3 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

3 Eylül 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Mahkümlar'a -SON POSTA dasında üç gün Eski Türk detektifleri “Son Posta,, ee maceralarını anlatıyorlar : 2 Pi 750 mahkümun başında yalnız 4 Bir saman çöpü sayesinde jandarma ile bir gardiyan var! Adliye Vekili diyor ki: “ Geçenlerde Edirnede tesis edilen ceza evine İmralıdan iki mahküm göndermek icab etti. Kendilerini serbest bıraktık, İstanbula indiler. Gene kendi başlarına trene binerek Edirneye gittiler ,, yakalanan hırsız 14 yaşındaki suçlu, bir gece içinde bütün ötel halkını soymuştu Polis ikinci şubesinin aski bir kurdu olan Bay Nazmi: — İki gürnlük bir polis memurunun da boş mu, dolu mu, görelim? Ondan sonra düşünürüz... Sigarayı yaktım, çene çalmağa başla « içinde rol aldığı hâdise Trabzanda olmuş. tur, diye söze başladı. Bir gün, Sabah otelinde yatan yavör Hüsameddin Bey, telâşla bana geldi. — Ne var, ne oldu, demeğe vakit kal - madan derdini dökmeğe başladı: — Birader, başıma gelenleri sorma! 200 liramı, saatimi, tabancamı çaldılar! »— Ne zaman? — Dün gecel — Eşyanız nerede idi? — Yatak odamda, yastığımın altında! Fakat sabahleyin, gözlerimi açınca, hep- dım. Fakat karşımdakilerin hepsinin içi« ni kürd kemiriyordu. Onlar da haklı idi- ler amma, ben işin neye varacağını çok« tan kestirmiştim! — Peki, ya hırsız, atı alan Üsküdearı geçti, kabilinden çoktan sırra kadem ba$e Tüiş ise? — Buna imkân yoktu. Çünkü aradan za- man geçmemişti. Fail, ya şehrin içinde idi, yahud da civarında. Hanlara günder« diğim polis, gittiği gibi gelse bile, bir tes lefonla bütün karakollara talimat verir, meseleyi hallederdim. Mahkümlor Evvelki gün Marmâarânın örtasında Adliye Vekili, bazı saylavlar, Üniversite Hukuk Fakültesi profesörleri, adliye er- kânı âavukatlar, doktorlar ve gazeteciler 18 saat süren tatlı bir mahkümyiet geçir- diler. Mahkümiyetin bir saati bile ağırdır ama, İmralı adasında üç sene evvel tesis edilen asri ceza evini görmek, elde edilen netlceler Üzerinde tedkikat yapmak ü- zere, Adliye Vekilinin davetlisi olarak (Kalamış) vapurile adaya ayak basanlar © derece zevkli, istifadeli, ayni ağırlıkta da ibretli bir gün geçirdiler ki, içlerinde karaya oturan (Kalamış) ın bir müddet daha kurtulmamasını temenni — edenler, herhalde geri dönmekte accle edenlerden daha çoktu. İmralının ziyaretçileri muhakkak bu- günü kafalarının içindeki hatıra vitrini- nin hemen el yordamile bulunur bir ye- rinde saklıyacaklardır. (Kalamış) Köprüden sabahleyin 8,20 de kalkacaktı. Ben nefes nefese iskeleye geldiğim zaman gazeteci arkadaşlandan Hasan Rasim ve Nizameddin Nazifle Ni- yazi Ahmedi vapuru ararken buldum. Aradığı her şeyi masasının üstünde olsa | bile en az iki saatte bulan Nizameddin Nazif nedense bu sefer kıyıyı, köşeyi a- raştırdığı halde koca (Kalamış) 1 bula- mayınca fena halde sinirlenmişti. Dayanamadı. Gişe memuruna: — Kuzum, İmralıya giderek vapur ne- rededir? Diye sordu. Kulakları üzerinde bulun- dağu iskelede dalma Haydarpaşa, Kadı- köy isimlerine alışmış olan memur bu soruyu yadırgamış olacak ki, başından attı: — Vapurcuya sorun!.. Bu cevab (Deli Deryalı) müellfini büsbütün hırçınlaştırdı: — Vapurcu da kim yahu Ben böyle va- purcu denilen bir vatandaş tanımıyorum! | Memur bu sefer elile çımacıyı işaret etmişti. Ayni sual (vapurcu) (!) ya da tevcih edildi. O da şu tavsiyede bulundu: — Acentaya sorun!.. Nihayet (Kalamış) 1 Köprünün Kadı- köy iskelesinde rıhtım ile iskele arasına saklanmış yakaladık. Adliye Vekili, adliye heyeti reisi, saylavlar, Hukuk Fakültesi profe- #örleri, Müddeilumum! Hikmet Onat, di- ğer adliye erkâm ve gazeteci arkadaşlar vapura çoktan gelmişlerdi. Saat 8.45. 150 kişilik davetli kafilesi İmralı yolunda. Kalkar kalkmaz bir gar- sonun kucağına yerleştirilmiş ambalajlı sandoviçler dağıtılmağa başlandı. Bir arkadaş sandoeviçi dişlerken: — Gül suyu serpilmeden şeker verilir. mi? diye bir espri yaptı. Davet sahibleri hiç bu asrf mevlüdün usulünü, âdabını bilmezler mi?.. Çay arkasından hazırmış. Orta salonda gazeteciler Adliye Veki- linin etrafını sardılar. Nezsketile adli hazakati yekdiğerile yarış eden sayın Vekil ada, meydana getirilen işler ve bunların gayesi hakkın- da etraflı malümat verdi. Kendisine so- rulan bütün sualleri cevabsız bırakmadı. Vekilin beyanatını şöyle hülüsa ede- biliriz: — Böyle modern bir ceza evi tesisini ötedenberi düşünüyorduk. Hedefimiz şu idi: Bize gelen adamları bize geldikle- rinden daha iyi, daha az fena olarak ce- teftişiye | adasının sahilden görünüşü ve sakinleri eee irümn nn ? a Adliye vekili mahkümlarla görüşüyor miyete lade etmek. Bunun için de kuv- vetli. bir profesör bulduk: Çalışmak.. Çalışmanın en iyi mekteb — olduğuna kanaat getirdik, Tedkikatımızla anlamış bulunuyoruz ki, profesyonel mücrim Türkiyede yok- tur. Irkın böyle bir müstesnalığı vardır. Çalışmak, bilhassa tabiatle mücadele bir mahküm için en tesirli bir mürebbi ola- eaktır. Bir arkadaşa Türkiyedeki bütün hapishaneleri dolaştırdık. Avrupaya gön- derdik. Belçikada bir hapishanede altı gün de mahkümiyet hayatı geçirdi. Bü- tün bu tedkiklerimizin sonunda İmralı adasında ilk ziraf hapishaneyi kurmafa karar verdik. Otuz kişi ile işe başladık. Bunlar evvelâ çadırlara yerleştiler, İlk işleri kendilerine bir bina yapmak oldu. Derken bu 30, yüz oldu. Kendilerine ve hayvanlarına yetecek kadar istihsal yap- tılar. Adedi arttırdık. İki yüze çıktılar, İki yüz, dört yüzü bulunca denize uzan- dık. Bahk tutmak için alât ve edevat te- darik ettik. Hali hazırda adanım nüfusu 750 kişidir. Bugün 400 kişinin ektiğini yedi yüz elli kişi toplıyamamak vaziye- tinde kalmıştır. Mahsul çok bereketli ol. muş, iyi randıman elde edilmiştir. Gele- cek seneden itibaren soğan ve buğday gi: bi mahsulâtını ada dışarı ihraç edecektir. Hüseyin Cahid Yâlçın, Vekile adaya mahkümların hangi şartlarla getirildiği- ni sordu. Vekil bunu şöyle izah etti: — Bunun için iki âğır şart koyduk. Bi- | rincisi; mahkümun mütebaki makümi- İyeti 4 yıldan az olmıyacak, ikincisi, yaşı otuzu aşmış — bulunmıyacak. -Bundan göttüğümüz - gaye açıkça — anlaşılıyor. Mahküm üzerinde işlemek fırsatını bul. mak ve cemiyete kazandırılmazı faydalı olacak, vasati ömrü biraz uzunca mah-| kümlar üzerinde tecrübelerimizi yapmak. Bunlar eYmizde bir nevi muallim mah- kâüm olacaklardı. Şimdi bu kayıdları ya- vaş yavaş hafifletiyoruz. Mesolâ, yaş kay- dı kırka doğru gitmektedir. Mütebaki mahkümiyeti dört yıldan üçe indirdik, Hedefimiz, istihsalini hedef tuttuğumuz yegâne kâr adamı ailesine ve cemiyete kazandırmak, bâr olmaktan kurtarmak- tır, Derslerle, milli hikâyelerle, temsiller. le ruhi ve milli taraflarını da perçinle- meye uğraşıyoruz. Onlara vermek iste- diğimiz en geniş fikir kollektivitedir. «Toprak sizindir» diyoruz. Ne kadar is- tihsal öderseniz o0 kadar kazanırsınız. A- dayı ne kadar imar ederseniz o derece rahat eder, sizden sonrakilere de mü- kemmel bir eser bırakır, onları da sizin gibi olmağa teşvik edersiniz, — diyoruz, Düsturumuz; demir, silâh, jandarma de- ğildir. Sevgi, muhabbet, saygıdır. Hüsnü muameleden daha fazla randıman alıyor, muvaffak oluyoruz. Göreceksiniz yedi yüz elli kişiye dört jandarma konmuştur. Bir tek te gardiyan vardır, şimdiye kadar da bir tek firar vak'ası kaydedilmemlş- tir. Hattâ Edirnede tesis edilen yeni ceza evine buradan iki mahküm göndermek Ycab etti, kendilerini serbest bıraktık. İs- tanbula indiler, gece İstanbul tevkifha- nesinde yattılar. Ertesi sabah trene bine- rek gene kendi başlarına Edirneye gitti- ler. Gene geçenlerde Edirnede ceza evi- nin hayvanları kaçmiş. Mahkümlara mü- saade ettik, gittiler. Yedi saat uzaktan yakalıyarak ve kaçtılar zansetmiyelim diye dörtnala sürerek avdet ettiler, Ken- dileri de şuur hâsıl etmişlerdir ki, bura- daki rahat hiçbir tarafta yoktur, burada çalışmağa mukabil bir gün yerine iki gün sayılmakta ve yevmiye almaktadır- lar. Bu paralar onların namlarına ban- kaya yatırılmaktadır. Aldığımız neticelerden Belçika adliye- si bile istifade etti. Bu neticeler üzerine derhal Edirme, Zonguldak ve İspartada üç yeni ceza evi daha tesis ettik. Edirnede pancar yetiştiriyoruz, Zon- güldak madenlerinde mahkümlar ücret- le amele olarak çalışıyorlar, İspartada halıcılığı canlandırıyoruz. İmralı soğan yetiştiriyor. Balıkçılıktan azami randiy man alacağımız kanaatindeyiz. Bu yıl 100 fıçı salamura yaptılar. Maksadımız mücrimi içtimaf hayatına uygun bir ça- lışmaya teşvik etmek ve ona hemcinsini mümkün olduğu kadar çok sevdirmektir. Adliye Vekilimiz beyanatını bitirmiş- ti. Gülerek gazetecilere: — Bana artık bir kahve ısmarlıyabilir- siniz, dedi. Zira bunu hak ettim. Vekil kahvesini yudumlarken İmralı- ya yaklaşmakta olduğumuzu haber ver- diler, Hep beraber güverteye çıktık. Dümdüz bir deniz. Vapurumuz bir gergef kadar gergin suları makaslıyor. Bava da ne kadar ağır!.. Marmaranın or- sinin yerinde yeller estiğini gördüm. Hüsameddin Beyi teskin etmeğe vakit kalmadan, içerkiye bir manga adam gir- di. İçlerinden bir tanesi: — Efendim, biz Yomralıyız, dedi. — Güzel amma, bu sözden maksadı - Uzatmıyalım, aradan yarım saat geçti, geçmedi... Polisim, oltaya tutulan balıkla görünmesin mi? Bü, on dört, an beş yüş- larında bir çocuk idi! Korkudan tir tiz titriyordu! Polise sordum nız?.. — Hani buranın yabancısıyız da.., — Olabilir. Soanra? — Şimdi cascavlak kaldık ta, sizin an- lıyacağınız! — Neden? — Tabancalarımız, saatlerimiz, parala- | rımız kayboldu! — Nasıl? — Dün gece otele gelip yattık, Sabahle- yin bir de ne görelim? Hepsi caddeyi tutmuş! — Siz hangi otelde yazıyorsunuz? — Sabah ötelinde! Adamcağızların bu sözlerine ben de şaşmıştım, yaver Hüsameddin Bey de. Hırsız kimse, dün gece bütün oteli bo - şaltmağa karar vermişti anlaşılan... Yanıma bir dç polis aldım, Sabah oteli- nin yolunu tuttum. Zavallı otel sahibi do tolâş içinde idi. Çünkü, üstüste yapılan hırsızlık vak'aları yüzünden, bütün müş- terilerinin kaçacağını düşünüyor, bana: — Aman bey, ne olursa sizden olur, be- ni kurtarın bu felâketten, diye yalvarı - yordü. Oteli gezdim, hiç bir iz yoktu. Bahçeye çıktiım. Orada da şüpheyi da- vet edcek bir şey bulamadık. Fakât tı- ra, parmaklıkların muayensine gelince, şin rengi değişti... Otele gizlice, gecele- yin giren hırsız bahçedeki parmaklıkların Üstünden atlamış. Boyalarda saman ve hayvan pislikleri kalmış, Demek ki ateli altüst eden bu gece kah- ramanı, o civarda bulunan hanlardan gel- mişti. Çünkü, hayvan sahibleri ve atla gelip giden yolcular altlarında ahırları o- lan bu hanlarda kalırlardı. Bizim külha- ninin kunduralarına yapışan samanlar ile hayvan pislikleri de, parmaklıklara g1 - tasındayız. Hafif bir rüzgâr olsun yüzü- müzü okşamıyor. Uzaktan ada gözüktü. Yarısı suda, ya- rısi karaya uzanmış bir timsahı andırı- yor. Üzerinde yer yer çamlıklar seçiyor. Fakat umumiyet itibarile ada çıplak. Gittikçe yaklaşıyoruz. Üzerinde (Ceza €vi. 1.) yazılı mahkümlar tarafından ida- re edilen bir motör bizi karşıladı. On- ların klavuzluğile beton iskeleye yanaş- tık. Bütün merkez bayraklarla donatıl. | Tmiş, geçeceğimiz yol üzerine bir de zarif tak yapılmıştı. Sabık hâli ada şimdi me- Tâşlarına ve hem de toy polisin duyduğu deni bir çehre arzediyor. Birdenbire ba- kınca kendinizi pekâlâ Heybelladanın ö- nünde zannedebilirsiniz. Bütün iskeleye (Devamı 10 ncu sayfjada) vahmiş. Bu kadarcık ipucu, faili bulmamıza kâ- fi idi. Daha mesleğin acemisi olan ya - nımdaki polise dedim ki: — Oğlum, şu hanları dolaş. Seni gö - rünce kaçmak istiyen, saklanmağa kal - kan, yahud mütereddid bir tavır alan ki- mi görürsen yakala, buraya getir. Haydi bakalım, göreyim seni! Genç polis heyecan içinde koşa koşa gitti. İçimden hem otelcinin, bem Yom- | dım! rahlar ile. yaver Hüsameddin Beyin te- — Naşıl ele geçirdin bu mendeburu? — Talimatınız veçhile, hanları dolaş mağa başlıyacaktım. Fakat, daha birin - &einin kapısından içeri girmeden bu tüy- Süzle karşılaştım. Baktım, beni görünce apışıp kalıyerdi. Ne bir adım ileri ata « biliyordu, ne de geri! Siz söylemiştiniz ya, böylesini al, getir diye! Ben de tuttum kulağından işte... Kaşlarımı şöyle bir çattım, oğlana ters ters baktım! Zırlamağa başlamasın mı? — Aman ağabeyeiğim, kuzum ağabeye ciğim... Allah aşkına dövme... Vallahi SÖy- liyeceğim, billâhi söyliyeceğim, diyor, ©- yük cıyak bağırıyordu! Çıkıştım: — Bu yaşta hırsızlığa başlarsın ha! Ev. velce çaldıkların yetmiyormuş gibi., Sözümü bitirmeğe vakit kalmadı. Öğ- Tan: — Vallahi, billâhi ilk defa yapıyorum bey ağabey, diye yaygaraya yeniden başladı! Demek ki yumurcağın eski marifetleri yoktu. O da, polisim gibi toydu, iki ace- mi birbirlerini bulmuşlardı! Bu suretle gönül eğlendirmek tatlı idi ama, gelin de otelciye, yaver Hüsameddin Beye, Yome ralılara 1âf anlatın! Merak ve #hdişele « rini bir an evvel gidermek lâzımdı. Yu « Murcağa tekrar sordum: — BSaatler kimde? — Bende! — Paralar? — Onlar da! — Ya tabancalar! — Hepsi bende, hepsi! — Nereye sakladın bunları? — Değirmendereye! Değirmendere, şehre yarım saatlik bir mesafede olan bir köydü. Yumurcağın, o- rada bir cürüm ortağı bulunduğunu pek zannetmemekle beraber, gene ağzını ara« madini değil: — Değirmenderede kimin var? — Kimsem yok! — Çaldıklarını sokağın orta yerine bi- rakmadın ya?! Söyle, kime verdin? — Ktmseye vermedim! — Ya ne yaptın? —[Kırı Bötürdüm, taşların altına sakla- Yanımdakiler, kaybolan para ve eşya- heyecana gülüyordum. Yanımdakilere: larının bulunmasına seviniyorlardı ta « — Gönlünüz rahat olsun yahu dedim, he le şu bizim polis geri dönsün bakalım. Eli TU MAT ae B bil... Fakat, bunlara bir Ayak evvel ka - vuşmak için de sabırsızlanıyorlardı. Oni- lara: (Devamı 10 ncu sayjfada) İmralının sakinleri gazete okur ve yemek yerlerken

Bu sayıdan diğer sayfalar: