30 Nisan 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

30 Nisan 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ju Nisan 1937 Tefrika No. 47 30 Nisan 1932 | SEBA MELİKESİ | BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN “Cariyeniz, beni öldürmekle, size her hakikati haber veren sadık bir bendenizi yer yüzünden kaldırmış olacaktı! Onu, işte bunun için öldürdüm...,, Bahçede çalışkan hizmetçiler, Samın o anda genç kızın işini bitireceğini zannediyorlardı. Hal- buki dev cüsseli Sam dişlerini sıkarak sade başını salladı, ho- murdandı ve önüne bakarak süküt etti. Tara fena balde kızmıştı : — Gene mi başını önüne eğdin ?l Diye haykırarak üzerine yürüdü. Sam genç kızın yüzüne bak- mağa cesaret edemiyordu. Tara : — Eğer bu kuyruğunu kopar- dığın tavus benim O tavusum olsaydı, dedi, seni telin ederdim. Sam cevap verdi: — Sizin kuşunuz tahtında otu- ruyor... Ben hükümdarlara el uza- tacak kadar küstah bir adam değilim | Samın sözleri Taranın hoşuna gitmişti. O gün bahçede fazla konuşmadılar. Bu hâdise onları biraz daha birbirine yaklaştırmış gibiydi. Sebada herkesin gölğesinden bile korktuğu bücür delikanlı, o günden sonra, yalnız melikenin değil, Taranın da esiri oldu. Birine vücudunu , diğerine de kalbini kaptırmıştı... * Sam'ın mensup olduğu kabile- nin en fena âdetlerinde biri de, bir kadını seven erkeğin sevğisini hissettirmemesiydi. Sam, (Tara) nın zannettiği gibi herkese karşı başı aşağıda duran bir adam değildi. O, yalnız Belkis- in esiri idi. Melikeye söz vermişti: ÖL. Dediği yerde bir düşünmeden ölecekti. Fakat, başkalarına karşı daima başı yukarda duran bu haşin ve kavgacı adam, saraydan, atına binip sokağa çıktığı zaman o kadar mağrur ve küstahtı ki... Sebalılar son zamanlarda ona: — Gurur ve azametin timsali... Diye selâm vermeğe bile korkarlardı. Belkıs, mağrur insanlardan çok hoşlanırdı. Halk arasında: “ Meli- kenin müstakbel zevci... ,, diyenler bile vardı. Sam gece odasına girdiği zaman, sırtından elbise çıkarır gibi, gurur ve azametini sarayın kapısında bıraktırdı. Saray dahilinde bilhassa Taranın karşısında, bu dev cüsseli adam bir kuzu kadar küçülür ve sakinleşirdi. lâhza bile Bir akşam Belkıs müşavirlerini saraya toplamıştı. Hazreti Süleyman dan gelen ikinci bir davetname üzerine, Melike,- son kararını vermişti: Filistine gidecekti. Fakat, Seba Melikesinin Filistine gideceği şayıası Yemenliler üze- rinde fena bir tesir yapmıştı. Kabileler arasında son zamanlarda sükün ve huzur temini, fak olan Melikenin Fil mesine hiç bir kabile reisi taraf- tar değildi. Kahtanilerdenberi devam eden arazi kavğaları, Melikenin gaybu- beti üzerine tekrar başlayacak ve Seba şehri belkide yeni bir yağma ve taarruza uğrayacaktı. Belkis müşavirlerile bu meseleyi müzakere ederken, o devrin en maruf şahsiyetlerinden biri olan Seylân, Melikeye hitaben: — Bu tahtın şerefini muhafaza etmek bizden ziyade size aittir, dedi, Filistin şayanı tamaşa bir ölkedir. Mademki Beniisrail hü- kümdarı sizi davet ediyor. Ben gitmenize taraftarım! Sam söze karıştı: — Seylân sizi iğfal ediyor, Melikem! Aldanmayınız... Siz buradan giderseniz, üç kabile birden isyan edecek ve memleketi yağma edip çöle çevirecektir. Bu muhteşem sarayı, bu muazzam serveti, sev- gili tavuslarınızı, güzel sesli cari- yelerinizi kime emanet ederek gideceksiniz? Belkis, Sam'ın söze karışmasını arzu etmiyordu. — Sen dışarıya çık.. Ve sana tevdi ettiğim vazifeleri hüsnü ifaya çalış! Dedi. Sam, melikenin huzurun- dan çıktı. Fakat, Samın sözleri boş ve manasız değildi. Belkıs gibi, kendisini seven müşavirlerini de düşündürmüştü. e Seylândan başka melikeyi Kudüse gitmeğe teşvik eden kimse yoktu. Belkıs, müşavirlerinin ayrı ayrı fikirlerini sordu ve hepsinin Sam gibi menfi cevaplar verdiğini gördü. Halbuki Belkısın Seylân'a çok emniyet ve itimadı vardı. Kabileler arasında ibtilâflar çık- tığı zaman daima Seylânı gönderir ve o her gittiği yerden muzaffer olarak dönerdi. ( Arkası var ) Her akşam bir hikâye f “ Mevaddı iptidaiye ibracat şirketi, nin iki şerikinden birinin oğlu olan Hidayet beyin, otuz yaşına geldiği sırada, diğer şerik olan Ferhat beyin kızı Kemalât hanımla evlenmesi takarrür etmişti. Izdivaç merasimi yapıldı. Gelin ve güvey, izdivaçtan evvel, biribirlerini pek az tanıyorlardı. Ferhat bey, karısı öldükten sonra, kızını, Izmirde bulunan hemşire- sine tevdi (etmişti. (Kemalât hanım, evlendiği zaman yirmi bir yaşındaydı. Uzun boylu, siyah saçlı çevik ve tendürüsttü. Güzeldi. Hidayet bey, zevcesinin manza- rasından memnun kaldı. Pratik bir iş adamı olduğu için, şayet bu kız cirkin de olsa, gene onunla evlenirdi. Fakat, kendini yakışıklı addettiği için, karısının da ken- dine denk olmasını isabet addetti. Hassas ve öâşıkane sözlere oldukça bigâne bulunduğundan, nişanlısı Istanbul'a gelip de görüş- tükleri vakit, ona epeyce damdan düşme gibi ve basma kalıp bir ilânı aşkta bulundu. Fakat, evleri hayatları, istikballeri öyle mükem- meldi ki, bu acemice ve berbat ilânı aşk izdivaca mani olamadı. Kemalât, sakin ağırbaşlı bir kızdı. Nişanlısının söylediklerini dikkatle dinliyor; ona, Heyecansız cavaplar overiyordu. o Anlaşılan, onun içinde, izdivaç behemehal coşkun bir aşk neticesi olmak zaruretinde değildi. Mısır'a bir bal ayı seyahati yaptılar. Sonra, Istanbul'a dönerek yerleştiler. Maçka'da çok güzel bir apartımanda oturuyorlardı. Bir Sahçıları, bir hizmetçileri, bir oto- mobilleri vardı. Otomobili ikisi de kullanmağı biliyordu. Haftada bir kere Hidayet beyin ebeveyninin evinde yemek yerlerdi. Iki kerre de Ferhat bey, onları bir lokan- taya davet ederdi. Zengin muhit- ten beş altı aileyle görüşmekte idiler. Hidayet bey, vakti işlerile eğ- lenceleri arasında taksim etmişti. Sai, günlerini işgal etmekteydi. vaktile, omektepteyken oldukça haylaz bir talebeydi. Halbuki, şimdi çalışkan bir iş adamı olu- vermişti. o Sahiplerinden olduğu müesseseye mesaisile çok faydalı oluyordu. Akşam üstü, eğlencelerinde hep karısile beraberdi. Şayet bir işi zuhur ederde erkekler arasın- dan verilmiş bir ziyafete giderse bunu, karısına haber verirdi. Fakat, böyle bir bahaneyi ileri sürerek karısını aldattığı asla görülmezdi. Kemalât hanımin yeğâne vazi- fesi ev işleriydi ki, bundada çok muvaffak oluyordu. Sabahleyin ev i yor, işlerile meşgul oluyor; öğleden sonra da ahbaplarinı ziyaret edi- dükkânlardan öteberi alı- yordu”. Akşamlari, eve, daima kocasın- dan evvel dönerdi. Kocasını sakin bir tehalükle kapıdan karşılardı. Tiyatroya, sinemaya, baloya, diğer eğlence yerlerine memnuniyetle giderdi. Fakat şayet (geceleri, hattâ sıra ile bile evde kalması lâzım gelse itiraz etmezdi. Hiç bir taşkınlığı, coşkunluğu yoktu; olacağa da benzemiyordu. Bu tarzı hayat, böylece, tam üç sene devam etti. Nihayet bir gün, öyle bir hâdise oldu ki, Hidayet beyin dimağım altüst etti. Onu, yepyeni düşüncelere sevketti. İyi tanıştıkları genç ve zengin ailelerden biri, ansızın ayrılıverdi. Halbuki, zevahirde, o ayrılmağı istilzam eden hiçbir sebep mevcut değildi. Genç kadın, kocasını ter- kediyordu. Hayret! Onu ne kadar da seviyora benziyordu. Bir akşam Hidayet bey, bunu, Kemalât'tan öğrendiği vakit, ne suretle izah edeceğini tayin edemedi. — Tubaf şey... Tuhaf şey!- diyip doruyordu. - Bundan daha dedi gün evvel, onlarla karşı karşıya geçerek, aym sofrada ke- yifli keyifli yemek yediğimizi dü- şündükçe... Nakadar da iyi anlaş- mışa benziyorlardı! Olur sey değil. Samiye, kocasını böyle birdenbire bırakıp gitsin... Şayan: hayrat değil mi? Kemalât, sakin sakin: — Ortada okadar şayanı hayret bir şey görmüyorum! - dedi. Erkek, yerinden sıçradı. — Nasıl? Ne dedi? Şayanı hayret bir şey yok mu? Samiyenin Ramizden ayrılmasını garip bulmuyorsun, öyle mi? Onu, yüz üstü bırakarak ve âleme kepaze ederek gitmesini ?.. Kemalât : — Her halde, bunun bir sebebi olmak iktiza eder. - dedi. - Ve, odasına, giyinmek üzere gitti. O akşam, Hidayet beyin baba- sile annesinin evine davetliydiler... Karısı giyinirken Hidayet bey, tefekkürat içinde puyan : “Şu kadınlar, ne acaip mahlük- lar... Ne oldukları bilinmiyor... Samiye'nin nesi eksikti. Otomo- bili, bizmetçileri, ahçısı, elbiseleri her şeyi, her şeyi vardı... Halbu- ki gene kaçtı işte...,, Ansızın irkildi: “ Demek, kadınları memnun etmek için, bunlar kâfi değil?...,. Yeni eriştiği bu hakikat üzerine, a. Sahife 9 , kendi vaziyetini de bir kontroldan geçirmek aklına geldi... Acaba, ka- rısının hayattan zahiri memnuniye- tine rağmen, batıni memnuniyeti ne haldeydi?.. Birgün, bir felâket karşısında onu bırakıp gidebilir miydi, yoksa kocasını seviyor mıydı? muhtelif tecrübeleri girişmekten kendini alamadı. Bir akşam, eve, somurtuk suratla geldi ve babasile kayın- pederinin malümatı ve arzusu haricinde borsa oynadığını ve yüksek bir meblâğ kaybettiğini söyledi. — Ziyan büyük... Şimdi bub- rauda var... Kaybımı çıkartama- vacağım.. Onun için masraftan kısmak mecburiyetindeyiz... Ne elbise, nebalo, me gezme... Otomobili satacağız ve hizmetçiyi savacağız!- dedi. ve — Genç kadın, bu sözleri sükünetle karşıladı. Kocasını teselli etti. Demek ki Kemalât'ın z3if tarafı bu değil.. Hidayet bey, onu, başka cihetten de tecrübeye kalkıştı. Akşamları bir iki kerre eve mu- tattan geç geldi ve bu geç gelir şini pek acemice sebeplerle izah etti. Üstüne yabancı kokular sürdü. Kemalât, bütün bunları anlama- mazlıktan geliyordu. Bermutat, sakin, vakur bir tavur.. Hidayet bey, dayanamadı. Im- zasız bir mektupla Kemalât ha- nıma “kocasının kendini aldattı- ğını ,, anlattı. - Kıskançlık gene tahrik olunmuyor? Genç kadın mektupları almamış gibi.. O gün, artık sabrı tükendi. Çatlayacaktı. Kemalâtt'tan izahat almak için eve erken döndü. Anahtarla kapıyı açıp içeri girince, evvelâ hizmetçi ile kar- şılaştı. — Hanımefendi neredel — Odasında. a Odaya girdi. Perdeler inik... e) garip hava... Kemalât, nere- e?.... Yerde, boylu boyunca yatıyor... Saçları perişan bir halde... göz- ler kaymış... Hidayet bey, delicesine koştu. Onu, kolları arasına alarak: — Karıçığım! yavrum! Ah bir tanem! Ah hayatım!.. Ne oldun?. Aman doktor. Yırtınıyordu. Bu esnada, Kemalât gözlerini açtı. Hidayet bey, sevinç içinde, gözleri yaşararak: — Oh, yarabbi şükür! - diye rahat bir nefes aldı.. Ölmedin demek.. Vallahi sana birşey ok saydı, ben de ölürdüm. Fakat ne oldu sana, yarabbi? Genç kadın silik bir tebessümle göldü: — Hiç birşeyim yoktu vallabi.. Ben de seni tecrübe ettim: Beni seviyormusun diye.. Şimdi artık anladımı. Nakili: (Hatice Süreyya, Tetrika No: 12 20 Nisan 1932 İ Küçük Hanımın Kısmeti İ Selâmi İzzet Bu aralık Fikriye hanım söze karıştı : — Maskara kıyafetine hıristi- yanlar girer, size ne oluyor. Hep birden itiraz ettile : — Eğlencenin dini, yoktur. Belmaya, şampanyanın buharı bir ilbam verdi. Hidayeti buldu : — Hidayet, dedi, git Şayesteyi çağır. — Ne olacak canım? — Sana entarisini, yemenisini, başörtüsünü versin. Onları giy, milliyeti başını ört; aman ne tuhaf oulur- sunl.. Bolbol güleriz. O aralık bir kaç beye, Balkan- vaziyetini anlatan ların iktisadi Hidayet irkildi. Belmayı tepesin- den tırnağına kadar süzdü.. Bel- manın söylediğini anlamamazlık- tan geldi. Hayır, hiç de tuhaf olmak arzusunda değildi. Belma gülsün diye gülünç olamazdı. Belma tepindi: — Haydisene canım! Etraftan kahkahalar yükseldi. Gençkızlar onunla alay ediyorlar, biraz ötede Fuat, tırnaklarını birbirine sürerek: — Kıs... Kıss.. Kısss... diyordu. — Söylediğimi duymuyor musun Hidayet? Haydi dadımın entarisini giy de bizi biraz olsun eğlendir. Kendin de eğlen.. Mezarcı Mah- mut gibi, bir karış surat asıp durma... Hidayet bir adım ilerledi, Bel- manın gözlerinin içine baktı ve ciddi, amma çok ciddi bir sesle: Belma, dedi, müstakbel kocanı gülünç etmel Belma söz dinleyecek halde değildi. Çılgın ruhunu, şampanya bir kat daba delirtmişti. Aklı, küçücük kafasından bir karış havaya fırlamıştı. Ayağını yere vurdu. — Erkeğin vazifesi, damının sözünü dinlemektir. Şayestenin entarisini giy, başını ört, buraya | gel. Eğlenmek, gülmek istiyoruz! Hidayet ses çıkarmadı, cevap vermedi. Arkasını dönüp uzaklaştı. Faika, Belmanın alnını karışladı: — Nah sana!. Kocaya böyle mi söz geçirilir? Seni üç günde avucunun içine alacak. — Biraz zor. Benim demir gibi bir azmim vardır. — Demir kırılır. — Tavında döğülürse. Ben bu fırsatı vermiyeceğim. Dört arkadaş, bahçenin yol üs- tündeki parmaklığına doğru yürü- düler. Yalnızdılar. Gece, bir sevda kadar platonik, bir aşk kadar durgun ve sesiz- di. Fakat Belma, gecenin bu güzelliğini farkedecek halde de- gildi. Hidayetin tersliği onu kur | durtınuştu. İzzeti nefsini addediyordu: — On beş güne varmaz onu adam ederim! — Zannetmem. — Biraz güç. — Bana kalırsa Belma, sen adam olmıya bakmalısın. Hidayet bey de seni adam edebilir. Onda bu kabiliyet var. rencide olmuş Bu söz Belmayı bütün bütün çığrından çıkardı. Artık kendinde değildi: — Bana hayran dedi be nimle evleniyor diye sevincine payan yok. Halbuki ben onu sevmiyorum. Amma hiç sevmiyo- yorum. Bir ismi Hut olan bir erkeği imkânı yok sevemem. Faika en makulu idi. Belmayi teskine çalıştı. — Sen bu gece sinirlisin. Söy- lediğini bilmiyorsun... Faika beyhude zahmet ediyordu. Belma omuz silkti; — Ben onunla evlenmekten vazgeçtim. Yarın sözümü geri alacağım. Allahtan ki nikâh olma- mışız, Faika, Belmanın can attığını biliyordu: — Saçmalama, böyle şey yap- mazsın. (Bitmedi ) evlenmeğe

Bu sayıdan diğer sayfalar: