16 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

16 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İAZ YAZAN : TURHAN Türk Safosunun Hayatı TAN “1” TEFRİKA No. 44 Safo, Yine Hastalandı Fakat, İstanbuldan Manisaya Gelen Bütün Haberler Güzel Venedikliye Gizlice Bildiriliyordu Şu tarihi romanın muharri- ri sıfatiyle kaydetmeğe mecbur olduğumuz bir nokta var: Safo, nikâhlı bir prenses ve nüfuzlu bir anne olduktan iki yıl sonra, Türk- lerle Venediklilerin arası, Kıbrıs adası yüzünden açılmış ve Türkler adaya asker çıkardıklarından, Ve- nedikliler oradan çekilmek zorun- da kalmıştı. Bu hâdise, Türk gücünün en bü- yuk güçlükleri yenmekte yüçlük çekmiyeceğini bir kere daha ispat ettiği ve Kıbrıs adasında gerçek - ten destan mevzuu olacak kahra- manlıklar gösterildiği için, bütün “Türk ili, tek bir yürek (halinde harp haberlerine alâka gösteriyor» du. anisa sarayının, bu umumi heyecandan uzak kalmasına imkân yoktu. Şehzadeyle maiyeti de — her gün gelen ulakların ge- tirdikleri haberler delâletiyle — Kıbrıs muharebeleri hakkında te- nevvür (ediyorlar ve Türk gücü- nün mucizevi tecellilerinden şev- ke gelerek, bayramımsı tezahürat yaptırıyorlardı. Safo bu sırada, yine hastalandı, yemekten içmekten kesildi.Cüceleri müstesna olmak üzere hiç bir sa- raylıya tek bir kelime söylemi yordu, dilsiz bir ömür geçiriyor- du. Çücelerle de yalniz, bir mev- zu üzerinde konuşuyor gibiydi; bu nvevxuş söylemeğe Yüzüm” yok; Kıbrıs meselesiydi. O, gözlerine garip bir bulanti veren iç hümnia- sını sezdirmemeğe çalışarak ya Caferi, ya Nasuhu bir köşeye çeker, isticvap ederdi. e Onlar bir yandan şehzade, bir yan- dan haseki sultan kesesini kendi keselerine altın döker bir pınar halinde tutmak istedikleri için iki yüzlü bir politika güdüyorlardı. Şehizadenin hovardalıklarında sır- daşlık yaptıkları gibi, o hovarda- Tıkların bütün sahnelerini Safoya anlatmaktan da geri kalmıyorlar. Günah dı. Bu sebeple Kıbrıs meselesinde onun gösterdiği mahrem alâkayı dahi istismar etmek İstemişlerdi. İstanbuldan Manisaya gelen bütün haberleri güzel Venedikliye bil dirmekte yarışa çıkmışlardı. Malüm olduğu üzere Xıbrs a- dasını almak fikrini İkinci Selime telkin eden İmparatorluğun her hangi bir vaziyeti düzeltmek, ya- hut tekemmül ettirmek endişesi değildir. Kıbrıs şarabında buldu- ğü güzelliktir! Romanımızın baş taraflarında bir bentte İsmine temas ettiğimiz Don Mikez adlı ve Portekizli bir Yahudi, kendine zorla kabul etti- rilmiş olan hıristiyanlıktan kur - tulmak için, Sultan Süleyman devrinde İstanbula kaçmıştı. Orada hem zengin, hem güzel bir Yahudi kızına gönül verdi. o- nunla evlenmek için öz dinine dön- mekte acele ederek, Jozef Nas a- dını aldı, Sonra parlak hediyeler sunarak Kütahya valisi bulunan vellaht Selimin teveccühünü ka- zandı, nedimleri arasına girdi. Ri- vayetin kaynağını kaydetmemek şartiyle Hammerin yazdığına göre, Selimin Jozef Nasi'ye gösterdiği teveccüh o kadar samimi v2 o ka- dar candandı ki, bu yüzden kendi- sinin Sultan Süleyman oğlu olma- yıp küçük yaşında saray baremi- De alınarak saklanmış bir Yabu- dinin oğlu olduğuna dair e A şte bu Jozef Nasi bir yan- dan altın, bir yandan şarap sunarak ve bu şeylerin her ikisi- ni bol bol bulmak için Kıbrısa bir sefer (o yapılması kâfi geleceğini söyliyerek veliahtı meşhur adanın fethine teşvik edip dururdu. Bir gün Selim, fazla sarhoş oldu, Jo- zef Nasiyi kucakladı, “Ben padi- şah olursam, sen Kıbrıs Kralı 0- lacaksın,, Dedi. Bütün tar'hlerde büyük bir askeri ve siyasi hâdise olarak yazılı bulunan Kıbrıs mu- harebeleri, hakikatte bü vaadin hatırlanması, yahut nefis şarap - lar veren bir memleketin ele geçi- rilmesi yüzünden vukua gelmiştir. Safo, dört yıl önce Venedik Do- jJunun, Senatörlerin, has müşavir. lerin bu Don Mikezden, Yahudi Jozef Nasiden, nasıl korktuklarına bizzat şehit olmuştu. Fakat İstan- buldan Venediğe elçi gelen Kubat çavuş tarafından, o musevinin Os- manhı İmparatorluğu siyaseti üze- rinde kuvvetli bir rol oynıyamı- yacağını temin edildiğini de düy- muştu. Hâdiselerin — fakat dört yıl sonra — Kubadı yalanlaması- na bakılırsa, Jozef Nasinin kendi meramını yürütmek için sarayda kuvvetli bir istinat noktası bul- muş olduğu anlaşılıyordu. Safo, cücelerinden harp haber- leri dinlerken, bu noktayı da araş- tırıyordu. Nihayet, sarayda kim » senin ağıza alamadığı sırlatdan bi- rini, yine cücelerden öğrenerek meraktan kurtuldu. Bu sır, Mura- dın validesi Nüru Banünun bir Musevi kızı olup sarayda da Mü- sevi kadınlarına pek geniş ve şe refl; yerler verdiğinden ibaretti. Güzel haseki bu bilgiden şu ka“ Tarı çıkardı: Bugün hüküm Sul- tan Selimdedir. Onu — bir Yabu- di olan — karısı Nürü Bünü, yine bir Yahudi politikacıyı meramıha erdirmek kaygısile teşvik ediypr, Venedik aleyhine harp açmak 20- emer erime padişah olacak Muradın karısı Sa- fo da, kocası üzerinde nüfuz yül rüterek, Venediklilere azami mik- yasta hizmet etmeli ve Kıbrıs se- ferinin acısını onlara unutturma» hıdır! Safo, Kıbrıs seferi - sırasında böyle düşündü, böyle karar verdi. Lâkin seferin devamı müddetince basta kalmaktan kurtulamadı. Bu kanlı harp, yedi hafta sürmüş ve o yedi haftanın hemen her gü nünde İstanbuldan bir ulak gele rek harbin cereyan tarzı hakkın- ende mi? TAN da haberler getirmişti. Bu haber- ler, “Türklerin adım adım zafere | doğru yürüdüklerini; gösterdiğin » | den, sarayda ve bütün şehirde coş- kun. sevinçler husule getiriyordu. Safo, işte bu sevinçlerden ke - derleniyordu, her Türk zaferinden bir kalp yarası alarak, yatağa dü- şecek hale geliyordu. Adanın ta- mamiyle zapt ve kumandan Bra- gidonun — elli müslüman hacısı- nı vaktiyle öldürttüğü için — & dam olunduğunu duyduğu gün, kocasının. yanında neşelenmeğe çalıştı, şehirdeki yoksullara bir kese sadaka dağıttırdı. Fakat yal nız kalınca, uzun uzun Kıbrısta can veren Venedikliler için, Allahtan mağfiret ve merhâ- met diledi, ana diliyle yanık dua- lar okudu. N e kocası, ne bir saraylı onun vatanına ve vatandaşlarına Türk eliyle isabet eden felâketler- den dolayı matem tuttuğunu, © matemin ağırlığiyle süzülüp za - yıfladığını anlamıyordu. Fakat her- kes aylardanberi sebepsiz görünen bir ızurapla eriyip giden güzel prensese &cıyordu. Murat, onu ne- şelendirmek, eskisi gibi şen hale koymak için her çareye baş vur- du. Hattâ küçük prens Mehmede gebeyken, tecrübe edilen manevi dermanı yeniden sınamak istedi ve bir gün onun başını dizleri üs- tüne yatirarak sordu: — Benden hiç bir dileğin yok mu?, O, Kıbrısta kalan Venedikli ö- lüleri düşünerek, içini çekip inle- di: — Hayir arslanım. — Senin için çarpan şu yüreğin bir gün başkası için de çarpabile- ceğini düşünüp üzülüyor musun? — Hayır. Ve hemen sebebini de izah etti: Murat, onun saçlarını uzun ü- zun parmaklariyle taradı, solgun- laşmış dudaklarını yine uzun uzun üptü ve tasarladığı. manevi der- En) pa Rİ ii yapm a Siki A bn, wi İştihasızlık - Hazımsızlik « Şişkinlik - Bulantı - Goz - Sancı » Mide bozukluğu - Dil - Barsak ataleti - İn- kıbaz - Sıkıntı - Sinir ve bütün mide ve barsak rahatsızlıklarına karşı HASAN MEYVA ÖZÜ Mide için her yemekten sonra 1 - 2 tatlı kaşığı yarım bardak su İçinde ve müshil için her sabah veya gece yatarken aç karnına 1 -2 çorba kaşı- ğı yarım bardak su içinde köpürterek içmelidir. HASAN MEYVA OZU Avrupa ve bilhassa İngiliz meyva tuzlarından daba yüksek olduğu kat'i- yetle sabittir. Buna rağmen Avrupa meyva özlerinden beşmisli daha u- cuzdur. HASAN MEYVA OZU yalnız bir türlü olup şekersizdir ve çok köpürür Şise 30 İki misli” 50 Dört misli 80 kr. İstanbul Yolların tamiratıda kullanılmak üzere lüzumu ölan ve beherine 10.5 kuruş bedel tahmin edilen 85 bin tane parke taşı kapalı zarfla ek- silimeye konulmuştur. Eksiltme 31/ 5/939 Çarşamba günü sast 15 de Dalmi Encümende yapılacaktır. İstekliler 2490 sayılı kanunda yazılı vesikadan başka bu iş için Feh İşleri Müdürlüğünden musaddak ehli- yet vesikasile 869 lira 38 kuruşluk ilk teminat makbuz vey: beraber teklif mektuplarını havi kapalı zarflarını yukarda yazlı günde saat 14 de kadar Daim! Encümene vermelidirler. Bu saatten sonrâ Ve- rilecek zarflar kabul olunmaz. İLİÇ ktubile manı" #rsda sundu” — Bütüm dadalamimi Mimeki & zerime olsun ki Safo, sen hayatta oldukça' bu kalp yalniz senin ka- lacak, hiç bir kadın bana, seni fe- da ettiremiyecek! — Teşekkür ederim, arslanım! (Devamı var) * DÜZELTME: Dünkü tefrikamızın al. tandaki: iki nimaralı hâşiyemin 13 üne satırındaki (evvelâ gelmiş) suretinde sıkan yazının doğrusu (olagelmiştir) ol- duğundan ve ayni yanlış hâşiyenin ajt tarafında da tekrar olunduğundan özü dileyerek düzeltiriz. Yutuvyudu Jiıtmo ve Sağlık Yalova (TAN) — Sıtma mücadela teşkilâtı buradaki bütün meban dezenfeksiyon yaptırmıştır. Altısı Ka ramürsel kazasına bağlı olan 26 köy- de sıtma mücadelesi gittikçe azalını- ya başlamıştır. Bir çok bahçe orala- rında arklar açılmış, sıtma mücade- lesine tâbi köylerde su birikintisi he men hemen birakılmamıştır. Cumartesi günleri burada pazar kurulduğu için, köylerden gelenler içindeki yüzlerce hasta, sıtma mücâ- dele evine başvurmaktadır. ü (B.) (3432) e Taroyddü Köy Kâtipleri Kursu Yalova, (TAN) “- Kaplıcalar fdn- resinden altı yüz liraya, kömürle iş- liyen bir elektrik motörü alınmıştır. Yakında bunun. işletilmesine başla- mlacak ve elektrik tesisatı ıslah edi- lecektir. Bir hafta devam çden bir köy muh- tarlârı ve kâtipleri kursu açılmış, bu- na bütün muhtar ve kâtiplerle hariç- ten bir çok kimseler devam eylemiş- | tir. Badema, kurs vesikası olmiyan- İlar, köy kâtipliği edemiyeceklerdir. Bir adım geriledi. Arkasındaki koltuğu göstererk marıldandını: -— Oturmıyacak mısınız?.. Ğ Cevap vermeden oturdu. Mendiliyle yüzündeki cerleri siliyordu. Ben de, yerime yerleşmiştim. Kısa bir sessizlikten sonra dedi ki: 1 of mele manzaranın bende, ne dereceye kadar müessir ol- duğunu elbette tahmin edersiniz. Deli gibiydim. Bu felâkete inanamıyordum.. Bu sırada elime mek- tubanuz geçti.. Bu, beni büsbütün çıldırttı. Derhal garnizona koşmak ve sizi kurşuna -dizdirtmek için dışarı fırladım.. Fakat, tam bu sırada, üst kata çi- he Yazan: Kerime Nadir Odanın ortasında, hareketsiz duruyordum.. Bura- dan çıktığımdanberi, bu ane kadar geçen uzun yıl Jar, acaba hakikat miydi?.. Inanamıyordum.. Halbu- ki, tam altı yıl, uzak gökler altında yaşamıştım. Hem de sadece, bir esir gibi değil!.. Peşinde facia- lar ve cinayetler sürükliyen bir sefil olarak!.. Bu odaya sinen koku, karımın o çok sevdiğim ya- semin kokusu, bana hâlâ baki gibi geldi. Iztıraplarım uyanmağa başlamıştı. Nüvidden kal. dığını vehmettiğim şu belirsiz kokunun bana, in- sanlığımı iade etmesinden korktum. TEFRİKA No. 56 --<-- yetlerde geçirdiği 15 seneyi yine bütün tafsilâtiyle batıratına geçirdiği halde, mevzu haricinde kalan bu kısmı, kâmilen atlıyoruz. Yalnız, Istanbula gel- diğinin ikinci ve beşinci yıllarında geçen iki mühim hüdiseye sit parçalar aynen alınmıştır) “ ,.. Harbiyede kiraladığım odamın pencere sinden yakıcı bir öğle güneşi doluyor; yaz: masama kadar sokularak ayaklarımı ısıtıyordu. Gazete için hazırladığım küçük makale henüz bit- mişti ki, odamın kapısı vuruldu ve ev sahibem ima- dam Akabi, çürük dişlerini gösteren bir sırıtışla, — Vaadimde durmıyacağımdan endişe etmişsi- nizdir.. Yahut ta, harple ölüp gideceğimi ve sizi, © gok merak ettiğiniz sırra yabancı bırakacağımı san- maşsınızdır değil mi?... Mânidar: — Belki! Dedim ve ilâve ettim: Daha evvel bana, adresimi nasıl bulduğunuzu "er misiniz?.. — Bu küdar basit olan meselenin şuurunuza İn- tika! etmemesi gariptir. — Ne pibi?.. ağlıyarak: kan Nüvid Hanımla karşılaştım. Beni görür görmez nefes nefese yanıma geldi.. Ellerime sarılarak ve “— Merhamet ediniz.. Onu affediniz.,, Diye yal varmağa başladı. , GEllerimi öpüyor, sizi mazur gös- terecek sözler söylüyordu. Nasıl oldu bilmiyorum. Bu göz yaşları karşısında sertliğimi kaybettim. Ve ona İslediği vaat te bulundum.. Anlıyorsunuz yal. Hayatınızı eski karınıza borç- Toydunuz.. Kendisini geri gönderdikten sonra, çok aziz dostumuz olan bir doktoru çağırttım ve kendi- Fakat, kımıldıyamıyordum, Loşlaşan duvarlara göz gezdirirken orada, bana gülümsiyen bir çehre- ye rastladım. Karımın bu resmini duvardaki yük- sek çiviye, yine kendim asmıştım. O, hâlâ orada, hâlâ eski yerindeydi. Demek bir saadetin, şu kâğıt parçası kadar bile ömrü yoktu... Içimde, hayatın bütün ölçüsüz haksızlıklarına karşı, derin bir isyan düyuyor, ve o dakikada, kısı- Jan çenelerim ve sıkılan yumruklarımla aözimden tir tir titriyordum.. Nihayet, kapanarak ağlamağa başladım. Yaşamal cekti?.. Bir yıkım!.. Bir hiç!.. İşte, benden bu kalmıştı... Üzerime çöken gece içinde, boş odamda, göğsümü armalıyan nedametlerin ve azapların sonsuzluğiyle hıçkırdım, İnledim... DÖRDÜNCÜ KISIM (Halük Giray, Istiklâl Harbine iştirak etmediği gibi, eskerlikten de istifa etmiştir... Sivil memuri- İ. boğazıma tıkılan o hiçkırıkları tutama- dım. Ve nasil olduğunu bilmeden, altı sene evvel, karımın boş kâğıdını yazdığım yazıhenenin üstüne bu muydu?.. Her ömrü kucaklıyan acı ve tatlı hâdiseler, en sonunda böyle mi tecelli ede- Dedi. Önce şaşaladım. Sonra aklıma Piyer geldi bâşını içeri uzatarak: — Bey; bir ecnebi gelmiştir, sizi görmek İsteor! Ba şüphesiz oydu. Lâkin adresimi nasıl bulmuştu?.. Zi- ra, ben yalıyı satalı, tam iki sene oluyordu. Istan- bulda da, beni tanıyan ve izimi bilen yok gibiydi. Kısa bir tereddütten sonra, madama: ” — Söyleyiniz, buyursun, dedim. Ve el çabukluğiyle, masanın gözünden küçük ta- bancumı alarak, arka cebime yerleştirdim. Bir dakika sonra, tsyyareci üniformesiyle anne- min oğlu karşımdaydı. Birbirimize mütehayyir bir tebesrümle bakıyorduk. Tki adımda yanıma geldi. Elindeki büy'ikeek bir paketi masanın üstüne bırakarak: — Gelmemi bekliyormuş gibi görünüyorsunuz. Elinizi sıkabilir miyim? Dedi. Arka cebimdeki sert cismi sıkmakta olan par maklarım gevşedi. Aci bir gülümseyişle: — Bu eli tutmak tenezzülünde bulunacağımız ummuyordum, dedim. Bu sözüm sanki, içindeki çıbanın başını kopar» mışta, Silkinir gibi bir hareket yaparak: — Haklısınız, dedi. Sizi şu anda yalnız kardeşim kıyas etmekteydim.. — Muhtelif gazetelerde imzanızla yazılar neşret- tiğinizi unutuyor musuhuz?.. Dalginlığrma kendim de şaştım. — Evet, doğru, dedim. O, ciddi bir tavırla sözüne devam etti: — Eski karınızdan şimdiye kadar bir habet dinız mi? — Hayır!. İzini çok araştırdım... gayretim boşa çıktı. — Bu suali beyhude sordum. Zira, önâ de'r hiç bir şey bilmediğinizden emindim... — Sir biliyor musunuz? — Zannederim... Gözlerinde esrarlı bir pırıltı vardı. Bahsi değiş «rmek istiyormuş gibi: — Evvelâ size, şu cinayetin ne şekilde örtüldü günü anlatayım, dedi. Cevap vermiyordum. Bir sigara yakarak, sekin bir sesle anlatmağa başladı: — “Kansk,, a akşam üstü gelmiştim. Eve girer girmez ihtiyar uşak “Mişel,, karşıma çıkarak, ba- bamın iki sauttenberi odasında bulunduğunu ve 1çe- ri kimiseyi kabul etmediğini söyledi.. Bu haber, ga- ribime gitmişti. Zira, babamın hiç böyle huyları yoktu.. Doğru yukarı çıktım. Odasının kapısını surdum. Ses , tekrar vurdum. Nihayet tokmağı çevirmeğe | mecbur oldum. Karşılaştığım Lâkin bütün ral. sine meseleyi anlattım.. Bu adama her hususta em- niyet edebilirdim. Bu elnayeti lâzım gelen şeklide tertibet alarak gizliyeceğini vaadetti. Lâkin. “Mi. $el,, isyan etmişti.. Faili belli olan bu cinayetin ka- örtülemiyeceğini şiddetle tekrarlıyardu.. Ken- disini tehdit ettim.. Nihayet #usmağa mecbur oldü.. İşte, öğrenmek istediğiniz şeylerin kepsi burdan ibarettir. Dalgındım. Bir müddet düşündükten sonra: — Peki, iyiliğinize teşekkür ederim.. Lâkin Nü- widden bana, bir haber veriniz, dedim; Mütereddit duruyordu. Yüzünde karanlık bir ifa- de vardı Gözlerindeki esrarlı pırıllılar artmıştı Sustuğunu görünce, tekrar ettim; — Niçi cevap vermiyorsühi Sizi dinliyorum Yüzüme hüznü andıran bir bakışla bökiyordu. — İzini ne zamandanbefi köybettini??. Dedi — Sor mektubunu “Çiveçek, teyken #lmıştım.. Bana “Moskova,. dan yazıyordu.. — Avrupa*seyahatinden bahsediyor muydu?.. — Evti, Sizinle görüşmesi de, yine bu son mek- tubunda yazılıydı... v Piyerin sesi titriyordu. Yavaşça dedi ki: — Size. bu acı haberi vermekten çekiniyorum. Her şeye rağmen, sevgime hürmet ederek, deni ser- best bıraktığınız) unutmadım. | © (Deramı var) İ

Bu sayıdan diğer sayfalar: