7 Kasım 1960 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 5

7 Kasım 1960 tarihli Akis Dergisi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Haftanın İçinden Prof. 'luk Sanatı Üniversitelerimizin üzerinde bir an esen fırtına durul- muş, kara bulutlar dağılma yolunu tutmuştur. İlim adamlarının bu defa gösterdikleri ocelâdet, gençliğin vakur fakat azimli davranışı, basının sakin ama man- tıki tutumu, nihayet Mili Birlik Komitesine hâkim olan basiret ve müsamaha sayesinde tehlike geçiştiril- miştir. İlim müesseselerimiz, hem de başlarında hadi- seden evvelki rektörler, tam bir muhtariyet içinde gençlerimizi yetiştirme vazifelerine' devam edecekler- dir. Haksızlığa uğramış öğretim üyelerinin ise kürsüle- rine iade olunacağı hususunda şeref sözü verilmiştir. Şimdi, gözler üniversitelerimize çevrilmiştir. Üniversitelerimizde bir tasfiyenin yapılman lüzu- munu, başta öğretim üyelerinin ta kendileri, bugün in- kâra kalkışacak aklı başında tek insan yoktur. Arkada kalan buhranlı günlerde, Milli Birlik Komitesinin tasar- rufunun, mucip sebebi değil, şekli ve yolu bakımından doğru görülmediği hemen herkes tarafından belirtil- miştir. İnkılâptan bu yana geçen günler, haftalar ve aylar üniversitelerimizde o istikamette bir hareket boş yere beklenmiştir. Zaten Milli Birlik Komitesinin idea- list üyelerinin sabrını taşıran ve onlara "masum hata" larını işleten de bu olmuştur. İnkılâp idaresi Üniversi- teyi ikaz etmiştir, basın Üniversitenin dikkatini çek- miştir, gençlik sesini gürültüyle yükseltmiş, kendine düşen teşebbüsleri yapmıştır. Buna rağmen, ne bir ses, ne bir nefes! Bunun, üniversitelerimiz bakımından puvan kaybettirici bir tarafı bulunduğu muhakkaktır. Gerçi sayın Sıddık Sami Onar, fırtına patlak verip durulduk- tan sonra bir ayıklama için yeni ders yılının açılması- nın beklendiğini bildirmiştir. Şüphesiz, hatalı bir tu- tum. Üniversitelerimiz, gerekli bünye sağlamlaştırma ameliyesini tatil aylarında yapsaydı ve yeni ders yılma yepyeni bir kadro, yepyeni bir ruh içinde girseydi çok daha iyi ederdi. Mamafih olan olmuştur ve geriye bak- maktan ziyade gözleri ileriye çevirmekte fayda vardır. arakuşi hüküm mahiyeti taşıyan meşhur af ka- rarları tarafsız bir komisyon tarafından inceleneceğine ve düzeltmelerin üniversite muhtariyeti çerçevesi da- hilinde gerçekleşeceğine göre bu, umumi ve artık âdil bir bünye sağlamlaştırma ameliyesinin müstesna fırsa- tını teşkil edecektir. Üniversite, kendi içindeki tasfiye- yi bizzat yaparken memleket umumi efkârını tatminle mükellef bulunduğunu, ne eksiğin, ne fazlanın müsa- mahayla-karşılanacağını mutlaka hatırında tutmalıdır. Varlıkları bilinen profesör, ya da yeni çıkan doçent kli- kleri ameliyeyi ters istikametlere sevkederse bu, Üni- versitenin prestijine karşı hayati bir darbe teşkil eder ve muhtar olmaya, hatta saygı görmeye layık bulun- madığını belli eden ilim, bir dahaki fırtınada arkasında ne dürüst öğretim üyesini, ne basını, ne gençliği ve ne- de Milli Birlik Komitesinin basiretiyle müsamahasını bulur. Böyle bir tehlikeyi önlemenin tek çâresi, kolları sıvamadan evvel tasfiyenin hangi ölçüler içinde yapıl- ması gerektiğini tesbit etmek ve bunu açıkça bildir- mektir. Profesörler hakkındaki o ithamların bir kısmı,. İlk bakışta haklı gibi görünmekle beraber Adeta eşyanın tabiatına dahil kusurlardır ve bunların izalesine çalış- mak havanda su döğmekle birdir. Bu kusurlara sahip profesörler elendi mi, yerlerine gelecek olanlar ve belki de ilim bakımından eskilerden zayıf bulunanlar mut- AKİS, 7 KASIM 1960 Metin TOKER laka aynı şekilde davranacaklardır. Kürsü hocalarının kürsü mensuplarına haşin, hoyrat, müsamahasız dav- ranmaları, hattâ onlara esir muamelesi yapmaları bi- raz mesleğin hususiyetleri arasındadır ve dünyanın her tarafında bu böyledir. Arjantinden Japonyaya ve Ja- ponyadan -eğer üniversitesi varsa- Hindistana her pro- fesör, hissi de olsa kendisine alt sebeplerle kürsüsü mensuplarından istediğini yükseltir, istediğini ezer. Bu yüzdendir ki akademik kariyer daimi bir mücadele sa- hasıdır ve her zaman sâdece ilmi kuwvetlilerin değil kurnazlığı fazlaların da şöhrete kavuşmaları hiç bir yerde önlenememektedir. Önlenemeyen bir başka ku- sur se kıskançlıkların, basit menfaatlerin, çeke- meme rin, ayak altına karpuz kabuğu yerleştirme faaliyetlerinin tıpkı sahne hayatında olduğu gibi ilim müesseselerinde de bir nevi "olmazsa olmaz" vasfı ta- şımasıdır. Hususi hayata gelince, dünyaca takdir edi- len her profesörün bir mukaddes peder ömrü sürdüğü- nü söylemek için fazla saf olmak lâzımdır. Kızlara düş- künlükten cinsi sapıklığa, ziyadesiyle müsamahadan sarhoşluğa pek çok kusur her sınıftan insan gibi aka- demik kariyer mensupları arasında da kurbanlar bul- maktadır. Ama bu kusurlar bir skandale, bir zabıta vak'asına konu teşkil etmedikçe adeseler altında bü- yütülmemekte, üniversite çatısının altında yapılmayan marifetler hiç kimseyi alâkadar etmemektedir. Politik faaliyetlere gelince, politikaya illâ karışmak elbette ki şart değildir ve iktidarlara dalkavukluk etmek bir suç- tur ama etliye, sütlüye hiç katılmaksızın bir hocanın kendi ilmi dışındaki sahaya taşmayı reddetmesi çok görülen hallerdendir. Nihayet her insandan mutlaka kahraman olmasını beklemek haksızlıkların ta kendi- sidir. İhtilâllerden sonra cemiyetlerde patlak veren his kasırgaları ortasında bu pek basit hakikatlerin gözden kaçması ihtimali büyüktür. Bizim 147'ler arasında böy- le sebeplerden dolayı ve sâdece melek olmadıkları -o da, söylentilere bakılarak- istihbar edilmiş bulunduğu için affa uğramışlar vardır. Halbuki, insanlardan me- lek olmaları istenilerek adalet dağıtılmaz. Bu, imkân- sızdır. 1960 Türkiyesinde üniversite kürsüsüne yakışma- dıklarından şikâyet edilen kimseler, bambaşka kusur- ların sahibidirler. Alçakça davranmış olmak ' bunlar- bir tanesi, ilim diye gazete sütunlarında zehir da- ğıtmak bir başkası, saygıdeğer profesörlük payesini ticaret metal haline getirmek bir diğeri, nihayet ilmi kifayetsizlik, esersizlik, çalışmama ve bilgiyi arttırma- ma hepsinin üstündeki af sebepleridir. Bunları ancak gene üniversitelerin yetkili organları tayin edecek kud- rette, seviyede bulundukları içkidir ki dıştan gelen mü- dahale hemen bütün müesseselerin müşterek tepkisiyle karşılaşmıştır. Zaten muhtariyetin gerçek mânası da devlet içinde devlet kurmak değil, haksız ölçülerle ha- reket edecek kuvvetlerin hışmından bu ilim mabedini korumaktan ibarettir. Ama Üniversite, önünde açılan bu fırsattan gerek- tiği gibi faydalanamazsa aynı tepki, hiç kimse haya- le kapılmasın, mutlaka istikamet değiştirerek bu defa ona karşı gösterilecektir. Sosyal kanunlar hükümlerini yürüteceklerdir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: