16 Haziran 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

16 Haziran 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

16 Haziran 1932 Tefrika No. 94 16 Haziran 1932 | SEBA MELİKESİ BE LISIS Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Sam, dağdan saraya dönünce hiç ümit etmediği bir haberle karşılaştı. Moap hâkimi, Süleymanla harbetmek istiyordu ! Sam, bir haberle bu derece sarsılan şairi dışarıya çıkarmıştı. — Görüyorsunya, dedi, işiden, gören ve kalbi çarpan bir insanın zaman zaman sevinmemesine veya muztarip olmamasına imkân var mıdır? Dağların oğlu uzun senelerden beri ruhunun bu kadar çok sızla- dığını hatırlamıyordu. — Benim bir çocuğum dünyaya gelmiş, öyle mi, Sam?! diyerek, müvazenesini kaybet- miş bir serseri gibi ortada dolaş- mağa başlamıştı. Sam elini delikanlının omuzuna koydu : — Seni çocuğuna ve sevgiline kavuşturacağım ! Nihayet sen de gökten arza inmeğe, sen de beşeri ibtiraslarını tatmin etmeğe mah- kümsun | * “x Bir harp tehlikesi. Sam saraya avdet ettiği zaman, hiç ümit etmediği bir hadiseyle karşılaştı. Moap hâkimi, Beni Israil hü- kümdarına, bir) hafta o zarfında on beş talant altın göndermediği taktirde buduttaki arazisini işgal edeceğini bildirmişti. Bu haber Süleymanı fena halde asabileştirmişti. Hükümdar, o esnada hiç bir hükümetle harbedecek vaziyette değildi. Mısır Firaunu ve Sur kralı gibi iki kuvvetli dosta malik olmasına rağmen, Moaplılarla harbetmek kolay bir iş değildi. Süleyman, oOMoap hâkiminin (Beni İsrail) tahtında gözü oldu- ğuna kanaat hasıl etmişti. Bilhas- sa, eski hassa kumandanı Zap- lon'un Moaplılara iltica etmesi, iki hükümet arasındaki gerginli- ğin nihayet bir harbe müncer olmasına sebep olacaktı. Rodit'in dedikleri birer birer çıkıyordu. Süleyman'ın sadık göz- desi, Zaplon'un bütün düşünce- lerine agâhtı. Sam'a, evvelâ, bu haberi Rodit vermişti. Sam sarayda boş vakit geçir- menin manasız olduğunu anladı ve hükümdarın huzuruna çıkarak ; — Niçin merak ediyorsunuz? dedi, düşmana karşı büyük bir ordu çıkarmak istiyorsanız, ben bir orduya bedel, Moaplılarla har- be hazırım. Derhal Moap hâki- mine, harbi kabul ettiğinizi ve Beni İsrail arazisinden bir karış toprak vermiyeceğinizi bildiriniz! Süleyman bu garip teklife tebessümle mukabele ( ederek, Sam'ın kalbini kırmak istemedi. Sam ısrar ediyordu : — Moaplılardan niçin bu kadar çok korkuyorsunuz ? — Sen (Seba) da kaç defa harbe girdin, Sam? — Bütün ömrüm harple geçti. Ben o kadar güzel kalkan kulla- nırım ki, şimdiye kadar vücuduma hiç bir ok isabet etmedi. Binlerce cengâver yaraladım. Eğer karşıma Zaplon gibi korkaklardan mü- rekkep bir ordu çıkacaksa, beni yalnız güzel sesli ka- dınlar takip etsinler. Çünkü biz Sebada muzaffer geldiğimiz harp- lerde, zafer şarkılarını kadınlara söyletiriz... Süleyman hayretle Sam'ın yü- züne baktı: — O kadar ciddi söyliyorsun ki, sözlerine inanmak istiyorum, Sam! Fakat, sen de iyi bilirsin ki, harp parasız olmaz. Ben Sur kralı ( Hiram ) dan aldığım altınları memleketin imarına sarfedeceğim. Eğer Moaplılarla harbedereksem, hâzinemde bir dirhem altın kal- maz. Başladığım muazzam bina- ları, tribünleri, surları, istihkâm- ları itmam edemem. Parasız harp mağlubiyetle (neticelenir. (o Beni harbe teşvik etmel Sam biraz düşündükten sonra sordu: — Bu işin sulhen tesviyesine imkân var mıdır? — Zaplon, Moap hâkiminin arkasında bulundukça, onu harbe sevketmekten geri kalmıyacak. — Moap hâkimile karşı karşıya kalsanız uzlaşabilir misiniz? — O çok munsıf bir adamdır. Gerçe babama isyan ederek Moap havalisinde müstakil bir hükümet ilân etmişse de bana karşı şim- diye kadar hiç bir gün süiniyetle hareket etmemişti. Zaplon oraya gittikten sonra.. Bu cümleyi Sam tamamladı: — Tabtınıza göz dikti ve telı- dide başladı, değil mi? — Evet... Ve beşını sallıyarak ilâve etti: — Zaplon tehlikeli bir kuman- dandır, Sam! Sana gelince, bilek- lerin çok kuvvetli, fakat... Sam hükümdarın sözünü kesti: — Fakat, muhakemesi kıt ve lüzumundan fazla saf bir adamım, öyle değil mi? — İnsan kendini başkalarından çok daha iyi bilir, Sam! Sen ken- dini çok doğru tarif eden bir adamsın | * .. Sam odasına dönünce, bu me- seleyi esasından halletmeğe karar vermişti. (Rodit) e görünmeden kalka- nını ve oklarını eline alarak, akşam karanlığında atına bindi ve saraydan uzaklaştı. Sam'ı gören nöbetçiler onu gece teftişine çıkmış zannettiler. Sam atını sürdü ve on dakika sonra sur haricine çıktı. Gökte: parlak yıldızlar vardı. Yollarda, tek tük geçen köylüler- den başka kimseler yoktu. Sam, böyle geç vakitte, bilme- diği yollardan nereye gidiyordu? (Arkası var) EMLÂK SAHİPLERİ! iniz için süratle ki Emlakiniz e en Emlâkinizin kiralarını muntaza- men tahsil edebilmek inizin varıdatını temin Emlâkinizin Si cmek hususatında mutehassısla- Emlâk rın tecrübesinden istifade edebilmek için EMLAK İDARESİ umurunda kesbi ibtisas etmiş olan UMUM EMLÂK ACENTESİ müessesesine MURACAAT EDiNİZI Adresi: Bahçekapı, Taş han No.20-21-22 Telefon: 20307 3 Akşam ii İKTİSADİ TETKİKLER Köse Omer buğdayı Dünya piyasalarında, Amerika- nın Manitoba buğdayı pek meş- burdur. Her hangi bir tacir Manitoba* buğdayı satın alacağı zaman bu malın cinsini, evsafını ve kaç libre olduğunu bilir. Bütün dünyaya buğday satan Amerikan şirketleri senelerce bu buğday cinsini ıslah etmişler, randımanını artirmışlar ve bu malları bir numaralı Manitoba iki numaralı Manitoba diye bir tasnife tabi tutmuşlardır. Yapılan tetkikatta, dünyada büyük bir şöhret alan Manitoba buğdayının menşei Andolu olduğu anlaşılmıştır. Amerikalılar, Kanada gibi soğuk bir iklimde, buğday yetiştirmek için senelerce recrübeler yapmış- lardır. Bu tecrübelerde muvaffak olamıyan Amerikan ziraat müte- hassısları, en soğuk iklimlerde yetişen buğday tohumlarını Kana- daya götürmüşler, cinslerini ıslaha çalışmışlardır. Bu arada, Amerikan ziraatçileri, Anadolu buğdayları üzerinde tet- kikat yapmışlardır. Neticede Kay- seri civarında, soğuk daha doğ- rusu en yüksek yerlerde yetişen buğdayları bulmuşlardır. Kayseri havalisi Anadolunun soğuk yerlerinden biridir. Burada mayıs ayında hararetin derecesi ancak 21 dereceye kadar düşer. Vasati olarak hararet 14 derece- dir. Amerikalılar, bu derecede yetişen buğdayların Kanadada da yetişeceğini nazarı itibara almış- lardır. Bu maksatla Kayserinin en yük- sek yerlerinde ekilen Köse Ömer buğdayıni intihap (etmişlerdir. Bu buğday, Kanadada da Mani- toba eyaleti dahilinde tecrübeleri yapılmış ve cinsi ıslah edilerek, bugün bütün dünyanın tanıdığı buğday haline getirilmiştir. Kayseride yetişen Köse Ömer buğdayının neden bu ismi aldığına dair, ortada tam olarak yapılmış bir tetkik yoktur. K Bir rivayete göre, Köse Ömer orta Anadoluda Ahi teşkilâtında bir şeyhmiş. Eski devirlerde, Ahiler esnaf teşkilâtile sıkı sıkı alâkadar olduklatı gibi, zürra ara- sında da aynı derecede ehem- miyetli mevkileri vardı. Bir mev- simde tarlaya tohum atılacaği zaman, Abi şeyhinden izin alınır, Ahi şeyhi ilk tohum atma mera- siminde hazır bulunurdu. Ve ek- serisi Ziraat işlerinde tecrübe görmüş kimselerdi. Zira buna kani olduğu için, Ahi denilen üstatların sözünden dışarıya çık- mazdı. Köse Ömerinde, Kayesi hava- lisinde, buğday cinsini ıslah eden, en yüksek ve soğuk yerlerde buğday ziraatine muvaffak olan, bu nevi Ahi şeyhlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Anadolunun buğday tarihini tetkik edecek olursak, bunun gibi bir çok misallere tesadüf etmek mümkün olur. Selçukilerin devrindeki zürram da buğday ziraatının ıslahında büyük hizmetleri olmuştur. Netice itibarile Anadolu zürraı, en iyi buğdayları yetiştirmeğe muvaffak olmuştur. Fakat bundan yukarıda da yazdığımız gibi Ame- rikalılar istifade etmişlerdir. Buna bir misal daha getirmek lâzım gelirse, İtalyanların, ma- karna sanayiinde (kullandıkları, buğdayların, Diyarıbekir havali- sinden tedarik edildiğini söylemek kâfidir. Bu misaller gösteriyor ki, ! Anadolu buğdaycılığı, dünya buğ- daycılığı üzerine tesir yapmıştır. Bu milli gelirden daha fazla istifade etmek için; başkaları | gibi, Anadolu buğdayları üze- rinde tecrübeler yaparak Ma- | nitoba tarzında beynelmilel şöhret kazanan buğday cimslerini elde etmeğe çalışmalıyız. Hüseyin Avni Ahmet Ferit bey, sekiz senelik karr sının kendisine karşı son derece merbut ve sadık olduğuna kail. O gün yaziha- nede otururken kendisine telefon edi- yorlar. Karısı Feriha hanım, Yedikule semtinde bir otomobil kazasına uğramış. Şaşılacak şey: Feriha hanım, Yediku- leye hiç de gidecek değildir. Niçin oraya gitti acaba? Ahmet Ferit bey, istirahati içinde bu ciheti de düşünmekten ken- dini alamıyor. Yedikule cıvarındaki Balıklı hastanesine otomobilile gidiyor. Abmet Frit bey, Yedikuleye vasıl olunca otomobilini durdurdu ve hastanenin ne tarafta olduğunu sordu. Ayni zamanda da kendi ken- dine düşünüyordu; beynini şu sual kemiriyordu: Acaba onu ölü mü bulacağım? Hayır, Feriha henüz yaşamak- taydı. Lâkin, hâlâ baygın bir haldeydi. Başı sargılarla sarılı, gözleri kapalıydı. Ahmet Ferit, ona, anlatılması mümkün olmıyan bir heyecanla bakıyordu. Karısı, kırılmış bir bebeğe benzemek- teydi. Genç erkek, gözyaşlarını zap- tedemedi. Istırap, merhamet, şefkat, içinde, biribirine mezcol- muştu. Kolun kırığı ehemmiyetli değildi. Lâkin Feriha'nın başı şiddetle bir taşa çarpmıştı. Vücudunun ötesin- de berisinde de yaracıklar, bere- cikler vardı. Feriha, bir köşe ba- şından saptığı esnada, öte sokak- tan gelen bir otomobil kendisine hızla çarpmış. Onu devirmiş. Lâkin yaptığı bu kazadan kendi de ürkerek hızla kaçmış. Gürültü üzerine Oevlerinden (| fırlıyanlar otomobili ancak ta uzaklara git- mişken görmüşler; numarasını farkedememişler. (Sonra, Feriha, baygın bir halde, hastaneye taşınmış. Ferit bey, sevgili hastasının baş ucunda kalabilmek için hastanenin doktorlarından bir zatin tam o civardaki (o evinde o pansiyoner olmuştu. Tek karısı yaşasın diye, her şeyini, bütün servetini feda etme- ğe amadeydi. Karısının kurtulması için canla başla uğraşıyordu. Ve ancak bu meşguliyet, zihnini kemiren şüphenin vahim bir şekil almasına mani oluyordu. Ferihanın tehlikeyi atlattığını öğrendiği vakit, çılgınca bir neşe ortasında elim bir ıstırap duydu. Kıskançlık şüpheleri kalbinde bütün şiddetile doğmuştu, büyü- müştü; bütün dimaği melekâtını istilâ etmişti. Aman yarabbi | Feriha, o gün, biç icap etmediği halde, ne demeğe Yedi- kule'ye gitmişti ? Orada kimi görmeğe ? Ahmet Ferit, kaza günü karı- sının vaktini nasıl geçirmesi icap ettiğini tahkika başladı. Hizmetçisinden öğrenmişti: Karısı kendisinden pek az sonra, yani saat iki buçuk raddelerinde, evden çıkmıştı. (Kendisine ne telefon etmişler, ne de mektup göndermişlerdi. Keza, öğrendi ki, kunduracısına uğrıya- rak bir iskarpin ısmarlamış. Bu iskarpin, eve bilâhara gönderildi. Sonra? Sonra, saat dörtte, yani ancak Yedikule'ye kadar gidebi- lecek bir zaman sonra bu kaza husule geliyor. Feriha, kocasına, o gün arka- daşı Faika Mahir hanımla rande- vusu olduğunu söylediği için, Ahmet Ferit, bu kadının da gizlice ağzını aradı; birşey öğrenemedi. Sözde Faika Mahir'e Feriha tele- İnanmak ihtiyacı... fon etmiş ve randevuya gelmiye- ceğini söylemişmiş. Öyleyse, karısı Yedikuleye niçin gitmişti? Kime gitmişti? Bunu nasıl öğrenecekti? Yoksa, haya- tında bir ikilik, bir çapraşıklık mı mevcuttu? Bir öâşığile rande- vusu vardı da, böyle şehrin uzak bir semtine onu görmeğe mi gitmişti? Şüphe ve kıskançlık Ahmet Ferit beyi kasıp kavuruyordu. Bu hislerini belli etmek istemiyordu. Bilhassa, karısı, eve daha yeni gelmiş O bulunuyordu. (o Nakahat devrini geçiriyordu. Henüz zayıf, halsiz, hazin bir hâli vardı. Hayata yeni yeni avdet ediyordu. Fakat belki, büsbütün iyileştiği vakit Yedikuleye niçin gittiğini ona anlatacaktı. Hayır. Feriha büsbütün iyileş- tiği vakit de birşey anlatmadı. Her seferki gibi müşfik, bahtiyar, uysaldı. Tabii hâlini almağa başlamıştı. Fakat, Yedikule mese- lesine dair ağzını açmıyordu. Ahmet Ferit artık dayanamadı. Karısını istintaka karar verdi. Bir akşam, büyük bir mülâye- metle, bu istintakı yaptı. Heye- candan titriyerek, alacağı cevabın mubtemel dehşetinden ürkerek, karısının söyliyeceği yalanı sez- mekten (korkarak, mümkün mer- tebe sakin görünmeğe uğraştı ve dedi ki: — Karıcığım.. Menhus hâdise günü niçin Yedikuleye gitmiştin kuzum? Feriha, uzun iskemlesine uzan- mış bulunuyordu. Mütehayyir gibi görünerek: — Yedikulede mi?. Ne müna- sebet? - diye tenbel tenbel sordu. — Öyle ya, Yedikulede... Oto- mobil sana Yedikulede çarpmış... Orada yaralandın... Halbuki o semte hiç gitmen lâzım değildi. Gidecek de değildin. Niçin gittin? Genç kadın: — Bilmiyorum. Hiçbirşey ha- tırlamıyorum, - diye, yorulmuş gibi gözlerini kapadı. Ahmet Ferit, mütehayyir kaldı. Karısı şiddetle haşını çarpmıştı. Vaktile, bir kitapta, böyle sad- melerin o sadmeden evvelki en yakın maziyi unutturabileceğini okumuştu. Acaba Feriha'ya da, bu, böyle mi olmuştu? Bilmiyordu. Karısr- nın Yedikule'ye niçin gittiğini öğrenemiyecekti. Esasen, içinde mütbiş bir ihti- yaç vardı. Inanmak ihtiyacı... Karısına inanmak ihtiyacı... Onun için, bahsi bir daha tazelemedi. Nakili: (Hatice Sü Xx İrtihal — Eski Gazeteci arkadaşlardan Muzaffer Muhiddin beyin büyük valdesi dün vefat etmiştir. Beyanı taziye ederiz. 1 Aylık abone 150 kuruş Muhterem karilerimize kolaylık Karileriıizden arzu edenler 150 kuruş mukabilinde gaze- temize bir ay için abone olabileceklerdir. Gazetemize bir aylık abone kaydedilecek muhterem oku- yucularımızdan ricamız: 150 kuruştan ibaret olan abone ücretini müddetlerinin hitamından evvel ve vakti zamanında idaremize göndermek, Aksi takdirde gazete irsalâtında oteahhur vukubulur ki bunu muhterem kari'lerimizin de arzu etmiyeceklerinden eminiz. > “

Bu sayıdan diğer sayfalar: