21 Eylül 1936 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

21 Eylül 1936 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

21-9-938 I AN Gündelik gazete Başmuharriri Ahmet Emin Yalman Tan'ın hedefi: Haberde, Fikird. herşeyde temiz, dürüst, samim olmak, kariin gazetesi olmay: çalışmaktır. Günün meseleleri | Asri sebiller “Türklerin güzel eserleri arasmdı.. suya ait tesislerini de zikredebiliriz. Suya verilen ehemmiyet, her devirde, medeniyetin yüksekliğe mütenasip giden bir ölçü olmuştur. Türklerde de bu, daima göze çarpmıştır. O elim leden olarak sebillerimiz meşhurdur, Pek genç olmayanlarımız onlar faal devrini hatırlarlar. Sıcaklarda terle. yip süsayan halk, sebillerin kalaylı maşrapalarından kana kana su İçer- di. Nihayet, zamanlar değişti. Adet| ler, yaşama tarzları tekemmül etti, Burün, tazyikli sular evlerimizdeki ih- tiyacı gideriyor. Ağızdan ağıza dola- | şan maşrapalardan su içmek âdeti .kalktı; bir çokları oldukca güzel bir mimariye malik olan sebiller ise, ö tede beride vazifesiz kalâr. Bunun farkma varan Evkaf, çok aeâip bir buluşla, oraları birer su satışı yerine çevirmiş. İdare, bir gün de, bostanlarından yetişecek patlıcan ları, volilerinden çıkacak palamatla- rı, cemaalsrz cami avlularında satışa arzetse, zevki selim ve estetikle tezat bakımından ancak bu kadar muvaf. fak olabilir. Evkaf, su satışı gibi ba- sit bir işi, onu kendilerine meslek edinmiş olanlara terkedemez mi? Bu hal, şu hikâyeyi aklıma getirdi; | Eski kafalı bir aşçı, Galatada dev. ren bir lokanta kiralamış. Duvarlar. da, yarısı balrk, yarısı sarı saçlı, çıp- lak, güzel denir kızı freskler varmış. Sofu adamcağız bunlara sinirlenir. miş. Fakat, bir badana ile resimleri büsbütün yok etmeye de kıyamadı- Zindan, bir ressam çağırmış ve kız vücutlarını silerek yerlerine, münasip başka birşey yapmasını rica elaiş. Ressam biraz düşündükten sonra, ne- fis vücutları bir boya tabakası İle nk enbe alya m bede kırmızı turp gri Bir zihniyet 1 — Otuz sene kadar evvel, bir yaz gecesi, açık penceremin dibinde, ma- halle bekçisi sopasını taşa vuruyor ve bağırıyordu: — Yangın vaaar. Galatada, Norpi- şunu açıkça söyler misin? — Beyefendü, ben de bilmiyorum. Köşklü birşey bağırıp gitti, âdet ye- rini bulsun diye bir şeyler uydurup bağırıyoruz işte. 2 — Bir tanıdığımın, Beşiktaş ver- &i dairesinde bir işi var. Geçen mali sene başında evinin vergisini şubeye İam olarak yatırmış. Sonra, yüzde yirmi beş tenzilâttan istifade edece- ğini anladığmdan, fazla paranın ken- dine İadesi için istida yermiş. Ara- dan yarım sene geçtiği halde, ortada bir muamele baslangıcı bile yok. Ye. | güne suçunun, ödevini zamanmda ve tam olarak yapmak olduğunu, vergi vermekte mali sene sonuma kadar ge- eikenlerin rahat ettiğini hayretle gö- ren müsted'i, İşini taeil için tekrar şubeye başvurmuş. Kendisine şu ce. vabı vermişler: — İsterseniz, işinizi siz takip edin; istidanızı size verelim. Lâkin, geri çevirirler. Bize kalınca; terkin mua. melesi yapılmak lâzımdır. İdarel hu. susiye bize hesap göndermelidir, fa- kat işi benimsemiyor, bizden istiyor, Cetvellerin ne saman biteceğini bile- TA Bizim yaramazlar DOLU. NE GÜZELİ DEĞİL Mi? / “YLDIZLAR SANA BİR ŞEy MÜ HATIRLATIR Mi?) N EVET, BABAMDAN YEDİĞİM iLK TOKATI! Hırvat kilisesine hırvatçay sokmak için isyan çıkaran papazın heykeli Dubrovuih 15 Eylül M eğer bizim için bir ka- palı kutu olan Yu- goslavyada neler varmış, neler!.. Yugoslavyanm uzun bir sahil hattma malik oldu- gunu biliyordum, fakat bu nokta üzerinde hiçbir za- lı birkaç vapur işlediğini tasavvur ediyordum. Fa- kat hepsi bukadar... Şe llmanma geldikten son- ra Yugoslavyayı denizcilik bakımından da tanıdık. Limana nazır bir yerde, ölen Kral Alek- sandrm amiral elbiseli bir heykeli var. Bu heykel de Yügoslavyanın her köşeşini mükemmel eserlerle dolduran büyük Yugoslav heykel- İraşı Mestroviçin san'atli elinden çıkmış. Tamamile Islâv olan a- hil halkı Yugoslav idaresine geç- tikten sonra Yugoslav milletinin çok denizci bir millet haline geldi- ğini insana derhal hatırlatıyor, F ilhakika Yugoslavya bu sahil- leri aldıktan ve bu denizci halkın hükümeti olduktan sonra denizcilikte harikalar yapmıştır. Bugün Yugoslavyanm elindeki açık deniz nakliye vasıtaları 250.000 to na yakındır. Nehirler üzerindeki nakliye vasıtaları yekünu da 450 bin tondur. Bügün 20, 25 bin tonluk Yugos- Iâv vapurları Çin denizlerine ka- dar giderek yolcu ve eşya taşıyor. Merkezi, Londrada Yugoslav inşa- at şirketleri vardır ki srrf Ingil reye alt nakliyata memur ve işçi draya gidecek trene doğru yol almış- hiterde yaralar bayrak Yugoslavyadan Denizci Yugoslavya Split kalesinin denizden ücretlerinin ucuzluğu — sayesinde Ingiliz vapurlarına rekabet ediyor- lar. Bütün bu vapurlar Yugoslav in- şaat tezgâhlarında yapılmıştır. He- le Dalmaçya sahillerinde turist nakliyat için hazırlanan ve yine Yugoslav tezgâhlarında yapılan vapurlar cidden mükemmeldir. Bu vapurlar, tip olarak &eri halinde yapılmış . ve ucuza çıkarılmıştır. Bi der 1.600 tonlmirtyem VAR vii amir. Uç yüz yolcu taşıyor. Yolcularm zevki ve istirahati için Yazan: Ahmet Emin YALMAN #a kavuşma, umumi kucaklaşma. lar, sevinç rakısları... y> çok kalacağı için Split (eski Spelto) limanına çık- tık. Şehri gezdik. Tarihi güzellik- lere hayran kaldık. Tarihi bins- lar arasında, eski asırların dar 80- kakları, eski evler.. Arada bir yeni terra uafaltlı atamebil yolu... Fa kat yenilik kat'iyyen muhitin tari- hi rengini ve ahengini bozmuyor. Dalmaçya sahillerinde seri halinde yapılan ve orada işliyen vapurlardan biri her şey İnceden inceye düşünül- müştür. Temizlik, intizam, hizmet fevkalâdedir. Vapuru 26vk ve neş'e'içinde ta- ş8 taşa dolduran yolcuların çoğu » İngiliz ve Amerikalı idi, Yazı Dal maçyanm tarihi eserlerle dolu, gü- zel sahillerinde geçirmek için uzun bir seyahati göze almışlardı. Yoğaslav dostlarımız bize büyük bir sevgi eseri göstermişler, vapu- run direğine Türk bayrağmı çek- mişlerdi. Vapur; Dalmaçya sahilini doldu- ran beş Yüz küsur ada arasından ilerliyordu. Ekser zamanlar bir göl içinde gidiyor gibiydik. Denizden çok korkan Ercüment Ekrem Talu, programdaki deniz seyahatinin si- kıntısm: günlerce çekmiş, bir ara- lık karadan .gitmeyi bile düşün- Eski sokaklardaki yeni binalar stil itibarile mutlaka eskilere uy- durulmuş. Ahenge halel gelmiyor, göz ve ruh rahatsız olmuyor. Meselâ eski kilise meydanında kocaman bir heykel var: Hırvat kiliselerinden lâtinceyi çıkararak yerine Hırvat lsanını ikame et - mek için ön dokuzuncu asrın orta- sında isyan bayrağını açan, Yu- goslavyanm tarihi kahramanları sırasma geğen bir papazın heyke- li... Meşhur heykeltraş Mestroviç Röportajlar Yugos'av deniz ticaret | filosunun 250.000 ton- luk koca koca gemi- leri hep memleket içinde yapılmıştır bunu yeni yapmış. Fakat muhite öyle uydurmuş ki insan asırlarca evvel yapılmış bir heykel gördüğü- nü zannediyor. , Split müzesinde türlü türlü halk kıyafetlerini gördük. Fakat garibi şu ki, bu müzedeki eşya hayat içinde yaşıyor. Bugünün Hırvat kadınları, müzedeki kıyafetlerde olduğu gibi nefislerini tecavüze kârşı korumak için birer biçak ta- şımıyorlar. Fakat diğer bütün te- ferruatta eski kıyafet, bele köylü kadmlar arasında, tamamile muha- faza edilmiştir. Dalmaçya sahiline hususi rengini veren ve seyyah toplıyan amillerden biri de budur. kşam geç vakit Dubrovnik li- manma vardık. Burada iki gece geçirecektik. Odalarımız haf- talârca evvel telgrafla ayrılmıştı. Fakat hele İngiltere kralmm ziya- retinden sonra bu şehre öyle bir hücum var ki biz ve bizimle bera- ber telgrafla yer ayıran yüzlerce seyyah açıkta kaldı. Çünkü odalar daha evvel tutulmuştu. Şehir in- sandan tâşıyordu. 15 Ağustostan sonrü yalnız Londra Yugoslav konsolosluğu bilhassa Dubrovnike gelmek Üzere üç bin pasaport vi- s Tarihi Dedikodu Bal tutan parmağın yalar Yavuz Sultan Selim şehzadeliğini, Fatihin fethettiği Trabzon eyaletin- de gesridi. “Yavuz ehli keyifti. Ba- basi Beyazıt veli olmasına rağmen oğlu veli değildi. Sofuluk yanından geçmezdi. Hattâ padişahların sakal koyuvermesi kökleşmiş bir âdet iken Yavuz, Sultanı Selimi evvel olduktan sonra bile koyuvermedi. Türk şeh- leventlerine has olan palabıyıklarını muhafâza etti. Çaldıran savaşında yeniçerilerin, cadırma kurşun atma- ları, belki, biraz da bıyıklarını kıs kandıkları içindi. Yavuzun şehzadeliğinde Edirnede bir Revâni Çelebi türedi .İlyas Şüca Revâni Çelehi de Yavuz gibi rint- meşrep İdi. Şarabı pek severdi, Şara- bın cismen ve ruhen müptelâsı idi. Revâni Çelebi, sohbet adabma, yani adabı muaşerete dair bir eser vilenda getirdi. Bu eser üslüp ve fi- kir İtibariyle, zamanına göre bir icat- ta. Eserinde şarabın nasıl içileceğini, İ şarap meclisleri nasıl kurulacağını, şarap sohbeti nasıl tasvir ve tarif etti. yapılabileceğini Eserinin adma da i “Şarapname,, dedi. Revâni İlyas Şüca, Çelebi Şarap- namesiyle şöhret kazandı, her gittiği yerde hilrmet ve *kram gördü: meclisi sohbeti aranır oldu. Bilmem tesadüf mii veya tevarüt mü? Kader iki rintmeşrebi, Şehzade Selimle Revâni'yi Trabzonda birleş. tirdi. Trabzonda tarap ve Çengü çe- gane göklere yükseldi, Tarihin kaydettiğine göre pa- dişahlarda - ayyaşlık Yıldırım Beyazıtla başlar, Selimi sanide artar. Bana göre de Mahmudu Adlide körkütük olur.. Yavuz, Trabzon eyaletinde kabma sığamadı, Kapıkulu İle İstanbul üze- rine yürüdü. İstanbul kapılarına da- yandı. Halkı kendine biat ettirdi. | Ondan sonra babdismın tahtına geçti, oturdu. Kabına sığamıyan Yavuz, padişah olduktan sonra dünyalara da sığmaz oldu. Şah İsmaili Çaldıranda çarha- İya tuttu; arkasından Kovaladı. Yavuz bununla da kanmadı. Kansugavriyi Mısırda kana boğdu. Hicaza geçip Mekke ve Medineyi aldı. Mekke almmca fıkarasına tasadduk lâzım geldi. Her sene Mekke fıkı. rasma sürre yani çıkın göndermeğe başladı. Senenin birinde de, şaraba tövbe etmi solan yari ağyarı Revâni Çelebiyi surre emanetiyle çırağ etti, Fakat Revâni Çelebi bu defa cibilli- yetsizlik etti. Fıkaranm tahsisatiyle cebini doldurdu. Bu hal bittabi arzı mahzarlara sebep oldu. Mekke hal- kı Revâni Çelebi elinden dad bir fer- yat iki dediler, Kevâni Çelebi sürre emanetinden ze etmiştir. Ayrı ayrı otellere birçok resmi teşebblls ve uğraşmalardan sonra yerleştirildik. Bu şehre bu kadar hücumun sebebini birdenbire anla- madık, Yalniz Ingiliz kralmm gel- mesi bu kadar tesir yapmış ola - mazdı. Fakat ertesi gün, gündüz gözile şehri görlince buraya akıp gelen insanlara hak verdik. iz. dönünce Yavuzun hakipayine yüz sürdü, Yavuz ona: N “— A, Revâni sana neler derler?,, dedi. Revâni İlyas Şüca Çelebi mukube- Ve etti; «— Bal tulan parmağın yalar, derler... cevabmı verdi. Abdurrahman Âdil EREN LD tım. Bir memur, elimdeki küçük bava tun, katarın arkasındaki furgona bi- rakılması icap ettiğini söyledi. Fakat, orada birşey nazarı dikkatimi cel betti. Herkes çantasmı bırakıp hu- mara veya makbuz gibi bir vesika al- madan ayrılıyordu. Memura yakla- şarak endişemi anlattım ve, başka bi- rinin eşyamı almasına mani olmak İ- çin beden bir tedbir ahnmadığını sor- Ben buna inanmadım — Hey Mehmet, bak. Ben ne ça|larile kahkâkalarile doi. avlu, bu avludaki çocuklarım böyle buk atlıyorum! Çocuklar biribirlerinden çevik ve| neşeli ve pürhayat oynıyabilmeleri — Ya ben. Bana balana Mus - | biribirlerinden canlı ateş gibi oradan için kendini feda eden Kubilây'ın can tata, oraya koşuyorlar. Ve en büyük eğ -| verdiği avlu... Çocuklar biribirlerini kovalıyor - |lenceleri bu taşin üzerinden afla -İ yanıma biri yaklaştı ve kulağı - W8r ve cami avlusunun ortasmdaki|mak. ma: beyaz taşın üzerinden arka, arkaya | — Senin bacaklarm yere değdi. .| ... gu çocukların üstünden atladık meyiz. On bir kuruşluk pul getirin, Sonra, emanete alacağız; reddiyat tahsisat istiyeceğiz; maamefih, iin ne suretle yapılacağına dair elde sa- rahat yoktur, merkezden sorulacak. İşiniz bitince adresinize malümat ve- Tiriz; evralamızı alır daire daire do- laştırıp takip edersiniz. Bu alacağın, bu sene verilecek bas- müştü. Vapurdaki güzel ve rahat yolculuğu görünce böyle bir şey yapmadığına sevinip duruyordu. Vapur güzel güzel iskelelere uğ- ruyordu, Her tarafta yolcu alıyor, veriyordu. Her yerin kendine mah- sus hususiyeti, güzelliği, tarih ha- turaları vardr. Her tarafta taşkın bir neş'e görülüyordu. Ka bir vergi İle takasma da imkân bulunamıyormus. Otuz sene evvel bekçide gördüğüm bir haleti ruhiye bugün bir tahsil me- Murunda aynen yaşamaktadır. * İngiliz doğruluğu Bir dostum anlatmıştı: — Galaisden Dovere geçmiş, Lon- dum. Şu nefis izahatı verdi: — Kendinize ait olmıyan bir çan- tayı almaya #izin niyetiniz var mı? — Aman ne miinasebet; © nasıl söz? — O halde, böyle bir yolsuzluğu başkalarının yapmasına neden ihti. mal veriyorsunuz? Vapurda grup hâlinde seyahat eden bir kısım Yugoslavları, daha evvel İskeleye varan arkadaşları» hın iskelede istikbal etmesini gö- rünce Yugoslav ruhunda nekadar zevk ve neş'e saklı olduğunu anla- dık. Bir ağızdan pek güzel usullü şarkılar, vapurdan perde perde mukabeleler, nihayet iskele üzerin- atlıyorlar.. # Saat on bir olmalı. Dişarda -sicak bir güneş var.. Yeşil yapraklarla ör- tülü bu cami avlusunun hoş bir se - rinliği var, Camiln yeşil kapısı örtülü. Ve avlu, yetişen genç neslin neşeli çığlık — Kat'iyyen kabul etmem... Hiç- bir yere değmedi. İşte bir kere da - ha atlıyorum. * Burası Menemen.. Bu karşıdaki cami bundan birkaç sene evvel esrar- keş serserinin içinden şeriat namma yeşil sancak çıkardıkları cami ve bu” ları yuvarlak taşın üzerinde Kubilâ- ym başı kesildi, dedi. — Üstünden çocuklarnm atladığı bu taşın üstünde mi? Kabil değil.. — Evet, dedi o, ve israr etti a - ma.. Ben buna inanmadım. Suat DERVİŞ

Bu sayıdan diğer sayfalar: