1 Şubat 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

NC YEr VK KA * SON POSTA Sayfa 9 “Zehirli gölge (Başlarafı 6 ncı sayfada) ,?'e Istihbarat raporlarına gazetelere ve- rilmek üzere geçirteceğin malümat bun- lardan ibaret, Rıdvan Sadullah sustu. Şaşkın nazar- la ona bakan serkomiser: — İyi amma bütün bunlar ne demek oluyor diye söylendi. — Söyledim ya Osman bey, matbuatı fazla ihmal etmek doğru değil. Serkomiser Rıdvan Sadullaha ters ters baktı. Son günlerdeki müstehzi ve tenkid edici yazıları cinayet masası şefi ile mat- buatın arasını büsbütün — soğutmuştu. Bundan sarfınazar Rıdvan Sadullahın doğru söylemediğini anlamak için de faz- la yorulmaya ihtiyaç yoktu. — Hocam doğrusunu söyle, kafanın icinden neler geçiyor? Gazetelere bu şe- kilde malfimat vermenin mahzurunu sen benden fazla takdir edersin sanıyorum. Ne mahzur var? — Sarı saçlı adamı elden kaçırmış ©- — Onu bu akşam tevkif edecek değil Mmisin? Verdiğin bu malümat gazetelerde ancak yarın sabah intişar eder. — Peki mademki sarı saçlı adamı bu akşam tevkif edeceğiz, şu halde katil de ele geçmiş olacak, Gazetelere bu şekilde yazı yazdırmanın faydası ne? Elbette bunların bir maksadı var. Serkamiser çok mantıki bir sualle Rıd- van Sadul'ahı kıskıvrak yakalamış olu- yordu. Dostumuz biraz bocalar gibi oldu. Osman bey pesini bırakmıyordu: — Yoksa sen Süireyyanın katil oldu- Bunu zannetmivor musun? Necdetin söy- ledikleri yalan mı? Radvan Sadullah başını salladı. gülüm- seyerek: — Hayır henüz böyle bir iddiada de- ğilim! dedi. Fakat Süreyya ile Neclânın kati! olduklarını da yüzde vüz kat'iyetle Hade edemem. Canım tahkikatı şimdiye kadar hep beraber idare ettik. Simdi sen Süreyyayı tevkife gidiyorsun. Ben sana karışıyor muyum? Sen de bana müdaha- le etme! Bırak ben de dilediğim gibi biraz iş göreyim. Herhalde vakti geldiği zaman sana her şeyi anlatacağım. Ve zaten ne yaparsam senin namına yapacğım. Son- ra bunlar fiit hareketler de değil. Yalnız | tahkikattan ibaret, zihnimin takıldığı bir &l el S L kaç noktayı aydınlatmak istiyorum. Bu- nun için bir plânım var. — İyi ya hocam şu plânı bize de anlat ta yanlış bir iş yapmış olmıyalım. — Hayır, şimdilik anlatamam. Sen de müsterih ol. Yanlış bir iş yapmış olmıya- caksın. Serkomiser hâlâ ısrar ediyordu. Rıd- van Sadullah nihayet: — Seninle pazarlığa girişelim, Osman bey! dedi. — Evet pazarlığa girişelim, hocam. — Bu dakikadan itibaren 48 saat zar- fında bana hiçbir sua! sormıyacaksın. Ay- ni zamanda büyük bir mahzuru mevcud olmadığı takdirde ne dersem yapacaksın. — Bu kolay iş değil. Evvelâ anlıyalım bakalım, bu fedakârlık mukabilinde be- nim kazancım ne olacak? — 48 saat sonra sana katili teslim ede- ceğim. Serkomiser gülerek: — Hocam, dedi gene alaya başladın galiba/ ben katili tevkife gitmiyor mu- yum? — İyi amma ya tevkif edemezsen... Ve... — Ee devam et hocam... — Ya o katil değilse... Rıdvan Sadullah gene bilmecelerini sı- ralamaya başlamıştı. Biz böyle derdik ve Bir doktorun gunlllkî notlarından Beyin zarı veremi v Ü Zahiren gayet normal gibi görünen çocuklarda yahud gençlerde yavaş yavaş meydana çıkan arazı mütekaddime var: bilirdik ki o bir kere böyle konuşmaya başladı mı Nuh der, peygamber demez,[ ağzından lâf kaçırmazdı. Serkomiserin | de bunu bilmesi lâzımdı. Böyle olduğu | halde hâlâ ısrar ediyordu. Nihayet: — Hay A'lah belâsını versin diye söÖy- lendi, bu iş beni mesleğimden soğutmaya başladı. Ne karışık, ne Allahın belâsı şey- miş... Ne yapalım, razı olacağız. Şimdi ben evvelâ polis müdiriyetine gidiyorum, sonra da Bebeğe yollanacağım. Pazarlığa razı oluyorum. Başka bir emrin var mı hocam? — Genç kızla Necdetin yanlarına uğra. Birer masal uydur. Nec'â burada kalsın, bu geceyi ve yarını burada gecirecek. Ben simdi dadıya tembih ederim. Necdetin ©- dasına bitişik odaya genç kız için de bir karyola kurarlar. Kendisine Necdetin ©- nun tarafından gösterilecek şefkat ve ih- timama muhtaç olduğunu söyle. Delikan- İrva da ayrıca tembih et, sakın bize söy- lediklerinden renk vermesin. Biz de şim- di Cevad Fehmi ile sokağa cıkıvaruz. Ge- ce burada buluşuruz, yemeği beraber ve- viz. Umarım ki o zaman kurduğum ölânın teferrüatı hakkında size daha fazla ma- lümat vermem kabil olacak. Sarkamicer sardır: — İyi amma ya ben Süreyyayı tevkif edersem... — Derha! götürür polis müdiriyetine bırakırsın. Sonra da buraya gelirsin. A- partıman kanısını muhafaza altma aldı- racağını unutma! İçeriye yabancı girmi- vecek! Mülâkat bitmişti. On dakika sonra ser- komiserle müddelumum! muavini evden avrıldılar. Onların arkasından da biz çık- tık. — 6& — Rıdvan Sadıllah faalivete gecivor Evvelâ en yakın telgrafhaneve uğra- dık. Rıdvan Sadullah biri Londraya. di- Beri Giresuna olmak üzere iki cevablı telgraf cekti. Giresuna gönderdiği Yıldı- rım telgrafı idi. Bun'arı kendisi yazdığı ve bana göstermekten çekindiği için ne olduklarını anlıyamadım. (Arkası var) Geyve Aslive H. Mahkemesinden: Geyve istasyonunda kumik posta telgraf ve telefon memuru Ali Yiğit tarafından İş'e tanbulda Büyükada polis mürettebatından Konyalı Ahmed nezdinde mukim Nuri kızı Feriha Yiğit aleyhine açılan zina sebebile bosanma davasının Geyve asliye hukuk mah kemesince icra kılman açık duruşma ve mu, hakemesinde: Müddelaleyh Feriha Yiğitin ikametgâhı çbul ol h kendisine İlânen tebliğnt Jerasma karar verilmiş olmakla du. ruşmanın muallâk bulunduğu 17/2/940 gü - nünde mahkemeye gelmediği veya kanwni bir vekil göndermediği takdirde hakkında giıyab kararı ittihaz olunacağı tebliğ maka, mma kaim olmak üzere ilân olunur. (23902) bit Meselâ en ziyade göze çarpan karakter değişikliğidir. Uysal olan çocuk birdenbi. re karakterini değiştirmiştir. Sakin gö. rünen yavru çok aksileşmiştir; asabileş, miştir, Lüzumsüz yere ağlar, bağırır, iş. tihasızlık başlar, uykularında intizam ve sükünet kaybolur, renkleri solar. Ak , şamları pek hafif bir derecei hararet tereffüü tesbit edilir; fakat bilhassa git. gide artan bir baş ağrısı esas arazı teşkil eder., Baş ağrıları ilk zamanlar zaman zaman gelir; fakat — gitgide dalmi ve şedid bir hal alır. Ve nihayet birdenbire hasta kendin! kaybederek beyin zarı ilti. habı ilân olunur. O zaman gözler devrilir, hasta gayri şuuri olarak çırpınmıya baş.- lar, derecei hararet 3940 üzerindedir. Dişler kilidlenir. Ense sertleşir; artık hiç kimseyi tanımaz olur. Kay, gasyan da sık sık görülür. Hastayı beslemiye imkân hasıl olmaz, Gitgide zafiyet te artar, Has'alığın müddeti birkaç günden yirmi güne kadar mütehavvildir. Beyin zarı veremi mutlaka ölümle neticelenen feci bir hastalıktır. Şimdiye kadar tam beyin zarı veremi iltihabı geçirenlerin kurtul. duğu görülmemiştir. Bu hastalıktan nasıl ihtiraz etmeli; ne gibi tedbirlere müra. ecaat edilmelidir? Bundan da bahsedece, ğiz. * Düzeltme — Dünkü yazımızın 21 inci sa, tırında «veremli bir yavru» — cümlesi «derha)l bir yavru» olarak çıkmıştır, özür dileriz. Cevab istiyen okuyucularımın posta pulu ci rica Aksi tak- dirde istekleri muks.belesiz kalabilir. . Taksim gazinosu kiraya verildi Taksim gazinosu dünden itibaren kiraya verilmiştir. Gazino 95 bin lira sermayeli bir şirket tarafından idare € dileiektir. ( Yeni neşrivat ) Fen ve Teknik — Yeni çıkmağa başlıyan bu aylık mecmuanın İlk sayısı dolgun bir - çok yazıları ihtiva etmektedir. Okuyucula .- rımıza tavsiye ederiz . , Yazan: Reşad Ekrem Kanlı bir sahne Fakat, Dökmeciler ve Bakırcılar için- den ve Eskisaray arkasından Beyazıda _Çıkır çıkmaz, elli kişilik bir sipahi ko'u ile karşılaştılar. Hasan Halife ile Rüste- min bir an şaşkınlıkları, etraflarının sa- rılması ve yorgun hayvanlarının yular- lıı_'_mdan yakalanması için kâfi geldi. Müthiş bir kar sağnağının a'tında, yol üs- tünde küçük, tüyler ürpertici bir facia sahnesi kuruluvermişti. — Bre bu Hasan Halifedir.. — Yok Musa Çelebidir. — Bre bu defterdar paşadır. — Bu oğlan Hasan Halifedir, öbürü de Musa Çelebidir.. — Bre Musa Çelebi saraydadır.. — Bre arkadaki oğlan at uşağıdır. — Benim canım Hasan Halifem.. biz — Vay benim nazlı Çelebiciğim, şükür — Hay benim civanım... bize varalım çubuk kahve içelim... — Yok bize varalım şerbet içelim... — Bre bozahaneye varalım boza içe- —'"Bre sefih oğlan, at sana gerekmez.. — Yok attan inmek olmaz.. at ile gö- türmek iyidir... — Bre nereye götürürüz... Burada yı- — Burada yıkmak olmaz.. beyler gör- sünler... — Beyl'erin görmesi olmaz... Merha- met ederler... — Bre bu sefihe merhamet olmaz. — Bre olur.. bu senin gibi ehremen değildir, bir nazlı nazik civan çelebicik- — Bre bu karga değildir, sine bülbü- Yıkalım... — Yok yıkmıyalım götürelim... — Götürmek olmaz bırakırlar... — Bre bu Hasan Halife de fitnede müstakil maddedir bırakılmaz... — Vay benim güzel çelebiciğim me- lül melül bakar... — Vay benim nazlı Hasanım göz yaşı döker. — Ağlamak eskiden gerekti... — Bre oğlan Hüsrev Pasa gibi yiğit ve emektâar vezire nice kıydırdın... — Bre bu bir kücük zehirli yılandır... — Bre söyletmiyelim yıkalım... — Yok yıkmıyalım götürelim... — Götürmek olmaz bırakılar... Kalın, dikenli, borulu, düdüklü, çatlak ve yırtık hancerelerden yükselen bu ses- ler arasında, bazan iri bir vumruk, bazan mütecaviz bir pence, bazan sopa, bazan bir kılıç tersi, Hasan Halifenin koluna, na, sırtına, bacaklarına iniyor, yapışıyor, çimdikliyor, vuruyor, kakıştı- rıp iniyordu. Hırvat Rüsteme gelince, ilk yumruk, pençe, sopa ve küfürlerden sonra, öldü- rülmesinde tereddüd edilemiyeceğinden, atından yıkılmış ve on on beş hançer dar- besi!e, birkaç dakikada yere cansız ola- rak serilmiş. Birkaç dakikada da ana düğ- ması soyularak, ayaklarından atının kuy- ruğuna bağlanıvermişti. Hasan Halife, bu tecavüz karşısında, evvelâ, metin ve ses- siz kâalabilmişti. Fakat arkasında, Rüste- min: «Yandım ağam... Yandım!...» diye ilk ve son feryadını işitince, dönmüş, ve Rüstemi yıkılırken görmüş, sonra, başına ü naraları, kulaklarına, müthiş N Ankara borsası b Açılış , Kapanış 31/1/440 Fiatları ÇEKLER Açılış.Kapanışj Lardra 1 Sterlin 5.21 New.-York — 100 Dolar 130.19 Paris 100 Fran 2.9411 Milano 100 Liret 6.615 Cenevre 100 İsviç. Pr. 29.105 Mmsterdam 100 Florin 68.96 Berlin 100 Rayişm. — Brüksel 100 Belga 21.96 Atina 100 Drahmi 0.965 Sofya 100 Leva 157 Prag 100 Çek Kr. a Madrid 100 Peçeta 13.36 Varşova 100 Zloti — Budapeşte — 100 Pengö 23.155 Bükreş 100 Ley 0.965 Belgrad 100 Dinar 8.065 Yokohama 100 Yen 30,6325 Stokholm — 100 İsveç Kr. 30.8275 Moskova 100 Rüble —- Esham ve tahvilât Esham ve Tahvilât üzerine muamele ol. mamıştır. S üşüşenlerin h bir sel gibi dolmus, bir aralık, korku i'e ı gözlerini açınca, Rüstemin kanlı ve çıp- llıık cesedine ip bağladıklarını görmüştü. İşte o zaman, bütün sinirleri binbir yer- d_en kesilmiş, şaşkın, perişan, etrafına me- lül melül bakınarak yalvarmağa başla«- mıştı: — Ağalarım... Şehbazlarım... Bana -kıgmaym... Vallah ben umuru devlete müteallik huzuru hümayunda söz söyle- miş değilim... — Bre söyletmeyin yıkalım!.. — Bre sefih oğlan sus!... — Bre susun dinliyelim... Belki ma» sum kanına gireriz... — Bre bu kara haydudu susturalım... — Bre sus ayağın nasırı ile devlet e- şiğine basma... Hasan Halifenin ince, berrak sesi, rüz- gâr ve sipahi uğultusu arasında kaybolu» veriyordu: — Vallah umuru - devlete müteallili söz söylemiş değilim... Beni azad edin., başım alıp başka diyara gideyim... Beni nahak yere katletmekten ne çıkar... — Bre söyletmeyin sefih rüşvet lâfına başladı.. bre altın sıcaktır, olmıya ki eli mizden uçar gider... — Bre nabekâr kallaş sende Hüsrev Paşa kanını komayız... — Paralryalım.,. Söyletmiyelim... — Bre sefih oğlan.. Mülükâne sarayı ve padişahane yalılar yapıp arzı ihtişam eylemeği bilirsin.. o kadar devlete senin gibi oğlan neden lâyıktır!. — Bre Boğaz safalarında işü işreti senin gibi helvacı çırağı olacağa gerekir mi idi?... — Bre bozahane kaçkını asılacak!... — Bre vurun kâfiri,.. — Vurun sefihi... — Bre vurun Kerbelâ gazası sevabi yardır.., — Bre bu Yeziddir!... — Yok Yezid değil, Fir'avundur!.. — Yok Fir'avun değildir, şeytandır!« — Bre bu yılandır, başın ezelim!. — Vurun kâfiri... Ş — Vurun sefihi!... k Hasan Halife yüzünü avuclarile kapae dı. İlk hançer. tam xalbinin üstüne, kabe zasına kadar gömüldü. Hasan Halife, buf ilk darbenin altında, bir kelimei şehadef getirecek kadar yaşadı.. ince, narin, daf #'bi vücudü. atının yelesi üstüne kapane dı. Bir sipahi sol ayağından üzengiyi çre kardı, Hasan Ha'ifevi. atının sağ tarafıne dan vere vıkıtlar. Bıcak, gılıç ve hançet« le. vücudünde ve yüzünde yirmiden faze Jla yara da, sıcak naşsının üstünde yerdi acıldı. Sonra, Hasan Halifenin de cesedie ni ana doğması soydular. Ayaklarına £ gecirip atının arkasıma bağladılar. İ havvana binen iki genc sipahi cesedle Atmevdanma doğru sürüklerken. g! kalan kırk kadarı, Hasan Halife ile Hıra vat Püstemin —esvablarına ve bilhassa, her ikisinin de etlerine sarmış olduklari altın kemerlerine atılmışlardı. Bir küçül kıhie ve bicak ovunuü da bü altın paylaşe masında olüvermis, üc sipahi, kar girdabi icinde sessizce temizlenivermiş idi. Belki bir an dakika bile geçmemişti ki, cinavet verindeki kan gölcüklerini ve cee sedlerin birkac arsın kadar devam etmi$ o'an kan izlerini, kar, örtmüş, silmişti. İki delikanlının donmus çıplak cesede leri de. Atmevdanındaki ulu bir çınarım en alt dallarına avaklarından asılmışlare dı. Karavel. Sultan Murad Rabiin gözdd venireri ağası. dilber ve zarif Hasan Has Jifenin cınlak cesedini. merhamet ve hae sin. kamcılıvor, hırpa'ıyordu. (Arkası var) «Son Posta» nn edebi tefrikası: | Sisli AA ksam Bütün gece rüyama giren, beni uya- nikken de yarı rüya içinde yaşatan dününl Müjdesini; o müjdenin şenliğinde Ha- lükla başbaşa geçirdiğimiz coşkun aşk &aatinin heyecanı damarlarımda hâlâ sı- tak bir da'ga gibi dolaşıyor. Vahidle Leylâ hanımefendiye birer Mektub yazdım. Leylâ hanıma hakikati olduğu gibi anlattım. Halükla tesadüfen ığımızı, birbirimizi sevdiğimizi #nlayınca evlenmeye karar verdiğimizi, Vaziyeti takdir edeceğini, Halükun saa- detinden emin olmasını söyledim. Bana ettiği iyilikler için kendisine teşekkürler &ttim, Mektubu gözden geçirdiğim vakit İçim sızladı. Zavallı Leylâ hamımefendi... İzülmiyeceğini, beni affedeceğini bilsem Öyle sevineceğim ki... — Vahide (kendi tâbirince) yeni «eğlen- —t& mde saadet denen hayale ulaştığımı, Nakleden: Neyy'r Kemal 'yakında düğünüme beklediğimi yazdım. Birazdan Nazire hanımefendilere taşı- nıyorum. On beş, yirmi güne kadar da l evleneceğiz. Oh, sevgili dünya!... Sen ne tatlı, ne güzelsin. İstanbulun artık yalnız havası- nı, ışığını, denizini değil; taşını, toprağı- nı bile seviyorum. * Erenköy Perşembe gece Halük öğleden az önce nişan yüzükle- rimizi getirdi. Nazire hanimefendiyi de aldık. «Gümüş villar ya yollandık. Dün bu yollardan ne ıztırablar, ne korku ve heyecanlarla geçmiştim. Bugün ne son- suz sevinçle geçiyorum. Kapıda ayni uşak karşımıza çıkıyor. Ayni yapraktan tüneli, loş holü geçiyo- ağır yükünü - son gücünü harcayarak ta-| yok. Öyle mes'udum ki dünyayı gözüm şıyan - ve bu uğurda büyük inkiıarların! fırtınasına zayıf göğsünü geren muztarib insanım. Ne de bağrının en derin yerin- den vurulduğu halde yarasını mağrur bir soğukkanlılıkla maskelemeya çalışan ' . kel durüşlü kıizım. Hayır... Ben şimdi dünyanın en seven, en sevilen, en mes'ud genç kızıyım. Ali Nuri bey bugün biraz daha iyice... Doğrulabiliyor ve yüzü gülüyor. Alnımı öperken: — Artık size kabalık etmiyeceğim. Dedim. — Seni güzel yaban kedisi!... Halükun hakkı var. Bir sene elde kalman bile bir nimettir. Halükcuğun kaşları çatılır gibi oluyor. Ben şen bir kahkaha ile gülüyorum. Yemek hoş geçiyor. Yanılmışım, Ali Nuri bey fena bir adam değil... Felâket te, saadet te yalnız içimize tesirle kalmı- yor. Gördüğümüz her şeyi ve herkesi de kendi rengine bürüyor ve bize o renkle gösteriyor. Erenköy 21 Birincikânun , ruz. Fakat ben artık ne o büyük kararın Üç haftadır defterimi elime aldığım görmüyor. Hayatta tam manasile seviş- meden ölenler otlar gibi yaşıyor, otlar gi- bi kuruyup gidiyorlar. Arkamda kalan Halüksuz ömre bak- tıkça bunu ben ne derinden duyuyorum. Ömrün birbirine hiç benzemiyen iki yüzü var. Biri talihsizlere, biri mes'ud!'a- ra görünüyor. Bunlardan yalnız birini tanımış olana öbürünü anlatmaya imkân yok. Nazire hanımefendi hep o anne şefka- tile üstümüze titremekte... Leylâ hanım kinle dolu ilk mektubundan sonra Vvazi- yete yavaş yavaş alışır gibi oldu. Zannet- mem ki gözünde hâlâ bir dam'a yaş ol- sun, Her sene bu vakit yeni bir hayale dalarmış. Halükun boş kalan yerini şim- di bir başkası doldurmuştur. Bana düğün hediyesi diye elmaslı bir yılan yolladı. Gözleri minimini iki züm- rüdden... Kutusuna: «Sana benzediği için yolladım, yılan kız! Düğününde tak!, diye bir de kâğıd koymuş. Vahidden bir çift şık küpe ile şu mek- rub geldi: | «Mes'ud gününüzde bulunamıyacağıma dan dolayı affınızı dilerim. Çok şükür Parisin hâlâ beni oyalıyabilecek tarafları var, Küpeleri gözlerinize yaraşır diye seça tim.» Hikmet hanımefendi bile tebrikte ge- cikmedi. (Muhitinin gü'ü olacakmışım.)| Hediyelerin en güzeli, en kıymetlisi Ali Nuri beyden... Bu, eski, pek eski aila mücevherlerine insan gözü kamaşmadan bakamıyor. t Fakat bütün bunların benim büyül saadetimin yanında ne ehemmiyeti van Ben dünyanın en büyük, en eşsiz hazinc< sine, Halüku aşkma eriştim. ' Baştanbaşa bahar, ışık ve şenlik olani ömrümün yarın en parlak günü... Düğü-. nümüz var..Halükumla yuvamızda yalnız kaldığımız gün cennetin sonuncu katına yükseleceğiz ve hep o cennette yaşaya»r cağız: BİTTİ

Bu sayıdan diğer sayfalar: