13 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

13 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hafta tatili şerefine artınlan“txenler, dönüş ketmiş olanları alır, kumarbaz taşır ve birkaç saat içinde tü Sinayada iş iki vel Ro- Bundan yetmiş iki sene evv ; manya tahtında hükümran olînçî::- Birinci Karol, Bükreşin yazın ::ken- cu sıcağına tahammül edemiyere' disine bir sayfiye aramış. — Prahova vadisinin, Buçeci doğ;ı;ı ğ SADA d.yan:nn:n’ln, KudĞıü ziya- Mihal Kantaku: £ Kinder Gei ÇA manastırın yeri, ae müukaddes adına İZü- iye edilen bu kadim Alman rTenesans yade edebiyat bağ h bir şöhret yal t Ai i , olmuştu. ğ MWS_H! ıkîr::rîîıxınnen Silva mıuğe mlîılîe Rume! dilinde, ;z ;;în Biî ar adile, n İ ç gürler yazdı. İ lılma_ınğ:rîıelğügşw y:kvlet idaresi i- rinci le meşgul iken, o”hljrl a #sude bir ömür sürüyor, îdl tabları ile, hatıraları arâs 'du. Mi " öinaye” gareleten, OlAyNTR #i VA tayfiyelerinden biridir. - Bunvu v a kidin etsem ya ubii'f'_l“”' ü ki tarafgirlikle itham ler güzeldir. Burada hassatan ü rmanları Gecenin karanlığı ulu “Tkî;h gökyü- nın Üzerine ağır ağır 'dız"lrm par- zünde bir bir beliren yıldıri laklığını başka hiçbir yerde £ mü hatırlamıyorum. Gene, dağların o saatte ri rengi en muktedir ressamm hıkla ifade edemez. 3 Sağrn Pakat, bütün bu gözelliklere D Sinayada benim ruhum sıkıldı. çi çocuğuyum. Ömrümün U mı deniz kenarında, geniş V ” a. da eriyen ay ışıkları, yüze gdıî:;;rîıl“ ler, dalgalarla oynaşan beyaz d karşısında geçti. İhtimal ki Şınsacl v Böyle, eflâke ser çekmiş, ara h dağlar dar gür ve ılı ormanlarla kaplı ;eıv rın arayerinde, yurdumun sermr_ y temlerine mütehassir, bir pnksî“,â gökyüzü görmek için başımı YU “ma_ kaldıra kaldıra boyun ağrlsmı uğ'î eZ ğa namzed bulunmak içime BAF sıkıntı verdi. Çok güzel, tevkalâde modemi, DoT türlü konforu câmi Palas "'î“"":_ıde bonlarında, lokantasında, b“"“ğ;'q"a' bir eytamhanenin duvarları d&ırıw!" henüz düşmüş bir öksüzü anCıf” dum.. isnbi t l Hafta içerisinde Sinaya gA Bilhassa oteller.. fakat mımâ"ğî: öy- şamından pazartesi sabahına ar gum'l le bir kalabalık basar ki mahşe Kacalaer G a mütevazı Vi d rini ki- geçiri- lunurum. büründükle- bile kolay- en de ufuklar, SÜ" adır. ti, |de birer ÇoC! zun bir kı* | ia beş gün Sinaya'ya muttasıl te de varını yoğunu götürür kral sarayı saat dörtten itibaren merakla görüle- T z lonlar, iğne atsanız Si b:!r'xh:ııva:ı;i:sakndar kalabalıktır. gae Alabalığı ekseriyet itibarile Tran- îiîv;nvıh öküz — tüccarları, kalantor brika sahibleri; lüks kokotlar, kumar îman'_)e buraya düşmüş yabancılar (eâı:f:;n üzerinde yığınla fişleri, deste ile banknotları küreyen krupiye- lerin elleri durmadan işler. Bu okkalı oyuncuların arasında ba- zan çurçurlar da dolaşır. Bunların. şil çuhanın üstü fırla! rı ufak tefek p bir. vapurun,kıçından denize f boş sigara paketleri gibi, Tühzada kay- bolur, gider. Hafta talili şerefine artırılan trenler, Sinayaya muttasıl kumarbnî taşır, ve dönüşte de, varını yoğunu birki ç”sııl içinde tüketmiş olanları alır, T Pazartesi sabahı, ortalık; «T! gi Parkta, bahçelerde, otellerin geniş sa- lonlarında konuşacak adam bulunıa;sı— nız, Sinaya bütün tabif güzelliklerine, ye havasının itidaline rağmen hafta a- rasında ölü gibidir. Bunun sebebini ben kendımğe bul- düm: Ufuk darlığı her hangi bir yere kasvet veriyor. Cepeçevfe ormanlar, dağlar arasında, huni gibi bu yer, insa- ğl , îvıîs: içindekilerle birlikte altında kaiacaklunmş gibi bir his veriyor. Orada oturduğumuzun bcşmm_gaçe- si, bu his bana uykuda iken geldi. Bir- l*l;-nbıre gözlerimi açtım, hnvkınqımA i»mfif ay ışığ) © yüce ormanlar üze- rimize döğrü ilerliyormuş gibi görün- adü, Birden, soğuk terler dökmeğe baş- lîuj.m- nefesim âdeta daralıyordu. Bel- ):i, ak.şamdnn ırnamaligaı_ K ? ca atıştırmıştım. Her halde, kâbus içe- risinde sabahı dar ettıı?ı. iîe ertesi gün, kendime daha geniş ferah bir muhit aramak te ufuk, daha I?Az.erc Sinayayı terkederek, tekrardan ü YAY çola çıklım. Beni gara B Hinin kahvesinin gmmofundıı, cırlal hıyk:r'ı;;îrî;kim_ gidiyorum Bu yer kalsın sizlere!. Ercümend Ekrem Talu —Z Zonguldak ve Denizli yasarif müdürleri tanbul ilk tedrisat müfettişlerin- 1>îl'şı;ırı'um. Denizli maarif müdür - ;'ücğunı Şevki, Zanguldak maarif mü- dürlüğüne tayin edilmiştir. Çocuk kütübhaneleri tesbit edili Eyübdeki Sokullu — medresesinden sonra Ramide, Samatyada ve Fatihde  uk kütübhanesi ve bahçesi rilecektir. Fatihdeki kü - kşidil batun medresesinde ötüren payton, Hacı Ben- Bönünden geçerken, ik bir ses, peşim sıra vücude geti tübhane Nal olacaktır. ar birdenbire kavuşacakmış | da fazla- | SON POSTA “'" : | Abdülhamid devrinde bir aşk maerası:.'ı — Kayık yanımız- ra dan geçerken, o kü- çük hanımın bana ni- çin dikkatle baktı - gını şimdi - anladım. Demek ki arkamda - ki parlak süvari üni- forması, onun nazarı dikkatini celbetti. Sandal, öteki ka - İyık ve sandalların a- rasına karışmıştı. Kü Ççüksu köşkünün önü- ne doğru ağır ağır sürükleniyordu. İhti- yar kayıkçı, kesik kesik söyleniyordu: — Eh., para, buuu.. Zenginlik, tıpkı rakıya benzer. Ra « kı; insanın midesine girdiği zaman, şişede durduğu gibi duru - yor mur.. Para da iş- te, böyle. insanın kesesine girdi mi, bankadaki kasalarda durduğu gibi durmuyor. Onun için zen- ginler, akıllarına geleni yapıyorlar. Ne yaptıklarını da bilmiyorlar... İşte.. bak, | paşam.. geri döndüler. Şöyle gazinoya çıkıp ta bir ağacın altında bir fincan kah- le içmediler. Her zaman, böyle bolurl ve runu dolaşıyo ğ y Al ihramın saçaklarındaki gümüş balık- lar; akşam güneşinin son ışıklarile par- hyorlar.. durgun sular üzerinde sürükle- ,ııırkcn. çırpınan birer canlı balık hissi veriyorlardı. Zeki bey, içinde doğan garib bir hissi yenememişti. Kendisi gibi at meraklısı *İolan bu genç, güzel ve zengin kızı bir| daha görmek istemişti. — Barba!. Bu tarafa doğru geliyorlar. | Küreklere bir kaç el asılın. Önlerine ge- |çelim. Şunları yakından görelim. Demişti. Sandal, köşkün önünde kümeliyen ka- yık ve sandallardan ayrılmış, Kandilli yoluna doğru açılmıştı. Orada, o zarif ve muhteşem bir kayıkla bir daha karşı- laşmıştı. Genç kızın-çehresi, zar gibi ince yaş- mak içinde bir zambak kadar beyaz ve berrak görünüyordu. Parlak gözleri, ye- ni açılmış mine çiçeklerine benziyordu. Bu gözler, bir an için Zeki beyin koyu lâcivert gözlerile birleşmişti. Gönç zabit, yüzünün derileri içinde gizli bir alevin dolaştığını hissetmişti. Kalbinde garib bir çarpıntı hissederek: — Ne kadar tatlı tebessümü var?. İn- sana, başdöndürücü bir zevk veriyor. Demişti. * Bu tesadüf, on beş gün geçmeden bü - yük bir aşk yaratmıştı. Zeki bey, en zeki uşaklarından birini Kandilliye göndermiş; bu sarışın güzelin hangi saatlerde atla gezmiye çıktığımı öğrenmişti. Ertesi gün, atını erkenden araba vapuru ile Üsküdara geçirtmiş: doğruca Kandilliye giderek Hekimbaşı çiftliği yolunda onu beklemişti. Zeki bey, kendisini ona kolayca tanıta« bilmek için o gün gene üniformasile gel- mişti. Süvari Ertuğrol alayının kolların- da ve yakalarında sırmalar, çapraz altın yaldızlı düğmeler parlıyan muhteşem üniforması; her zaman olduğu gibi o gün de kendine müstesna bir halâvet ve gü- zellik vermişti. Netekim Zeki bey koyu hurma durusu cins Macar atının üzerinde dimdik bir duruşla, genç kızı beklerken; düz beyaz takım vurulmuş yağız bir İngiliz atının K | tam ikiye ayrıldığı bir üstünde eski bir Amazon dilberi gibi yükselen genç ve sarışin süvari onunla ilk karşılaştığı anda hayretini gizliyeme- miş.. kayıktakinden daha tatlı ve daha müessir bir tebessümle Zekiye gülümse- mişti. Evvelâ atlar, uzun bir kişneyişle bir- birlerini selâmlamışlardı. Sonra da sü - variler, konuşmak için bir sebeb bulmüş- lardı. Bu sebebi Zeki bey icad etmişti. Yolun yerde durduğu n, sarışın ve dilber süvariyi hürmetle nlamış; gayet tabil bir tavırla: — Affınızı istirham ederim, hanım e- fendi. Buraların acemisiyim. Hekimbaşı giftliğine gitmek istiyarum. Fakat bu yollardan hangisine sapılacağını bilmi - yorum. Demişti. Genç kız, beyaz güderi eldivenli elin- deki altın saplı kırbacın utunu sağ ta - raftaki yola uzatarak: — Bu yol, sizi Hekimbaşı - çiftliğine götürür. Ben de, oraya gidiyorum. Diye cevab vermişti. Sözü uzatmamak için biz artık bu mü- lâkatın teferrüatına girmekten ictinap ediyoruz. Ve yalnız; iki saat sonra, artık Kandilliye dönerlerken, gu son ve kısa muhavereyi kaydetmekle iktifa ediyo - ruz! — Hammefendi!. Kıymetli refakatini- zin bahşettiği saadeti ebediyen unutmı- yacağım, Ara sıra bana ayni mes'ud sa- atleri yaşatmak lütfünü esirkemezseniz, beni hakikaten bahtiyar edersiniz. — Ayni bahtiyarlığı, ben de hissetmek isterim, beyefendi. Şaşmaz, bir progra - mim var, Her gün, ayni saatlerde bu ge- zintiyi yaparım... Eğer refakatim sizi memnun ederse... Zamanın muaşeret usülleri, erkekle kadının fazlaca temaslarına müsald de- ğildi. Onun için mülâkatlara haftada iki gün tahsis etmişlerdi. Fakat bu iki gün de anlaşmalarına ve sevişmelerine kâfi gelmişti. Sarışın dilberin adı, (Leylâ) idi. Babası Sadık paşa, iki tene evvel vefat etmişti. Kışları, üç ayı Mısırda geçiriyorlardı. İki ay kadar da (Nis)da ve İsviçrede gezi » yorlardı. Ailenin serveti, onlara ihtişam içinde yaşatacak kadar müsalddi. Bütün bu müsaid şartlar altında yaşıyan ailenin bir eksiği varsa o da, aileye riyaset ede - cek olan bir erkekti. Bu büyük servete karışmak için, o dev- rin en yüksek ailelerine mensup bir çok gençler, Leylânın etrafında pervane gibi dönmüşler; en hararetli ve tamlıraklı lisanlarla aşklarını ilân etmişlerdi. Fakat Leylâ, bunları dinlemiye bile lüzum görmemişti. Çünkü kendisine zeve olabilecek adamın zihninde iyice tesbıt etmiş; ve kararını da vermişti. Ve işte bunun içindir ki, Zeki ile ü - çüncü mülükatından avdet ettiği gün, amazonunu çıkâarmıyâ bile lüzum gör - meden doğruca annesinin odasına girmiş; Bir kayık safası bir aşk doğurmuştu Genç kızın çehresi ince yaşmak içinde bir zambak kadar beyaz ve berrak görünüyordu. büyük bir doğrulukla Zekiden Dahse rek: — İşte, anne.. temiz ve tok gözlü genç... Sanra, allesi de asil. tarihin ! hürmetle yadettiği eski bir vezirin runu. Babası Selim paşa da, 93 harbir temayüz etmiş cesur bir kumandan. ! vallı adam, Iki senedenberi meflüç halde imiş. Fakat sultan Abdülhamid na karşı pek hürmetkâr davranı Onuün için Zeki beyi de,hususi arasına almış... O da benim gi viyor. İnce hislere malik görüni Zannederim ki, bu gençle evlenebiliri Demişti. Leylâya, serbest ve dürüst bir terb vermiş olan annesi, kızının bu sözleri büyük bir dikkatle dinledikten sonral — Hay hay, kızım... Kendisini bi daha anlamıya çalış. Kat'i kararını ve diğin zaman ona söyle. Ailesi resmen ze müracaat etsin. Diye cevab vermişti. Lünaparkta Evlenen çift (Arkası vat ve bütün bu garabetlerin de Amerik: olduğunu öğrenmişsinizdir. İşte son manlarda gene Amerikada, evlene çiftlerden biri de, Lünaparktaki oyun trenlerden birinde düğünlerini yapmi lardır. Sebebini soranlara: — Biz ilk önce birbirimize burada r: lamıştık. Onun için de burada evlend demişlerdir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: