21 Ağustos 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

21 Ağustos 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

21 Ağustos 1937 Akşam'ın resimli hikâyeleri Mühendis acaba karısını öldürecek miydi? Onu boğazlıyacak mıydı ? Suzan, suvare elbiselerini giymiş olduğu halde, kocasının yatak odasına girdi. ” — Canım, gitmiyeyim... Tiyat- roya gitmek te şart değil ya... — Hayır, vallahi olmaz, karı- cığım.. Mutlaka, mutlaka gide- ceksin... Bunu ben istiyorum, an- hıyor musun... Zavallı yavrucak... Bir aydanberi benim yüzümden evde kapandın, 'kaldın... Bacağım kırılalı ne bir sinemaya, ne de bir tiyatroya gittik.. Halbuki, tiyat- rosuz edemezsin... (Bilhassa, be- bemehal bu akşamki piyesi gör- mek istersin... (Haydi yavrum, haydi kızım, git... Esasen bu piyes radyoya da verilecek.. Ben de, burada, yatağımda, rad- yoyu açar, dinlerim. Dinlerken kendimi tiyatroda senin yanında farzederim.. Döndügün zaman, baş başa “ supe ,, ederiz. Hizmet- çiye söyledim: Buz dolabına iki Şişe şampanya koydu. Sevdiğin ananas kompostosundan da ahçıya aldırttımdı. Benimde canım soğuk istiyordu zaten... Haydi Suzancı- ğım, git... Vakit geldi... Şoför şimdi haber yolladı. Seni kapıda bekliyormuş. Suzan gittikten sonra, mühen- dis, zile bastı. Hizmetçisini çağırdı. Radyoyu yanı başına getirtti. sonra, baş ucu çekmesinde duran evrakına bir göz attı. Sıcak bir geceydi. Hiç rüzgâr esmiyordu. Boğulacak gibi olu- yordu. Tekrar çağırdı. — Şu balkon kapısını iyice aç.. Perdeyi de sonuna kadar sıyır.. Bu gece yaprak kımıldan- mıyor galiba.. — Evet, öyle beyfendi! - diye, hizmetçi, ohürmetkârane verdi. Mühendisin, birdenbire, birşey nazarı dikkatini celbetti. Açılan zile basıp hizmetçiyi cevap balkon (o kapısının o karşısındaki apartımanlarda pencerelerde ışık vardı. — Perrin!... bu ışık gelen pen- cereler doktorun pencereleri mi — kuzum!..- diye sordu. — Evet efendim. — Vay, doktor geldi mi?... — Kapıcı buakşam, doktorun, bavullarile avdet ettiğini görmüş. — Ya... Aman, haydi şuna bir baber yolla... gelsin, kuzum... Doktoru, zevcesi terkederek. birisile kaçmıştı. Mühendisin ço- çokluk arkadaşı olan doktor da, o zamandan sonra, seyahate çıkmıştı. Demek ki, şimdi geri gelmiş... Şimdi, biribirlerinin elini sıkı- yorlar... — Ya... Böyle ha?... Vah vah vah... Ayağını kırdın öyle mi?... Yabani domuz avı, cidden teh- likelidir... Benim de halim anlat- tığım gibi... Avundum denebilir... Ser mühendis: — Bilirsin ki, ben. düşündükle- rimi olduğu gibi söyliyen bir ada- mım!... - dedi. - senin yerinde olsaydım, ikisini de yabani domuz gibi gebertirim, yabani domuz gibi... Karım, beni aldatsın da ben de onu sağ bırakayım?... Allah versin, yarebbi... — Şimdi seviyor ve seviliyor- sunda onun için böyle söyliyor- sun... Halbuki. karım beni sev- miyordu. Ben onu seviyordum. sevdiğim bir insanın ölmesine nasıl kail olabilirim?... Onun dün- ya yüzünde nefesini alması, benim yaşadığım şehirde yaşaması, na- zarımda kademe kedeme saadet- lerdir. — Ne fuyuşuk bir düşünce... ancak ihtiyarlayınca insan böyle bir aşk ve muhabbet felsefesine intisap edebilir. Meselâ, ben, meselâ, meselâ, yirmi sene sonra böyle düşüne- bilirim... Ooooo... Saatin dokuz buçuğu vurduğu mühendisin nazarı dikkatini cel- betti. — Oooo... - diye tekrarladı. - tiyatro başlıyor. — Karım tiyatroda... Bu akşam onu zorla tiyatroya yolladı... — Zorla?... — Evet... Şimdi, ben de rad- yodan piyesi dinlemek istiyorum. Senin canın sıkılmaz ya... — Hayır, bilâkis. Mühendis, makineyi ayar etti. Üç çeyrek kadar piyes dinlediler.. Ilk perde alkışlar arasında kapandı. Aralıkta, dereden, tepe- den, doktorun seyahatinden bah- settiler. Ikinci perde açılınca, gene süküt ve pür dikkat dinle- yiş... Aktörlerin sesleri ne vazıh, ne pürüzsüz geliyor... Mevzu da heyecanlı... Şimdi, aşk sahnesinin en coşkun, en şairane kısmındalar. Fakat bu ne? Bu ne? Bu şairane, sakinane kısmın ortasında bağrışmalar?.. Radyodan sesler aksediyor: — Yangın, yangın... Kaçabilen kaçsın... Haut-parleur'den çıkıyor. Bağırışmalar, çağrışmalar... Ana baba günü... Müthiş kalabalığın, çiğneşerek kaçıştığı, feryat feryat üzerine kopardığı işidiliyor. Iki genç, biribirlerinin yüzüne bakıştılar. Bir müddet, put gibi kaldılar. İlk önce, hattâ kendi nefislerine (itiraf (o edemedikleri müthiş hakikat, şu cümle halinde ikisinin (Obirden (dudaklarından fışkırdı: — Tiyatroda yangın çıktı. Mühendis, ayağının kırık oldu- ğunu unutarak, yerinden fırlamak istedi : — Karım |... Fakat, bacağının ağrısı, biçareyi | yerine çiviledi. Başı ucunda duran telefona sarıldı. Bir numara istedi. — Allo... Tiyatroda yangın mı çıktı 2... Peki ?... o Kurtarılamı- yor mu ?... itfaiyenin vazifesi?... Ölenler ezi- lenler?... Ne?... Kadınlar da mı?... Muhavereyi kesmeyin... Allo, allo, matmazel... Radyodan hâlâ canhıraş sesler çıkıyordu: “İnce bir ses: Ah, Anneciğim, anneciğim... Diri diri yanıyoruz... Kalın bir ses: Öteki kapıdan öteki kapıdan... Şu ço- cuğu alın... Pençereyi kırın... Fakat, birden bire, radyonun sesi de kesildi. demek, yangın, onu da sekteye uğratmıştı. Doktor: — Ben gideyim.... Gidip baka- yım!...! Dedi. — Kaç para eder!... - diye, mübendise,' eliri yanındaki çek- meye götürdü. - Karım, şimdiye kadar ya çıkıp kurtulmuştur. Neredeyse gelir... Yahut ta... İşte o zaman, şu tabancayla... Kendimi.. Doktor? — Değer mi... Değer mi?..- diye mırıldandı. | Mühendis, çıldırmış gibi, sinirli | sinirli haykırdı: — ne söyliyorsun?... Suzan için değmez mi?... Suzan... Suzan.. Ben onsuz yasşyabilir miyim?... Saan on bir buçuk... Suzan yok... Iki genç, putgibi bekliyor... Gelmiycek mi? Yandı mi?... Saat on iki.. Kapının önünde bir otomobil durdu. Doktor pençereye koştu. — Süzan hanım efendi geldi! - dedi. - müjde.. Hakikaten, bir dakika sonra, Süzan, pırıl pırıl suvare elbisesile, kapının eşiğinde.. Dudaklarında, mesut bir tebessüm... Doktoru görünce: — Oooo... Sefa geldiniz, Sefa geldiniz... - Diye haykırıyor.- Ne | teferruatına kadar anlamışlardır. Nakleden; ISKENDER FAHRETTİN Genç kadın ne yazdığını, AŞK DİLENCİLERİ 21 Ağustos 1932 ne yaptığını bilmiyordu. Cinayetin bütün mesuliyetini kendi üzerine almıştı. Halbuki Kolonelin hakiki katili başkasıydı. — Bündan'sonra daima benim elimdesin! Ölünceye kadar benim olacaksın! — Çok zalim bir Cim! — Ya sen?l kaç senedenberi bana metresim olacağını vadetti- ğin halde, neden benden kaçtığını adamsın, anlayamıyorum. Beni o sevmiyor musun? — Hayır... Ve sakın kızma! Çünkü ben kimseyi sevemem... — Benim me kusurum var? Bak.. Uzun boylu, geniş omuzlu, mat çehreli, parası bol bir ada- mım... Henüz kırk yaşına gelme- dim. Derhal söz ver, sevgili Barney! Ingiltereden uzaklaşalım. Bu akşam Amerikaya bhare- ket edecek bir vapurla Lon- drayı terkedelim. Orada ne kadar çok mesut olacağız, bilsen...! Nicin tereddüt ediyorsun? Bana itima- dın mı yok? Söyle Barney! Seni senelerden beri seven bir erkeğe itimat et! Ben başkaları için çok tehlikeli bir adam olabilirim! Fakat, senin için asla tehlikeli değilim... Haydi, söz ver, benimle geleceksin , değil mi? — Fakat, ben seni sevemem ki.. —Sen sevgiden anlamazsan, benim kabahatim ne.. ?! Ben seni sevi- yorum ve- ne bahasına olursa olsun - sana malik olmağa çalışa- cağım.. — Beni daha fazla tehdit eder- sen, ben de polise gider, teslim olurum. O vakit ne yapacaksın ? — Benim için yapilacak çok şey var: İzimi kaybederim.. Seyahate çıkarım.. Kıyafetimi tebdil ederim. Fakat sen ömrünün sonuna kadar (hapishane (köşelerinde sürünürsün... Haydi, bir az sükü- net ve itidalini muhafaza et! Gel, beni reddetme.. Sonra pişman olursun.. Ve hapishaneye girdiğin zaman, emin olki, biç bir âşıkın seni o felâketten kurtarmağa mu- #fak olamaz! Bir defa benim zaman geldiniz bakalım... Bakın hele.. Ben tiyatroda idimde sizin- le görüşemedim... Bilseydim git- mezdim, sizinle otururdum... Ama, ei enfesti... Hele son perde.. —nr.. — Evet, bele son perde hari- kulâde idi.. En nihayetindeki sah- ne ne alkışlandı. Mühendis, boğulur gibi bir sesle: — Kimleri gördün?.. - diye sordu. — Mabhire'yle, locada yalnızdık.. Reşat bey, locamıza geldi. Sana selâm söyledi.. Yarın oğrayacak.. Ne sevimli çocuktur, değil mi?.. Öğle yemeğine çağırdım.. Iki erkek, bütün facıayi, bütün Mühendis: — Demek ki, tiyatroda hiç bir fevkalâdelik olmadı? — Yooo... Ne olacak. Kısa bir süküttan sonra: — Yanğın neredeymiş? — Bilmem... Eve geldiğim sıra- da, itfaiye otomobilleri geçiyordu... Doktor, insiyaki bir hareketle yerinden ( fırlamış tabancanın bulunduğu çekmecenin o önünde durmuştu. Bir facıanın önüne geçe- cekti. Hini haceette, arkadaşını tabancayla tehdit edecek, yerinde uslu akıllı oturmasını emredecekti. — Gel, Suzan'cığım ! - diye mü- hendis, karısını yanına çağırdı. - Seni öpeyim. Tiyatrodan döndük- ten sonra, öpmedim. fevkalâdelik 8 6 kadar mi arr rn yüzüme bak! Ben o kadar çirkin ve iğrenç bir adam mıyım? * .. Kolonel “ Allison ,, u kim öldürmüş ?.. O akşam, Cim, se Barneyi Artistik Bardan götürmeğe muvaffak olmuştu. Mis Barneyin en zayıf tarafı, fazla içki içince erkeğe karşı mukave- met edememesi idi. Cim, sevgilisinin mizaç * temayüllerini çok iyi biliyordu. Bardan sonra otelde de içkiye devam etmişlerdi. Genç kadın yerinden kımılda- yamıyacak derecede sarhoş ol- muştu, Cim bu fırsattan istifade etmek istedi. — Londradan ayrılmağa karar verdin, değil mi Barney? dedi, haydi bana söz ver.. Yarın der- hal Londrayı terkedelim. Mis Barney gittikçe mahmarla- şan gözlerini süzerek: — Beni sahiden seviyor musun? dedi, ben bugünkü erkeklerin, benim gibi dul bir kadını derin bir aşkla sevebileceklerine inana- miyorum da.. Cim elindeki sevgilisine uzattı: — Şunu iç bakalım, Barney! Bu akşam sana mutlak kendimi sevdirmeğe çalışacağım. Ve sen benim kalbimde yaşayan aşkın nasıl doğduğunu öğreneceksin! Mis Barney kendisine uzatılan kadehi aldı ve bir yudum içerek yüzünü buruşturdu; — Artık, midem almıyor, Cim! Başım çok dönüyor. Yatmak isti- yorum. — Bir az beni dinle, Barney! Beş on dakika sonra yatarsın! Sana bu gece mühim itirafatta bulunacağım... Seni seviyorum. Damarlarımdaki kanın nasıl tutuş- tuğunu sana anlatacağım... Barney itiraz etmedi. (Arkası var) kadehini viski adını an çekti. Göğsüne bastırdı. Eli, sırlını sıvazlıyor. Yavaş yavaş yukarı doğru çıkıyor. Boğazına yaklaştı. Acaba sıkacak mı?... Doktor, çıkardı. Fakat mühendi$in elleri Suzar'n boğazını sıkmadı. — Suzan... Suzancığım !.. - diye mülâyimleşmiş bir sesle ona hitap etti. - Haydi, bütün gün yoruldur.. Artık odana çekil... Uyu... Yarın, gazetelerde muthiş bir vaka okur- sun, gene çeğinmeden, her günkü gibi yanma gel... Korkma... Çekinme.. — Ne oldu. kuzum, ne var?.. Sizde bir fevkalâdelik görüyo- rum.? — Hiç, yavrum!... Haydi odana. güzel güzel uyu... Ve yarın, hiç bir şey olmamış gibi, gene odama gel... Iki erkek yalnız (kaldıkları zaman mühendis; — Doktor! - dedi. - sen Suzana dair birço k şeyler biliyorsun galiba. zira, temin, bana: “değmel, de- din. Anlat... Anlat... — Anlat, doktor... Her şeye tahamınül edebilirim.. Her şeye... Zira, iki.saat içinde yirmi sene ihtiyarladım.. Tamamile değiştim.. Nakili: (W6 e ann A VAM: üracaat edilebilir, Tek 23746 çekmeden tabancayı

Bu sayıdan diğer sayfalar: