13 Nisan 1960 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 34

13 Nisan 1960 tarihli Akis Dergisi Sayfa 34
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“Ben Hur" Masalı 15 milyon dolara malolarak Holiy- wood' un şimdiye kadar o çevirdiği en pahalı film rekorunu kıran Wil- liam Wyler'in "Ben Hur—unun, Ste- vens'ın "Anne Frank'"ına tercih edil- mesi de oldukça enteresandı. Zira Wyler'in "Ben Hur"unda (bulunan kazanma faktörlerinin hemen hepsi, "Anne Frank"ta da vardı. Stevens'ın sinema gücü, anlatım ustalığı, tek- nik bilgisi hiç bir. şekilde b az değildi. "Anne Frank" da, Hur" gibi uzun bir çalışmanın ürü- nüydü. Üstelik oyun bakımından, Stevens'ın filmi şüphesiz her zaman için Wyler'in oyuncuyu ikinci plan- da tutarak, Öne büyük mizansen de- nemelerini süren "Ben Hur"undan çok daha iyiydi. İşin en önemli tara- fı ise, Wyler'in bir İncil hikâyesi an- latmasına karşılık, Stevens'ın filmi- nin çağdaş gerçeklere büyük bir ce- saretle eğilmeğiydi. Yalnız bu sebep bile, en iyi film ve rejisörün seçimin- de "Anne Frank'"ın tercihini gerek- triyordu. Ama, Stevens'ın filmi, Wyler'ın "Ben Hur "unun 15 milyon dolarlık maliyetinin yanında yarısını bile bulmayan masrafıyla partiyi kay betmişti. Akademinin seçimi bir ke- re daha gösteriyordu ki, kazanmak için en; mühim faktör "değer" değil, filmin "endüstri içindeki" yeriydi. "Ben Hur" muazzam propagandası, muhteşem sahneleri ve su gibi akıtı- lan servetiyle bir "Hollywood efsâ- nesi"ni ayakta tutmağa çalışıyordu. "Büyük", "Daha Büyük", "En Bü- yük" gibi sıfatların tedavisi gayri kabil bir hastası olan Hollyvvood, ef- sanesini sürdürebilmek için tasta- mam onbir armağana lâyık görülen "Ben Hur" gibi filmlere muhtaçtı. Esasen, Akademi oArmağanının tü- züğü de, seçimdeki ölçünün "o fil- min, sinema endüstrisinin gelişmesi- ne tesiri olacak bir eser" o hüviyeti taşıyıp, taşımadığını Oo kararlaştır- maktan ibaret bulunduğunu göster- miyor muydu ?... Akademi üyeleri, değer ölçüleri, sosyal, ekonomik (görüşleri, bütün inançları kökünden değişmekte olan bir çağda, Milâdın birinci yüzyılı İçinde uyumayı tercih etmişlerdi. Aslı aranırsa bu uyuyan dervişlerin daha kırk fırın ekmek yeseler uya- nacakları da yoktu. Unutulan şey ise, son grev olayının da açıkça or- taya koyduğu gibi, "Ben Hm" da- ki fırtınadan da korkunç bir kasır- ganın Hollywood'un tepesinde patla- masının belki yarından da yakın ol- duğuydu. 34 SPOR Futbol Rivayet muhtelif Geçen hafta çarşamba günü akşa- mı İstanbulda çıkmakta olan bü- yük bir gazetenin telefonu çalmış, eski bir Galatasaraylı idareci oldu- gunu söyliyen şahıs, santral memu- ru genç kıza şu haberi derhal spor sekreterine bildirmesini o söylemişti: "Galatasaray, maçı Beşik taşa 45.000 liraya sattı..." Biraz sonra staddan dönen sekretere verilen bu not bir anda ağızdan ağıza bütün gazetenin içine yayıldı. Haber son derece önem- liydi. Ancak gerekli soruşturma ya- pılmadan, müsbet deliller bulunma- dan sekreter elbetteki böyle bir id- diaya sütunlarında yer veremezdi. idareci a- bir oku- yucu şakası olduğu neticesi ortaya çıktı. Ne var ki, Beşiktaşın 1-0 galibi- yeti ile biten maçı seyreden 30 bine yakın seyircinin büyük çoğunluğun- da şüpheci bir havanın hakim olduğu muhakkaktı. "Kale ağlarını yırtan" Metinin kalecinin kucağına teslim ettiği cılız penaltı da bir yana, Sa- rı - kırmızılı takımda hakikaten hırs- tan arzudan ve gayretten en ufak bir eser yoktu. Oyunculardan birka- çı istisna edilirse öbürleri adeta "gol atmaktan korkar" gibiydiler. Mene- cer Gündüz Kılıçın da aynen ifade ettiği gibi "bazı futbolcular kendile- rini kurtaracak sebebler aramaya ve bunları hareketleriyle seyircilere de anlatmaya koyuldular. Kimi sakat- mış gibi topallamaya, kimi pas almı- yormuş gibi adam arkasına saklan- kımlarına iki puancık kazandırmak için didiniyorlardı." Gerçi Sarı - kırmızılı (o futbolcuları her türlü töhmetten, şüpheden, kö- tü suçlamalardan uzak tutmak ge- rekirdi. Bu bir gerçekti ama, dilin de kemiği yoktu. Bilhassa şampiyon- luk ümidini bu maça ve Sarı kırmı- zılı futbolculara bağlayan Fenerbah- çelilerin üzüntüleri belki de Galata- saraylılardan daha çok Olmuştu. Bunlardan biri maç sırasında tribün- lerden: "Metin, ortalarda dolaşıp yo- rulma. Gel tribün de maçı beraber seyredelim" diye bağırmış, başka bi- ri ise yanında bulunan bir arkadaşı- na söyle dert yanmıştı: "Yahu ha- yatımda bir kere Galatasaraylı oldum da kırk yıllık ezel! rakiplerini şam- piyon yapacak değillerdi ya. Ne yap- sınlar oynamak içlerinden gelmedi herhalde. Çalışan kazanır İnsan ister istemez 7-8 ay öncesini düşünüyordu. Geçmiş yılların bü- yük takımı Beşiktaş, tamamen gene ve tecrübesiz futbolculardan kurulu bir "reform kadro" ile milli lig ma- ratonuna başlıyordu. En şöhretli fut- bol otoritelerimiz gibi bizzat Beşik- taşlı idareciler de bu yıl için takım- fazla birşey beklemiyor. üçüncülük dahi bizim için iyidir" diyorlardı. İdarecisi, renörü, futbolcusu ve taraftarı, narak el ele vermişler, şöhretli Be- şiktaşı lâyık olduğu azamete ulaştır- mağa azmetmişlerdi. Bütün sezon boyunca devam eden kamp, doğrusu bizim futbolcuları- mız için gerçekten büyük bir feda- kârlıktı. Buna katlanılmış, antrenö- re inanılmış, her futbolcu sadece renkleri için sahada bütün mevcudi- yetini ortaya koymuştu. Rakipler, ufaklı büyüklü teker teker yenildik- çe bu neticeler spor çevrelerinde te- reddütle karşılanıyor ve hemen her maçtan Önce; "Beşiktaş bugün mut- laka takılacak" kanaati ileri sürülü- yordu. Halbuki bütün bu tahminler boş çıkıyor ve Beşiktaş takılmak şöyle dursun, gol bile yemiyordu, Zaman gelmiş en yakın rakibini 8 puan geçmişti. Sekiz ay önce ümit- siz başladıkları milli ligin artık de- ğişmez lideri olmuşlardı. Üçüncülü- ğe kanaat edenler şimdi hakları o» lan şampiyonluk ardından koşuyor» du. Nihayet geçen çarşamba günü Galatasaray karşısında kazandıkla- rı galibiyet, (oşampiyonluklarını elle tutulur bir bale getirmişti. 11 genç futbolcu belki sahada büyük ve klâs bir futbol göstermemişti ama, 90 da- kika boyunca hırsla, şevkle ve gay- retle maça "asılışları" ocidden tak- dire şayandı. Şampiyon namzedi Be- şiktaşın bu başarısını bir veya bir- kaç kişiye bağlamak asla mümkün değildi. Bu gençliğin, disiplinin, kol- lektif oyun ile amatörce mücadele- nin desteklediği renk aşkının, futbo- lumuza arız olan ve profesyonelliğin ortasına çöreklenmiş "klâs futbolcu saltanatı"na galebesiydi. AKİS , 13 NİSAN 1960

Bu sayıdan diğer sayfalar: