17 Mart 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

17 Mart 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

i Ceyhanın geri kalmasının * sebebleri nedir? Ceyhan (Akşam) — Ana yurdun en verimli ve münbit topraklarını kucak. yan Çukurovanın zirai, ticari ve ikti- sadi bakımdan çok güzel bir yeri olan Ceyhan, ne yazıkdır ki, bir çok cihete Yerden ihmale uğrıyarak geride kak muştır. Ceyhanın 55 bin nüfusu vardır, Bun- dan 10 bini merkezi kazada oturmak- | mezler. Bu adamı Akşam'ın okuyucula, ta ve gerisi de 120 parça köyde çifçilikle| uğraşırlar. Bu güzel kazanın iki de nahiyesi var. dır. Birisi Ayas. Burası sahil boyunda İskenderun körfezine sokulmuş çok şi“ rin bir yerdir. İkincisi de Kirmit nahi- yesidir. Evvelki nüfus sayımı İle son sâyım arasında Ceyhanın nüfus mik- darı “$ 37,5 nisbetinde artmıştır. Cey- Mânın tam bir ziraat yeri olması ha- söbile hör yaz dış vilâyet ve kazalardan ya şose olarak veyahud da küçük bir dekovil hattı atılmak suretile yapılsa o zaman Ceyhan ve Ayas Çukurovanın birer cenneti olurlar. ORTA MEKTEB VE HASTANE * Coğrafi vaziyeti itibarile ehemmiyeti âşikâr olan Ceyhan, birçok ihtiyaçlar “İçerisinde kıvranıyor. Meselâ: Bu önem M kazada bir orta mekteb yoktur. Bu yüzden Ceyhanım gerek merkez, ge rekse köy mekteblerinden çıkan tale- belerin hali vakti yerinde olanları bir çok masraflara katlanarak dışarda okumalarına devam etmekte, fakat hali vakti yerinde olmıyan aile çocuk- Jarı bu okumadan mahrum kalmakta» dırlar, Orta mekteb için on senedenberi Müracaat eden halk bu ihtiyacın kar- şılanmadığından çok müteessirdirler, , Bundan başka eskiden mevcud olan hastane de sebebsiz olarak kaldıni- mıştır, in CEYHANIN SU DERDİ © .Geyhanda oluran onbin kişi iyi ve nafi bir süyun bülünmümasın- dah kış ve yaz bulanık çamur gibi akan wmak suyunu bizzarur içerler. Bu su'işi çok acele olarak halledil- mesi lâzım gelen hayati bir ehemmiyet halini almıştır. Binaenaleyh Ceyhanın en evvel içe» cek âu derdine bir çare bulunmasi için , bu işlerle alâkadar vekâletin ehemmi- yet atfetmesi sıhhati umumiye namı- Da şayanı temennidir. Manisa (Akşam) — Halkın burada her bareketile alâkadar olduğu bir adamı var. Manisalılar bu adamı tanır. lar, Lâkin hayatının inceliklerini bil- rma tanıtmak için kendisile görüştüm. Esmer, dik bir vücud, sert bakış, ge- niş göğüs ve omuz; çelik bazulu ve orta çıplak adamını görmek için belediye zaman kapıda beni beklemekte ve te- bessüm etmekde idi. Küçük odasma girdiğim zaman ufak bir masa üzerine dizilmiş birçok mecmua ve kapının yâ- nında iki metre boy ve bir buçuk metre eninde birbiri üzerine İstif olmuş to- mar tomar gazeteler duruyordu. Bu gi» zeteleri görünce şu suali sordum: —Bu gazetelerin, hepsini okudun. mu? N E — Okudum hem bir kaç defâ, — Hangi gazeteyi daha çok seversin? Ve muntazam takip edersin? — AKŞAM gazetesi ile 7 Gün mec- bunlarda bulurum. — Adınız nedir? Nerelisiniz? — Bağdadlıyım, adım Ahmed Tar. zani: — Memleketinden niçin ayrıldın?, — Bu biraz uzun ve biraz âcıklı bir tasar olarak anlatayım: «Benim de anam, babam vardı ve ben de her in- san gibi giyinirdim. 19 - 20 yaşına ka- dar memleketimin ananesine riayet ettim. Okur yazarım, İngilizce de bi- Jirim. Harbi umumide vatanımı yaban» cılar istilâ etti, Bu yabancılara çok ki- zardım. Bir hiddet üzerine elimden bir kaza çıktı ve oradan firar etmeğe meo bur oldum, Aylarca yol yürüdüm. Tır- mandığım kayalar, geçtiğim orman- ların dallarından arkamdaki elbisem parçalandı. Ve ilk vardığım yer Hin- distan ormanları oldu. Bu sık ve koca- çıkamadım. Ne tarafa dönsem orman. İlk insanlar gibi vahşi hayvanlardan Kendimi iuhafazd İçin yüksek bir ağa. dum. rer ve sabahları çok erken çıkardım, nin zifiri karanlığı arasında bağırma» Jarı beni korkuttu. Sonradan buna da alıştım. Altı sene bu ormanda güneşe hasret kaldım. Artık elbisemden bir şey kalmadı. Çırçıplak kaldım. Bir gün yanımda bulunan ufak biçağımla bir boylu Manisanın biricik çalışkan yaz, kış © ve henüz istiklâline kavuşan Hatayın |K52 bir dondan maada bir şey giymiyen ei Mecburi orada yaşamağa karar verdim, b a cin üzerinde kendime bir yuva kur. | Bu Şuvaya akşamları pek erken gi ç5 xy Manisanın Tarzanı Ahmed, hayatını “Akşam, a anlatıyor Yaz ve kış sırtında yalnız kısa bir donla gezer, uyurken üzerine yorgan örtmez, muhabbeti kuşlara ve çiçekleredir| muasını, Çünkü bütün aradıklarımı (“ hikâyedir. Madem ki istiyorsun muh- Manisanın Tarzanı yas ve kış böyle gezer eği İlk zamanlar vahşi hayvanların gece- | Karlı havada havuzda banyo yapıyor | ayıyı üyürken öldürdüm. Ve postunu kendime don yaptım. Ağaçlara çabuk çıkmayı maymunlardan öğrendim. Onlarla üzün zamün orkâdaşlık ta | yaptım. , — Ormanda ne yerdin?, * .— Yediğim Hindistan cevizi, meyve 1di; — Ormandan nasil çıktın?, —Bir gün takip ettiğim büyük bir kuş! beni güneşe kavuşturdu. Ağaçları sey- reldi. Ve ben de bu ormandan kurtla” rak Hindistana geldim. Bir sene orada kaldım. Oradan Afganistan, İran ve nihayet Vana, Erzuruma geçtim. O gaman Türkiyeyi yabancılar istilâ et- mişti, Asker toplanıyordu, Maraşta gö- müllü yazıldım, Gaziantepte, Kiliste bulundum. Mili mücadeleye girdim. Aldığım İstiklâl madalyesi işte, diye öptü ve bana verdi. Elimde İstiklâl madalyesine baktım. Ve bu cesur adamın simasındaki ma- sumiyet ve heyecan hâkiki bir kahra- man olduğunu gösteriyordü. — Geceleri burada mi yatarsın? Ya- tağın ve yorganın nerede?. v — Yatağım bu çimento üzerine yay- dığım gazete. Yorganım da sabah ak- çam yaz, kış odamın önünde olan ha- vazda yaptığım banyodur. Üzerime bir gey örtmem. — Yaz kış böyle bir donla mi gezer“ #in? Üşümezmisin? Hiç hasta olmadın m7? — Üşümek yorulmak nedir bilmem. Hiç de hasta olmadım. Sporu çok 8€- yerim, — Buraya ne vakit geldin ve ne işle Meşgulsün? Eylül 338 senesinde geldim, 20 lira maaşla belediye itfalyesinde çalışıyo- rum. Burada yangın az olduğundan oturmaktan canım sıkılıyor, Ve bir de arkama elbise ağır geldiği için böyle bahçelerde koşar ve çalışırım, Bak şu gördüğünüz küçük parkı ben yaptım. Bugüne kadar 10 bin ağaç yetiştirdim, Benim eğlencem çiçek ve ağaçlarım- dır. Bunlara çocuğum gibi bakarım. — Kaç yaşındasın? — Elli yaşındayım. — Aldığın maaşla nasıl geçiniyor- sun? Bir oturuşta ne kadar yemek yer- sin? — Ben yemeğe para vermem. Aldı- KADIN KÖŞESİ Mevsimlik pardösü Mevsimlik pardösü, Kemeri aynı Tenk deridendir. Kesik kol Meğer bir tıb talebesi tarafından tedkikat için teşrihhaneden alınmış Dün sâbah Şişlide Melâhat apartı: manı önünde kesik bir insan kolunun kedi ve köpekler tarafından parçalan- makta olduğu bekçiler tarafından gö rülmüş, ve zabıtaya haber verilmiştir. Zabıta meurları derhal tahkikata giriş mişler, Melâhat apartımanı sakinler'oi birer birer sorguya çekmişlerdir, Nihayet en üst katta oturan bir gen- cin de mulümatına müracaal, edilmiş, bu genç, tıp talebesinden olduğu bu kesik kolu etüd için. teşrihhaneden al. dığını, balkona koymuş olduğu yerden sokağa düştüğünü anlatmıştır. Bu sözler, tıp. fakültesinden de tev- sik edilmiş, kesik kol tekrar. sahibine teslim edilmiştir. mmm ve celakâr olmalı, 100 kilometre yol, yürümeli 5 bin metre dağa tırmanma" lı, fıkara olmalı ve 18 yaşını geçmiş Em aylık yalnız gazete ve mecmua | 'bulunmamalı. Kuvvetli olmalı ve yü- parasıdır. Pâydosta işini gördüğüm ve .| zünde boyası bulunmamalı. beni çok seven ahçıda karnımı doyuru- rum ve her insanın yediği kadar yemek — İçki içer misin? Ve hangi yemek- leri yersin? — Bu hayattan memnun musun? — Tabii memnunum. Dünvada en büyük zenginlik sıhhattir. Bu sırada çok sevdiği çocuklar pen cerenin önünde (Hacı) diye seslen- — Rakı, sigara, kahve içmem, et | meğe başladılar. Ve 3 bayan kulübe yemem, bol ayran içerim, yoğurd, mey- va ve tatlıyı çok severim. — Evlenmeğe niyetin var mi? Ne tipte bir kızla evlenmek İstersin? nin önüne gelerek aldıkları mecmua- yı getirmiş olduklarından yerine baş- kalarını aldılar. -— Bu mecmualardan istiyenlere okü- — Alacağım kız benimi gibi çalışkan | mak için veriyorum, dedi. Tefrika: No. 51 , , Babasının yazı masasının üzerinde Hilyük beyaz bir kâğıt bulmuşlar, üze- Tinde kısaca: «Mahsus ölüyorum» ya- ili imiş. Kâğıdın yanında Şeydanın elihden düşürmediği lâciveri meşin Kaplı bir defter duruyormuş. Hizmetçi ikisini de sıkı sıkı elinde tutarak: — Bunları da beraber koymalı.. di- yordu. Defteri aldım, içerisinde küçüklü büyüklü resimler, saç demetleri, kuru- muş çiçekler vardı. Oldukça eski bir tarihten, Jülidenin küçük arkadaşı için sevgisi çok olduğu mesut bir tarih- ten başlamıştır. Her sahifedeki çiçek- İerin, resimlerin ve saçların altında Zülidenin o zamanki şekilsiz yazısı ile «Sevgili Şeydaya> diye sevgisini her fırsatta anlatmak Isteyen inatçı satır- Jar vardı. Sonlarına doğru Jülide cid- dileşmiş sadece «arkadaşım Şeydaya» diye yazmıştı. Bu yazılar gözümün önünde bütün bir maziyi canlandırır. ken babası yığıldığı koltukta: «Niçin Allahim niçin? diye inliyordu. Bu çocuk, güçlükle baştan kurulan yuvanın yegâne desteği, neşesi, baba- KIRILAN BEBEKLER Nakleden : Zeyneb İdü sının biricik sevgisi idi, Karısı öldüğü zaman varını yoğunu birakıp kaçan bu bedbahtı Şeyda:» — «Ben senden asla ayrılmam» di- yerek hayatla barıştırmıştı.. Halbuki | şimdi... Şeydayı ebedi dinlenme köşesine bi- Taktık, Onun için dini güçlükler mev- ğun intiharı günah sayılır mı hiç? İmam bile «O küçücük bir hırçınmış» diye | zavallıyı Allahın önünde mazur gös- | terdi, «Hırçın, merasime iştirak eden insanların dudaklarının arasında do- laşan kelime, İçlerinden bir tanesi ol- sun çocuklardaki hassas sevginin ba- zen istiraba tahammül edemiyeceğini aklıha bile getirmiyor. Bu gün Jülide çok bedbaht, durmadan ağlıyor, fakat yarın göz yaşları dindiği zaman zavallı Şeydaya onun da «hırçındı> demiye- ceğini kim temin eder. İki gün evvel Emelin düğününde gördüğüm yüzlerin hepsini burada da buldum. Çabuk yayılan bu fena haber küçücük tabutun başına bütün İstan- | Kolumdan çekti; | Tuubahis değil. On iki yaşındaki çocu- | bozdu. Buğün yük ölü dalilliş ve sevmişlerin buraya toplanmasını ister- Hava; Biüeliri evlendiği gün gibi ay- dınlık ve ilik. Servilerin, mezar taşları- nın üzerinde güneş var. Ağaçlardan, insana gelip geçici olduğunu hatırla- tan garib bir koku yükseliyor. Uzak- tan kürekle atılan son toprakların çi- kardığı sesi işittim, Şimdi artık her şey bitti, dalma meçhule bakan o me- nekşe gözleri bir daha göremiyeceğim. Yolda başım önüme düşmüş yürür- ken doktor Süleymanla karşılaştım. | — Ağlıyorsun değil mi? Zavallı kü- çük! Biçarenin kanında ne vardı acar ba? Doktor Süleyman kıpkırmızı idi, hiddetle bastonunun başını sıkıyordu. Bir iki adım daha attıktan sonra tek- rar sözüne devam etti; — Halbuki hayat hiç te fena değil- dir. Fakat kimse onu tanımıyor, ona inanmak istemiyor. Başını kaldırıp servilerden gelen ılık kokuyu kokladı. Onun da gözleri ya- | şarmıştı. Beyaz güllerle süslenmiş ikin-' ci bir tabuta yol vermek için kenara | çekildik, Onlar uzaklaştığı zaman dok» | tor Süleyman beni tekrar durdurarak: — 'Titriyorsun - dedi. Sakın bunun Üzerine bir de soğuk alma! | “Duhu toplamıştı. Kalabalık - asabımı | o Ölmek! Bu fikir insanın tüylerini ürpertiyor. Cam açtim, Lâmbülari sönük ya- nan önddeden sanki bir keder yükse- Myor. Evet her yer, her şey kederli, ge- çen otomobiller, tek tük yürüyönler, hattâ bitişik apartımanın kapısında | baloya gitmek için araba bekliyen be- yazlı, mavili tuvaletler giymiş genç kızlar bile. Ben de onlar gibi bu geçici sarhoşluğu, meçhulün verdiği zevki on yedi on sekiz yaşında tattım, Noc- deti tanımadan evvel bütün bu geçici zevklerden daha büyüğünü, daha esas- nsını düyacağımı biliyordum. O da geldi geçti. Şimdi artık çocuk değilim, benimki- ine «hurçınlık» deyip geçemezler, arkam- dan uydurup söyliyecekleri yalanlar- dan korkuyorum, Netdetten evvel sev- diğim, inandığım erkekler oldu. Uğra- dığım sukutu hayallerde ailemin şef- katine sığınarak avunurdum. Necdet bütün bunları da mahvetti, Artık yaşa- İ mak istemiyorum, Necdetin, sonradan görmeler, başka- sının sırtından çalınan paralarla ge- | çinenler için durup dinlenmeden söy- | lediği sözleri kendi kendime azmı tek- rar etmiştim? Necdetin hakkı var, Baş- kalarının zaaflarından İstifade ederek aynı çirkinlikleri yapan, daha kuvvet- lerin gölgesine sığınarak yaşıyan idealsiz, ruhsuz, sonradan görme bir sileden başka neyi? Gayemiz, yüksel- | mek, fakat ruhun temizlendiği o mu- Kaddes yüksekliklere değil, servete, yüzlerce ifisahi sefii'eden o iğrenç ser- vete irişmek içir. Eğer gözlerimi dün- yaya âçtiğım zamaâri bir lokma ekmek, bir parça kumaş hasteti çekseydim, zenginliği güzel bir güye diye tamsay- dım belki hâlâ yaşamaktan bir zevk duyardım, Fakat bu bile benim için eskimiş, yıpranmış, köşeye atılmış bir oyuncak. Yalnız sevgiye iman etmiş- tim o da benden artık kaçıyor. Dirseklerimi balkonun kenarına da- yadım. Siyah bulutların arasından güçlükle sıyrılmağa çalışan soluk aya İ bakmağa basladım. Caddedeki ağaçlar İ kopacakmış gibi yerlere kadar eğili- yor, yapraksız dallardan korkunç fer- yatlar çıkıyor. Baharın geldiğini zan- netmiştim, halbuki kış hâlâ bitmemiş. Şen, kedersiz geçen çocukluğumu dü» şünüyorum. Yazın yakıcı güneşi altın- da koşmaktan, zıplamaktan, düşmek» ten kanayan bacaklarımı bağlattığım günler dünmüş gibi geliyor. Eğer kum- ları daha fazla kazmadımsa, çemberi daha uzun zaman çevirmedimse çocuk luğumun güneşi arasından, uzaktan İ bana doğru gelen Needete gülümsemek içindi, Siyah, simsiyah, korkunç bulutlar durmâdan ilerliyor. Acaba ben nereye sığınacağım? Hangi toza, hangi zafere karışacağım? (Arkas var).

Bu sayıdan diğer sayfalar: