3 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

3 Eylül 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

geee “Son Posta, , hın Hikâyesi I ÇAPKIN KIZ DNYL ĞDN AA LNYK AAA ll Yazamı : Muazzez Tahsin Berkand __-__==; 5 beri her gün vapurda rastladığım, tâ çocukluğundanberi onu adım adım takib ettiğim için, bu genç kızı ben herkesten başka türlü, belki de bir ana, bir abla gözile görüyor ve baş kaları için küsur sayılabilecek hususiyet- lerine göz yumuyordum. Onu (lk tanıdığım günlerde, karşımda veyâa yanımda oturan ve bir düziye ab- hud dadısını peşinden koşmn - sinirlendirmiş ve — öfkelendirmişti. | at sonradan bütün yolcular gibi ben | de Onu sevmiş, onün büyüsüne kapilmiş-| e birlikte mektebe gitmek Zçml yden benimle birlikte vapura bi-| nerler ve Üniversileye giden ablası va- purda bile derslerini tamamlamağa çalı- Şarken sarışın Nilüfer (onu Nili diye çağı- rırlardı) civa gibi yerinde durmadan kâh pencereye, kâh kapıya koşar, bazan yük- sek sesle dersini tekrarlar, bazan çan - tasından topunu çıkararak — ka altında yuvarlar, onu yolcuların bacakları ârasında kedi gil dolaşırdı. Bazan yanında kendisi gibi sa- rzışın bir arkadaşı olur, o zaman bütün vapur halkı bu iki girin yavrunun gevrek kahkahalarile neş'elenir, en ağır — başlı| kimseler bile gözlerinden gözlüklerini çı- karır, gazetelerini dizlerine bırakarak onları seyre dalarlardı. Ne şirin, ne yaramaz, ne içi içine siğ - miyan canlı çocukt Gün olmazdı ki yolculardan biri na bir paket şeker bir kutu çikolâta al masın.. Gün olmazdı ki bu çapkın kız i mizden birine bir oyun oynamasın... Yo cuların paketlerini -sa yok eder, unutulmuş sigaralarını sönd apkalarının yerlerini değiştirir, vel- | basıl akla gelmedik binbir muziplik ya - pardı. Fakat bütün bunları öyle sevimli, hattâ terbiyeli ve kibar tavırlarla ya - par, sonradan da bu muzipliğe pişman ol- Muş gibi öyle mahçup bir tavır takınır - dı ki ona kızmak şöyle dursun, yaptığı yaramazlık için insanın onu öpüp okşıya- | cağı gelirdi. Böylece seneler geçti ve kimse onun yavaş yavaş bü: ünü — farketmedi. | — Vay canına! — Ya! Soram, efendime deeyim, Ba- rutçu başının gü- veysi, şimdik mehrum olmuşu - sa, , Eğribasmaz- yan Mirtat.. ö da yüz elli bin lira kazanmıştır.. Atıyorsun, ahpar! — Yalan laf e- doorsam, sağ se- lamet şundan çıkmayim. Gel gelelim bu işte böyük sermaye ister bir, bir de sang furua olmalı. , — Sermayeden yana düşünmem. AÂdem oğlu eyi idare ettikten sonra,bi- ni de bir, biri de., Sade, o öteki dedi - ğini acaba nereden tedarik ederiz? — Hangısını? — Teminden, salamura gibi bir b. geveledin. İşte onu, 'Takvor gevrek gevrek gülmüş ve: — Hentsin, nesin? demişti.. Sanfu - ruva dediğim, soğukkanlılık, sabırlık- tır. Kendine güvenoorsan, işi say ki olmuştur deyi, — Güvenirim zâhir. Evel Allah!, İşte bu güvenme ile, Torik işe giriş- mişti. e, sermaye düzmeye koyul- du, Gurabi efendiyi bir mikdar sız - dırdı. Sonra, kazanırsa derhal, ve yüz- de on beş faiz ile, kazanmazsa İslan - bula avdette, bir ay vüde ve yüzde ge- ne on beş ziyadı ödenmek üzere bin lei de Yaseften uydurdu. Cem'an 2500 leji kadar tutan bu sermayeyi bağ- rina bastırarak, bir iki gece, kendi gi- rişmeden oyunu takip etti. Nihayet, aklı biraz erer gibi olunca, Rumen dilinde sayıların ezberlenme - sini Zaruri görüp, buna emek verdi. O gün, Takvor ona bu iş üzerinde iken rastlamıştı. Torik, belki yirminci defadır, - sıfırdan başlıyarak, dokuza kadar tekrar ettikten sonra: — Şimdik, sor bakalım! dedi. — Bir, nasıl derler? | ranın bir köşe |bul ettiğini ve bünun' geçici bir ağırlık ka yanına çağırıp ©- Hattâ on iki yaşına gel zaman bile es- ki ahbabları hâlâ beş yaşındaki afacan gibi koşup zıplamasıı yor, anü ne; lendirecek, onu bu zorak| ciddiyetten &- yıracak er yapıyorlardı. On dört yaşına geldiği zaman tek ba - şına gidip gelmeğe başlamıştı. Fakat ar- tık eski yaramaz kız değildi. Her hali, her tavrı ağırlaşmıştı. Eski afacanlıklarına ta- | hammül eden yolculardan uzakta, kama- | ne büzülerek kitabını o- küyor, yazısını yazıyor, yaptıklarını affettirmek Istiyormuş gibi bir kedi sessizliğile pencereye dayanıp | denizi seyrdiyordu. Fakat onun bu bali, benim yedi sekiz senedenberi onu ta- nıyan ve onunla konuşmaktan zevk du - | yan yolcuları memnun etmekten pek u- zaktı. Onun susmasile, onun bir küşeye simesile vapurun keyfi ve neş'esi kaç - Mıştı sanki, Onun ön dört yaşını çok ciddiyetle ka- olduğunu bildiğim için bazı sabahlar is- kele üzerinde ona rastladığım vakit: — Bügün elimden kaçamazsın, benim yanıma gelip oturacaksın... diyor, onu be- nimle beraber gelmeğe mecbur ediyor - dum. O zaman, eski günleri canlandıran bir neş'e ile yaramazlaşıyor, binbir mas- karalık yaparak bizi güldürüyordu. Nilüferin bu ârızi ciddiyeti ancak iki sehe sürdü. On altı ya; üzel ıda tam manasile kız olduktan sonra yeniden, fa- ârlü bir yaramaz olup ortaya çıkmıştı ve bu seferki yaramazlıkları teh- likeli de olabilirdi. Nilüfer tidden güzel bir genç kız ol - muştu. Sarışın bukleli başı, koyu gö simsiyah kirpikleri, boyasız pembe yüzü ve incecik vücudile bütün gözleri çeki -| yordu. O, çantası koltuğunda kamaradan içe- riye girdiği dakika bütün başlar aona doğ- ru çevriliyor, bütün dudaklar tatlı tatlı gülümsüyordu. O anda bir vapur halkı- | h nın kalbleri bu güzel ve taze kız için çar- pıyordu. Çapkın kız, güzel olduğunu, şirin ol - duğunu nasıl biliyor, bunu mühimsemi - | güya eskiden | yormuş gibi istediği halde — Un! — Beş! — Çinç! — Sekiz? — Dur be! Nasil- dı?, Ha: opt! — Aferim, bravo, 'Torikzadem! Göro0- rüm ki, dil öryen- meye istidadın ki- yak fazladır. Şims dik, Allah isterse bu Jakşam sefteyi ede- ceksin, ne? — İşallah! — Haydin, göre- yim seni: Pangayı sota ettir. | O ayni akşam, Si- nayanın meşhur ka- zinosu, iğne alılsa yere düşmiyecek kadar kalabalıktı. Masaların başı sanki birer karınca yu- vası idi. En ağır levanta ile en müstek- reh ter kokusunu yekdiğerine mezcet- miş orta yaşlı, bol mücevherli, tıknaz madamlar, ahırlarının gübre kokusun- dan tamamile sıyrılmağa vakit bulma- miş Transilvanyalı sığır tacirleri, daha yaâkayı ele vermemiş, muhtelis vezne- darlar, aylığı Sinaya kazinosunda ve bir gecede deveye yükletip, 29 gün a- ğızlarını poyraza açmıya alışmış me- murlar, evde, babadan kalmış son bir antikayı rehnederek, bedelini burada yemeğe gelmiş Bizans prens döküntü- leri, hep burada idiler. Pek azı birer iskemle bularak otur- Mmuş, geri tarafı ayakta duruyordu, A- bundan öyle zevk ve gurur duyuynrdu) ki... Kendisine bakan gözleri görmeden, kı- varcık- başını yüksekte tutarak ârkadaş - larına doğru ilerlediği zaman, on on beş kişilik kadınlı erkekli grupun arasından rüzgâr geçmiş gibi hepsi birbirine giriyor, | her ağızdan bir ses duyuluyorndu. — Nili benim yanıma gel bak a ne diycceğim. li dünkü hikâyenin sonunu bekli- Fakat o dilediğini ve istediğini yapı - yor, islediği yöre oturarak İstodiği şeyle- | ri anlatıyor ve bu on, on beş kişilik genç mektebli. grupu, zalim bir hükümdarın karşısında boyun eğen zavallı bir esir ka- filesi gibi onun bher y ğmi hoş bulu - yor, her söyledi Liyordu. Çapkın kız, bir kaç gün orlalıkta gö - rünmedi. Arkadaşları ondün baliseder - lerken manalı manalı gülerek: Nilinin bizi görecek gözü yok... di- yorlardı. ir sabah vapura binerken ona rastla- nıma çağırdım. Mazeret beyan et- 'akat arkadaşlarının yanında da gö - rünmedi. O zaman merak ettim ve bir vesile ile vapuru dolaştım. Nili, esmer bir ile, tâ burunda bir kan , tatlı tatlı konuşuyordu. len sonra genç kızda görünür bir çizgisi cudü her gün biraz daha güzeli gulaşıyordu. Hele bir sabah gene vapu- run bürnun onu arkasında mavi bir el- bise ile gördüğüm zaman nefis bir tablo geyrediyormuşum gibi oha bakmakla do- yamadım. Çapkın kız seviyordu. Bunu her hali is- bat ediyor, her sözü, her bakışı bunu hay- kırıyordu. Onun saadetile bütün vapur alkı mes'ud oluyormüş gibi, ahbablar birbirimize bakıp: — Niliyi gördünüz mü* Ne kadar gü- zelleşti; yanındaki delikanlı da ona pek uygun, diyorduk. (Devamı 13 SON EDERİ ROMAN! sayfada) Gelişi güzel, numaralardan birinin üzerine yirmi lei attı rada bir, krupiyenin emri işitiliyordu: — Paralarınızı koyunuz! Oyun ta- |mamdır!. Arada ufak bir fasıla, sonra gene ay- ni ses gürlüyordu: — Dokuz, kırmızı, tek, ve pasl, Ve böylece dokuz numaraya para koymuş bulunan talihliler, önlerine kü- rekle itilen fişleri, gayri ihtiyari bir te- bessümle, avuçlayıp, evvelce mevcud istifi kabartıyorlardı. Kırmızı, tek ve pas oynıyanlar da koyduklarının birer mislini aldıklarından dolayı şükredip oturuyorlar, balbuki kaybedenler de için için talihlerine sövüyorlardı. Torik, kasadan beş -yüz lellik fiş al- dı, kalabalığı dirsekle iterek, masanın yanına sokuldu. Oyun başlıyordu.. göz- Hava Seferleri Devlet bava yolları Umum Müdürlüğünden : Şimdiye kadar Cumartesi günleri Ankaradan İstanbula saat 16 da yapılmakta olan hava seferleri 3/9/938 cumartesi gününden itibaren saat B,30 da yapılacaktır. Bu vaziyete göre pazardan maada her gün saal 8,80 da Ankaradan ve İstan, buldan birer tayyare tahriki surelile Ankara - İstanbul arasındaki hava seferle- rine devam edileceği ilân olunur. Büt Ağrı Geçi Balıkesir Vilâyet Daimi «G0TL ün ları rir. Encümeninden : D — Balikesir - Bandırma yolunun 86 4-500—93 4600 üncü kilometreleri ara- sında ve kapalı zarf usulile ihâlesi yapıl acak famirata talip çıkmadığından bir ay zarfında ihale edilmek üzere pazarlığa 2 — Bu işin keşif bedeli 13277 lira 89 3 — Büna aid keşifmame, Keşif hülâsası zeme grafikleri örneğinden veya nafia müdürlüğünde görebilirler. bırakılmıştır. kuruş muvakkat teminatı 996 liradır. , Hat bordrosu, metraj cetvelleri ve mal- hüsusi ve fennf şartna meler, eksiltme şartnamesi ve mukavele arAlir. İsteyenler bu evra kı Balıkesir Vilâyet Datmi Encümeninde 4 — İhale encümenin mutad toplantı günleri olan pazartesi, perşembe ve cu- mârtesi günleri saat 10 da yapılacağından isteklilerin on bin liralık iş yaptığına dair nafia müdü. lerinde vilâ; olunur. makamında müteşekkil Va ile SABAH, ÖĞ her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi Devlet Demiryolları ve | Yaş pancar küspesi nakliyatına mahs dan ikincikânun sonuna kadar olmak eylül 938 den OSTANIN lerini yumup, gelişi Rüzel, — numaralar- . dan birinin üzerine yirmi lei attı. — Dört, Çift, ve mank! Torik baktı: Ken- di fişi 4 numaranın üzerinde nazlı nazlı, tek başına duruyor- du. Krupiye, sordu: — Para kimin? Torik: — Benim! demi- ye kalmadı.. kürek- le itilen fişleri, kar- $i tarafta — oturan takma dişli, boyalı saçlı acuzenin — biri hemencecik, — kaşla göz arasında kabul- siyah, lenivermişti. Zavallı Nocmi, kırk yılda bir, garib |başcağızına konan talih kuşunun, büyle başka bir açıkgöz tarafından avlandı- ğını görünce şaşırmış, ağzı açık kalmış- tı, Kendine gelir gelmez: — Hişt, kokana!. Şakayı bırak. Tosla mangizi!, diye bağırdı. Oradaki cemaatin arasında bu itira- zı kimse anlamamıştı. Sesler yükseldi: — Keskildi? (Ne diyor?) 'Torik, kulağına başka türlü akseden bu lâfa cevab verdi: — O dediğiniz şey, paraları bırakır- sam olacak, Ve, derhal yerinden fırladı, Boynu- nun iki yanındaki damarlar şişmişti. Burnundan soluyordu. Kolpoyu vurür ğünden alınmış ehliye t vesikasile birlikte mutad toplantı gün- encümen daimiye müracaatları ilân RADYOLİN LE ve AKŞAM fırçalayınız. us tarifenin tatbik tarihi ağustos başın- üzere değiştirilmiştir. Yeni tarife 10 fvurmaz, masanın başından uzaklaşma- yı daha hayırlı bulan kadın kalabalığın arasına sokulmuş, kendini kaybetmiye çalışıyordu. Avın üzerine bir hamlede konan terbiyeli bir doğan kuşu gibi Torik ahaliyi yardı, kadının kolundan tuttu. — Haydi, çabuk paraları!. Öteki silkindi ve işi şirretliğe vur- mak istedi: — Lese mua, brüt! (Bırak beni, ya- bani!) — Sus, moloz! Yaygarayı basıp da beni mi korkutacaksın? Küuvvetli parmaklarının, üzerinde kenet gibi kapandığı, kadının bileği bü- tün gayretine rağmen kurtulamıyordu. Masalarda meşgul bulunmiyan - halk bünların başlarına üşüşmüşlerdi. Tek gözlüklü, yaşlıca bir adam müdahale etmek sevdasına düştü. İleriye doğru adım atarak, elile Toriğin omuzuna do- kundu. — Bu kadından ne istiyorsunuz, Mösyö? diye sordu. 'Torik ne bu hitabi anladı, ne de ce- vab verebildi. Hem kavradığı eli bırak- miyor, hem de etrafına bakınıp, Yasefle |Takvordan birisini gözlerile araştırı- yordu, | Uzakta, bakara oynanan salonun eşi- ğinde ermeniyi gördü. Kadını sürükler- cesine peşine takarak oraya kadar gö- türdü. Bana bak, Takvor! dedi; bu çiriş bizim mangizin üstüne oturdu. Bir tür- ü kurtaramıyorum. Millet de işin far- kında değil, bana musallat oluyorla Nerede ise çıngar çıkacak.. şunlara ken- di dillerince bir yol meram anlat. Ve kısaca, başına geleni anlattı. Er- meni: — Bunda, dedi, komiser de jö, yani- ya ki oyun komiseri vardır. Davayı o- na götürmeliyiz! 'Torik buna tarafdar değildi: — Nasıl? Herif karıyı haklı çıkar: sın da, üstelik elâleme kepaze mi ola- yım? (Arkam var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: