28 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

28 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

28-4-939 4 Ün? MİLİ Pantikyan Saraya Gönderilmişti. Tefrika No. 28 Korkak Padişahı da, Hain Damadını da, Sarayı da Altüst Eden Muvaffakiyetli Yalanı Söylemişti. Demiş, bitkin, bezgin, bir halde koltuğa yığılıvermişti. Bir kaç da- sessiz, hareketsiz kaldıktan Sonra, yumulu gözlerini açmıştı. Tasalı bir edu ile: — İhsancığım. Demişti. İngiliz ler, bugün verdikleri bir kara ha- Perle, sarayı baştan aşağı birbirine #tılar, hepimizin de yüreklerini fona halde oynattılar, Ali İhsan bey, Damat Feridi bu derece yeislendiren, kederlendiren bu kara haberin ne olduğunu da- ba anlamadan sararmış, solmuştu, bayağı tıkanacak gibi olmuştu, bir Kaç defa sinirli hareketlerle yut- kunmuş ve nihayet merakla da sor- Muştu: — Aman paşam, nedir bu ha- beri, — Anlatayım monşer. Bugün öğ- le vaktinden biraz evvel, şu bildi- Bimiz müsyü Pantikyan saraya gelmiş, kimin dairesine gireceğini tayin edemiyerek şaşkın şaşkın do- laşirken bizim Zeki bey ile karşı- laşmış. Zatı şahanenin şahsını, makamını şiddetle alâkadar ede- cek gayet mühim bir mesele hak- kında, Mister Haltson namma, baş mabeyinel Lütfi Simavi bey İle gö- Tüşmek istediğini söylemiş. Zeki Bey, kurnaz davranarak baş ma- beyinei ile görüşmesine meydan Vermemiş ve hemen önüne düşe- rek Pantikyanı Cihannüma kasrı- na getirmiş. Keyfiyeti de koşup #evketmeaba arzetmiş. Efendimiz de Pantikyan ile benim görüşmemi irade buyurmuş, Zeki de, gördü- Zünüz sihi. #itünei.... Kasar, hama koşturmuş. Saraya gider gitmez, hemen hu- zura girdim ve şevketlimizi son derecede merak ve heyecan için- de buldum. Pantikyanın sarfetti- Bi, zatı şahsnenin şahsını, maka- mını alâkadar edecek sözünden, fena halde endişe ve vesveseye düşmüş, Etendimizin heyecanları- nı bin müşkülâtla yatıştırdıktan sonra, Pantikyanı haremi hümeyu- nun bahçe kısmındaki orta sulona aldırdım, Bizi dinliyebilmek üzere şevketmenbımız yendaki küçük sa- lona geçerken ben de Pantikyanm yanına girdim. Biraz günün mese- leleri üzerinde gezindikten sonra, âynen tekrar edeceğim Şu Sözleri söyledi. Dinle de, bakalım sen ne- ye hamledeceksin, bu müracaatı: — Maruzatının ve hürmetleri- nin padişah hazretlerine iblâğı va- zifesini ifaya, şetim mister Hatson bendenizi memur etti. Kendileri, bu vazifeyi bir hastalık sebebile bizzat ifa edememek şerefinden mahrum kaldığı için çok müteci- sirdir, Servisimiz, İstanbulda gizlice yapılan, az bir zamanda umulma- yacak derecede: dalbudak salan bir komünist teşkilâtına ajd pek mühim haberler almıştır. Olduk- ça mühim vesikülar ele geçirmiş” tir. Bu teşkilâtı, Rusyadan gelen iki Kafkaslı ve bir Kırımlı islâm ve iki de Rus bolşeviği ile elele ve- ren bir kaç ittihatçının idare et- #kleri anlaşılmıştır. Servisimiz bu idarecilerin isimlerini, toplandık- ları yerleri ve bilhassa hafnane maksatlarını tamamile öğrenmiş” tir. Müteşebbisler, son günlerde ordunuzdan terhis edilen efrat fle İstanbulun amele ve işçi takımı: ni elde etmişler, bunların icabında silâhlandırılmaları için bir çok si- lâh ve cephane de hazırlamışlardır. Servisimiz şimdi, bu silâh ve cep- hanelerin saklı bulunduğu yerleri aramakla meşguldür, Pek yakın bir zamande ele geçireceğine de #min bulunmaktadır. Teskilât merkezinde musvenet- lerini temin ettiğimiz rizli eleman- larımızdan alınan malümata göre bunların maksat ve gayelerinin 25 sale ii pek caniyane olduğu anlaşılmakta- dir, Bunlar, Osmanlı saltanat ve hükümetini yıkmak, memlekette Bolşevik idare ve hükümeti kur- mak istiyorlar. Ali İhsan bey bu izahet karşı- sında büsbütün sararmış, titrezniş- ti. Moraran dudakları arasından: — Allah korusun, çok dehşetli bir felâket bu. Sözleri dökülüvermişti. Ferit te— essüründen başını iki tarafa sallı- yarak: — Ya monşer.. Elbette dehşet- Hi bir felâket. Demiş, sözüne dövüne dövüne devam etmişti: — Mösyö Pantikyan biraz daha malümat verdikten sonra, bu va- ziyet karşısında itilâf devletleri İ- tanbhuldaki müşterek ve âli menfa- atlerini, tebealarını, riştiyan aha- liyi muhafaza etmek için şimdi- den tedbirler almak meçburiyetin- de kalacaklar, deği İhsancığım. — Ne imiş bu tedbirler paşam, bir şey söylemedi mi bu adam?. — O söylemek istemedi amms ben önüne döküldüm, biraz yüzüne güldüm, nihayet dilinin bağını çö?- düm ve söylettim. Alacakları ted- birin en mühimmi muhtelit bir fır- ka getirtmek, şehrin muhtelif yer- lerini işgal etmek imiş. — Aman paşam, bu da netice iti- barile fena, çok acıklı ve başka bir felâket. Bu fırkayı sonra İstanbul- dan nasıl çıkarabiliriz biz. 1 ki ahbap derin ve kara dü- dikten sonra, alnını kırıştırmış ve; — Hatırıma bir şey geliyor ek- selâns. Demişti. Bu teşkilât haberi acaba bizi korkutmak, kendilerine sığındırmak için hazırlanmış bir blöf olmasın. Hani yapmaz da de- ğiller, Damat Ferit, Ali İhsan beyin or- taya attığı bu mütaleaya karşı, is- tihzalı bir tavırla gülümsemişti. Ve: — Aman monşer. Böyle blöf 0- Tur mu hiç . demişti, Herifin elin- de kocaman bir liste var. Bu teş- kilâtta çalışan ittihatçı bekayala- rının birer birer İsimlerini okudu bana, Meselâ, Hüsamettin bey a- dında bir süvari binbaşısından bah- setti ki, bu adamın Şehremini, Topkapı taraflarında, Bektaşi şey- * hi kıyafetile gezdiniği, bizim Zeki bey de haber almış, geçenlerde bir münasebetle bana da söyle mişti. »— Peki devletlim. Ya bu teşki- lâtı Fransız ve İtalyanlar haber slmamışlar mi acaba?. — Haber almamış olurlar mi hiç. Mümessiller arasında görüşül- müş ve bir muhtelit fırka teşki! ile bü işin önüne geçme kârarını vermişler. Fakat, İngilizler bu tar- za pek muvafakat etmiyorlar- miş. — Acaba bunun sebebi ne imiş. — Açıkça söyledi onü da. İstan- bul ve boğazlara verilecek yeni şekil hakkında yapılan müzakere teklifine karşı Londranın biraz a- ğır davranması, müttefikler ara- sında bir gerginlik ihdas etmiş- tir. —Bu da güzel, Fakat, İngiliz- lerin bu teşkilât meselesini zatı duyurmaktaki maksat- ları ne imiş acaba?. .— Pantikyanm dediğine bakı- bırsa, bu, karşılıklı menfaatlerin icap ettirdiği bir cemilekârlıktan başka bir şey değilmiş. Hem, İn- gilizlerle gizlice anlaşmak için bu da bir vesile olacakmış. —Peki vasam ne netice oldu?. ilke lk İri z — Pantikyanı bir az daha söy- İletmek, hattâ arzu edilen anlaş manın esasları üzerinde görüşmek teklifinde bulundum Fakat, kur- naz herif yanaşmadı bu cihete İşin bu kısmı üzerinie konuşma- ya salâhiyeti olmadığmı söyledi ve padişah hazretleri ils şefi arasın- da bir mülâkaf yanılması lüzu- mundan bahis ile randevu bile is. tedi, .—Verdiniz mi?, — Pek tabii verdik. Şevketme- ap, yarın akşam mister Hatsonu da kabul için söz vermekliğimi i- Trade buyurdular. Bakalım ne gibi tekliflerde bulunacak mister Hat- son cenapları. AH İlksan bey yine düşünce- ya dalmıştı. Ansızın ve sinirli bir hareketle başını sallamış ve: — Pardon ekselâns Demişti. Kapiten Halidin huzura kabulün- den hiç bahsetmedi mi Pantik- yan?.. — Hayır, hiç o taraflr olmadı Neye sordunuz İhsancığım bunu? (Devamı var) TAN *232333233337X >222232772727372X3 ski zamanın o Hacı Davut vapuru kuduran bir deni- zin ortasında bunalıyordu. O ka- dar ki, galiba vapur olduğunu bi- le unutuyordu. Bazan kendini bir asansör sanıyordu. Titreye tireye durmamacasına yükseliyordu. “Eh, anlaşıldı, artık, ebediyen yüksele- ceğiz,, diye köbek ata ata yüksel mek duygusuna (alışınca, hemen asansörün ipi kopuyordu. İşte O zaman gemi kendini bir kızak sa- nıyordu. Tepetakla uçurumdan â- şağıya dalıyordu. Bazan da vapur tahtaravalli oluyordu.Bazan da bir tirbuşun gibi döne döne iniyordu. Köpekler sahibini arıyan azgın ak köpekler gibi güverte ve kamarala- ra girip çıkıyorlardı. Herşeyi wslatı- yorlardı. Buldukları eşyayı — ge- rek papuç, gerek halat — kapin- ca alıp götürüyorlardı. Bütün güverte yolcuları anbara tıkılmışlardı. Anbar denilen yer, boğucu havası, havadan ziyade toz ve dumandan ibaret alçak tavanlı kapkara bir mağaraydı. Orası, er- keğiyle, dişisiyle, bakkaliyle ve çakkaliyle, şehirli ve taşraliyle, askeri ve siviliyle, çeşit çeşit has- talıkların ayrı ayrı safhalarına GE Danua AKDERE MERALAR KALBİ DURANLARA İMDAT Evde olsun, şekakta olsun. bir amal enanne *anan meğe kaybedince, onun imdadına git mek herkesin borcu olur. Bunu gören yahut haber alan yalnız ba- şına da olsa kalbi durana imdat etmekte tereddüt etmemelidir. Ya- pılacak şey pek te güç ve bir kişi- nin kudreti yetişemiyecek kadar değildir. Bir taraftan, tabii, heki- me haber gönderilir, fakat bir (e- raftan da kalbi duran kimseyi a- yıltmağa çalışmalıdır. Zaten bir- çok del duran kimsenin ya- nında, telâşa düşmeyen, imdat et- mesini bilen bir veya bir iki kişi bulununca, daha hekim gelme- den, kalbi duran kendine gelir... Bazılarında kalb büsbütün dur- maz da, nabız tutulunca hafif hafif vurduğu hissedilir. O zaman kü- şük tedbirler de onu ayıltmağı yetişir; Kalbi duran kimseyi hemen ar- kası üstü yarmak lâzımdır. Başı- Bin altına yastık koymamalıdır. Bilâkis başı ayaklarından daha &- ağı olması daha iyidir. Baygınlık devam ederse ayaklarından tuta- rak başı aşağıda, ayakları yukarı- ya kaldırmak bile iyi gelir, Başka tedbire lüzum kalmadan bayyın insan kendine gelir... Bir odada ise odannı pencerelerini açmak, temiz hava getirmek elbette hatırlanır. Kalbi duran adamın yakasını, göğ- sünü açmağı, karnında kemer var- sa, kadınların paça bağlarını gev- şetmeği unutmamalıdır. Bütün vü- cut serbest kalmalıdır. Sonra yüzüne soğuk suya batı ni Bir ii vurulur, Bez bu- unamazsa üne avuçla soğuk $u serpilir. Evde amonyak, eter varsa onlar koklatılır, hiç olmazsa sirke kolayca bulunur... Sıcak su bulunursa bir şişe içerisinde ayak- larının arasına konulur, hardal kâ- gıdı varsa bacaklarına - soğuk «u- ya batırılarak - yapıştırılır. Bir tüyle, o da bulunamazsa bir kâğut parçasile burnuna dokunmak kalbi uyandırmağa yarar, Eter ya- hut benzin varsa onların birinden e eşler damla damlatılır, ir damla limon suyu da bu rür. Bayılan kimse bir ei lecek hale gelince biraz alkollü, Yahut birkaç damla eterli su içiri- lir. Bunların hiçbirisi bulunmazsa kolonya suyu her eyd, , van cebinde bile, bulunur” Ondan birkaç damla su içerisine damlatı- larak içirilir. Kalb büsbütün durmuş olup ta. mazsa daha büyük tedbirlere baş vürmak lâzmdır. Yatan adamın bütün vücudünü sert bir bezle sı- kı sıkı ovuşturmak birçoklarına i- yi gelir, Bir de mide boşluğunun üzerini biraz bastırarak ve par- maklarla daire çizer gibi ovuştur- mak vardır, Göbek üzerine - elbise hafif ise onun üzerinden bile - a- vuçla kavrıyarak, etin altına ge- len uzuvlarla birlikte, hamur yu- ğurur gibi, Iki üç defa, fakat ara- N vererek, yuğurmak ta fayda ve- Bunlar da yetişmedi, kalbi du- ran kimse kendine gelemedi? Ge- ne umudu kesmemelidir, Onlardan sonra da suni teneffüs ettirmek w- sulü vardır. Bu usulün verdiği iyi neticeler hayret edilecek kadar şoktur, Hele denize düşmüş, kalbi durmuş kimselerden saatlerce bay- gın kaldıktan sonra bu usulde yar. dımla ayılanlar, âdeta yeniden di- rapi vardır. Bunu yapmak ta bir iş dir. Baldan me yatan adamın baş tarafına geçersiniz. İki elleri- nizle iki kollarını tutarak arkaya ve yukarıya doğru çekersiniz. Son- râ iki kollarını onun göğsünün ü- zerine götürerek biraz da sıkıca bastırırsınız. Bu iki hareket daki- kada on beş, on altı defn olacak kadar tekrar edilmelidir... Bunu yapacak kuvvetiniz olmazsa, ya- tan adamın göğsü üzerine kendi ellerinizle, gene dakikada on altı defa kadar, sıkıca hasar, ellerinizi kaldırırsınız, Öteki kadar değilse de bu bile fayda verir. Bir kişi daha olursa, o da yatan adamın dilinin ucunu bir bezle - pens bulunursa onunla - tutar, dakikada on altı defa kadar, dışarı- ya çeker, sonra bırakır. İki kişi birden imdat ediyorsa İkisinin yaptıkları birbirine (uymalıdır; Kollar kalkarken dil içeride, göğ- se basılırken dil dışarıda olmalı. Bunları yaparken de, bıkmama. lı, umudu kesmemelidir. Yarım sa- at, hattâ bir saat uğraştıktan son- sonra, küçük nefes hareketleri belirdiği. »İ, sonra göğsünün kendi kendine oynadığını, daha sonra kalbinin tekrar vurmağa başladığını görün- ce dünyada en büyük zevki, öle- cek bir adamı kurtarmış olmak zevkini duyarsınız. müptelâ çoluk ve çocukla taşarca- sına dolmuştu. Her yaştan çocuklar vardı. Me- medekini mi, kundaktakini mi is- tersiniz. Emzireni mi, emekliyeni mi, henüz ön yaşındayken, yok- sulluk dolayısile annesinden daha ibtiyarlamış olan kızcağızı ve oğ- lancağızı mı, istersiniz Hepsi o- radaydı. Pis ve pasaklı denkler sepetler, şilteler, yorganlar, batta- niyelerle beraber fukaralığa alt ne kadar zorluk, sıkıntı, zahmet ve aci varsa, hep o daracık yere yığılmıştı. İşte hep bu haller, ve üstelik te, inadına kuduran fırtı- na, herkesi neşe ve nezakete değil buysuzluğa ve koyratlığa kışkır- tıyordu. Fakat bütün bu şeylere reğmen, o pislik ve yoksulluk i- çindekiler, yekdiğerine karşı, me- selâ mükellef bir toplantıdakiler. den çök daha derin, ve içten ge- len, gönülden kopan bir kardeslik daydı. Muayyen ve sami « miyetsiz nezaket şekillerinde ve haysiyet kaygıları içinde mahpus kalmak; onun için, bu fukaralık pislikten daha ağır geliyordu. Bu ambarın içinde o pek “neşeliydi , Çünkü burada yekpare nezaketsiz- lik olan tavır nezaketi yerine, ha- kiki nezaket olan gönül akışı, ve sevesi vardı, Oradakiler, çılgın bir sevinç çığlığının, fırlayıp sa- ran bir sevgi harlayışının karşısın- da mıymıntı bir itidal göreneğile dudak bükenlerden değil, © bakt- katen cefa içinde yüzen ve neşeye siğ arıyan çiçek gibi susayan, se- vinci, ışık özliyen fidan gibi ari yan insanlardı. Hasansa, neşesini, kumanya sepetiyle, güverteye ser- diği düşeğiyle, sırtına giydiği el- bisesi ve koynundaki yüreğile be- İ raber vapurs taşıyıp getirmişti. Onun yalniz bir derdi vard: Onu deniz tutuyordu. Iki günden- beri sik sık güverteye çıkıyor. Kü- peşteden denize eğiliyor. İçten ve- re vere, İçi kalmıyordu. Halbu- kiyse, iki gündenberi içine bir lok- ma koyamıyordu. Fakat, buna rağ- men bile, yatmıyor, etrafına göz gezdiriyor. İşin alayına ve şakası- na varıyordu. İşte köşenin birine bağdaş kur- muş ihtiyar bir kadın, huysuz to- rununu kucağında sallıyordu. Be- ride bir nefer başını mavzerine dayamış bir memleket O havasin tutturmıya uğraşıyordu. — Yaşlı adamın biri, yerde kaminetosunu, “ yakmış yanıbaşındakine çay pi - şirmeğe kalkışıyordu. Sert surat- Mı, iriyarı adamın biri, ağlıyan bir çocuğa “Agu yavruma agu!,, di - yordu. Biri ekmeğini kessin diye komşusuna çakısını uzatıyordu. Daha biri de sigarasını yaksın diye, yanıbaşındakine kibritini ve- yahut ekmek ve peynirini sersin diye boşalmış kese kâğıdını veri- yordu. Hasan böyle bakınırken, karsı- sında beş çocuklu bir kadının uyu- makta olan çocukları uyandılar. Battaniyenin altından beş baş çık- tı. Hasanın yüzü, kulaktan kula- ğa varan bir tebessüme yayıldı. Kadına “Âdetimiz veçhile, çocuk- Halikarnas Balıkçısı 0©0000000<CC£ d Seimiken Bakla mami asan da yolcuların arasın - HiKÂYE : GÖLGE VE IŞIK Yazan: >>32322723233 lerini güverte çeşmesinde bir yı- kayımlı, dedi. Hasanın yanıbaşında yatmakta olan Bay Mehmet “Şu el çocukla- rinin yüzlerini gözlerini yıkıya » cağına, kendi işini görsen daha İ- yi olur. Bana bir çay pişirsene, Çocukları annelerine bırak, do- ğurduğu gibi baksın,, dedi. Hasan “Olur, olur. Kadın güverteye çı- kamaz. O çay pişirir. Ben oldum olalı çay demlemesini beceremem. çocukları yıkarım, dedi. Gitti, çocukları yıkadı. Döndü. Bütün yolcularla konuşmağa (koyuldu. Neşesi anbarı dolduranlara sira - yet ediyordu. Bazan tam söz orta- sında midesi bulanıyor. Sonra, yine Jâfı bıraktığı yerden tutturu- yordu. rtesi günü nava yarıştı. ila « sanın mide bulantısı da dim di. Bundan dolayı neşesi arttı de- nemezdi, Çünkü en fena şartlar İ- karlar dı ki, daha fazla artmasının ihti. mali yoktu. Fakat etrafına yardı- ei mi artt. Bulutlar arasından gü * neş bir parlamasın. Hasan önüne | gelen, eline geçen, (canlı cansiz, kadın erkek, ihtiyar veyahut genç, çanak veyahut çömlek ne bulursa güneşlesin diye hemen güverteye taşıyordu. Işte bundan dolayı herkes Ha- san diyor ve başka demiyordu. . Her kahkahaya kahkayayla mu - | kabele eden neşeli insanlar ara - sında neşeli olmayı hiç te marifet saymıyordu. Ve bu heli bir mari- fet sayıp ta kendisine hayran ka- lan insanlara (o kendisi daha iki misli hayran kalıyordu. Bu kadar kendiliğinden gelir koskolay bir şeyin neresine şaşıyorlardı? Ne de olsalar insanlar onun kolayına ve hoşuna gidiyorlardı. Ve ne etseler bir türlü gücüne gitmiyorlardı vesselâm. Hasanın yine gülüşü çın- 7 ladı. Az kalsın durduğu yerde bir | perende atacaktı. akat yanıbaşındaki Bay Meh met bü kahkahaya (o kızdı... Öfkeden kan çanağına (dönmüş gözlerile ona dik dik bakarak; “Ne soytarı, şıllık, geveze adam- sın be! Gülecek ne var sanki Şu | cenabet yerde, bana insanı Üzmi- yen biricik bir şey olsun göster. | sene! Tozu, pisliği, darlığı, karan- lığı, fukaralığı, yamrıyumru in - sanları, zırıyan sümüklü çocukla” rı! Lânet! İğrenç, burası cehenm | nem yahul,, diye bağırdı. j Hasan “Öyleyse, güverteye çı » | kıp bir hava alsana!,, dedi. Bay | Mehmet “Bana güverteye çıkmak | haram oldu. Beni mevki yolcular | rının içinde tanıyanlar var. Gü- | verte bileti ve güverte halkının | pisliğine karışarak seyahat ettiği mi görürlerse, hakkımda deme - dik lâf bırakmazlar, Şurada yaşi: | dığım dakikalar bana zehir zenbe- lek oluyor. Ben evvelce hep mev- kide giderdim., diye cevap verdi. Hasan “Pekey ben sana ne yapa” yım?,, diye sordu. Öteki “Ne mi, yapacaksın? Yanımda oturup ta | sarsak sarsak gülme!, dedi. Bir kız çocuğu salıncakta salladığı kardeşine “Uyusun da büyüsün,

Bu sayıdan diğer sayfalar: