6 Mart 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 11

6 Mart 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

t u_s!y[. SON POSTA Mart 6 Ecnebi ismihaslar meselesi (Baştarafı 1 inci say"ıda) Benim tezim şu idı: Ecnebr ismihaslar, aıd oldukları milletlerin dilinde — yazıl- dıkları imlâ şeklile değil, telâffuz olu- nurken — çıkardıkları sesleri zapteden Türk konson ve vokalierile türkçeye ge- çirilmelidir. Türk Çocuğunun zekâsını yorup yıpratmadan ona bu ismihasları en doğru ve en kolay yoldan okutmanın ça- tesi budur. Bu husustaki kanaatimin isa- betini bir kere daha söyledikten sonra yukarıda ısimlerini saydığım gazeteler- deki mütalea ve endişelere kısaca cevab vereceğim. * Vâ-Nü, kendi noktal nazarını — çöyle müdafaa ediyor: *Ben, faraza mütercimim. Her lisanı da bilmem, Kitablarda, gazetelerde boyuna kalışık imlâlı ecnebi isimlerine raslarım. Bir Leh, yahud bir İskandinav adının doğru telâffuzunu nasıl tahkik edeceğim de Türk kariine arzedeceğim?» Lisan bilmeden ve yahud bilmediği bir lisana aid herhangi bir ismihasın nasıl telâffuz olunduğunu tahkik etmek yolu- nu öğrenmeden ve bu külfetlere katlan- macdan mütercimliğ: kalkışan bir kimse- ye verilecek cevab çşudur: «Mütercimlik- ten vazgeçiniz... Yahud tercüme ettiğiniz satırlar arasında geçen herhangi bir is« mihasın kime öelâlet ettiğini tanıyıp ta- rumamakta sizce bir beis yoksa, faraza bir İngiliz Başvekilinin adını Türklere doğru okutup, doğru telâffuz ettirmekte pek fayda görmüyorsanız, © vakit bu a- dır yerine bir işaret ve meselâ, bir «Vü- Nü> korsunuz ve tçin içinden böylelikle çıkarsınız.» Ancak, biz, mesaleyi bu kadar sathi bir tebheden mütalca etmiyoruz; bizim fik- rimize görze, Günyayı idare eden adam- ların isimlerini ve, mümkün ise, kıymet- yazanlar mı demektir? Blr—an ixı_n ıııı;k-' sad bu olduğunu kabul edelim; o halde bu gibiler, hıç değilse, klişe olarak aldık. ları ismihaslardaki harflerin kendi dilin- de okunma kabiliyetini bilenler olmak dcub etmez mi? Bunlar elibette bilecekler- dir ki, meselâ «Chamberlaine — isminin başındaki ech>» bitişik konsonları fran- sızca «Ş> okunur; o balae bir İngiliz im- lâs: olan bu gekli framsızca telâlfuz kai- d sile: (Şamberlayn) okumak lâzımdır; halbuki «ch» bitişik konsonları ingilizce. de «Ç» okunur; Türk ımlâsında ise, bu bitişik konsenlar hiç sada vermez. Şimdi İngiliz Başvekilinin adını ıngilizce imlâ şekline göre «Ch» bitişik — konsonlarile yazarak Türk çocuğunun gözü önüne böy'e sada vermiyen iki konson çıkarmak ımı dağrudur, yoksa kelimenin İngilizler- deki telâffuz tarzını belletmek için o iki konsorun sesini veren «Ç> konsonunu ku'lanmak mı daha Goğrudur? Avusturya Başvekilinin adı, Alman imlâsile şöyle yazılır: «Sehuschningg>... Kelimenin başındaki «seh> bitişik kon- sonları almancada kendire mahsus bir seda sahibi oldukları halöe bizde hiç ses vermezler; bunu coğru telâffuzile Türk çocuğuna okutup bel'etmek için «Sch> yerine «Ş» konsonunu kuilanmak hem zarwi, hem de tabüldir. «Peyami Safa» bundan sonra diyor ki: «İmlâ vahdetinin gayesi, telâffuz vah- detini temin etmek değildir.> İşte, üzerinde birçok durduğum halde, ne demek istediğini anlıyamadığım bir ifade. Manmafih muarızımı nazariye pe- şinde koştlurmaya mecbur bırakmadan tatbikatta bir mısalle © iddianın çürük- lüğüzü isbat edeceğim: Elimize bir kalem ve önümüze bir kâ- Bd alarak Arab elifbesile «Kef», «T>, «Lüm>, «He» harflerini vokalsiz olarak lerini Türk geneine doğru okutup bel- | yanyana yazalım ve meydana çıkacak Tetmek lâzımdır; tezimiz bu esasa dayan- | kelime şeklini okumıya çalışalım. Bu, maktadır. kütle mıdir? Kitle midir, ketele midir? «Va-Nü> diyor ki: |Kütüle midir? Yoksa tetelehu mudur? «Diğer mütercimler ayni — ismihasları Biz işin :çinden çıkamadık. Bizim yeri- başka şek İlerde talımin ederler de yazâr- | mızde <Peyami Safa> ecaha ne yapardı? larsa bu karışıklığın önüne nasıl geçile- | Eğer imiâ vahdetinin gayesi, telâffuz cek?» vahdetini temin etmek olmasaydı yazıda Biz, tahmin üzerine tercüme yapan bir | vokal kullanmıya kacet kalır mıydı? İm- mütercim tasavvur edemiyoruz. Tercü- | lâda telâffuz vahdetini temin etmek za- n ettiği bir eserin veya bir makalenin | ruretid'r ki vokallere vüzife ve varlık hük satırları arasında restladığı herhangi bir î münü veriniştir. Bizim tezimize göre, yu- ismihasın telâffaz tarzını bilmeden veya 'hrıkl kelimenin doğru akunuş tarzı tah- bunu tahkik edip öğrenmeden onu indi | kik olunduktan sanra «kütle» yazılır ve bir tahmınle Türk Di:ine çevirmeye kal- | herkes bunu öyle okur, kışan bir mütercimir. baştan aşağı hatalı | Yoksa, ya «kitle» denilir ki yanlış olur; bir tercüme yapmadığına nereden hükme- *Bürhan Cahid» in bahsetmek istediği bü |yük İngiliz adamı eğer «Las Heros et le Cul- te des heros» müsllifi İskoçyalı muharrir ise İonun adı İngiltacede «Çariyle, şeklinde yazı- (hr. Pransız lügati, bunun Fransız alfabesile İsKarlallı okunacağını gösteriyor; — şu hale göre biz dö «Karlayle yazıp öyle okuyaca - ğız. Bu İngiltr ismi, «Bürhan Cahid» in ya - zısında gördüğümüz gibi, «Charles» olsay - dı, bizim ona kelimenin - orijinini düşünerek «Kâa, dememiz doğru olacağı gibi, «Ch» biti- Şik koasonlarının verdiği sesi düşünerek baş konson «$e diye okumamız da doğru ola - bilirdi. İngilizler bu bitişik konsonları «Çe diye telâffuz ederler. Görülüyor ki, eğer dik- kat olunmazse dünyanın en tanınmış adam- larının bile isimlerini yanlış yazmak ve yan- lış belletmek hatasından kurtulamayız. Bun daki kusur bazılarının sandıkları gibi Türk harflerinin her tolâffazu ifade edebilmek bilmemelerindedir. «Shakspeares i Türklere «Şekspir» diye ta- nıtanlar hiç de aldanmış değillerdir. İngi - Dzler büyük şatrlerinin isimlerini böyle ya- zarlar ve böyle telâffuz ederler; bunu an - lamak için herhangi bir lügat kitabına mü- Tacaat etmek küfldir. *Bürhan Cahid,, bir odib dostunun İn - giltere seyahatinde İngilizce bir kelimenin okunuşu yüzünden uğradığı müşkülâlı şöy- le hikâye ediyor: «Bu zat, «Katedral» keli- mesini İngiliz polisine doğru — okuyamadığı fçin polis onun ne demek istediğini anlama- miş ve nihayet «Ketedril» deyince cevab a- dabilmiş.. Biz, buna hiç şaşmadık; çünkü İngilizce | bilmiyen bir adamın Londra sokaklarında tek başına doluşirken İngilisce kelimeler kul lanmağa yeltendiği zaman meramını anlata- mamasından daha tabli bir şey olamaz. B - Ber bu zat, İngilizce bilseydi, Londranın o muazxam kil'sesinin ismini bir Fransıa şive- sile değil, bir İngiliz şivesile söyler ve işin 1- çinden kolaylıkla çıkardı. «Bürhan Cahid. in taşavyur ettiği zibi «y, yi biraz daha çek - mekle -anlamadım, hangi «ye? - ve kelime- yi evirip çevirmekle İngiliz şivesine uydura- cağını ve en nihayet İngilizin kafasına dank dedireceğini de farzetmek romanımsı bir şey olur, ı * Hülâsa, İngiliz imlâsındaki kaldesizlik - ten bizzat İngiliz münevverleri sık sık Şi - |kâyet edip dururken, Fransızlar orijin mâ - nâa ve modlülleri tamamen unutulmuş oldu- |Bu halde hâlâ bir an'ane ve taassub eseri o- tutan harflerle dolu imlâlarını — düzeltmek yollarını araştırırken, bizim bu imlâları ter- kedilemez bir edebiyat esası saymamız ve bu saygı ile hir LAtin edebiyat ve medeniyet âle- mi hayali içinde Türk gençliğini - hele A « rab elilbesinden kurtardıktan sonra - boğ- mağa çalışmamız, Türk — dünyasına, Türk Cumhuriyetine hizmet, ve bâhusus — ilimde, akılda, mantıkda hizmet sayılamaz. Türk harfleri ve Türk imlâsı bütün dün- ya alfabe ve lmlâlarının fevkinde bir kıyme- ti haizdir. Türk münevverlerinin ve memleket ço - cuklarını yetiştirmekte kendileri için şeref larak bir çok kelimelerde bugün füzuli yer | “ Son Po sta ,, nın Kahire mektubları Kahire, 1 Mart (Husesi Muhabirimiz yazıyor) — Kahirede günden güne kızış- makta olan siyasi mücadeleyi takib et mek, her miületten zıyade bilhassa biz 'Türkler için enteresandır. Çünkü, bu mü- csdelenin seyri, bizim Osmanlı impara- torlüğu sanki meştuti bir şekilde gene o eski bünyesile yaşıyormuş ta hak istiyen bıir hâlk kütlesi ayaklanıp bütün aris- tokrası ile mücadeleye girişmiş gibi bir manzara arzediyor: Meşrutiyetten evvel- ki Osmanlı imparatorluğunu aynen mü- hafaza ediniz, onun etrafına meşihat ma- kamını, medreseleri ve vükelâ ve vüze- rayı koyunuz ve synı zamanda büyük çiftlik sahibi olan Anadolu ve Rumeli de- rebeylerini de muhitine toplayınız, işte bugünkü Mısır o olur. Nahas Paşa da bu arada demokrasi davasırı güden yeni bir Taünevverler zümresinin lideridir. O da etrafına bu münevverler zümresini top- lamış, hükümdardan hak istıyor ve aris- |tokrasi ile mücadele ediyor. * Benim gönlüm iki tarafla da birdir: Saray ve aristokrasi, Osmanlı impara- torluğunun içindeki Türk zümresinin ci ğerlerinden kopmuş bır parçadır. Os- marlı devletinin, memurları vasıtasile Arab memleketlerinin kiç birinde bıra- kamadığı izleri, Osmanlıdan ayrılmış ve ibu memlekete hâkim olmuş yüksek bir |sınf sıfatile Mısır aristokrasisi fazlasile yapnmıştır. Mısır bizden ayrılalı bu ka- dar uzun bir zaman o!duğu halde Osman- h an'aneleri ve bu Aan'sneler içindeki 'Türk kelimeleri bu memlekette hâlâ can- h olarak yaşamaktadır, Cünkü Osmanlı İorada memur olarak eturmamış, Mısıra yerleşmiş, Mısırlı olmuş ve Mısirin haya- tını, topraklarile birlikte, svucunun İçin- de tutmuştur. Meselâ, kuruş kelimesi bu. rada hiç yalnız kullanılmaz; Kurusen Sa« gen Gerler. «Sag» tâbiri, Osmanlı zama- rından kalma bir an'anevi ilade eder; o zamanlar para çürük ve sağ - yahud sağ- Jai « diye ikiye &yrılırdı. Gene meselâ, burada yeni askeri teşkilâtta bütün isl-. lahlar, ya Osmanlı ordusu ıstılahları, ya- hud daha eski Yeniçeri stılalılarıdır: Mi- riliva, emirulalay veyahud « tabur mü« kabilinde - Orta gibi. Bugünkü Mısırın bütün aristokrasi muhiti ve onun hâkim olduğu devlet hayatı içinde bu nevi keli- melerin veya an'anelerin yüzlerce ve hattâ binlercesi vardır. Bunun için, bu saray, etrafında top'anmış olan aristok- rasi muhitine karşı bir Türkün gönlünde debiliriz? Türk okuyucularının önüne mütercim- lik davasile çıkanlar, tercüme ettikleri eserlerin metinleri gibi, bunlarda geçen ismihasların telâffuz tarzlarını da bilmek | ve şayed bilmedikleri bir ismihas karşı- sında kalırlarsa bunu bilenden sorup öğ- Tenmek meeburiyetindedirler. Ecnebi is- mihaslarını indi ve şahsi tahminlerle lâ- fızlandırmağa hiçbir mütercimin hakkı *yoktur. «Vâ-Nü» nun görüş ve düşünü- şüre göre, ismıhasları dağru telâffuz ede- bilmek için cenebi dil tilmek de kâfi gelmiyecektir; o ismihas'arın kendi dil- lerinde nasıl telâlluz edildiklerini işit- moğe kulağı istinas ettirmek de lâzımdır. İsmihasların vazılış ve okumuşlarında se- se ve kulağa bu vazife verilince, Türk harflerinin her telâffuzu zaptedemiyeceği hakkında muarızımız tarafından ileri sü- yahud «ketele» tarzında okunur ki bu da rezalet clur. «Poyami Bafar, Iddlasını isbat için, yü - rüdüğü yolu mumu sönmüş bir kâğıd fener- le aydınlatmak kabilinden bir misal getiri- yör ve: e— Gördür. mü kelimesini, doğru yazıldı- ği Balde bile, egördün mu» tarzında okulan Lehçe ve şive farkları her millette vardır» diyor. Yanılıyorsunuz azizimi eGördün mü?e şeklinde bir yazıyı egördun mu?» diye okuü- mak batasına, ilkmektebin ük sınıfında he- nüz altıncı ayını yaşamakta olan bir Türk çocuğu bile düşmez. Görüyorum ki, uzakları aydınlatmak şöy- le dursun, bazan gözlüğün önündeki mesa- | fenin sakladığı hakikatleri bile doğru dü - rüst seçebilmek İçin fenerin mumunu can « landırmaya ihtiyaç vardır. «Peyaml Safar nin bir cümlesini aynen a- hiyorum: «Kenebi İsmihasları kendi İmlâmız- la yazmağa taraftar olanlar, bu kelimeleri |halkımızın doğru okuyamıyacağını pek hak- h bir delii ve müşahede olarak öne sürer - rüler bâtıl zanlar da kendiliğinden orla- İler.» İşte çok yerinde bir söz ve fikir: dan kalkar. «Vâ-Nü» nun taraftar olduğu — fikir, yanı cenebi ismihasiarın kendi dillerin- deki imlâ şekillerile türkçeye geçirilmesi metodu kabul edilecek olursa o vakit biz bu :«mihasları değil, bunların klişelerini dilimize gaçirmiş oluraz. Ecnebi dillerin blir çoğunda okunuş'arı, yazılış tarzları- na uymuyan öyle ismihaslar vardır ki, bunlar, muarızlarımızın dediği gibi, asli şekillerile alımacak olursa, her bhirinin yanına muteriza içinde bir «okunmama- hidır» ihtarını ilâve etmekten başka çare kalmaz; ancak, böyle yapıldıktan sonra- Gu ki, Türk Dili, Türk edebiyatı bir ma- nasızlık sembolü —oimaktan kurtarıla- bilir. * «Poyami Safa» nın yazılarında da dik- Kati çeken satırlar vardır. Bu arkadaş di- yoc ki: «Pek çok ecnebi ismihasların na- sıl okunacağını, bunları yazanlar — bile bilmez.. Ben, bu süzden bir şey anlıyamadım. Müdemki, müşahede ve delilimizde pek haklı olduğumuz kabul ediliyor ve mademki halkımıza ecnebi ismihasları doğru okutup belletmekte hepimiz müttefikisz. O halde da- yamıziın da haklı olduğunu teslim — etmek, hakşinaslık teabı değil midir? Benebi lsmihasları için bir kamus yapıl- ması hakkında «Vâ - Nüs nun ileri sürdüğü teklife «Poyami Safa, pek haklı alarak (ti raz ediyor. Yeryüzünde yaşıyan iki milyara yakın insanın paylaştığı bir milyon, yarım amllyon, hattâ yüz bin ismihas bulunduğunu farredelim; bu yüz bin İsmihasın yazılış ve okunuş tarzını gösterecek bir kamus yazma- ğa kalkışmak en akıllıları bile asabiye mü - | tehassıslarının önüne düşürmek — için kâfi bir sebebdir. * «Bürhan Cahid» sabahtan sabaha hafif bir kahvaltı kabilinden okuyucularına sun « duğu yazılarının birinde bu meseleye göyle | temas ediyor: a.« Mexelâ Almanca aslı «Schopenhamere olan büyük filozofun adını 'Türkçe harflerle «Şopenhavr>» şeklinde yazacağız.. Bvet.. Böyle yazacağız; ancak, kelime - ye, Almanların telâffüzuna uyarak: «Şo - panhavr, şeklini vereceğiz. Bürhan Cahid, İngilizcesi «Charles Lylle olan büyük adamın hişsesi ayıranların hedefi şu olmalıdır; — Türk imlâsı... İsmall Müştak Mayakon incizab duymaması kabil değildir. * Halbuki öte taraftakilere de —yahancı değiliz. Türkiyenin yeni siyasi akideleri, 'Türk milletinin ruhunda hâkim bir mlj oyruyan demokrasi idealleri Nahas Paşı: $ etrafında toplanmış clan kütlenin bay- Saçluların iirafları —| 5y ömotar. Dendiresi; Miz z | (Baştarafı 1 inci sayfada) dak: bünyeye malik her memlekette ni« yetinin başında Tokyoya gittiği zaman |nayet muzaffer o.acak bir kuvvettir. İse kat'l surette casusluğa alıldığını söylemiş | tikbal elbet Nahas Faşanındır; çünkü ta- ve Piyatakof tarafından yazılan bir mek- | rihin gidişi bunu böyle ıster. Demek olu- tubu Yürenefe verdiğini ilâve etmiştir. | yor ki siyasi akidelerimiz, demokratik te- Bu mektubda Troçki lehinde propas | mayüllerimiz izibarile de biz bu tarafa ganda yapmak üzere lâzım olan parayı | bağlıyız; temenni ederiz ki Mısırda de- |bulabilmek için Mançuri simendiler hat- mokrasi nihayet tam feyzi İle inkişaf et- tıran Japonlara satılmasından istifade et- sin ve Nil vadilerinde zengin toprak sa- mek Tâzım geldiği bildirilmekte idi. hiblerinin hesablarına çalışan fellâhlar, Rakovski bir Japon kızı'haç gemisinde Tâyık oldukları müreffeh bir hayat dere- mühim Japon şahsiyetlerinden birile gö- | Sesine yükselsinler. rüştüğunü ve bu zatın Japon menfaatle- İşte, Mısırın bugünkü keskin mücade. rinin Troçkistlerin menfaatile bir oldu- |le devrinde, ben bir Türk sıfatile, hâdi. ğanu beyan ettiğini söy'emişstir. seler karşısında böyle düşünüyorum ve Mahkemede itiraflar sırasında Rakovs- | hâdiselere bu hislerle takıyorum. Türk kinin daha 1924 de Londrada büyük elçi | tfatile temenni etmek ısterim ki bu mü- iken İngiliz istihbarat büresu hesabına Câdele bugünkü kadar keskin olmasın ve çalıştığını ve bizzat Troçkinin de 1926 iki taraf oirbirine karşı fedakârlıklar ya- Moskova Mahkemesinde yor ve bir taraftan da kazanamadığı tali dirde meclisi tekrar dağıtacağını BöYÜ yerek tehdid ediyor. Nahas Paşa da düf madan saraya müracaatlar yaparak, ip tihabatın bitaraf bir. hükümet elile İ7f sını istida ediyor. Muhtelif yerlerden V muhtelif teşkilât namına bu saraya verilen istidaların altındaki imiğ lar yüz binleri bulmuştur. Fakat, gel hükümdar, atistokrasi ile elele tir; demokrasinin kuvvetini temsil haşin politikacı Nahas Pâşs mağlüb olmayı kabul etmiyor. «Demil ellie finvanını taşıyan Muhammed müd Paşayı birinci Faruk genç elile tul muş, mücadeleyi bizzat kabul etmiştif: O kadar ki mücadele, artık Nahas Paff ile hükümet arasında bir dava çıkmıştır. Doğrudan Goğruya Nahas P8 şa ile sarayın mücadelesi halini almıştif Buradaki cuma günleri Avrupadaki yasi pazar günleri> ne benzedi. Her haf ta cuma namazını genç bükümdar bir © mide, Nahas Paşa başka bir camide kIl> yorlar ve cami xi mühim fırkanın ak dettiği siyasi bir içtima ve bir siyasi nö mayiş manzarasını alıyor. Kralın etrir fında saray erkânı, büyük aristokrasi Camiül'ezher üleması ve şeyhislâm O” lünü oynıyan Şeyh Marâgi, Nahas Paşit nın etrafında da küçük rütbede ülema VE kalk, halk, halk! Hutbeler, birer siyasİ mevzua temas cder ve her iki camlin €" rafı da alkışlarla çınlar. Mısırın bugünkü vaziyetini göstermek ıçin bundan timsal olamaz. ö Bu mücadele günden güne lıııııfı bu ayın sonuna ve nısanın ilk günlerin? kadar devam edecektir. Aradaki zaman zarfında daha pek çok şevler olacak V€ belki de kan aökülecektir. Mücadel intihabatla da nihayet bulacağını zannet” mek hatadır, çünkü Mısır, tarihinin && büyük istihale devrine girmiş bulunuyof Şamda hiddet Uyandıran bir hi» oldu, diyorlar; Vatanilerin en ya * hnnuısiohımlnşıbeuw ailesine mensup olan bir Suhhi Bere kât Bey El Halidi'nin nasıl olup GA Türk olabileceğine bir türlü akıl Temiyor, bu hâdiseyi en büyük bir bir bilmek ihtimali gibi şerefli bir ihtimâ” li hakir görmesinden dolayı büyük t& essüfler izhar ediyor. Bu gazeteye re, Bay Subhi, sırf Türkiyeye ve lere yaranmak ve bu sayede — Hatayf vali veya hükümet reisi olmak istemif ve sırf bu menlfaat veya şeref mukal linde Arablığı çiğneyerek Türklere de” halet etmiştir! Gazete, bu hâdiseyi mü” halefetin ne dereceye kadar menfur © mellerle hareket ettiğini gösteren delil olarak telâkki ediyor. Fakat, bu işi burada büsbütün bâf” ka gözle görenler de yok değildir sofi günlerde bir kısım âzası mahküm edi” hnmuhakfmnenmpblrdmm’, na şu dikkate değer sözleri söyledi: — Subhi Bey Berekât, yahut Subhi Berekât, hakikaten « dediği zaman da haklı, «Arabım!» d& diği zaman da haklı olan insanlardâ? biridir. Öre taraftan, eğer gazetenin dediği” ö İdan itibaren ayni istihbarat bürosu hesa- | Pürak el uzatsınlar da Mızırın yükselme. bına çalışmış olduğunu söyledikten son- rya 1927 den itibaren Fransız endüstrisi hesabına da casusluk yaplıjtını ve Traç- |kiye verilecek para ınukabilinde Fran. sızlara Rusyada imtiyazlar temin eyle. diğini ifade etmişlir. Sibiryadaki —merifasından döndükteon sonra Rakovski tekrar Troçkınin emrile İngiliz casuslarına h'zmet etmeye baç. lamıştır. Bu işde kendisire Ledi Mariel Paget delâlet etmiştir. Ledi Paget diplo. matik mahafilde çok tanınmış bir ba- yandır. Bigza sorgu hâkimi geldi Bişa (Husust) — Münhal bulunan şehri- miz sorçu hâkimliğine tayin edilen Mahmud Yazanlardan maksad, o ismihasların aid İ1smini «Karleyi» şeklinde yazmak lâzım ol- | Yüceltaş gelmiş ve yeni vazilesine başlamış - Pit veri dillerden boşka bir dille yazı |duğunu söylüyor. sine çalışsınlar, * Halbuki, gidiş hiç te öyle değildir, hü- kömet ve Nahas Paşa bütün şiddetlerile çarpışıyorlar. Hükümet seraya dayanı- yor, saray hükümeti tutuyor; Nahas Pa şa da küçük ve hactâ büyük burjuvaziye ve müazzam halk kütlesine dayanıyor, İ- çinde polise ve askere meydan okuyarak büyük şehirlerin meydanlarını dolduran halk küt'elerile hükümete karşı geliyor. Hükümet, önümüzdeki martın otuzuncu ve nisanın ıkinci günleri yapılacak inti- habatı kazanmak için intıhab daireleri- nin adedlerini çoğalttı, bunları birbirine karıştırdı. Her tarafa para aağıtıyor; zene ginler keselerini açtılar, hükümet teşki- Jâtı harekete geldi, hülâsa bir taraftan intihabatı kazanmak için her şeyi yapı- ni doğru farzederek, kendisini Türk ” lere dehalet etmiş saysak — bile buüi dan ne çıkar? Bizim Vataniler yüzdü yüz Arab olmuşlar da ne yapmışlar! Suriyeyi, Suriye için tamamen Y” bancı olan Fransızların ellerine te$ lim etmiş değiller mi? Hamidiyenin seyahat Hazırlıkları başladı (Baştarafı 1 tmei sayfada) Harr.idiyo, Tunus, Fas, Cezayir ııht - rıni, Girid, Kıbris aca arını, Naprlı, Hamburg i.manlarını Zi Eecek, trüteakiben tekrar İstanbula det edecektir. Kılbırıs ve Giridden bulunsn Türklefi Hamidiyeyi karşılamak için şimdiden ber zırlıklara başlamış bulunmaktadırlar.

Bu sayıdan diğer sayfalar: