1 Şubat 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

1 Şubat 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA 100 EE yazan: Halid Ziya Uşaklıril ES daray müdavimlerinden üç sima; Hüseyin ilimi Paşa, Haklı Paşa ve Ahmed Rıza p arasan sanar mamanın same enanen MA seneme sanusmasaamamaanaı, Saray müdavimleri - Sadrazamın yemeği - Hüseyin Hilmi Paşanın azameti ve Hakkı Paşanın samimiyeti - Padişah Ahmed Rızadan sonraları niçin eskisi kadar hazzetmez olmuştu? - Ahmed Rızaya aid bir ağızlık ve bir limon meselesi Sarayın gayri muayyen günlerinde gö- rülen misafirlerinden ve zalrlerinden! başka bir de müdavimleri vardı ki bun- Tarım başında baftada iki gün öğle yeme- ğine saraya gelen sadrazamı zikretmek | Jâzem gelir, Bu öyle bir usuldü ki Yıldız- dan bir miras olarak Dolmabahçeye de intikel etmişti. Bu en'ane Tevfik Paşadan | sonra sadaret makamını işgal eden Hüse- yin Hilmi Paşa ile ondan sonra sadarete gelen Hakkı Paşa zamanlarında uzun bir| zaman devam etti. Öyle hatırda kalmış ki bu ikisinden sonra seadaret makamını iş-| gal eden Said Paşa asasına dayanarak saraya gelir, ağrılıklı bacakları sarayın merdivenlerinde zorluk çekmesin diye bünkârın huzuruna aşağı katta cephede| deniz tarafındaki büyük odada kabul o-! Yunur, fakat öğle yemeğini hazfettirmiş bulunurdu, Sadrazamlara mahsus olan bu yemekte cülüsu müteskıb sadareti pek kısa süren Tevfik Paşanın da bulun- duğuna vâkıf değildim. Abdülhamid zi- manında senelerce hariciye nezaretini pek dürüst, pek nezih bir devlet recülü sifatile idare eden ve o zamanın çeşid çe- şid levislerinden tamamile uzak durmak seciyesini gösteren Tevfik Paşa Sultan Reşadın cülüsunu takib eden günlerde sadaretten çekilince Londra sefaretine göçmiş ve orada da mutlasıf olduğu güzi- de hasletlerle uzun zaman kalmıştı Sadrazamlara mahsus olan yemek hünkârın Dolmabahçe sarayında ayrıca bir yerde bulunan ve sarayca mutbahı hü mâyün ıtlak edilen hususi mutfakta ihzar edilirdi. Matbahı âmire denen ve sarayın Beşiktaşa doğru müntehasında kâin olan umumi mutfaklar sarayın yukarıdan aşi ğpıya bütün sınıf sekenesini doyururdu. Hünkârın hususi mutfağı hakikaten san'a tında yekta denecek bir aşçıbaşı ile ya- maklarının idaresinde idi. Yalnız padi şahın şahsına, haftada iki defa da sadra-| zama yemek veren bu san'atkârın meha- reli eserlerine mükerreren şahid oldum. Saraym ziyafeti seniye denilen büyük yemeklerinde de bunlara izafeten ilâve olunan diğer aşçılarla beraber öyle ye-| mekler tertib ve #hzar olunurdu ki Av-| Tupanın en mükellef sofralarında da a “| cak o derecede mükemmeliyet görülei Brdi, ! Sarayın müduvimleri başında sadraza- rel zikretmek lâzım gelir derken en evvel Hüseyin Hilmi Paşanın simasını gördüm. Haftada iki defa, hiçbir seferini kaçır- madan, Şişlide kâin konağından Dolna- bahçeye iner, sarayın kulesine karşı Günerin. cinayeti haber aldığı gün- denberi asabi buhranlar içinde çırpın- dığını. gözeteleri okumadığını yordu. Maamafih bu mesele meydana! çıkmamış olacaktı. Öyle olsaydı. sorgu hakimi onu tekrar ki ına alırdı. Tekrar kızını göğsüne bastırdı: Beni sen affet Güner. bu bana « babana sefi! bahtı bir sille â ki ., Tam yirmi sene Güneri Iztı - rabım Cavidle yaşıttır... Genç kiz bu sözlerden çok şey istid- 1âl etmişti. Fakat hiçbir şey anlamama- nım hayretini göstermesi lâzımdı. Öyle Yaptı. babası, kızmın bilmediğini sa- marak, müphem bir cümle içinde çek- tiği azabı ifade ediyordu. Halbuki bu bir cümlede genç kız yirmi yilin Tora. nını bulmuştu. Babasının çekmesinde olan hakikat, kendisince malüm- du. Fakat ölen kadının anasi olduğunu henüz öğrenmemişti. Baba, seni âarayamadım üç gün- Kendimde değildim.,, Bu sabah saki: olan saltanat kapısı sadrazama hürmeten jrak zaruret, adetâ sefalete yakın bir mai- açılır, arabası binek taşına kadar yana- şet sıkıntıları içinde gurbet illerinde va- şır; burada başta mabeyn müdürü, bek- tan aşkı için cihadlarını bilirdim. Meşru- gilerle istikbal ve hemen methalden giri- tyeten sonra onu Bakırköyünde evinde, ince solda sadrazamların ziyaretlerinde Emrullah ve Gelenbevi Saidle beraber kendilerine tahsis edilen büyük odaya gidip gördüm. Şahsı, şöhretile öyle müte- isal olunurdu. Hüseyin Hilmi Paşa ken-'üasib idi ki derhal bir incizab tesiri altın. disince pek risyete şayan olan bu ziyaret da kaldım, öyle ki bu her zaman devam an'anesini bir ibadet kabilinden en ciddi etti. İ bir sima, en vakur bir tavır ile ifa eder, (OUzun bir boyu, tab'ının metanetine bir ve biraz sonra kurulacak olan sofraya in-'delil şeklinde dimdik duran bir kameti, tizaren yazıhanenin başına geçerdi. Baş: Wsışını tetviç eden güzel saçları, çehresine mabeynci ile başkât/b birinci Türk ol. vakur bir zeyl yapan uzunca bir sakalı, mak sıfatında bulunan sadrazamı gidip meviliğinde sıcak bir sevgi manası uçan görürler ve yemek gelince kendi sofra- gözleri vardı. larına geçmek üzere saygı'ıklı o çel Meclisi meb'usan reisi olunca saâdra- lerdi. Hiçbir zaman Hüseyin Hilmi a zamdan evvel âyan reisile beraber en s yemeklerinden bu iki zatın da mi yüksek makam olan o sandalyayı da bel- in küçük bir davete lüzum ki idare itibarile büsbüt duldurmaz, görmedi, Hakkı Paşa da tamamile aksi- fakat herhalde pek süslerdi. ! ne her defasında mutlaka başmabeynci! Hünkâr onu kazanmağa lüzum görür- ile başkâtibin kendisine refakat'ni ister- dü. Onun için ikametine Maçkada bir sa- di. Birinde ne kadar büyük kalmak, yük- ray tahsis olundu ve mefruşat idaresi ta- sek görünmek daiyesi varsa diğerinde o rafından döşendi. Saraya geldikçe her kadar arkadaşlık, tibiri mahsusile, yö- defasında huzura çıkar ve iltifata mazhar! renlik etmekten haz alan bir sadelik, bir olurdu l tabiilik vardı. Sonraları, nasıl oldu da, hünkâr ondan Her ikisi de pek yemek düşkünü idiler. eskisi kadar hezzetmez oldu. Bunun izahı | Hakkı Paşanın cüssesine, geniş karnına pek kolaydır. Bütün insanlar gibi bu ada- pek yakışan bu yemek düş ü cılız, mın da bir kusuru vardı: Doğruluk!. Ya- kuru, bir deri bir kemik denecek kadar hud daha sahih bir tabir ile doğruculuk, kavruk olan Hüseyin Hilmi Paşa için bir yani doğru olarak bulduğu bir şeyi hiçbir garibe sayılabilirdi. Nihayet yemek bi- ihtiyata, hiçbir istihzara lüzum görmek- tince, kendi yemeğini de bitirmiş ve $İ- sizin hemen püskürmek, O fikir bir ak. garasını, kahvesini içmiş olan hünkârdan sırık kabilinden ağzından çıkıverirdi. İn- haber gelir, sadrazam da huzura girerdi. sanları kusurlarile beraber kabul etmek, Bu saat, artık bizler için uzun bir İsti- onlardan çarpık bir hareket sadır olunca rahat zamanı dlurdu; Hüseyin Hilmi Pa- meziyetlerini düşünerek omMüsamahada şa huzurda o kadar kalırdı ki bizler o cs- bulunmak bir fendir ki ona herkes vâkıf nada yatak odalarımıza çekilip mufassal değildir. Mizacnın bu icabından dolayı bir gündüz uykusu yapabilirdik. Yap- Ahmed Rıza etrafında da epeyce soğuk mazdık, yepamazdık, zira sarayda işsiz- tesirler bırakmıştı. Onda herkese karşı ğe rağmen dâima beklenmiyen bir 'bir mürebbi, bir musahhih, hiç olmazsa vak'aya intizar heyecanı vardı ki buna pir nasih olmak merakı vardı. Ben bizzat mâni olurdu. bu neviden derslerine maruz kaldım. İki- Sadrazamdan sonra hatıra gelen mü- sini şu dakikada tahattür ediyorum. Bi- davim Ahmed Rıza idi. Yemeğe değil, rincisini zaten doğru bulmuştum. Daha saraya, hünkâra ve bizlere, daha doğrusu başka türlü söyliyebilirdi, fakat o asla bana gelirdi. Ondan hünkâr memnun © ihtyata Jüzum görmezdi. Bir gün odamda lar muydu? Hüseyin Hilmi Paşadan memnun ayrılan hünkâr Ahmed Rızadan, den sigara içerken ağızlık kullanmıyor- hele sonraları, canı sıkılmış ayrılırdı, Bu-' sunuz. Padişahın başkâtibine böyle sarar- nun sebebleri vardı. Bana gelince - biraz mış parmaklar yakışır mı?. dedi. da kendimden bahsetmeğe me'zun isem « Hakikaten yakışmazdı. O günden iti- ben onu görmekten daima haz alırdım. |baren ağızlık kullanmağa başladım ve Ben Ahmed Rızayı meşrutiyetten ev- bugün ağızlık olmayınca sigara içmek be- vel tanımazdım. Yalnız tab'ının metans-! nim için mümkün değildir. tini, ahlâkının salâbetini, her türlü vâd-| Bu doğru! Belki ifade farzı daha yu- ne tefid olması b «Son Posta» nın zabıta romanı: 67 karşımda otururken: — Başkâtib bey, ne-; Ridvan Sadullah hâkikaten Neclânın kaçacağından mı korkuyordu? Yoksa maksadı muhafazası için zabıta ve adli- yenin icab eden tedbirleri alacağını söy- lediği Necdetin arzusunu yerine getirmek mi idi? Bunu anlıyamadım. Saat üçe geliyordu. Serkomiser biran evvel yola çıkmak için sabırsızlanıyordu. Ridvan Sadullah ise hiç te acele eder gö- rünmüyordu. — Sana bir ricam daha Yar, bey! dedi, — Emret hocam. — Polis müdiriyetine kadar gidecek- Osman — Evet. — Poliş istihbaratını tahkikatın safhasından haberdar edeceksin! — Anlamadım. — Canım bunda anlamıyacak ne var? Matbuatı bu kadar ibmal etmek doğru değil. İstihbarata gazeteleri tenvir etmek Üzere malümat vermelisin. Ayağa kalkan serkomiser tekrar yeri- ne oturdu. Rıdvan Sadullah ne demek is- tiyordu? Eski bir gazeteci olmasına rağ- men gâzeteleri bu kadar ilk defa görüyordum. Bahusus ortada he- nüz neticelenmiş bir iş yoktu, Mevcud malümat Necdetin ifşaatından ibaretti ki bunların matbuata aksi Süreyyayı elden son değildi, fakat ses çıkarmadım, ve arzusu- nu yerine getirdim Ecnebilerin de bulunduğu bir büyük ziyafette, mutantan bir sufra, pek mükemmel bir yemek... Yemek- lerden biri balıklı Nasl bir ba- huk hatırımda değil obethalde padi- şah sofrasına lâyık bir balık! Ahmed Ri za bir aralık yerinde kımıldandı, etrafıma baktı, bir şeyler söyliyecekti, yakında bir sofracı bulamayınca eğilerek birkaç sahdalya ötede 'bana hitab etti: — Başkâ- tib bey balıkla beraber Jimon vermek lâ- zam değil midir?... Hiç lâzım değildi, bir büyük ziyafette balığa limon lüzımsa o da balıkla beraber #hzar edilmiş olurdu arama onun bu der- sine ben de bir ders ile mukabeleye Jli- lere, ikbal imkânlarına istihkar ile baka-|muşak olabilirdi. İkinci ders hiç doğru|zum hissetmedim, sofracılardan bitine İ- |yım. RLİ GÖLGE düşündüğünü | ) z Yazan: CEVAD FEHMİ Rıdvan Sadullah faaliyette kaçıracağı gibi Rıdvan Sadullahın Necde- te vereceği sözle de telif edilmeleri kabil değildi, ni görerek devam etti: — Evet polis istihbaratına etraflıca ,malümat vermelisin. Fakat daha evvel bir formül tesbit etmek lâzım. Bir saniye müsaade et te düşüneyim. Evvelâ Necde- tin macerasını bugünkü ifşaatını kadar bütün teferrüatı ile anlatmalısın, sonra | delikanlının hâlâ yarı baygın yattığım İve mütemadiyen sayıkladığını söyliye- İceksin. Bu nokta çok mühimdir, dikket jet. Necdet mütemadiyen biz başı ucunda onun bu sayıklamalarımı dinliyoruz. Neticede öğreniyoruz ki Rüs- tem Paşa allesinin büyük bir sırrı oldu- Zu hikâyesi doğrudur. Bu sır da malü- İmümuz olmuştur. Fakat teferrüata giriş- Mmiyeceksin, Osman bey, olmaz mı, yak niz bu kadar. Sırrı öğrendik, bunun sa- yesinde katili tevkif etmekli; sile mehtemeldir. Delikanlı bunları söy- Hedikten sonra susmuştur ve tekrer-dak mıştır. Anbean yeniden bir nöbet geçire- rek sayıklaması ve mesele otrafında daha fazla malümet vermesi beklenmektedir, ee” Dikkat! Roman burada bitmedi, Arkası 9 uncu sayfadadır. şaret ederek yavaş sesle: «Ahmed Rıza |Beyetendiye bir ün!,,.» de dim ve ona bir gümüş tabak içinde kesik 'miş bir limon götürdüler. Bununla sofra- da iş bitmiş oldu, fakat fikrine inad İle Asılan bu zat sofradan sonra bana - ne | « tekrar bu limon işinden dim, onu o derece hürmet ve muhabbetle telâkki ederdim ki böyle küçük şeylerle kendi kırmağa teşebbüs edemezdim, Fakat herkes bara benziyemezdi, husu- sile hünkâr,.. O bu mürebbilik vazifesini hünkâra karşı da yapardı, onun içindir ki aralarına bir soğukluk girmeğe büşla- dı. Ahmed Rızadan stra geldikçe dâha İbahsetmek vesilelerini bulmak zanmında- İ Halid Ziya Uşaklıgil «Son Posta» nın tefrikası: 18 &&.) GÜNAH EU, DELİ Rİ Lİ nuşmasına mâni oluyor. boğazında|fet Güneri. İnsanın gösterebileceği azâ- cümleler, mlenip kalıyordu. mi mukavemeti gösterdim, fevkalbeşer Hiç gelmemeli idin kızım! Bir ka-| bir irade kuvveti sarfettim.. olmadı. —— — hari yen yapacağına namusun Üz söz ver. — Dediklerin ne olursa olsun, yapa- 1 baba aranır mı? — Baba! Söner kızım.. ben bu senin istikbaline mâni oldum. Se. ünmeliydim, seni yalnız birak - mamalıydım.. oldu işte.. bir bilsen, bil. sen ki baban .. Devam edemedi. tekrar omuzları sarsılm'ya. yanaklarından iri damlalar süzülmiye başladı. — Zahmet olmazsa, bana biraz çama- sani dür.. gözleri miyec€ mi açtım. Beni belki de salıver- klerdi, Kaştım,., Hıçkırıklar ko- $ır getir.. Yahud. sen gelme yolla.. Ka- tl bir babaya bu kadar şefkat kii Senin bahtını kararttığım için beni af- ne söyleem kendimi çünkü. bilmiyorsun, anlatamam.. bilemezsin. bil- cinayetle |memen lâzım!. Etrafına bakındı, o dinlenmediğine emin olduktan sonra demir parmaklığı itiyormuş gibi. kızına biraz daha yak- laştı; — Senden.bir ricam var Güner!,, — Emret baba... — Senden emin olmak isterim! — İtimad et babat, Dudaklarını sırıyor. tereddiüd edt- yordu: — Güner evvelâ bana dediklerimi cağıma naniusum üzerine söz veriyo rum babal, — Teşekkür ederim Güner.. benim yazı masamın alt gözü kilidlidir. Anah. tar: vazıbânenin döner koltuğunun minderi altında. gözü açacaksın, için- de ne varsa. bakmadan. tecessüsüne mağlâb olmadan bunları hemen ocağa atacak kül haline gelinceye kadar ya kacaksın! d Seni temin ederim. bu hareketinle cürmüme iştirak etmiş. bir namussuz- lak yapmış olmıyacaksın.. Bunu yapar - ken. babamın cinayetine aid bazı deli. —mm —— —— —— leri ortadan kaldırıyorum. diye düşün- me. Çekmecedekilerin cinayetle hiç bir alâkası yok.. Bunlar,,. Durdu... Derin bir nefes aldı. Daha hafif bir sesle, cüm- lesini bitirdi: — Benim şahsıma ald, hususi şeyler. — Peki baba.. eve gider gitmez. ar- zunuzu yerine getireceğim. s ünutmıyacaksın i?. Onları okumuyacak. araştır. — Müs Genç'kız, acı acı gülümseyordu; çek mecede kilidi esrara çoktan vakıftı. Babasının onları ortadan yok etmesine hak veriyordu. Bedbaht adam, elbette, ünü kızartan iğ- temezdi. Bilhassa çocukları tarafından. , Sükâtu. genç kız bu sözlerle bölmüştü. Babası sadec; — Onları Allah affetsin! ikiye (Arkası var) | Rudvan Sadullah serkomiserin hayret sayıklıyor ve!

Bu sayıdan diğer sayfalar: