2 Mayıs 1957 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 30

2 Mayıs 1957 tarihli Akis Dergisi Sayfa 30
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

M U S İ Kİ Konserler Hazreti Davud Ankarada Kıbrıs meselesi dolayısiyle Batıyla aramızın şekerrenk olduğu bir sı- rada David Oystrah'ın Ankaraya gel- mesini Sovyetlerin ustaca zamanlan- mış bir diplomasi hareketi sayanlar oldu. David Oystrah bütün dünyada tanrılaştırılmış bir keman — vürtüo- zuydu ve Sovyetler Birliğinin -piya- nist Emil Gilels'ten ve Bolşoy Bale- şinden bile önce gelen- başlıca kül- tür silâhıydı. Her gittiği şehirde fırtınalar koparırdı; her yerde halk, hiçbir — musikişinasa — göstermediği rağbeti ona gösterirdi. Geçen yıl A- merikayı ziyaret ettiğinde, her kon- seri için yarım kilometre — uzunlu- ğunda bir kuyruk Carnegie Hall'un letler tükendi. Oystrah'ı dınlemlye can atanlar arasında, 60-70 lira ö- deyıp karaborsadan bılet alanlar ol- du. Konser akşamları, Opera kapısı— nın onunde biletsiz olduğu halde, i- çeri girmek Üümidiyle bekleşen bir kalabalık toplandı. Opera idaresi ön- ce, polis marifetiyle, bu kalabalığı dagıtmak istediyse de konser saati geldiğinde, biletsizleri içeri almak ve balkon merdivenlerinden konseri din- lemelerini sağlamak — inceliğini gös- terdi. Geçen hafta Çarşamba ve Cuma akşamları verilen her ikisinde de taşkın tezahürat, gürültülü alkışlar, heyecan içinde "bravo" ve "bis" diye haykıranların sesleri vardı. Bunun aksi de beklenebilirdi. Meselâ car hürriyetçileri katledilirken rah keman çalıyordu" yazılı lavhala- David Oystrah oğlu ile satranç oynuyor Sovyet kültür silâhı etrafındaki sokakları sarmış, tabi- atiyle çok kişi biletsiz kalmış, ka- raborsa faaliyete geçmıştı Konserde halk, muazzam — tez. atta bulun- muş, ertesi gün tenkıtçıler belki hiç- bir musikişinas için kullanmadık- ları kelimelerle Sovyet kemancısını övmüşlerdi Memleketimizde de, musikiyle az veya çok alâkadar şahıs ve çevre ler nezdinde Oystrah'ın şöhreti bü- yüktü; Dolayısiyle, Oystrah'ın kon- ser verdiği her şehirdeki sahnelerin bizde de cereyan edeceği kestirilebi- lirdi, iki aydan beri, ünlü virtüözün şehrimize geleceği söylentisi ağızdan ağıza dolaşıyordu. Evvelki hafta, sanatkârın, Alman imlâsına göre "Oistrach" diye yazılmış ismini taşı- yan büyük bir afiş Ankara duvarla- rına asıldığı gün opera gişesinde bi- 30 nn taşındığı bir nümayiş.. Bu da hiç gayri tabif bir şey olamazdı. Fa- kat Türk dinleyicisi sanatı siyaset- ten ayırmakla ve bir rejimin İşledi- ği suçlarda en ufak bir mesuliyet payı bulunmayan bir sanatkârı alkış- lamakla olgunluk göstermişti. Gizli teknik nkara konserleri, David Oystrah'- ın dünyanın sayılı büyük keman- cılarından olduğu gerçeğini dogruladı mikroskop altın- ada burada pek küçük bir iki kusura rastlıyabılırler- di. Bazan bir notayı yakalıyamadığı, nadiren entonasyonda hafif bir bo- zulma olduğu, bir iki yerde kema- nından hışırtılı sesler çıktığı farke- dilebilirdi. Fakat bunlar, son derece ehemmiyetsiz şeylerdi. Oystrah'ın mükemmel bir tekniği vardı. Opera binasının bir odasında prova yaptığı sırada kapıdan kulak — verenler, bu büyük kemancının bir öğretici gribi gam çalıştığını duymuşlardı. Fakat David Oystrah, heyheyden önce derin, samimi, düşünceli bir mu- sikinastı. İmkânlarını asla gösteriş için kullanmıyordu. Tekniğinin ihti- şamından utanan, onu gizlemek iste- n bir hali vardı. Musıkışınaslıgı bılhassa Beethoven in ilk keman so natı olan Re Majör sonatta ve Franck ın sonatında Vladimir Yampolski arasında bir oda musikisi — anlaşması kıırulamadıgı gerçi söylenebilirdi. — Vladimir Yam- polski, üstün meziyetlere sahıp bir pıyanıst olmakla beraber Beethoven'- de, müsavi hakları olduğu halde, bir refakatçi gibi ikinci plâna çekiliyor- du. Franck'daysa biraz sert çalıyor- du. Fakat Oystrah'ın her iki eseri ça- lışı da akıl ve duygu sahibi bir sanat- çı olduğunu anlatıyordu. Ankaralı- lar her halde pek az keman konse- rinde bu derece işlenmiş, üstünde zi- hin yorulmuş, duygu derinliği ve an- latış gücü örneği bir tefsir dinlemişe lerdi. Bu kervancıyı şimdiye kadar sadece, bozuk sesli Sovyet plâkların- dan dinliyenler bilhassa, bu plâklar- da kalitesi asla anlaşılamayan tonun, canlı" olarak dinlendiğindeki renk- liliği, yumuşaklığı karşısında hayran kalıyorlardı. Her iki konserde de öteki eserler, ya bu kemancının mizacı ve üslüp temayullerıyle uyuşamadıklârı ya da muhtevalarının manasızlığı do- layısiyle Oystrah'ın musikişinas va- sıflarını gerektiği gibi — belirtemi- yen eserlerdı Bu sonuncular daha çok "encore" parçası çeşidinde, ba- sit geylerdi. Fakat bu gibi şekerleme- lerde bile Oystrah'ın musikişinas a- ğırbaşlılığını elden bırakmaması, me- selâ Çaykovski'nin "Serenade Melan- coligue" yahut "Valse-Scherzo" gibi salon -daha doğrusu lokanta- parça- larım zevkle dinlenen birer küçük e - ser haline getirmesi, Haçaturyan'm "Chanson Poeme"indeki bayağılaştı- rılmış folkloru bir sanat musikisi e- dasıyla çalması dıkkat çekiyordu. lübu bakımından, Oystrah. çalışına tıpatıp uyan eserler değildi. Tartini- nin eserindeki trilleri -hele çıft trille- ri- hızı büyük bir kesinlikle icra e- diyordu ama bunları daha fazla du- yurması, melodi çızgısının bir parça- sı haline getirmesi, seslerle örtmemesi beklenirdi. Belki de Oyst- rah'ın tril ve vibrato hareketlerinin hızı arasındaki yakınlık, trillerin dinleyici kulağında daha iyi belirme- sine engel oluyordu. Sibelius'ün ke- m: koneertosunu piyano refakatiy- le çalmak bir hataydı. Orkestra renk- leri kalkınca bu eserin boşluğu daha iyi ortaya çıkıyordu. Fakat Oystrah'- ın solo partisini çalışı, hayret uyandı- rıcı, baş döndürücü bir şeydi. Pro- kofiyefih "Romeo ile Juliet — bale- sinden üç kısım ve Re Majör Sonat, AKİS , 4 MAYIS 1957

Bu sayıdan diğer sayfalar: