14 Kasım 1960 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 5

14 Kasım 1960 tarihli Akis Dergisi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Duruşmaların Anatomisi Filmlere Hasret assıadaya gidenler, dönüşlerinde, günleri ne derece eğlenceli geçerse geçsin gene de bir eksiklik hisset- mekten kendilerini alamıyorlar. Tarihin büyük ihtilâl mahkemelerini, onların isim yapmış savcılarını, hakim- lerini, avukatlarını bir kenara bırakınız. Ama, filmler- den aşinası olunan Amerikan mahkemelerindeki hava- ya, savcı - avukat çatışmasına, hâkimin hakem rolüne, jimnastikhaneden bozma duruşma salonunda rastlan- mıyor. Tanıkların ifadelerinin alınması ekseriya tadsız geçiyor, bir söylenen bin defa söyleniyor, bâzı mübaye- netler cin gibi bir savcı tarafından hemen belirtilmiyor, savcının tanıkları ise kuvvetli bir avukatın kendilerini perişan etme tehlikesine mâruz bile bulunmuyorlar. Böyle bir mahkeme denilince hatıra gelenlerden hiç biri -belki, bir nisbet dahilinde Başkan hariç- Yassıada du- ruşmalarını takip edenlerin karşısına çıkmıyor. Hem de, tâ baştan beri.. İnsanın gönlü neler istiyor! Biraz heyecan, biraz canlılık.. Salonda hareket olsa, şüphe yok hava hemen kızışacak. Zira her şey öylesine müsait ki.. Bir defa de- kor, en müşkülpesent Amerikan rejisörünü hasetten çıl- dırtacak mükemmeliyette. O miğferli ve otomatik silâh- lı muhafızlar, tabancalı çakı gibi subaylar, hâkimlerin yanında duran bayrak ve tepedeki profil.. Bunlar, için- de'mahkeme sahnesi bulunan filmlerin ideal unsurları.. Fakat Yassıadada, dekordan da cazip olan elbette ki sa- nıkların kendileridir. O Celal Bayar, o Adnan Menderes, o eski Bakanlar, o irtikâp suçundan yargılanan düşük devlet adamları, hattâ Başbakan oynaşı sopranolar ve- ya memleketin en büyük kürtajcısı diye bilinen doktor- lar.. Nihayet, konu bakımından da hâdisenin bir kusuru bulunmadığım görmemek imkânsızdır. On yıllık bir ber- bat iktidar askeri hükümet darbesiyle devrilmiş ve bir zamanlar kendilerini birer (heybetli dev sanan küçük adamlar kollarından tutuldukları gibi içeri tıkılıvermiş- lerdir. Hem de hemen tek kurşun atılmadan, hemen hiç kan dökülmeden. Eksik olan, mahkemedeki aksiyondan ibarettir ve bunun hasreti, Yassıadadan dönülürken her gün hissedilmektedir. Bunun sebebi pek basittir ve doğrusu istenilirse bu yüzden suçlanacak hiç kimse yoktur. Bizim usül kanun- larımız mahkemelerimizde aksiyona imkân vermemek- tedir. Bir duruşmada, hareketi sağlayabilecek iki un- sur vardır: İddia ve savunma. Yâni savcı ve müdafaa avukatı. Bir kıvılcım, ancak bunların çatışmasından do- gabilir. Bunlar karşı karşıya gelebilmeli, birbirlerini hırpalayabilmeli, bir söz düellosuna girebilmelidirler ki hava elektriklensin, cazip hal alsın. Zekâ pırıltıları, ma- hir ayak oyunları, ince nükteler, tanıkların kâh o ta- raftan, kâh bu taraftan sıkıştırılması, terletilmesi ve böylece herkesin açıklamakta tehalük göstermediği ger- çeklerin birbir ortaya dökülmesi.. Usül kanunlarımızın cevaz vermediği, işte budur. Bizim sistemimiz, isterse yetmişiki hâkimi bulunsun her mahkemeyi tek hakimli bir küçük mahkeme haline getirmekte, spektaküler un- suru ortadan kaldırmaktadır. Bu yüzdendir ki Yassıa- dadaki jimnastikhaneden bozma duruşma salonunda Başkan Başol çok defa savcının, bazen de müdafaa avu- katının işini bizzat yapmakta, tanıkların ifadelerinin alınması sırasında kanaatini izhar durumuna bile düş- mektedir. Buna mukabil, bir duruşmanın tuzuyla biberi AKİS ,14 KASIM 1960 vaziyetindeki savcıyla avukatın, değil birbirlerine mu- kabelede bulunmalarına, hücum dahi etmelerine cevaz verememe mevkiinde kalmaktadır. Bazen, bilhassa avu- kat Burhan Apaydın ile Başsavcı Egesel arasında bir tartışma başlar gibi olur olmaz bizim usül kanunu Baş- kan Başolu müdahaleye ve süküneti sağlamaya mecbur etmektedir. Tabii böylece yemek ya sâdece tuzlu, ya sâ- dece biberli, fakat ekseriya hem tuzsuz hem de bibersiz olmaktadır. Aslına bakılırsa hasretin esaslı bir sebebi, basit ci- nayet vak'alarında dahi bir Amerikan mahkemesinde esen cazip havanın bilinmesinden doğmaktadır. Gözler önüne gelen tiplerden her biri, filmlerden tanınan tip- lerdir. Tanıkların tâ buranlarının dibine giderek, onla- rın bazen omuzlarına, uzatılmış şehadet parmağını vura vura sualler soran bir Altay Egesel, düzmece ifadeyle Divan karşısına çıkan tanığı bir kaç kurnaz sualle çı- rılçıplak soyuverecek bir Burhan Apaydın, yahut far- faracılıkla ithamcıları şaşırtacak bir Ertuğrul Akça dinleyicileri ne derece tatmin edeceklerdir, tabii bilin- mez. Ama bir şey biliniyor: Bunların bir rol oynamala- rına cevaz vermeyen bizim usül kanunumuz Yassıada duruşmalarının cazibesini inanılmaz nisbette azaltmak- tadır. Bunun bir çâresi var mıdır? Doğrusu istenilirse, hele şimdi süratin 1 numaralı meseleyi teşkil ettiği gün- lerde heyecanlı çatışmaları bekleme!: abestir. Savcılar iddianamelerini, avukatlar müdafaalarını bile mümkün nisbetinde kısa kesmek, fuzuli lâf söylememek, hemen sadede gelmek ve biraz da hukukun cazibesini teşkil eden hukuk edebiyatından vazgeçmek zorundadırlar. Gene Başkan, elinden geldiği nisbette tuzu ve biberi biz- zat katarak duruşmaları idam edecektir. Böylece celse- lerin tek eğlenceli kısmım komik tanıklar, heyecanı ise dramatik sahneler teşkil edecek, dinleyiciler onlara gü- lecekler veya oralarda ateşleneceklerdir. bunun kâfi gelmediği, hele duruşmalar bir "rutin" halini aldı mı ağır havanın dağıtılmasına imkân kalmadığı kısa za- manda görülecek, usül kanunumuzun eksikliği kendisi- ni büsbütün gösterecektir. Doğrusu istenilirse Yassıadada insan kuru hukukun yanında biraz da siyasi edebiyatı aramıyor değil. Nite- kim, belki de bu yüzdendir ki bir iddianamede Başsavcı düşüklerin, ideallerini teşkil eden dikensiz gül bahçesi- ni Yassıadada nihayet gerçekleştirerek muratlarına er- diklerini söylediğinde dudaklarda tatlı bir tebessüm be- lirdi ve tutum beğenildi. İnce bir nükte olarak takdir edildi. Gerçi şu ana kadar ciddi bir savunmanın yapıl- madığı doğrudur, ama savunmalarda da aranılan cazi- benin savcı iddianamelerinden daha bol nisbette bulu- nabileceğini sanmak için fazla hayalperest olmak ge- rekecektir. Usül kanunu, usül kanunu, usül kanunu.. Bu handi- kap Yassıada duruşmalarının her safhasında insanın karşısına çıkmakta ve dinleyicileri de, hâkimleri de, savcı ve avukatları da, hattâ sanıkları, tanıkları da pek çok şeyden mahrum etmektedir. Eğer bu handikapa rağmen duruşmalar zaman zaman gene de alâka çekici safha arzediyorsa bu, her şeyden çok hâdisenin mahiye- ti neticesidir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: