8 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

8 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| —w— —— 4.4-939 Hain Vahdettinin Fikri Anlaşılmıştı Lütfi Simavi Bey İzzet Paşanın Hareketlerini ve Padişahı İknaa Çalışıyordu Tasvip Ediyor Has ve sadık adamları olduk. larını unutmamak ve hele bu pa- şaları tarassuda memur edilenle. rin, kaçanlara mâni olmak değil, bi- lâkis kaçmalarını (kolaylaştırmak ve saklamak ile meslek ve vazife lerini suiistimal etmiş olmalarını da hesaba katmamak büyük bir in- safsızlık olur. Bunun için Izzet Pa- şanın şahsına ve kabinesine gaflet, tedbirsizlik atetmeği, müsaadeniz- le arzedeceğim padişahım, pek a. Bir buluyorum. Firari paşalara, Rauf Beyle ha- ber göndermek meselesine gelince, bunun ne derecelere kadar haki- kate yakın olduğunu kulunuz pek iyi bilemiyorum. Eğer sahih ise, bu da, elbette muvafık bir hareket- tir, Kaçan paşaların suçlarını, hü- kümete, millete karşı olan mesuli- yetlerini, hesap vermek rüecburi. yetlerini kabul etmekle beraber, onları bu suçlarından dolayı düş- manlara teslim etmek yapılan sul- he, ne de olsalar birer vatandaşımız olan bu zatları, kurban etmek, düş- manlara bir sulh rehin veya hedi- yesi vermek gibi bir şey olmaz mıydı acaba? Bendenize öyle ge Jir ki, onları düşmanlara teslim et. mek veya ellerine geçmesine mü- saade etmek şimdiye kadar varlı- ğını mertliğine borçlu olan mille- timizin büyük şerefine çok ağır ve yâkışmıyacak bir leke olurdu. Bu takdirde ecdadınızın ve milletimi- zin, esir kralları, galip hükümdar- Yara ıtlak ettirdiğini yazan ve Os. manlılığın o vakitki kudret ve kuv- veti, satvet ve azameti kadar şef- kat ve merhametine de şahit olan tarihin hakkımızda vereceği hü- küm cok ağ almis. nadisahım. Eğer Izzet Paşa, iddia olunan ve suç sayılan bu hareketi yapmış ise muahezeye değil, tebrike ve takdi- re şayandır. | eri mütareke meselesine, harbin aleyhimize ve menfi neticeler verdiği, yani düşman or- dularının payitaht yakınlarına 80- kulduğu, memleketin diğer kısım- larını da işgal ve tehdidi altında bulundurduğu bir sırada, elbette ki, mütareke pazarlıkla ve çekişe, çekişe değil, galiplerin arzularını olduğu gibi kabul etmekle yapıla- caktı. Bunu uğradığımız acı mağ- lübiyetin tabii bir neticesi olarık kabul etmek zaruretindeyiz. Bu sebeple mütarekenameyi imzaya gidecek murahhasların, gerisinde güvenecek toplu ve muntazam bir küvveti ve millette harbe devam imkân ve kabiliyeti bulunmadığına göre, şu veya bu fırkaya mensup bulunmasının, isimlerinin All ve- ya Veli olmasının mütareke şartla» rını değiştireceğini kabul etmek te, müsaadenizle arzedeyim, biraz faz- laca safdillik olur, Kulunuzca kim gitseydi ayni hüküm ve şartları ka- bul ve imza edecekti, Birer hakikat olduğuna kani bu- lunduğum nâçiz fikir ve mütalea- larımın aksini iddia edenler! İnâ- nınız padişahım, bulanık sularda balık avlamak istiyenlerdir. Padi- şahlık nüfuzunuzu konâi emelleri- ne, yükselmelerine âlet edinmiye yeltenen kara ruhlu, bulanik duy- gulu kimselerdir. Makamı saltanat ve hilâfetin selâmeti, zatı gehriyarilerinin saadeti, milletin halâs ve menfaati nama efendimize çok yalvarırım. Bu kâ- Ta günlerde de memleketin hırs ve rekabet ateşleri ile yakılıp yıkık masına, milletin fesat ve nifak yel leri ile savrulup dağılmasına imkân bırakmayınız ve bu kara düşünceli başları eziniz, koparınız padişahım. Lütfi Simavi Beyin göz yaşları dökerek başladığı, hıçkırıklarla ti- kanarak bitirdiği sözlerinden Vah- dettin bayağı sersemlemiş, sende- lemişti. O başmabeyncisinden ken- di arzu ve zamirine uygun fikirler, mütalealar bekliyordu. Hayal suku- tuna uğradığını anlamıştı ve yine Tefrika No. 8 düşünceye dalmıştı. İşte Lütfi Si- mavi Bey de umduğu . gibi çıkma- maştı, Ona bu gün nâsıl de aldanıp kanmıştı. Ne diye içini kemiren dertlerini açmış, saklı sırlarını ol duğu gibi önüne saçmıştı. Ya, vak- tile ne düşünüp, nesini beğenip te onu başmabeyneiliğine getirtmişti ve o zaman ne diye eniştesinin sö- zünü dinlememişti. Damat Ferit, kendisine o vakitler Lütfi Simavi için, kendi fikrini beğenen, allâme- yim diye geçinen dik ve boş kafulı ve fakat nazik, terbiyeli görünen kaba ve tok sözlü adamın biridir: demişti de, inanmamıştı o. İşte sev- gili ve sadık eniştesinin bütün de- dikleri birer birer çıkmıştı şimdi. ski, yeni hatıraları birer bi- rer düşünüp aklına getirdik- çe Vahdettinin benliğini, sıkıcı bir perişanlık sarmıştı. Artık Lütfi Si maviye de emniyet ve itimst edi- lemiyeceği neticesine varmıştı. Bir fırsat bulup onu da yere vurmak, saraydan uzaklaştırmak kararı ile alevlenen kin ve gazabinı, muvak- kat bir zaman için, kara yüreğine gömmüştü. Hemen sinsi bir tilki kurnazlığı ile gülümsemiş ve: — Teşekkür ederim Lütfi Simavi Bey. Sizden bunu beklerdim. Bu çok haklı sözlerin, çok isabetli mü- talea ve hükümlerin ile fikirlerimi açtın, aydınlattı. Çok memnunum senden. Bu mesele hakkında tekrar görüşeceğim seninle. Bugün hiç ha- lim yek. Teessür kırdı geçirdi be- ni. Gidip biraz istirahat edeyim, demiş, başı önünde harem dairesi- ne geçmişti. 334 Yılı utıncrteşrininin önün cu günündewe hain Keridin Baltalimanındaki yalısının bir sa- lonundayız. Boğüzin Anadolu sirt larındaki ağuaçlıkların gölgeli kuy- tulukları arasına sinerek, sanki Baltalimanını gözetliyor gibi giz- lenen sabah güneşi, yarı kapali pan curların arasından süzülüp salona giriyor, koltuğunda gömülen Damat Paşanın Velde şalından yapılmış şık ve kıymetli sabahlığımı, kıvrım lar arasında gizlenir gibi gömül- müş pırlanta düğmelerini süzüyor- du. Güneşin bu pırlantalar üzerin- de hâsıl ettiği ışılklarla kamaşan gözlerini kırpıştıran hain Ferit te, elindeki kâğıdı dikkatle süzüyor zaman zaman gülümsüyordu. Ha- linden besbelli ki pek keyifli idi. Feridi orta halli bir ailenin ev- Iâtlığından padişah damatlığına, paşalığa kadar yükselten tali bu- günlerde de cömertliğini bal bol gösteriyordu. Hiç şüphesiz çoktan- beri özlediği sadrazamlık postunu da, pek yakında, önüne sürecek, s6- vindirecek, gönlünü büsbütün hoş edecekti, Çünkü, talih son günler- de ona gerçekten yâr ve yaver ol- muştu. Ardma kadar açlığı ikbal ve istikbal kapısınm eşiğinde, el- pençe divan durmuş. Damat Paşa- yı gözlüyor, güler yüzle emirlerini, işaretlerini bekliyordu. Işte, hiç ummadığı, emrine rim olacağını sanmadığı bir adamı karşısına dik- miş, baş eğdirmişti. Ayan Reisi Ahmet Rıza Beyi ona, gideceği he- defte yoldaş, çevireceği entrikalar da sırdaş etmişti ve işte, Ahmet Rıza Bey de becerikliliğini, hüne- rini göstermişti. Hiç yoktan çıkar- dığı bir mesele ile İzzet Paşayı, ka- binesini bir iyice sarsmış, iktidar mevkiinden çekilmek mecburiye- tinde bırakmıştı. Damat Paşanın elindeki kâğıt, İzzet Paşanın Vahdettine yazdığı istilaname idi, Bu kâğıdı ona, Vah- dettinin has bendelerinden Zeki gö- tirmişti. Kuvvetli bir rakibin dev- rildiğini müjdelemişti. Bu münase- betle o gece Mediha Sultan sarayı bir sevinç kaynağı olmuştu. Bir ta- rafta Sultan ve Damat Paşa misa- firleri ile, geç vakitlere kadar İçip eğlenmişlerdi. Diğer tarafta da sa- ray halkı, erkekli kadınlı bir da cümbüşlenmişlerdi. TAN ece Damat Ferit sevincinden uyuyamamış, bir türlü ya- tağına sığamamıştı ve İşte güneş doğarken fırlamışı kendini #elâm- lik dairesine atmıştı. Akşamdanbe- ri bir türlü elinden bırakamadığı ve belki yüzlerce defa okumaktan usânmadığı istifanamey! dizleri ü- zerine açmış, tatlı düşüncelere dal- mıştı. Gerçi sadrazam Tevfik Paşa olacaktı. Fakat ne zararı var. Iz- zet Paşayı aldatıp atlattıktan son- ra, Tevfik Paşayı baştan aşırıp gün deden atmak ta güç bir iş değildi ya. Elbette bu gün görmüş ihtiyar engelin de oturacağı başvekâlet koltuğuna bir diken koyacaktı, Son- ra da kendisi o makama kavuşup bir âlâ kurulacaktı. Ferit kendinden geçmiş, sanki hayalinde (e yaşattığı o Babiâlisine göçmüştü. Kendi için yapılan deb- debeli sadaret alayını seyrediyor- du. Alayın Babiâli yokuşundan çı- kışını, köşelerden kıvrıla kıvrıla büyük kapıdan girişini, nihayet mermer merdivenlerin başında yı- ğılan sadaret dairesi erkânı tara fından kucaklanılarak attan indiri- lişini âdeta görüyor, etrafta biri- ken halkın ardı arası kesilmiyen al- kışlarını, ortalığı çınlatan (yaşa) çığlıklarını işitiyor gibi oluyordu. Keyifleniyor, keyifleniyordu. Tam bu esnada, arkasındaki ha- vı dökülmüş siyah redingot takımı, kapkara uzunca sakalı ile siyahla- ra bürünmüş manastır keşişlerini andıran ihtiyar bir ağa salona gir- mişti, Gümüş bir tepsi üzerinde, i- ki yanları kabartma Osmanlı ar» ması İşlenmiş altın zarflı fincanile sattı katıvesini getirmiştir (Devamı var) LOKMAN HEK ÖĞÜTLERİ >; 223323322 2232223333336 H" akşam , şöyle bir gezinti yapmak için başımı alıp parka uğrardım. Fekat artık bu- günden sonra oraya ayak basmi- yacağım. Zaten mevsim de geşi- yor ya, sonbaharın tâ sonunda- yız. Şimdiden sonra günlerce de vam eden yağmurlar başlar, on- dan sonra sulu sepken, kar ve don. İhtiyar ak sakallı kış, parkın bankolarna yapayalnız kurula- cak, Buzlu tırmaklarile bankoların üzerindeki yeşil boyaları tırmala- yıp pul pul yolmiıya uğraşacak. Akşam olunca dairede kalacağım. Kahvaltımı orada o yapacağım. Mutlaka bizim daktilo mis Watson orada bulunur. Onun keman ça- larmış gibi bir pese, bir teze çı- kip inen sesi bir şarkı söylüyor. muş gibi öter. Mutlaka bana dö- nüp dönüp “Mister Sedman kah- valtmızı bitirdiniz mi?,, “Mister Sedman bana yardım edebilir mi- siniz?,, “Aman Mister saat altıya varmış., diye cıvider. Bittebi ben de: alelâcele tikma tıkma “hele bir durun biyıklarıma taki- lan peynir kırıntılarını sileyim., derim. Fakat o muhakkak benden şunu bunu istemekte devam eder. “Aman Mister Sedman ellerim meşgul. Şu telefona cevap veri- yersenize,, “Aman Mister Sedman aman Mister Sedman” “Aman Mis- ter Sedman....” Ss onbahar geldi vesselâm. Ha- vada bir güzellik bir açık- lik var. Şair olaydım neler yaz- mazdım. Yapraklar o dökülüyor. lar. Zavallı yapraklar o Yaşamak istiyen yapraklar yaşamadan ka- larak, kopup ölüyorlar. Ne var ki setr değilim. Ticarethanede kâti- bim. Her gün bu dökülen ağaç İMİN İPOFİZDEN GELEN ZAYIFLIK Galiba, zayıflığı en çok bayan- lar sevdikleri için, onun bu türlü- sü de en ziyade kadınlarda ve genç kızlarda olur: Kadınlarda 32 olur- sa erkeklerde ancak 9. . On sekiz yaşmdan önce gelmesi pek nadirdir. O yaştan sonra, çok çocuk doğurmaktan yahut doğum- da güçlükten ve fazla kan kayhet- mekten gelir. Başka bir hastalık heticesile de geldiği vardır. O zamana kadar balık etinde 0- lan bayanın ilkin yüzü, hattâ bö- tün vücudü, biraz şişer, Rengi balmumu rengini alır. Saçları dö- külür, dişleri düşer, hareketlerine, fikrine bir ağırlık gelir, Yüzü ha- reketsiz ve mânasız gibi kalır, Sonra zayıflık kendini gösterir. Bayan haftada beş yüz gram, bir kilo kaybeder, Bazılarının az z0- man içinde 20, 30 kilo kaybettik- leri olur. Bir misalde 42 yaşımda bir bayan 80 kilodan 29 kiloya in- miştir, Birdenbire bu kadar zayıflayan bayana tabii vaktinden önce ihti- yarlık hali gelir. Yüzü mumyaya döner, Vücudünün bazı tarafların- da cildi beyaz parlak, bazı taraf- larında da buruşuk olur. Saçlar, kirpikler, vücudün bütün kılları dökülür, dökülmese de beyazlanır- lar. Dişlerin hepsi düşer, turnak- Tar kırılır, dişsiz kalan diş kemik- leri de küçülür. Bir taraftan da yemeğe iştah he- men hiç kalmaz. Yemek yemek gayet ağır bir işkence gibi gelir. Bununla beraber, bu türlü zayıf bayanlar arasında - aksine olarak - obur gihi çok yiyenler de vardır. Fakat çok yemek zayıflamağa mâ- pi olmaz. Zayıflık ilerledikçe halsizlik te artar, Bazıları bütün gün yatakta yatmak isterler. Şu kadar ki bura da halsizlik kuvvetsizlik demek değildir. Çünkü zayıf bayan İste- diği vakit kuvvetinin kaybolmadı- ğını gösterir, Halsizlik burada da- ha ziyade hareket etmeğe isteksiz- lik demektir. Harekete isteksizlik, düşüncede yavaşlık olmakla beraber bir ta- raftan bayanın hassasiyeti artar, Hastalıktan önce ehemmiyet ver- mediği şeylerden bile müteessir olur. Kadınlık cihetinden işlerinin ho. zulacağı da şüphesizdir. O günler ilkin İntizamsız oluarlar, sonra büsbütün kesilir. Bu intizamsızlık bazılarında vücut zayıflığından önce meydana çıkar. Bayanın ço- cuğu da olamaz, zaten çocuk yata- ğı küçülür, büzülür. Erkeklere geldiği vakitte de er- keklik duygusu kaybolur, her tür- lü halsizlik gelir. Bu kadar 2: hasta kendi ha- line bırakılırsa sonunun ne olaca Hinı kestirmek pek güç değildir: Eriye eriye. büsbütün kaybolur. Fakat şurası gariptir ki tahmin 0- lunan netice hiç te çabuk gelmez. Seksen kilodan 30 kiloya düşen bayan aylarca, bazan yıllarca ya- tağında balmumundan bir bebek gibi yaşar... Hastalığın geçici ok duğu, birçok zayıfladıktan sonra, insanın tekrar şişmanlamağa baş- ladığı ve büsbütün iyileştiği de vardır, Zaten hastalığın tedavisi de mümkündür. Zayıflık ipofiz gud- desinin ön taraftaki kısmından çi- kan hormonun eksikliğinden gel diği için o hormondan - uzunca hir müddet devam etmek şartile - şı rımga edilince zayıflık geçer. Midesinde hiçbir bozukluk olmı- yan bir bayanın ıştahı birdenbire kaybolup ta yemekten nefret ge- lirse bu hastalık hatıra gelmelidir. 02227233323273272223272272722733272727273737372222327272322332272X HİKAYE PAR K Yazan: Daniel Kalitein t SADE 8 yapraklarnın benziyen sarı kâğıt tan yapraklara, kara kara mürek- kepleri döşer yazar çizerim. Alla- hın günü yüzlercesini yazarım. Hepsini sıraya, ve dosyanın içine korum, aradan bir ay geçince yaz- mış olduğum yapraklar ateşte ya- kılır. Ben ise boyuna durmamaca- sına yüzlercesini binlercesini yaz- makta devam ederim, Ne tuhaf ki bu işi yaptığım için bana para verirler. Bir gün tekaüt olursam bu sarı yapraklı kâğıtlar hakkın- da bir kitap yâzacağım.... Efen- dim işte ben... ben. ben. gençli- ğimde idaremizin şampiyon kâti- bi idim. En çok ve en hızlı yazan bendim. Ben ömrümün bu çağına kadar Mister Kleiner ve Limited şirketi için milyonlarca sarı kâğıt doldurdum. Galiba vaktinden. evvel buna. dım. Demincek parktan behseder- ken aklım sarı kâğıtta kaldı. Ne yapayım ömrümde sarı kâğıttan başka birşey görmedim ki. İşte a- sıl şu parktan yaka siikmemin se- bebi gelen kış değildir. Fakat bir | çocuk arabası süre, süre, sulu sulu sırıtan o mahut kadirdir. Şöyle bir kendi kendime kalıp başımı dinlendireyim derim, çika çıka gözümün önüne o çıkar. Sağdan sola geçer. Soldan sağa döner, Yi- ne gelir yine gider. İllâllah! Artık onun bön bön yılan dudakların- dan tiksiniyorum. Onu bugün yi- ne gördüm. Dudakları budalaca kıvrilıyordu. Gözlerine bir mah- murluk ve bir sululuk veriyor. ğer yaka silkmekle şu, ço- cuk arabalı kadından kur- tulabileceğimi bilsem, yakalarımı da söker yırtar atardım. Vaktiyle bu kadınla alâkadar olduğuma şa- şarim. Onu bayağı beklerdim. O- nun bir şahsiyeti, bir personalitesi olduğuna kanidim. Personalitesi mi? Hah! Hah! Şimdi başka göz- lerle görüyorum. Artık aldanmı. yan gözlerle. Küçük yüzlü, altn kenarlı gözlüklü ahmak bir bakış. Hep ayni elbiseleri giyer. Koyu yeşil manto. Yakalığı kürk, Gü. lünç ve geniş bir şapka, şapkanın üzerinde bir bahçe taşıyormuş gi- bi kâğıt çiçekler. Mutlaka saçları- nın bir kaç perçemi şakakların dan sarkar. Hele o yürürkenki a- dımlarını sürükleyişi, o hımbil o mıymmii hali, O sıntış! O siri taşı! Bu kadın vaktiyle neden acaba beni alâkadar etti idi Mutlaka duygularımı zorlamışımdır. Onun hakkında. o Santimantalliğe varı- cak kadar hislerimi dürtüp kakmi- şımdir. O kadar ki; parkm güver- cinlerine kahvaltının kırıntılarını atacak kadar olmuştum. Alıştıra alıştıra onları nihayet gelip te &- vucumdan yemiye alıştırmıştım. Yanıma bir adam gelirdi. Edebi | yat edebiyat eski edebiyattır. Hiç Başında tedavi, tabil, daha iyi ve | başkasma bakma derdi. İkimiz de daha çabuk netice verir, beraber şu güvercinlerin haspalı- >2272223337Xx6 BELEK ELELA LL ğına bayılırdık. Bir ağızdanmış gi- bi güler gülümserdik. ir gün o herife çocuk araba- sını süren kadını tanıyıp ta- mımadığn sordum. Bana ne dedi biliyor musunuz? “O kadın arabasiyle önünden geçerken arabanın içine bir bak ta gör,, dedi. Baktım. Ne gördüm bi- liyor musunuz? Bâyağı bir sırça kukla, Canlı değil, oyuncak çocuk. Kuklanın da cansız gözleri bir hiçlikle gülümsüyordu. Kadın kuk eğilp eğilip annelerin yavru» konuştukları gibi konuşup mırlanıyor. Ağu mağu diyordu. Kukla neye benziyor diye düşüm- düm. Aklıma ne geldi bilir mis niz. Geçen asrın o düğünlerle bi- ten romanları! — Çektiği ıstırapların mes'ulü kendisidir. Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennem hayatı yaşatan bu muannit başağrısından eser kalmıyacaktı. NEVROZİNİ Bütün ıstırahları dindirir, baş ve diş ağrıları ile üşütmekten mütevel. Mit ağrı, sızı ve sancılara karşı bik hassa müessirdir. NEVROZİN Mideyi bozmaz, Kalbi ve böbrekleri yormaz. Satılık Kö Çamlıca — Kısıklı Çilehanede Doktor Talât Beye komşu üç bu: uk dönüm bağ ve meyvalığı ile içilir suyu havi fırıldak köşk sa- tılıktır. Görmek için Çilehane ca- mii imamına müracaat,

Bu sayıdan diğer sayfalar: