29 Ekim 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

29 Ekim 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Cumhuriyetten evvel «Çocuklar, Eski devirdeki —mekteb, bugünkü mektebe hiç benzemezdi. Bugün seve iz mektebinizi gözünüzün önüne getirin. Bir de aşağıda okuya- cağınız Ömer Seyfeddinin - <Falaka» isimli hikâyesinde anlatlığı mektebi düşünün. Eski mektebin ne kadar fe- na, ne kadar iptidai olduğunu anlıya- seve gitt caksınız.» Her sabah Çarşı camiinin arka: harab zaptiye ahırlarının önünden Berçe sürüsü gibi, bir aıvıldayarak geçerdik. Mekteb biraz daha ilerde... alçak duvar- h, oldukça geniş bir avlunun ortasındı idi, Bir kattı; etnafında yükselen büyü kestane ağaçlarının birbirine — karışmış koyu gölgeleri bütün çatısını kaplardı. Biz daha avlunun kapısından girmeden Hoca Efendinin bulunup bulunmadığını, şöyle bir bakar, anlardık: — Abdurrahmançelebi gelmiş mi be? — Gelmiş, geltmiş... Abdurrahmançeldbi — Hoca Efendinin ihtiyar eşeğiydi. Siyah, huysuz, inatçı bir bayvan... Her sabah bizim gibi erkenden mektobe gelir, akşama kadar kalır; evle- rimizden nöbetle getirdiğimiz kucak ku- cak otları, yazsa ağaçların, kışsa sol ta- raftaki abdestlik sundurmasının altında yavaş yavaş yerdi. Ona su vermek, onu tımar etmek mektebde bir imtiyazdı. Ho- €a Efendiye kim yaranırsa bu mükâfatı kazanırdı. Mektebin kapısına dar taş bir merdivenle çıkılırdı. İçeri girilince tâ karşıya Hoca Efendinin rahlesi gelirdi. Rahlenin önünde top yavrusu müdhiş, tuhaf bir tüfek gibi siyah kayışlı ağır fa- laka asılı dururdu. Hepimiz kırk çocuk- tuk. Kızları birkaç ay evvel bizden ayı- rarak başka yene kaldırmışlardı. Sınıf taksimi filân yoktu. Elifbeyi, Ammeyi, her şeyi bir ağızdan okuyor, rakamları bir ağızdan sayıyor, bir ağızdan ilâhi söy- Tüyorduk. Bütün derslerimiz yeknasak, umum! bir bestenin asla manalarını an- Tamadığımız güfteleri idi. Hoca Efendi, aksakallı, uzun boylu; bağırtkan bir ih- tiyardı. Yaz, kış, dalma cübbesiz, abdest #lmağa hazırlanmış gibi kolları, paçaları çıplak, sıvalı, yerinde otururdu. Öğleden sonra Çarşı camlini süpürmeğe gidip hiç gelmiyen kalfa daha gençti. Müezzinlik te yapıyordu. Bize şeker, leblebi, keçi- Boynuzu, hünnap, iğde vesarre satardı. * Gönenden geldiğimiz gündenberi bu mektebe devam ediyordum. Amma ders- ten, mersten hiç haberim yoktu. Bir a- pzdan okumağa başladık mı, ne olursa olsun, ben de karışır, bağırmağa başlar- dıim. En birinci zevktm falaka tutmaktı. Falaka tutmak... Fakat bir gün hâkim efendi ile setre pantalonlu, gülmez su- ratlı biri geldi. — Kaymakam Bey, Kaymakam Bey! Dediler. Sakalsız, esmer, uzun boylu, aksi bir adam. Kapıdan girer girmez Ho- ca Efendinin işareti üzerine hepimiz a- yağa kalktık. Birisini çağırıyormuş gibi elini, başını salbyarak bizi oturltu. He- Pimizi ayrı ayrı gözden geçindi. Bir ka- çırmzı okutmak istedi. Halbuki biz tek ağızla, ahenksiz okuyamazdık. Yüzünü buruşturdu. Yere bakarak başını salladı, Sonra gözlerini Hoca Efendinin başında asılı duran falakaya dikti: Baktı, baktı. Ömründe ilk defa bir falaka görüyormuş gibi dikkatle baktı. Döndü, gelâm verme- den çıkarken: — Biraz dışam gelir misiniz Hoca E- fendi?. Hoca Efendi titriyerek divan duruyor Bibi kollarını önüne kavuşturarak yürü- dü. Hâkim Efendi ile Kaymakamın ar- kasından bahçeye çıktı. Dışarıda ne ko- Diyorlardı. Sak etmiş! Dayak korkusu kalkınca biz, kırk ço- cuk, öyle azdık, öyle kudurduk ki... Ne yaptığımızı bilmiyor, artiık hiç hocayı dinlemiyor, yüzüne leblebi atıyor, min- derine iğne koyuyor, pabuçları saklayıp ©enu saştlerce, arattırıyor, yalvartıyar- Sözde Kaymakam Bey ya- SON POSTA duk. Dayaksız bizi okutamıyacağını an- K AASAY HLA — Hayır, biz çekmiyeteğiz, dedim. lıyan Hoca Efendi nihayet gene bir gün | Sonra hapşırırız. Uyanır. falakayı çıkardı. Amma başı ucuna as- Öyle bir şeytanlık kurmuştum ki da- madı. Oturduğu minderin arkasına sak-|ha yapmadan gülüyor, katılıyordum. Ço- ladı. Fakat şimdi kim kabahat yaparsa eskisinden fena dövüyordu. * İyice hatırlıyorum; kırk çocuk, hepi- miz müttefiktik. Aramızdan müzevir cuklar da bana bakarak gülüyorlardı | Gülüşme gürültüsüne Hoca Efendi uyan- İdı. Hemen kutuya baktı. İçinde enliye yok... Hiddetlendi: — Kim aldıysa söylesin, şart olsun, ge- çıkmıyor, Hoca Efendiye karşı tek bir| bertirim. vücud gibi hareket ediyorduk. Bir gün bahçede sözbirliği ettik. İçerde hepimiz birden esnemeğe başladık. Hoca Efendi de esnemeğe başladı. Zavallı ihtiyar uyu- yuverdi. O zaman kalktık, rahlenin üze- rindeki enfiye kutusunu aldık, hepimiz çektik. Bütün mektebin içinde bir hap- şırmadır. gitti. Hoca Efendi gürültüden uyanınca işi anladı. Enfiyesini kimin çal- dığını sordu. Bir ağızdan ahenkle: — Bilmiyoruz, bilmiyoruz. Dedik. — Hepinizi falakaya çekeceğim, — Bilmiyoruz, bilmiyoruz. — Kimse söylemiyecek mi? — Bilmiyoruz ki, hilmiyoruz kı... — Bilmiyor musunuz, pekâlâ, Necib git camiden kalfayı çağır, çabuk. Hep bir ağızdan, ahenkle: — Şart olsun haberimiz yok! Dedik. — Kim aldı. Söyleyiniz. — Bilmiyoruz, bilmiyoruz. — Pekâlâ, ben size gösteririm. Şimdi hapşırınca alan meydana çıkar. Şart ol- sun, onu falakaya yıkacağım. Gebertlin- ceye kadar döveceğim. Hoca Efendinin öfkesi bir türlü geç- miyordu. Ben rahlemin altında, eüzüm- den kopardığım iki yaprağı boru gibi bü- küyor, enfiyeleri içine doldurüyordum. * Akşam yaklaştı. Hoca Efendi kollarını kapadı. Çoraplarını, mestini giydi. Cüb- besini omuzuna aldı. Hep bir ağızdan, kerrat cedvelinin tagannisinden — sonra Beş dakika sonra kalfa geldi. Korkunç | ilâhiye başladık. Ben nihayete değru ya- bir sahne başladı. Sopayı biri bırakıp biri 'nimdaki çocuğu dürterek kalktım. O da alıyordu. Nöbetleme falaka tutuyorduk. |kalktı. Ellerimizi kaklırdık. Hoca Efendi Hepimizi sıra dayağına çektiler, Bugün- | bağırdı: den sonra Hoca Efendi esnemme ile hap- şırmayı en büyük kabahat sayıyordu. — No var? ü — Abdurrahmançelebiyi hazırlıyalım Hele hapşırmak... Kazara, kendiliğinden | mı? hapşıranı: — Benimle eğleniyor musun? Diye yere yıkıyor, bayıltıncıya kadar döğüyordu. Aksi gibi baenim hiç durma- dan eeniyeceğim geliyor, hapşırmak isti- yordum. Birkaç defa bunun için dayak im. Hoca Efendi dayağı bitirince bü- tün kuvvetiyle rahlesine vuruyor: — Kim hapşırırsa şart olsun ki öldü- rünceye kadar döveceğim, Diye haykırıyordu. — Şart olsun, kim hapşırırsa... * «Şart olsun'» bu nasıl yemindiz. Evde anneme sordum, Başını salladı. Gözlerini açtı: — Çok büyü yemin! Dedi, — Yalan yere bu yemini eden- çarpılır mı? — Hayır. — Ya ne olur? — Daha fena. — Nasıl? — Karısı boş düşer, Bir gün öğle paydosundan sonra içer! | girdik. Her vakitki gibi derin bir uğul- | tu... Ben baktım, Hoca Efendi dalmış u-| yüyor! Hemen ayağa kalktım, Çocuklara şehadet parmağımı dudaklarıma — götü- rerek: — Surcunuz! İşaretini verdim. Ses seda kesildi. Hep- si ne yapacağıma bakıyordu., Gözüme rahlenin üzerinde, kapağı açık duran bir tabaka kadar büyük enfiye kutusu iliş- mişti. Yürüdüm, ayaklarımın ucuna ba- sarak' yaklaştım, kutuyu aldım. İçindeki enfiyeleri cüzümün arasına boşalttım. Kutuyu gene açık olarak yerine bıraktım, Çocuklar çekmek için etrafıma toplan- dılar, ı — Haydi, pekâlâ, çabuk. | — Kapıdan çıktık. Her akşam Hoca Eten- İdinin izin verdiği iki çocuk önden çıkar, eşeğin yularını ve semerini vururdu. Taş merdiveni koşarak indik. Abdurrahman- çelebi yiyemediği otların üstüne uzanmış yatıyordu. Tekmeliyerek kaldırdık. Yu- larını, semerini vurduk. Artık ilâhi ses-| leri kesilmişti. Bon cüzdanımdan içi en-| Tiye dolu kâğıd boruları çıkardım, Yavas- ça eğildim. Abdurrtahmançelebi daha bir şey anlamıyordu. Bu borulardan bir tı-| nesini bütün kuvvetimle burnuna üfle- dim. Genzine bir tabanca sıkılmış — gibi şaha kalktı. İkinci boruyu üfleyemedim. Yularından tuttum. Sıçrata sıçrata taş merdivenin önüne doğru götürdüm. Ö- teki çocuk yanımdan geliyor, gülmemek için eliyle ağzını tutuyordu. Hoca Efen- di cübbesini giymiş, vakarla, yavaş ya- vaş, merdivenlerden iniyordu. Çocukla- rın hepsi bir turna dizisi gibi, arkasın- dan iniyorlardı. Eşek şaha kalkıyordu. — Ne olmuş bu hayvana? — Bilmem efendim, uyuyordu... — Gemini yanlış vurmuşsunuz. — Hayır. — Getirin bakayım. Bütün çocuklar da bakıyorlardı. Eşeği taş basamağa yaklaştırdım. Tam bu e- İnada Abdurrahmançelebi nezleye uğra- mıiş bir Insan gibi: — Pişih, pişih... Diye başını sarstı. Bütün çocuklar gül- meğe başladı. Hoca Efendi şaşırdı. Enfi- yenin tesirini duymaya başlıyan Abdur- rahmançelebi habire haykırıyordu. Ben sanki hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi: — Sizinle eğleniyor elendim. Dedim. — BHaltetmişsin... Daha ziyade küstahlaştım: — Bunu da falakaya yıkmalısınız. kimektep | | On Beşinci Çocuklar, Bugün hizim büyük — bayramımızdır. Çünkü kurtuluşumuzun, kendi öz var- lığımıza kavuştuğumuzun on beşinci yı- h kutluluyoruz. Çocuklar, Bu on beş yıın her gününde biz biz- değ başka hiçbir milletin başaramadığı işleri başardık. Ulu Önderimiz Atatürk, bizi düşman esaretinden kurtardıktan sonra, saltanatın ve saltanatla birlikte yürüyen bütün fena âdetlerin esaretin- den de kurtarınıştı. O gün bugün, Onun verdiği Glrektiflerle, Onun gösterdiği yol Üzerinde yürüdük, Bir harabe olan meni- leket imar edildi. Harice giden paraları- mız kurulan fabrikalar sayesinde mem- ' leket içinde kaldı. Ordumuz kuvvetlen - di. Bilhassa küllür alanında çok yük - sekdik. Cumhuriyetten evvelki devirde ne bu- günkü Gü, ne bugünkü tarih, ne de bu- günkü okumak yazmak kolaylığı vardı. Kargacık' burgacık — Arab — harfleri! çok güç öğreniliyordu. Dilimiz yabancı kell- Birinciteşrin 29 ——— aaamz Yıldönümü melerle dolu idi. Biraz okumüş olanlar türkçeyi türkçe olmayan başka kelime- lerle konuşuyorlar, yazıyorlardı ve hele tarihimizi hiç bilmiyorduk. Kısa b aaltanat Şüren Osmanlı hükümetinin © rihini bize benimsetmişler, dünyanın € eski, en asil bir kavmi Türkler olduğu- nu ve bisim de Türk olduğumuzu unu! turmuşlardı. Halbuki Cumhurlyot dev tinde bütün bunları öğrendik. Türk vi letlerin en 4, ve türkçe bütün di lerin anasıdır. Çocuklar, sit Cumhuriyet devrinin t tün bilgileri, llikleri içinde yetişiyo sunuz. Ne mutlu, ne mutlu aize Ki o 25 Osmanlı padişahları devrinin saray Hu ricindeki Türkleri saymıyan, tanımıyr idaresini görmediniz. Bize o idare ile bi günkü Idare, o zihniyetle bugünkü zihn || yet arasındaki farkı nekadar anlatsa: || cene anlatmış alamam, O cehennemir l Aazabını çeken bir büyükler, bugü: cennetin safasını sürerken, çektiğimiz a Zabin ne Ççekilmez şey olduğunu anc şimdi hakkile sezebiliyoruz. ll İİ | Büyük M Palledilmiş şekli ve kazanan büyük numaraları ilân ediyoruz. Yersiz- lik yüzünden mütebaki talı üsabaka ikhlilerin isimlerini de salı günkü nüshamızda bulacaksınız. Tüsabakanın halledilmiş şekl «İş Bankası kumbarası» Brinci ikremiye: 25 Lira Kazanan: Bilend Okan Ankara Hsesi, orta kısım B. Nümara 1383 İkinci ikramiye: 15 Lira Kazanan: Bay Ahmed oğlu Yakup Tarsus okulu No. 453 Sebzeciler arası No, (T0 - 101) Üçüncü ikramiye: 109 Lira Kazanan: Erdoğan Sütunç Bmekli yarbay erkek oğlu, ilkokul &, 2 de, Şehzadebaşı, Saffeti sokağı No. (1) Diğer — talihlilerin — isimleri — Salı günkü sayımızda neşredilecektir. Yukarıdaki mükâfatları kazananlar pa - zartesi gününden itibaren İyi çıkmış — biren fotoğrafları ve hüviyetlerini isbat edecek" vesikalarla matbaamıza müracaat — etlikleri takdirde mükâfatları kendilerine — verile - cektir. 'Taşradakilerin de bize posta iİle gönderes cekleri fotograflar elimlse geçer geçmez mü- kâfatları adreslerine posta havalesile der « hal sevkedilecektir. Dikkat: Bu müsabakanın mükâfatını almak için resmini gönderen okuyucularımızla bilmece« kere dair bir dilek ve herhangi bir arzui! rını bize bildirmek isteyen okuyucularımıyız bu ” mektubların sarfları üserine sİdare, Bilmece» kelimesini — yazmaları — elsemdir. eBilmece> lerini ayrı zarfla göndermeleri de Yeni bilmecemiz Bu iki çocuk ikiz dağmuşlardır. Bırbi- rine pek benzerler. Giydikleri elbiseler de aynidir. inin adı Günay, ötekinin Güneydir. Misafir gelen bayan bir defa daha onları görmüş, het ikisine dikkatli dikkatli bakmıştı. Bu seferki görüşünde gene dikkatli dikkatli baktı ve hangisi- nin Günay, hangisinin Güney olduğunu söyledi. Çünkü birinde ötekinde olmuyan işa- — O hayvan, 0o... . — Hoca Efendi, bugün mektebde kim hapşırırsa şart olsun falakaya yıkacağım dediniz. Eğer Abdurrahmançelobiyi af- federseniz karınız boş düşer. Çocuklar ders gibi bir ağızdan ve ax henkle: — Karınız boş düşer! Karınız boş dü- şer!, Diye haykırışıyarlardı. Hoca Efendi bir an şaşındı, Bineceği zamanlar «Oh benim Abdurrahmançele- bi, oh benim Abdurrahmançelebi. diye muhabbetle okşadığı eşeğine — dehşat! baktı. Kapının yanından bir çocuk içeri koşmuş falakayı, değneyi çıkarmıştı. Ab. durrahmançelebicik intizamsız fasılalar- gene lüzündir. ol — saati riyoruz |— rete benzer ufak bir ayrılık vardır, Siz de dikkat edin, bunu bulacaksınız. Bulur” sanız bir işaret koyun, resmi bize gönde“ rin. Bir kişiye bir kol saati, diğer yüz kis şiye de ayrı ayrı güzel ve kıymetli hedi” yeler vereceğiz. Bilmeceye cevab vermi müddeti on beş gündür. Bilmece cevahın! bize gönderdiğiniz zarfın üzerine bilme- ce kelimesini ve bilmecenin gazeic 8 çıktığı tarihi yazmız. - la hapşırıyor, burnunu yere sürmek & tiyordu. Falaka, değnek, ölden ele Hoca K dinin önüne kadar geldi. Çocuklâr mekten kalılıyorlar: — Karınız baş düşer! Karınız * düşer!. Diye ahenkle tekrarlıyorlardı. Çe lara ma, eşeğe mi, neye kızdığını bilisir yen Hoca Efendi, gayri ihtiyari: verdi. Belki yitmi çocuk, Abv mançelebinin başına üşüştük. * |zun bir uğraşmadan sonra yere yatırd &* (Arka ayaklarını falakaya taktık. Hoti (|Etendi sopayı eline aldı. Nallar gibi «tâk tak>» vurmağa başladı.

Bu sayıdan diğer sayfalar: