8 Mart 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 7

8 Mart 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

DiT OR | Güneş ( Dostluk turnuvasının finalinde iki takım birbirini yenemedi * Güneş- Beşiktaşla birincilik kupası için bir daha karşılaşacak “Dün yapılan ve sabah ga - zetelerinde — yazılan bu — maç senenin en mühim futbol karşı- laşmalarından biri olduğa — için bütün tavsilâtile karilerimize ve- riyoruz., Dün Taksim tsadında on bin kişi önünde dostluk kupası finalı yapıldı. Hava yaz günlerinde bile göremedi- miz kadar güzeldi. İki takım tam 16 da sahaya çıktılar. Samimi bay- rak testisinden sanra saat 16,15 de maça başlandı. Hakem: Fener antrenörü Bay El- yöt. Beşiktaş: M. Ali « Faruk, Hüsnü - Fuat, Enver, Feyzi - Hayati, Hak- kı, Muzaffer, Şeref, Eşref. Güneş: Cihat - Faruk, Reşat - Da- niş, Riza, İbrahim - Melih, Refit Se- Khattin, Necdet, Rebil. Oyunun ilk on beş dakikası iki ta- rafın karçılıklı hücumlarile - geçti. Bundan sonra Güneşin ağır bastığı- mı görüyoruz. Fakat Beşiktaşlılar bu kısa bâkimiyetten çabuk kurtul- dular ve mukabil bücumlara geçti- ler. Fakat öki taraf ta çok çalışmasına rağmen gol çıkaramıyorlar. Birinci devre iki tarafın neticesiz akınları ve mütevazin bir şekilde bitti. İkinci devre Oyun, Beşiktaşın seri bir akınile başladı. Devrenin ön beşinci daki - kası Beşiktaşın Güneş kalesini bom- bardıman etmesile geçti. Tam on beşinci dakikada Faruk Hakkıyı co- za çizgisl içinde favülle durdurdu. BHakem bu hareketi Güneş aleyhine penaltı İlo cezalandırdı. Yazan: Murat Kayahan Hakkı penaltıyı — sıkı bir vuruşla Güneş kalesine gönderdi. Topu Gü- neş ağlarında görüyorur: 1 - Ü. Bu golün tesiri Güneş üzerinde görülüyor. Sağdan tehlikeli hücum- lar yapıyorlar. Beşiktaş müdafansı bu akınları muvaffakiyetle püskür. tüyor. Bu akınların birinde Melih Beşiktaş müdafaasını uzun bir çe kişmeden sonra mağlüp etti. Top kalenin sol direğine çarptı ve Siyah - Beyaz takımın kalesine girdi.1- L Şimdi iki taraf galibiyet golünü Galatasaray : 2 * İstanbulspor : | Ayni sahada G. Sarayla İstanbul- spor karşılaştılar. Birinci devre Eş - fağın yaptığı bir gölle 1 - 0 G. Sa- yayın lehine bitti. , İkinci devre İstanbul Sporun bir gölüne Bülendin gölile raukabele e- den G, Saray bu oyunu 2 - 1 kazan- Kuleli Maltepeyi 4-1 yenerek şampiyon oldu Dün Kuleli ile Maltepe Liseleri Şampiyonluk için karşılaştılar. Ne- Ücede Kuleli Maltepeyi 4 - 1 gibi büyük bir farkla yenerek Askeri Liseler Şampiyonu oldu. İkinci Küme Şercf stadında ikinci küme maç - larına devam edildi. Alınan netice- ler: Beylerbeyi: 2 - Doğanspor: 1 Kasımpaşa: 2 - Karagümrük: 2 Anadoluhisar: 2 - Feneryılmaz: 1 Galatögençler: 2 - Davutpaşa: 1 yapmıya çalışıyor, Beşiktaş forvet hattında Şeret ve Hayati Günee | Koyun Tacirleri müdafaasını altüst ediyor. Fakat Cihat bir kaç defa yaralanmasına YTağmen bu hücumları püskürttü ve Güneşin bugün sabadan beraber - Hkle çıkmasını temin etti. Şampi - yonluk kupası şimdi Üksüz kalmış bulunuyor. İki taraf ta gol çıkara - Murat Kayahan Polis romanı: 5. Karanlıkta bir ışık BAA SD damın o sinir halile yaklışlıkla zar- fin içine koyduğu kâğıtlara benzi « yordu. Con: — Ben bu müktubu saklarım, de - di. — Saklarsanız, iyi edersiniz Vas- salaro. Her halde bu mektubu si « ze gönderirken, yaptığı budalalığın farkında değildi. Bu suretle elinize kendi aleyhine bir silâh vermiş o - luyor. Odanın bir köşesinde küçük bir kasa vardı. Con cebinden çıkardığı küçük bir anahtarla kasayı açtı, boş bir göz çekti ve mektubu içine ko - yarak, kasayı tekrar kapadı. Kara bütün bu hareketleri dik - katle takip ediyordu. Birden ayağa kalktı ve artık gitmek istiyormuş « gibi bir vaziyet aldı: — Ben de gizinle beraber gitmek isterdim amma, benim de başka yer. de bir işim var. Yalnız tabancanın almadan gitmemenizi bir kere daha tavsiye ederim. Eğer benim kanlı | vatandaşım tehdidini tekrar eder - se, tabancanızı çeker gibi yaparsınız. Bu kadarcığı da ona yetişir. Kara, salona geçtiği zaman, Gras kalktı. Misafire alelasul | du. On dakika beylik bir 1âf olarak pek az kaldığı - n söyledi. Kara bu sözdeki câliyeti pek tabil olarak anladı: Con da salona iirmişti: — Gidip bakayım, şoförünüz u- yuyup kalmış olmasın, dedi. O çıkınca, Kara genç kadına dedi ki: — Benim buraya gelişimin sizi hiç , Zarzgil_alar Tüccarın zararına sebep olan vaziyet Öğrendiğimize —göre, — birkaç koyun tüccarı mühim zarara vğ- ramışlardır, Bunun sebebi şudur: Bu yıl, havaların fena gitmesi Üzerine, — şerk — vilâyetlerimizden İstanbula hayvan sevkiyatı müşkül bir hale gelmiş, binlerce koyun da soğuktan donmuştür. Bu Zzayiat —üzerine, kurban bayramı ile beraber - İstanbulda et ve koyun fiatları — fırlamıştı. Fialların yüksek olması ve diğer sebepler dolayısile, bu sene kür- ban bayramında, şimdiye kadar görülmemiş şekilde —az hayvan satılmıştır. Bunun üzerine satılmak üzere "_ı“ binlerce hayvan tüccarının elinde kalmış ve tüccar bunları ucuz — fiatla — elden ik: mrcbur olıruştur. SAA te memnun etmediğini zannediyo - rum, Bu kadar açık bir söz ü gn kadın bocaladı, blh&k:'::ınr B —Ben kocamın dostlarını her za- man memnuniyetle dN kabul — ederim, Kara sanki birdenbire bir şey ha- Mw;muı Kibi oldu: — Kocanızdan iade edilmek Te bir kitap dısiı.h. — Gidip kendisine söyliyeyim. — Rahatsiz olmayımız. - Ben yolu Ve genç kadının müsaadesini bek- lemeden yürüdü. Gras bu adamın misafir olduğu evde bu kadar lâu- bali d akıl erdiremiyor- sorra Kara elinde bir kitapla içeriye girdi, — Leksman'dan kitabı alıp ala - mıyacağımı sormağı unutmuştum, Manmafih işte kendisi de geldi. A - ziz dostum, eğer bir mahzur yoksa f:âw- dair olan şu kitabı a « miyim?, Yarın sabah gönde. Tirim. Genç karı koca, şatodan uzakla - Tarihi roman: 5 MUSA ÇOCUKLARI Yahudi tarihinden canlı menkıbeler ve Ibrahim Peygamber Yazan: M. Râsim Özgen mİİBıbı.'ıı oğul, gelin, kafalarını yoru- yarlardı; kaçmaktan başka bir çare bulamıyorlardı. Gece olünca, şehrin dışına çıka - caklar.. Melikeyi eşeğe bindirecek - ler ve ikl erkek yürüyecek, gidecek- Terdi. Kaçma kararından sonra, bü- tün işleri, memurların, ebelerin üni, mabutlardan yal - varmak oldu. Azer, acı acı düşünürken, ak ı saçlı ve ak sakallı Nâhur, başı- | nı, açık duran beyaz kıllı göğ - süne eğerek dualar mırıldanı » yordu. Melike, ikide birde, oda- sma kapanıyor, ağlıyor, ağlıyor- du ve kaynayan sıcak hava için- de terden bunalınca, kendini dışarı atıyor, bahçenin öte ya « nından geçen su arkına koşu - yor; yüzünü, göğsünü, ayakla - rını yıkıyordu. Kabil olsaydı, hemen kaça - caklardı. Kaçamıyorlardı; ha - ziran güneşi, şehrin dışında, ce- henmem gibi yanıyordu. Böyle sıcak bir günde, çöllerde esen sam yelleri altında dolaşmak ö- lüme koşmak demekti. Onlar, ölmek değil yaşamak istiyorlar- di. Akşama kadar, bir yerde, bir akraba evinde, şehrin bir kena- Trında saklanmaya — teşebbüs et- mek te tehlikeli idi. Sokağa çı « kışları görülürdü ve bir kadı nın sokakta görülüşü, onlar i; en büyük cürüm olurdu; çünkü | her evin müayenesi bitinceve kadar, hiç bir kadının sokağa | çıkmaması ilân edilmişti. Saatler, içlerinde ağır ıstırap- lar sürükliyerek — geçiyordu. İkindi zamanı geçti; güneş batı ufuklarına doğru epeyoe inmiş- Ü. Bu, iniş,onlara, bir müjde gi- bi geliyor, içlerine ümit serin - likleri getiriyordu. Bir saat daha geçti, güneş, ue | fukta, bir mızrak boyu daha in- di. Belli ki, muayene sırası, bu- gün, onlara gelmiyecekti. Bahçe yeşil bir gölge içine gö- mülmüştü; yalnız hurma ağac- larının en yüksek dallarındaki sarı salkımlarda ışıklar parıldı- yordu. Âzerle Nâhur.. Melikenin, heğbeye en lüzumlu bir kaç par- ça eşyasını yerlestirmesini te - bessümle seyredivorlardı.. Bu | hazırlık Âzerin gözlerine, Fırat | kıyısındaki oölü, kabile cadır - Tarını, yayılan hayvan sürüleri- ni dolduruyordu; putcu dükkâ- nı, ev ve şehir hayatı, önünde bir duman gibi eriyor, bir hayal göbi seviniyordu. , gehir hayatından bede- | viliğe döneceğinden — üzülüvor; fakat yetmiş yaşına kadar bek - lediği — yavrusumu, nihavet, kucaklayabilecedini düşünerek elemini yeniyordu. Birdenbire, ların Üstün - den sisler kayı tede, kapının önünde bir kac kişi konuşuyar- du, Soönra, kanıda bir kaç sopa sesi, boğuk boğuk, inledi. Üç ağızdan, tek bir istimdad kelimesi fırladı: İ16! Nâhur ile Âzer avağa kalk - şan otomobili gözlerile bir. müddet takip ettiler ve hip bir şey konuş- mayarak salona döndüler, Genç kadın, kollarını — kocasının boynuna dolıyarak: — Pek düşünceli görülüyorsun Con!, Romancı gülümsemeye çalıştı. Ka- TISI sordu: — Yoksa paradan mı sıkıntın var? Con Leksman az kaldı, karısına mektup hikâyesini anlatacaktı. Fa - kat kendisini tuttu. Çünkü karrsı -, nin Yandevüya gitmesine mani ola- cağını anlamıştı. — Hiç bir şeyim yok, dedi. Yal « mız şimdi istasyona kadar gidip ya- provasını bekliyeceğim. Bu iş te o kadar canımı sıkıyor ki... Con karısına yalan söylemekten sön derece sakınan bir adamdı. Ken- di kendisine böyle bir yalanı nasıl söyliyebildiğine hayret etti. — Seni bu gece yalnız bıraktık, dedi, Kara'nın da keyfi pek yerinde değildi. — Her zamanki gibi... — Fakat ne de olsa iyi bir insan! Gras sana bir şey — söyliyeyim mi?, Heygamber İbrahimin ürbesi mışlardı. Melike, sapsarı, yere çömeldi. (Devama var) | x EFSANE ve ESÂTİR TARİHİNDEN| NOTLAR 1... Acem Ali Ekberin lılkây—î si — Acem hükümdarı Şah Ab- hayatımı tetkik etmek istedi. Kı- yafetini tebdil ederek - bir â - hund (*) gibi giyindi. Elinde asâ, omuzunda dağarcık.. yanın- da tek bir nedimi, yola çıktı. Şâh Abbas, nedimine — Ben, tebeamın hususi ya- şayışını.. ahlâkını ve örz düşün- cesini, hiç bilmiyoru! 'trafım- da olanların hepsi, ketli insanlar.. İşleri teriş.. Tavırları yapma.. Sözleri samimiyetleri sahte! Tabiğiliğe | hasret yaşıyorum. Köylere, kır- lara gidelim; saray ve hükümet atdamlarının her zaman, istih - | faf ettikleri halk kitl>sinin sâ- | de, gösterişsiz hayatını yakın - |-dan görelim. Beşeriyetin hakikt istinatgâhı olan avamın, köy - Künün mahiyetini — anlayalım. Ben, gözlerimi kamaştırmak - tan.. kibir ve gururumu okşa - maktan başka bir şey düşünme- yen.. önümde bin türlü yapma tavır takıman — dalkavuklardan bıktım, usandım. Dedi. Şâh Abbas, nedimiyle bera - ber.. dağları, dereleri astı; ova- larda dolaştı. Kasabalarda, halk | kahvelerine girdi. Köylerde, köy- lüler arasına karıştı. Açık ha - valar.. tabiği neş'eler.. saf eğlen- | eeler, onu keyfinden mest etti. Uzan yolculuklardan sonra, bir ağaç altında.. yabut bir köy e - vinde, öyle iştihayle yemek yi- yordu, ki bu yavan yiyecekler de bulduğu Tezzeti, saray sof - ralarında, bir defa bile duydu - gunu hatırlamıyordu. Şâh.. bir gün, kenarındaki çi- menleri, renk renk kır cicekleri ile bezenmiş olan bir dere önü- ne geldi. Orada, büyük bir kara ağnem gölgesinde genç bir ço- ban oturuyordu. Çoban, otla - (*) Acemistandaki din hozalarına eâhunde divorlar. Sen nasıl eldu da dünyanın en zen- gin ve en güzel adamını reddettin de, | | dar, ggemi benim gibi külüstür bir adamla ev- lendin. Vallahi hayretteyim. Genç kadının bütün vücudünden bir titreme geçli. Dedi ki: — Ben Kara'nın öyle söylediğiniz gibi pek zengin olduğuna kani deği « lim, Con, ben de sana bir şey söyli- yeyim mi?, Ben bu adamdan kor « kuyorum. — Korkuyor musun?. Halbuki Gras, ben bu adamin senin için her şeyi yapabileceğine kaniim, — İşte ben de onun için korkuyo- rüm yal, Gras, bütün kafasındaki şeylerin hepsini de kocasına söylemişti, Re - mihgton Kara ile bundan iki sene evvel Selânikle tanışmışlardı. O za- manlar Balkanlarda bir tetkik se -| yahaline çıkan babasile beraberdi. Amerika sefirinin bir ziyafetinde, hayatında © kadar mühim rol oynı - yan bu adamla Eski İlâhlar kadar güzel olan bu Yunanimın basebi ve nesebi hak - kında bir çok rivayetler dolaşıyor - du. Annesinin iyi sosyeteden Ame- yan'koyunları, karşısında, de - renin berrak sularının sürükle - diği tatlı zemzemeye, kavalırım yanık nağmelerini üflüyordu. Şâh Abbas, çobana yaklaştı; delikanlı, hürmetle ayağa kalk- * bı"—- Hoş-geldin.. Mukaddes ba- Diyerek selâmladı. Çobanın üstünde yırtık pırtık bir elbise vardı; fakat o kadar tabik bir hali.. öyle saf bakışları vardı, ki bu sevimlilik yanında bütün süslü ve sun'i asalet pöste rişleri sönük kalıyordu. Şah, genç çobana hayran oldu. Şâh Abbas, daima asil adamlar görmiye alıştığı için, ilk bakış- ta, çobanı, kıyafet değiştirmiş bir asılzade zannetti. Ancak, a-. nun babasıyle anasının, yakın - daki köylerden birinde oturan Musa 2 iki kövlü olduğunu anlayınca gafletinden ayıldı. Çobanın adı da Ali Ekber idi. Şâh.. çobanla komuşmağa haş« ladı. Onun ne kadar sade fakat vâzih kanaatleri vardı! ve söz söyleyişi, ne kadar serbest ve ciddi idi! Bakışları, ihtirasla ya- but tevahhtşla - gölgelenmiyen iki parlak aleve benziyordu. Se- si, insanın içinde temiz hisler gıcıklayan billür bir âbenk fı - sıldıyordu. Yüzünde, nazlı ve kadınlaşmış, güzellikten eser yoktu; öyle iken kaba da görün- müyordu. Genç çoban.. on sekiz yaşla- yanda bir de'ikanlı idi. Şâhı, bir âhund bilerek söz söylüyordu. Şâhın her sorduğu şeye, fikrini gizlemeden cevap — veriyordu; hattâ, bazı meseleleri, kendine göre muhakeme de ediyordu. Sâh Abbas, öyle kurnarca davrandı, ki millet ve memle - ket hakkında, dalkavıklardan hiç bir zaman işitemiyeceği ha- kikatleri, bir köylü, bir çoban matlığının bütün derâzad telâk- kilerini dinliyerek öğrendi. O, çobanın sözünü esirgtemediğini gördükçe, yeni bir âlem keşfet- miş kadar seviniyor. Hazzinden gülüyordu. Çünkü bu tarzda söz (Devamı var) rikah bir kadın olduğu söyleniyor - du. Arnavutlar bu kadını kaçırmış- deket eşrafından birisine satmışlar... Bu Arnavut ta kadını o kadar sevmiş ki, hattâ önum hoşuna gitmek için Hiristiyanlığı bile ka « bül etmiş... Remington Kara ise tahsilini Oks- ford'da bitirmişti. Draç tarafların - da geniş bir mıntakanın kralı gibi zengin bir adamdı. Memleketinde bir İtalyan mimarı tarafından inşa edilmiş muhteşem bir kâşanesi var- dı, Bu kâşaneyi de Avrupanın bü - yük şehirlerinden getirttiği en lüks mobilyalarla süslemişti. Fakat Gras Terrel'i daha ilk gö - Tüşünde vurulmuşa dönmüştü,. O- nu © kadar beğenmiş, o kadar sev - buki bir Antosaksan kadar — beyaz yüzüne ve tenine rağmen, ona böye le bir isim verilmesi tuhaf şeydi. Kara genç kadına sokulmağa baş. lamıştı. İlk önce bu hal Gras için â- detâ bir eğlence olmuştu. Fakat ya- (Devams var) «

Bu sayıdan diğer sayfalar: