25 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

25 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

k 8 Sayfa BON POSTA Ağustos 25 HOLİVUTTA 15 GÜN Holivut'un en taze dedikodusu: Olark Gable ile Carole Lombard sevişiyorlar Amerikanın en tanınmış beş yıldızından biri olan Carole Lombard, “Son Posta ,, ya hayatını anlatıyor ( Amerika hususi muhabirimiz İbrahim Safa yazıyor ) Carole (Baştarafı 1 inci sayfada) . Ortada dönen rivayetlere inanmak lâ- zım gelirse ana bu merakı Clark Gable aşılamıştır. Son günlerde bu iki yıldız &- rasında çok ciddi bir münasebet başla- mış bulunmaktadır. Clark Gable ne ka- dar kır hayatına düşkün ise Carole Lom- bard da o kadar atlar, tavuklar, inekler arasında yaşamasını sever oldu. Zaten Carole Lombard spora küçüklü- gündenberi düşkündür. Henüz 8 yaşın- da iken elinde bebeklerle dolaşacağına, erkek çocuklarla kaşmağı, atlamağı ter- cih etmiş. Hattâ 15 yaşında iken bir ko- şuya girmiş, birincilik alarak iki altın madalyon kazanmıştır. * Kendisile Beverly Hill'deki zarif evi- nin güzel parkında ihtiyar bir portakal Aağacının altında karşı karşıya konuşuyo- ruz. Sarışın yıldız rahat bahçe iskemle- sinde zarif bir hareketle ayak ayak üs- tüne atmış, yeşil gözleri, gâh karşı havu- za, güh ağaçların yeşilliklerine dalıyor. — Çocukluğunuzda spordan başka ne- Jere merak ettiniz? diyorum, — Temsile... diyor. Dün geçmiş giki hatırlarım: 11 yaşımda iken bütün korg- şu çocuklarını bizim evde toplıyarak on- lara İngiltere kraliçesi Viktoryanın na- sıl giyindiğini göstermiştim. Annemin siyah tafta elbiselerinden birini iki er- kek kardeşimle birlikte kesip biçmiş, teyzemin odasından elmaslı opera tacını kimse görmeden aşırmıştım. Elbiseyi gi- yip te tacı başıma geçirdikten sonra ger- çekten bir kraliçeye banzemiştim. Ço- euklar beni bu balde görünce şiddetle al- kışladılar. Bu gürültüyü işitip koşan an- nem beni bu kılıkta görünce dayanama- dı: «Göreceksiniz, bu kız günün birinde aktris olacak» dedi. — Sinemaya ilk girişiniz nasıl oldu? — Orta mektebe yeni girmiştim. Her- kes benim için «güzel» diyordu. Bir gün mektebdeki bir resmi kabulde Fox film kumpanyasından biri beni görmüş. Ya- nıma geldi. Ertesi günü stüdyoya gelme- mi, kısa bir filmde sinemaya elverişli o- lup olmadığımı tecrübe edoceğini söyle- di. Onun bu teklifini kabul ettim. Hiç unutmuyorum: Ertesi günü 1927 yılının mayıs ayının bir cuma günü idi, Tarif edilmez bir heyecan ve sevinçle stildyo- ya gittim. Tecrübelerim yapıldı. Angaje edildim. Edmond Lowe gibi büyük bir aktörle Married in Transit adlı bir film çevirdim. Bu filmde başkadın rolünü ya- pıyordum, Annem ise benim aktris olmamı hiç te iyi karşılamadı. Bilha: orta mektebi bitirdikten sonra böyle bir teşebhüse gi- rişmemi istemiyordu. Halbuki önüne bir fırsat çıkmıştı. Bunu tepmek istemiyor- dum. Zaten genç kızlığımın en büyük ar- zusu bir sinema yıldızı olmaktı. Carole Lombard çiftliğinde Sinemaya bu suretle intisab ettikten sonra Cowboy filmlerinde de rol aldım. Fakat birkaç sene sönük kaldığımı Banı- yorum. Bilâhare Paramunt bana muva- fik bir konturatla iyi bir mevki verdi. İşte bunu müteakiptir ki gittikçe yükseldim, her tarafta alkışlandım. Sonra William Powell ile bir film çevirdim. Bu film a- ramızda bir aşk yarattı ve evlendik. Ev- lilik hayatımız huysuzluk yüzünden ma- alesef uzun sürmedi. Ayrıldık. Fakat kendişini hâlâ severim. Sevmemiş olsay- dım, daha başlangıçta evlenmezdim. Şim- di sadece iki dostuz, Carole Lombard kısa bir duraklayış- tan sonra: — Sahne hayatımın en büyük şükra- nını John Barymore'a borçluyum, dedi. O bana büyük bir örnek olmuş ve mu- vaffakiyetlerimi bazırlamıştır. Hiç şöübhe ve tereddüd etmeden diyebilirim ki, John Barymore zamanımızın en büyük aktör- lerinden biridir. * Amerikanın en parlak 5 yıldızından bi- ri olan Carole Lombard yalnız san'atile değil, şik ve çok zarif giyinişile de bü- yük bir şöhret kazanmıştır. O, süslen- mek sırrını hergün biraz daha kuvvetle inkişaf ettirmesini biliyor. Zarafeti ve müstesna tabiati hakkında bir fikir edin- mek isterseniz yıldızın Beveriy Hill'deki evini görünüz. (Devamı 10 ncu sayfada) t Norma Şerer ile Clark Gable bir film çevirecekler Clark Gable ile Norma Şerer pek ya- kında büyük bir film çevirmeğe başlı- yacaklardır. Filmin ismi (İdiot's De- light) dir. Bu filmin en göze çarpan hu- susiyetlerinden biri, içinde ön sarışın yıldızın birlikte rol yapmalarıdır. Reji- &ör şimdi bu on sarışın güzeli aramak- la meşguldür, Ruslar yeni bir tarihi film çeviriyorlar Büyük filmler vücude getirmiş olan meşhur Rus sahne vâzu Eisenstein u- zun zamandanberi gözden düşmüş bir vaziyette bulunuyordu. Son haberlere göre Eisenstein eski mevkiini elde etmeğe ffak olmuş- tur. Şimdi büyük bir tarihi film hazır- lamakla meşguldür. Film Moskova Prensi Aleksandr Nevski'nin hayatını tasvir edecektir. Malüm olduğu Üüzere Aleksandr Nevski 1240 senesinde Neva nehrinin buzları üzerinde düşmana karşı büyük bir zafer kazanmı: Filmde Neva mubarebesi - (Mosko- va) nın 45 kilemetre ötesinde Urupino gölü üzerinde çevrilmiştir. Göl donmuş gözüksün diye üzeri sık demir tellerle ve beyaz bir madde ile örtülmüştür. Filmde askerlerin tam manasile buzun üzerinde harbettikleri görülmektedir. Filmin bir yerinde buzlar yarılacak ve Moskovaya hücum etmiş olan Al- man şövalyeleri nehirde boğulacaklar- dır. Bu sahnenin muvalfakiyetle çevri- lebilmesi için 215 yüzme şampiyonu angaje edilmiştir. Önümüzdeki sinema mevsiminde bu film bütün Rus sinemalarında gösteri- lecektir. Dört ayaklı sinema yıldızları!... Avuç dolusu para kazanan yalnız (Greta Garbo), (Marlen Ditrih), (Ja- net Makdonald), (Danyel Daryö) değil ya... Dört ayaklı Amerikan sinema yıldız- ları da iki ayaklilar kadar para kazan- maktadırlar, Alel'ekser Myrna Ley ile William Powvell'in filmlerinde onlarla birlikte oynıyan (Asta) adındaki köpek 2 mil- yon frank değerindedir. Film başına 200.000 frank almakla- dır. Tom Miks'in meşhur atı Tony, tam 20 milyon frank kazanmıştır. Meşhur yıldız. Dorothy Lamour'un maymunu ayda 500,000 frank almak- tadır. Greta Garbo'nun yeni filmleri... Elyevm Avrupada istirahat etmekte olan me:hur sinema yıldızı (Greta Gar- bo) | teşrinisanide Holliwood'da bu- lunacaktır. M. G. M. stüdyosunun bil- dirdiğine göre ilk filminin ismi (Love is not so simple) dir. Bu film muharrir Melchior Lengyel'in (Ninoşka) eserin- den alınmıştır. Senaryo Fransız muhar- riri Jaogues Deval tarafından yazıl- mıştır. Bu film biter bitmez Greta Garbo (Madam Küri) adındaki büyük filmi gçevirecektir. dürlük» va: Z—0EDE Yazan: Halid Servetifünun'da ilk yazılarım — çıkalı (tabil şiir olarak, çünkü edebiyata şiir- le başlamıştım), yirmi üç, yirmi dürt se- neyi geçiyor. Fakat aşağı yukarı on dört yıl var ki, yani mecmua henüz gene te- ceddüt edebiyatı tarihindeki — meşhur giştirmediği zamandanberi bu çok eski Mmecmuanın yazı işleri müdürlüğü benim üstümdedir ve elân da bu vazifedeyim- dir. Ayni zamanda, Şeyhülmuharririn Mahmud Sadık'ın ölümüne kadar onun üstünde bulunan ve sonra gene bir müd- |det mecmuanmı sahibi ve başyazıcısı Ah- med İhsana imntikal eden eski emes'ul mü- neşriyat müdürlüğüm Nnamımı almasile getirdim. Babam gibi saydığım Ahmed İhsana sevgimden bu vazifeleri terket - meği de hiç aklıma getirmiyorum. Şimdi bt kısa mukaddeme ile anlatmak istediğim noktaya geleyim. Demek ki «Servetifünun — Uyanış» w bu son an dört yılı içinde bir hayli eski ve yeni üs- tadın mecmuaya gelip gidişlerine, yazı - larına karşı ne derece titiz olduklarına, nasıl toplantılar yaptıklarına vesaireye dair oldukça alâka verebilecek hatırala - *ım vardır. Zaten ne zamandır düşünü - yordum, arasıra bu hatıraları da yaza - yım diye... İşte kızmet bugünmüş, bu seriye girecek olan ilk yazımı yazıyorum. Yalnız şunu da söyliyeyim ki, cen sıkma- mak için daima mi, tarih kaydından ken- dimi uzaklaştıracağım. Okuyanlarım sa- dece şunu bilsinler: Bu hatıralar Serveti- jünün mecmtiasının sön on dört ınlı et - Tafında dağınık bir şekilde sıralanacak- tır. Böyle daha zevkli olacağımı sanıyo- vum. —-İ- Abdülhak Hâmid'den gelen elçi: Abdülhak Şinasi. Meecmuanın bir nüshasında bir genç şairin bir şifri intişar etmişti. Şiirin ismi ne idi, ben bile unuttum. Yalnız unuta - mıyacağım cihet, mevzuudur. Şair, mu- hayyel bir ihtiyara hitaben, serbest na- zımla aşağı yukarı şunları söylüyordu: «Biz yeni hayat gençleriyiz. Yeni u- fuklara koşuyoruz. Ey ihtiyar, yolumuz- dan çekil. Sesimizi boğmağa çalışma. Ye- ni nağmelerimiz senin kulaklarına tatlı gelmese de biz bu yolda yürüyeceğiz.» Şunu da ilâve edeyim ki, bu şiir aslın- da daha uzundu. Şair, bazı yerlerde mev- | zuu karıştırarak gsoftalara, dini ellerin- de oyuncak yapanlara da atıştırıyordu. Fakat o parçalar, bilhassa «Ey sarıklı yo- baz!» gibi hitablar hem mevzuun san'ata taallük eden vahdetini, hem de diğer mıs- raların incelik ve güzelliğini bozduğun- «Servetifünun» üdımı <Uyanışm adıle de-| ifesini de, bu tazife <umumi| beraber evvelki işime ilâve olarak hen! deruhte ettim ve işte o zaman bu zaman-' ( İdır hem yazı işleri, hem umuml neşriyat müdürlüklerini bugüne kadar sürükleyip'| İYAT — Servetifünun hatıraları Abdülhak Hâmidi kızdıran şiir Fahri Ozansoy Di K Hâmid — Daha ne yapacaksınız, diye asabı * yetle kolunu havaya kaldırdı, dâhiyi gü cendirdiniz! — Dâhiyi mi? — Evet, Abdülhak Hamid Beyefend çok müteessir oldular. Hayretim büsbütün artmiştı. Maama, fih karşımdakinin haykırışına karşı er hafif, en kesik ve yumuşak sesimle sor dum: — Af buyurun, doğrusu anlıyamadım Neye müteessir olmuşlar? — Noye olacak? diye yüzünü buruştur. du. Mecmuada çıkan şiire!.. — Hangi şiire? — İşte o «İhtiyar, ihtiyar, çekil yolu - muzdan. Bizim san'atımız yeni san'attır» diye küstahça sözler sıralıyan miünase betsiz yazıya, Muhatabımın bu cevabı üstüne bir lâh ze irkildim. Önce, öyle sanırım, benim de zaten fazla kalın olan kaşlarım yu karıya dikilip büsbütün kalınlaştı, fakat arkasından bir sinir gülmesile kahkaha yı savurdum. Bu kahkaham, asıl benimr teessürümün bir nevi ifadesi idi. Fakat, yaradılışı itibarile çok nazik ol duğu halde Abdülhak Şinasi bu sefer büs bütün kızdı: — Yakışır mı size? Şimkli de gülüyor sunuz öyle mi? dedi. — Nasıl gülmiyeyim, diye cevab ver dim, o şiirin Abdülhak Hamid Beye her hengi bir şekilde hiç bir tarizi yoktur. — Peki amma, ihtiyar san'atkâr kim? — Hiç kimse, sadece bir sembol. Esa sen manzumenin hepsi o kadardan ibaret te değildi, neşrederken yarıya yakın bir kısmını ben çıkarmıştım. Çünkü, sarıklı. lara, imamlara filân da çatıyordu. Doğ: Tusu bunlar güzel mısralar olmadığı gibi san'at mefhumu ile de kaynaşmıyordu. Bilâkis manzumeye hem fikir karışıklığı, hem tatsızlık veriyortlu. Bu cevabım üstüne Abdülhak Şinasi ön dan bunları çıkarmış, manzumeyi daha toplu bir fikir çerçevesi içinde neşret - Miştim. Aradan bir kaç gün geçti. Bir gün gene masamda oturmuş, o haftanım sayfalarını tertib ediyordum. Bir de baktım, karşım- daki camlı kapı açıldı ve münekkid Ab- dülhak Şinasi karşıma dikildi. — Oco! Safa geldiniz, buyurun! Diye yer gösterdim. Yer gösterdim amma, bu defa yüzüne dikkatle bakınca, münekkid arkadaşımın kaşları çatık ve dudakları sarkık oldu - ğunu da farkettim. İçimden: — Allah Allah, dedim, neye kızmış acaba? Neyse, çok bekletmedi. Uzun masanın bana karçı olan öteki ucundaki sandal - yeye oturur oturmaz bomba gibi patladı: — Teessüf ederim, Halid Fahri Bey, doğrusu sizden bunu ummazdık! İçimden bu defa da bir eyvah çektim. Çünkü summazdık» deyişine — bakılırsa, bana kızan yalnız o değil, bir başkası da var, belki de bir heyet, ne bileyim! Fakat acaba ne idi kusurum? Her halde Ab - dülhak Hamidin elçisi Abdülhak Şinasi büsbütün sebebsiz yere de bana çatmağa gelmemişti ya!.. İşte bu hayretle ve üde- ta karşımdakinden halime merhamet di- liyerek: — Ne var, canım, dedim, ne yapmı - gım? ce şaşalar gibi oldu, sonra kendisini bu cevabla atlatlığım zannına kapılmış ol- malı ki tekrar itiraz etti: — Peki, bunu dâhiye nasıl isbat ede « bilirsiniz? — Nasıl mı, dedim, kendisine o şiirin müsveddelerini yollıyarak... Ve hakikaten çok iyi bir tesadüfle, neşe rinden sonra yırtılıp sepete atılmamış olan müsveddeleri kâğıdlığın gözünden çıkararak dostuma uzattım. Neticede o müsveddeler Abdülhak Ha- mide götürülüp gösterildi ve gerek «Ser- vetifünun» un, gerek orada çalışan eski, yeni her hangi bir şair veya muharririn büyük edibe karşı bir bürmetsizlik hissi besliyemiyeceği kendisine anlatıldı. İşte o zamandanberi bu hâdiseyi ne za- man hatırlasam âdeta içime bir baygın: hk gelir: Ya o müsveddeler elimde ol masaydı Abdülhak Şinasiye nasıl derd anlatacaklım? O da benim tarafımdan büyük Türk şairini nasıl inandıracaktı? Hâmidin içinde kalacak olan bu şüphe benim içimde ebedi bir ıztırab düğümü olmıyacak mı di? Halid Fahri Ozansoy Konyada sıcaklar Konyada şon günlerde sıcaklar artıraştır. Halk uğaç altlarına, bağlara, bahçelere iltica ediyor. Alâeddin tepesindeki şehir bahçesin- de halkın oturması için kanape ve banklar

Bu sayıdan diğer sayfalar: