ikinci gece, Atinalı Timon, Romeo ve Jülyet, Hamlet, Otello, Sur Prensi Perik- lez, Bu piyeslerden birkaçı Abdullah Cevdet, Ertuğrul Muhsin, M. Şükrü ve diğer birkaç muharrir tarafından dilimize çevrilmiş ve Şehir tiyatrosu tarafından temsili edilmişti, Fakat Şekepir'in bütün piyesleri üzerinde bu temsiller ve bu tercümeler kâfi derecede bir fikir vermemiş, bahusuz Klâsik bir hüviyet taşıyan mevzular ve telif tar (İngilterede bile zorlukla karşılanmıştır. Bu zorluğu dü- şünen ve İngilir gençliğine Şekepiri bütün eserlerile kolay bir taryda tanıtmak iste - yen Lamps kardeşler olmuştur. Hayatları büyük bir zaruret içinde geçen bu iki kardeş bu güç isi muvaffakiyetle ba- şardıktan sonra İngilterede büyük bir şöh - ret kazanmışlardır. İşte Nureddin Artam da «Şekspir'den hi- o 1 dilimize çevirmekle bu beynelmi- İ Xureddin Artam çok temiz ve — > # Bp müze yaymış, bir piyesin bütün ka larını ciliklikten ve hareketsizlikten “eğe nasile sadık kalmıştır. yam * Kilabın #onunda Mary ve pa ps'ın uzun bir tereümel hali de üne * tadır, Bu eseri bütün gençliğe ve Be verlerimize tavsiye etmekten kendimi MYOrUZ. p.* (91 Türkçeye çeviren Nuredilin ii Ulus dercümeler serisi No, 15. 100 KEf Iktısad talebeleri tetkikler yapacaklar İktısad Fakültesi talebeleri, Pro! İrinin hezaretleri altında Martta fabriii yg işci Çalıştıran müesseselerde umur a sal a w : ler yapaacklardır Bu tedkikat fl yettedir. İktısad Fakültesi Profi bu hususta Sanayi Birliğile HALE OPERETİ, Şubat Cuma Tura yeti g& Şehzadebaşı tiyatrosunda, içinde Kadıköy NEVROZİ Baş, diş, nezle, grip, romatizma va bütün ağrılarınızı deraal k eser, icabında günde üç kaşe alınabilir. bu kapıdan içeri girmek cesaretini bu - lamadılar, * Derler ki insan gül yaprağından na - zik ve gene derler ki insan granit taşın- dan Kuvvetlidir. Bu, çok doğru... Hayat- ta öyle acılar vardır ki, onu en kuvvetli bir aslanın kalbi bile taşıyamadığı ha'de oha nahif ve narin kaburgaların çerçe - velediği bir insan yüreği tahammül e- der. Bu itibarla gül yaprağından nazik olan insan kalbi, çok zamanlar en sert granitlerden bile kuvvetlidir. * Lâpa lâpa karların yağdığı bir kânunu, sani günü mekteb talebesi, başmuallimin üç gündenberi mektebe uğramadığını gö- rerek endişeye düştüler, Bu endişe di - hırpalamıştı. Sabiha hanım derin bir nefes aldı. — Bunlari geçelim Selma:..O günle“ ri halırsamak istemiyorum, Sesi sert ve haşindi. Genç kız bu da- kikada halasının gözlerini görmediği - ne memnun oldu. Onların huşunetini ömrünün sonuna kadar unulamıyacağı- nı zannediyordu. N Sabiha hanım bir dakika durduktan sorra gene sükünetle devam etti: — Evlendiğimden onay sonra bir oğlum oldu; üç gün içinde onu kaybet- dim. İki sene sonra bir oğlum daha 0)- du.. yavrucuğum sekiz yaşına kadar yaşadı. Onun ölümünden sonra evim bara zindan olmağa başlamıştı. Onun hatırı için üvey oğlumun hmuysuzluklar rıne, orlağımın ve çocuklarının hırçın- lıklarına tahammü! ederken artık dün- ya başıma yıkılmış gibi hiçbirisini gör- mek istemiyordum. Enverimin ölümün. den onları mes'ul tutuyordum. Artık bütün ümidlerimi kaybetmiş, kendimi çocuksuz yaşamağa mehküm bilerek dünyadan elimi eteğimi çekmiştim. Fa- kat Allahın emri başka imiş, Bir iki se- ne sonra bir kızım oldu ve ben tekrar taliimle barıştım. Hayatımın en mes'ud seneleri o gün- den sonra başlamıştı. İlk gençlik ateşi- nin getirdiği heyetan ve isyanlarım du- ölen karısından yirmi yaşında bir oğlu.. | tiyarlığı ve evde bir hükümdar guru-|rulmuş, tam manâsile kendimi çöcüğu- ğer muallimlere de sirayet etti. Onu . vinin kapısını kırıp içeri girdikleri man evi bomboş buldular. * Bir kaç gün sonra mahallenin muallim Nazminin ölüsünü, mezar karlar altnda buldu, O vaziyette Me vallı başmuallim, bir kalb buhranı de karısının ve çocuklarının gömülü zi duğu yere bile varamamış ve mi karlar içinde düşerek &on nefesini VW” YARINKİ NÜSHAMIZDA: | j Uzaktan gelen gemici Çeviren: Faik Bere” — cama, SEE ğım, üvey çocuklarım karşımda bir yüz almışlardı. Bu saadet “ tâ kocamın ölümüne kadar sürdü.” man Belisisım on altı yaşında idi: Üvey oğlum evin mutlak haki duktan sonra, Kendi karısını ve larını büsbütün şımarttı. Ev ceh© dg ine dönmüş, idaresizlik yüzünde” gi küm saçım, kavga ve gürültü ar | Bu hile uzun zaman dayanamadı” zımı alarak babamın evine, buray” dim, Sabiha hanım gene ug bu defa nefesleri bir hıçkırık 8 al ğuk ve titrekti. Selma penceredö” öy len hafif ışık altında onun yüzünün ha çok inceldiğini, çenesinin u7* gi forkediyordu. Yavaş yavaş elini i dizine dayadı. Pp — Halacığım, bu eski yarals” gi» mekle ne büyük bir hata işlediği”. di anlıyorum. Beni affet. pi dum. bilsem seni böyle, üzer m yif İhtiyar kadın cevab vermede çet dakika sustu; sonra sesine kuvve! rek sözünü bitirdi: — Hayatımın ondan sonrasi b larla dolu yavrum... Sırasile bi a kızımı, kardeşlerimi kaybettim, leri i dan kalan serveti üvey oğlum yeksan etti, ii pr

Bu sayıdan diğer sayfalar: