5 Temmuz 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 39

5 Temmuz 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 39
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5 Tommuz Avusturyada başı balta ile kesilecek ilk kadın.. Kanserden ölen bir çok akraba ve ahbablarının mirasına konmuştu, bir sigorta meselesinden mahke- meye düştü, hâkim fazla faal bir adamdı, maziyi karıştırdı ve her şey meydana çıktı Marta Viyana (5. F.) — Marta Avusturya- :a kafası balta ile kesilecek ilk kadın - ilr. Bir vakitler soyadı olarak . Fritseh adını taşıyoardu. Sonra kocası değişince. adı _Hnm Marek oldu. Fakat halk ara- sında ona sadece küçük adı ile Marta denilmektedir. Martha küçüklüğünde güzelliği nis- betinde çekici bir küvvete de malikti. Daha 14 yaşındayken kendisinden bir kaç defa yaşlı olan ihtiyar — Fritch'in kalbini çaldı. Fakat adam avından faz- la istifade edemedi, bir sene sonra ken disinde müdhiş bir hastalık çıktı. Kan- ser deniliyordu. Çok geçmeden öldü, fakat gözleri bir melek tarafından ka - Patıldığı için gene memnundu. İhtiyar zengindi, bütün serveti karısına kal - mıştı. Eğer harbin son yıl felâketleri ve mütareke çıkmamış olsaydı Martha annesile birlikte ölünceye kadar mü - :ffeh bir hayat yaşayabilecekti. Fa - t esh.amm ve Avusturya — parasının kıymeti düşünce işe yeniden başlamak Tâzım geldi. İkinci koca Bu sıralarda Martha'nın — karşısına çıkan Marek isminde genç bir teğmen- di. Ben Martayı ilk defa olarak o za - man görmüştüm. Otuz yaşlarında ka- d;_ır vardı. Fakat ancak 23 ünde görü - nüyordu, Evlendiler, Genç kadım: — Ordunun zamanı geçmiştir, di - yordu. Şimdi ticarete bakmalı! Teğmen askerlikten istifa etti. Tücaret hayatına daldı, epeyce kazandı. Fakat kadına pa Ta yetişmiyordu. — İşleri ben düzelteyim, dedi. Bir gün sabik (Teymen) i evinin bah Çesinde kan içinde buldular, Bacağı fe- na halde yaralanmıştı: — Ağaç budamak isterken balta a - yağıma geldi, diye anlattı. Marek hüdiseden birkaç gün evvel 400,000 dolarlık bir kaza sigortası yap- mıştı. Kumpanya itiraz etti: — Adam kendi kendini yaralamış - tır, dedi. Fakat bir kadın — gazeteci bir gün Martayı ziyarete gitmişti. Kadını me - lek tabiatlı buldu, lehlerinde neşriyat- ta bulundu. Esasen kumpanyanın le - hindeki delil fazla değildi. Marek taz- minatı kısmen almaya muvaflfak oldu. Bir küçüğün ölümü İki yıl sanra Martanın bir kadın ar- kadaşı kanserden öldü, hayatını arka - daşı lehine sigorta etmişti. Marta kum- panyadan 5 bin şilin aldı. Bir yıl sü - kanserden öldü. O da hayatını yeğeni lehine sigorta etmişti. Marta gene mü- him bir para aldı. Kadının biri kız, Johana, diğeri er- kek Aleksandr isminde iki çocuğu var- dı. Birgün erkek çocuk — hastalansrak öldü, ortalıydı, annesine mühim bir para kaldı, derken asilenin oturduğu ev de hırsizlik oldü, ev de sigortalıydı. Fakat kadının parayı alması bu defa kolay olmadı. Fazla mütecessis bir hâkim Tahkikatı yapmaya çok faal bir hâ- kim memur edilmişti. Kadının mâzisi- ni araştırmaya lüzum gördü, ve hepsi de kanserden ölen birkaç kiş: mmira- sına konduğunu öğrendi. — Cesedlerini çıkarttı, tahlil yaptırttı. Aradan sene - lerin geçmiş olmasına rağmen daktor - lar kemikte ve toprakta zehir buldular. Kadın mahkemeye ildi. Fakat zehirle cinayet yapanlar i tiraf etmezler. Kadın inkâr etti. Buna rağmen idama mahküm edildi. Fakat «iltihak» meselesi çıktı.. Avusturyada, Almanyaya iltihakın- dan evvel, yani suçların işlendiği sı - rada idam cezası yoktu. Avukatlar. meş hur bir hukuk kaidesini ileri sürerek: — Olamaz, dediler, Suç işlendiği $1- rada muteber olan kanundan daha şid- detlisinin tatbik edilmemesi hukukun esas prensiplerindendir, idam küreğe tebdil edilmelidir. Araya gazetelerin münakaşaları ka- rıştı. Şimdi ne yapılacağı - belli değil. Fakat görünüyor ki bahsettiğim pren - sibe rağmen kadının başı balta ile ke - BÜSGÖKLN. — —. n GU y gaa “Yaz mesaisi mahkemelerde karışıklıga sebeb oldu Mesal saatlerinin değişmesi dün de, adli- yede karışıklığa sebeb olmuş ve bir çok da- valar talike uğramıştır. Alâkadar makam, arzu eden mahkeme - lerin işlerini bitirmek için, 14 den sonra da mesallerine devam edebileceklerini, mahke- me reisliklerine bildirmiştir. Harb malülleri ile şehid yetimleri çağrılıyor Harb malüllerile şehid yetimlerinin tütün parası gelmiştir. 8 - Temmuz - 988 den İti » baren para tevrlatına Kadıköy hükümet bi- nasında evlenme salonunda başlanacaktır. Cuma ve Salı günleri şehid yetimlerine: Cumartesi ve Çarşamba günleri de harb ma- lüllerine dağıtılacaktır, Parg dağıtma zamanı sabahları saat 9 dan 12 ye kadar devam edecektir. 'Temmuzun 6 - 7 günleri numara almak için şubeye müracaat edilecektir. Resmi sened; maaş cüzdanı, nüfus cüz - danı ve üçer adet fotograf beraber getirile- kütla geçti. Derken Martanın halası da |cektir. SON POSTA Eski diplomat ve Nazırlara göre bugünkü siyaset dünyası Esbak Berlin ve Londra elçisi Ahmed ski Berlin elçisi Bay Ah - med Reşid Turnagil güzel, çabuk ve serbest konuşuyor. Bana: — Suallerinizi şöyle bir okuyun, ben hepsine sırasına göre toptan ce- vab veririm, dedi. Sorgularımı sıraladım: 1 — Bugünkü diplomasi hakkın- da ne düşünüyorsunuz? Siyaset ba- kımından mazi ile halin farkı?. 2 — Bugünkü diplomasi dünya - yı harbe mi götürüyor, sulha mı? 3 — Avrupa tekrar gizli dip - lomasi usulüne döndü. Sizce, bu - nun zarar ve faydaları nelerdir? 4 — Diplomasi hayatındaki en heyecanlı hatıranız nedir? ay Ahmed Reşid Turnagil canlı ve hararetli bir surette söze baş- ladı: — Bugün diplomasi var mıdır, diye sorarsanız, benden «nefi kat'i» — cevabı alırsınız. Neden? Çünkü iş zorbazuya in- tikal etmiştir! Diplomat, eli yumuşak bir adamdır. Kol bükmesini bilir ama incitmez. Hani bir tabir vardır: İpe un sermek! Zamanımız siyasetinde ise ne ip kaldı, ne de un! Jül Kambon, o za - manki ricale (Klemanso ve emsali) me- ram anlatamadığını (Diplomasi) adlı e- serinde yana yakıla yazar. Halbuki, bu- gün onlar âyarında da (Dizraeli ve Grey gibi) devlet adamı kalmamıştır. Diplomasiyi öldüren asrımızın terak - kisidir. Mesafe kısalmış, hattâ yokolmuş- tur. Sefirin rolü ehemmiyetini kaybet - miştir. Çünkü, Hariciye Vekili her yere kuş gibi iniyor. Benim hocam Hakkı Paşa merhum (Berlin elçiliğinde halef - selef olmuş - lardır) diplomatı tarif ederken, «diplo - mat, her şeyi bilmelidir. derdi. Her şeyi bilmek, insan için mukadder olmadığı - na göre; merhum, ne kadar çok bilinirse © kadar iyi olur, demek istiyordu. Ben- ce, bir diplomatın iki vasfı vardır: 1 — Pitri, 2 — Kisbi. Diplamat yakışıklı bir adam da olma- hdır Diplomasi bakımından, memur olmağa lâyık ferdlerini taksim ederim: 1 — Dahilf istihlâke mahsüs olanlar. (Çürük incir gibi). 2 — İhracı kabil olanlar. (Mersin por- takalı gibi.) Hiç unutmam, Eldivenle el veren bir diplomata rastgelmiştim. Adamın kaba- lığından Hakkı Paşa methuma bahset - tim, Bana: — Ya eldivenini çıkarsaydı, temiz 01- mayan elini nasıl sıkabilecektin, cevabını verdi. Lâtife bertaraf, bugün beynelmilel or- ganizasyon yoktur! Geriye kala kala dev- letlerin namusu kalıyor. Şimdi onun da yerinde yeller esiyor! İşte bu kadar. elelim ikinci suale: Harbi yakın görmüyorum. Çün- kü, harbe tarafeynin razı olması |âzım. Halbuki, ağır basanın karşısında, öbürü eyvallah ediyor. — Bu noktada, size, Milletler Cemiyeti- ni hatırlatmak... — Milletler Cemiyeti mi? Ondan hâa- yır ummayınız! — Acaba dirilemez mi? — Haortlar ama, bu tenasühün mevlüdü de Milletler Cemiyetine benzemez! Ben, bu müessesenin atisini karanlık görüyo- yorüm. Birçok milletler cemiyetten çık- tılar, İyi ama, Norveçle mi iş görecrğiz? Biliyarsunuz, dünyanın yedi büyük dev- leti var: Amerika, İngiltere, Fransa, Rus- ya, Japonya, İtalya, Almanya. Bunların beşi Avrupada. Fakat biri teslihatla (İn- bir milletin ikiye Reşid: “Bugün diplomasi yoktur,, diyor Londrada sefirdim. Kral beşinci Corc ile ilk defa konuşuyordum. Londrayı nasıl bulduğumu sordu. Beğendiğimi söyledim. “ Ammada yaptınız, bizim Londranın havası, mayısta, haziranda çekilir. Diğer aylarda oturulur yer değildir,, demez mi? Bay Ahmed Reşid Turnagil giltere), biri dahilt meselelerle (Fransa), bir diğeri de rejim hasımlarile (Sovyet Rusya) meşgul. İtalya ile Almanya, baş- larından gaile eksik olmıyan bu devlet- lerin verdikleri kararları kabul etmedik- ten sonra, vaziyetin nasıl neticeler ver - diğini, vereceğini görüyorsunuz! M illetler Cemiyeti hayalini bir ya- na bırakalım da üçüncü sualinize |temas edelim: Diplomasi hiç bir vakit a- çık olmamıştır. İnsanlar fıtri, devletler idart temayüllerile de bunu yapamıya - caklardır. Açık diplomasi sözü, devlet - Jeri müralliğe götürür, o kadar! Bu hususta, her şeyden evvel ahlâki |bakımdan vaziyeti tedkik etmelidir. İn- sanlarda ve insanlardan teşekkül eden devlet dirijanlarında namus mefhumu lâ- yıkile zihinlere girmezse, diplomasiden bir fayda beklemek hayali muhaldir. Diplomat sulh ümilidir. Binaenaleyh, namuslu bir adam olmalıdır. Yalancının mumü yatsıya kadar yanar, derler, İşte, diplomat ta desisekâr olursa mumu ça « buk söner. Maalesef ki diplomasiyi bu yolda anlıyan, bugün, yalnız Türk mille- ti vardır. Bizim siyast idaremizde, hile, hud'a yoktur ve bu yüzden de muvaffak oluyoruz. Hukuku düvel ilmini tahlil edersek nüvesini «ahde vefa» da buluruz. Çünkü hukuku düvelin zabıtası yok, mahkemesi çürük, ordusu mevcud değil! Şu halde, verilen sözün kıymeti anlaşılmadıkça ve Hnsanlar ahde vefa eder olmadıkça ne hukuku düvelden, no de diplomasiden hayır ümmamalıdır! Zamanımız, ahlâki ve manevi büyük bir buhran geçiriyor. Ferdde aradığımız ahlâk temizliğini, bey- nelmilel münasebetlerde göremezsek ne- tice karanlıktır! İşte, benim bütün söyliyeceklerim... E s«ki elçinin ağzından son cümle çıkar çıkmaz, âdeta telâşla: — Aman dedim, hatıralarınızdan bah- setmeği de vâd buyurmamış mı idiniz? — Hatıralarım... Şimdi, bunlar, uzak yılların nisyanına karıştı; hem de felâ- ketli yılların nisyanına... Tatlı heyecan « ları, zaferin yürekten gelen sevinçlerini bizim haleflerimiz, yani cumhuriyet hü- kümetinin murahhasları, elçileri duydu- lar ve tattılar... Bizim, yüzümüz güler - ken bile, içimiz kan ağlıyordu. Meselâ, Lozan muvaffakiyeti, büyük bir zafer des tanıdır. Böyle hatıralar, sahiblerine ne mutlu günler yaşatır. Fakat, biz, diplomatlığı memleketimi- zin dağdağalı ve kara günlerinde yaptık. Sandeti, zaferin saadetini rüyamızda bile görmedik. Meselâ, fırsat düşmüşken, size elim bir hatıramdan bahsedeyim: in dokuz yüz on Üç senesinde yani Balkan — muharebesinden sonra idi. Londra konferansında murah - __— has olarak bulunuyordum. Sıra muahe - denin imzasına gelmişti. Mas: göz yaşlarımı, kalbime akıta akıta yaklaştım. O sırada, Bulgar kralının kâtibi yanıma geldi. Bana, güya nezaket olsun diye, kalem takdim etti. Hakiki maksadını derhal anladım: Müzeye konmak için, benden, güzel bir mağlübiyet hatırası is- tiyordu! Bu hatırayı, onlara, kendi elim- le veremezdim. Kalemi almadım! marım ki, bu ve bunun gibi 0« lanlarını bana sormazsınız. O - nun İçin size afaki bir, iki şey anlatayım: Londra sefiri idim. Şimdiki İngiliz kras hnın babası Joarj V ile ilk defa mülâkat yapıyordum. Jorj V bana çok iltifat etti. Lâf arasında: — Londrayı nasıl buldunuz, dedi? Ben de pek tabif olarak medhettim. Samajeste güldü. Bana ne cevab verse beğenirsiniz? — Ama da yaptınız! Bizim Londranın havası mayısta, haziranda çekilir. Fakat diğer aylarda oturulur yer değildir! — Siz, kralın bu lâtifesine karşı ne dediniz? — İçimden, doğru söze karşı ne söyle « nir, deyip sustum! Manmafih, Jorj V, dev- rinin kralları içinde en nazik olan bir şahsiyet idi. Onun kadar centilmen bir insana, diyebilirim ki, hemen hemen hiç rastlamadım! Son Ayusturya - Macaristan impara « toru Şarl da kibar bir adamdı. Bilhassa karısı imparatoriçe Zita çok kurnaz bir kadındı. Fakat burada şunu da söylemek lâzımdır ki Şarl saltanatı hep karışık zamanlara rastgeldiği için, şahsiyetmni tebarüz ettirecek fırsatlar elde edeme - miştir. Esasen, ben de imparator Şarl ile ancak siperlerde görüşebilmek fırsatını buldum. özlerime nihayet vermeden ev « vel gize bir de gülünç ve tuhaf bir hatıramı anlatayım: Büyük bir dev- letin elçisini ziyarete gitmiştim. Kapıdan içeri girince bir de ne göre « yim? Bana muntazır olması icab eden sefir, iki ayağını da masanın üzerine koymuş, keyif çatıp duruyor. Üstelik, bes ni gördüğü halde, hiç istifini bozmadan, buyurun, diyor... Bu büyük elçinin ka- bul tarzına şaşmıştım doğrusu. Fırsatını düşürüp münasib bir tariz yapmaktan kendimi alamadım. Muhatabım, bana ne dese beğenirsiniz? «— İnsan, ayaklarını masanın üstüne uzatıp oturursa pek rabhat eder, İsterse « niz bir masa daha getirteyim, siz de be- nim gibi oturunuz. tatlı tatlı konuşa « hm!, Sabih Alaçam Kertenkele değil, Su bardağı! Londrada açılan gümüş eşyar sergisin: de gördüğünüz kertenkele şeklinde su bardaklari teşhir olunmuştur.

Bu sayıdan diğer sayfalar: