26 Mart 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

26 Mart 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yeryüzünde garib âdetler, gülünç itikadlar —— mma amam Mavi boncuk asmak , merdiven altından geçmemek, kırılan aynayı uğur saymamak gibi pek eski devirlere ait inançları dünyanın her tarafında halâ buluyoruz Bazı şöhret sahibi büyük simlar bile bu itikatlardan yakalarını sıyıramamışlardı. J. J. Rousseau yanı başında dolaşan hayaletler tasavvur bahçelerde dolaşan cinlere inânırdı ederdi. İngiliz şairi Walt ve Napoleon karâ si kediden ürkerdi. © Sağda: Afrika zencilerinde ? © © hastalanan adamın başu- cuna toplanan sihirbaz- i lar, Aşağıda: Çat gölü ck varında yaşıyan Bajilliler- de bir büyücü etrafına serdiği küçük parçalarile İnsanın en eski hislerinden biri kor- ku idi.Çünkü Oo bir çok tehlikelere dolu bir âlemde yaşıyor, olup biten şeyleri henüz muhakeme edemiyordu. Ne tarafına baksa kar- şısma çıkıyordu. İçinden gazlar ve dumanlar çıkaran yanardağlar vardı ki arasıra müthiş ateşler saçi- yordu. Başının üstünde görülen yıl- dırım gökleri yırtıyor gibiydi. Taşan nehirler, herşeyi önüne katıp sürük- liyen rüzgârlar, birdenbire soğuyan hava onu şaşırtıyordu. Üzerine bastı- ğı yer bile rahat durrmyor, bazan şid- Cetle sarsılıyor, çatlıyor, çukurlar açı hyor, kayalar yuvarlanıyordu. Sakini geceler bile ona garib görünüyordu. Gümüş gözlerini durmadan kırpan bu yıldızlar ne idi? Dünyanın olgun laşmıya çalıştığı o devirlerde bu ta bii afetler bugünkülerden: çok kuv- vetli ve çok mütemadi idi. Bu cihetle © devirlerin insanına kendi gölgesi bile yanından ayrılmak istemiyen fe- na bir hayalet gibi görünüyor ve onu korkutuyordu. Bütün dünya ona zih- ninde vucüt verdiği korkunç şeytan- Jar, elnler, devler ve cadılarla dolu gibi görünüyordu. Çünkü insan henüz gördüklerini, duyduklarını muhakeme etmek kabi- Hiyetini elde edememişti, yalnız his- lerile yaşıyordu. Gök gürlediği vakit ın en kuytu yerine Kaçı yör, yıldızlara baktığı vakit içine an- ığı bir tuhaf rahatsızlık ge ı. Ormandaki iğri büğrü ağaç la nın mehtapta yere uzanan göl- geleri onu şaşırtıyordu. Etrafında gör- düğü şeylerin hiç birini anlamıyor, | kendini çok âciz çok beceriksiz bulu- yor ve etrafındaki fenalıklara karşı bir şey yapamıyacağını duyarak kor- kuyordu. İşte insanlardaki batıl iti- katlar, gördükleri birçok şeyleri fe- naya yorma âdetleri hep bu korku- lardan doğdu. Bu tohum büyüdü, ilk dinlere vücut verdi. Medeniyet iler- ledikçe ve hadiselerin sebeblerini in- £an yavaş yavaş anladıkça bu tesir- | i ler azaldı, fakat büsbütün ortadan kalkmadı. Daha yüksek düşünüşler- de ,daha ileri dinlerde bile bu ilk his- lerin izleri kaldı. Dikkat edersek bir çocuğun ilk his- | leri korku ile hayret olduğunu fark ederiz. Çocuk anlıyamadığı bir şeyden | korkar. Hele karanlık onları pek ür- kütür, Çocuk bir Eksimo yavrusu da olsa bu böyledir, bir Çinli yahut bir Fransız da olsa iş aynıdır. Ortalık ka- rardığı vakit yalnız ise uzaktan bir takım müphem sesler kulağına ge- lince, hâttâ hiç ses seda da Olmasa | çocuk ağlamıya başlar ve kendinden büyük birinin yanında emniyet altin- da bulunmasını ister, İşte ilk irisan- er Scott geceleri Garbi Afrikada sihirbazlar böyle garib kıyaftelere bürünerek şeytan oldum diye saf halkı korkutur ve kabilö'ara- sındaki mevkilerini muhafazaya galışırlar. A kalmış bir çocuktan farkları yoktu. Bu korku içinde hurafalara, sihire inandılar. Hele hastalıktan ve du- Tup dururken ölmekten bir şey anlı- yamıyorlardı. Bu iş mutlaka fena ruhların, şeytanların tesirile oluyor diye düşünüyorlardı. Andaman ada- larında biri öldüğü vakit yerliler bu- gün de köylerinin civarındaki orman- lara doğru silâhlarını boşaltır, ora- Jarda saklanan cinleri korkutup ka- çırmak isterler, Veddalar adaların- da bir ölüm vakası zuhur edince 86- nelerdenberi yaşadıkları meskenleri- ni bırakır gider, başka bir tarafta ye- niden mesken kurarlar, Aramızda bugün bile içinden bir ölü çıkan evi meşum, uğursuz sayanlara tesadüf etmiyor muyuz? Dünya üzerinde yaşıyan iptidai ka- vimlerin bir çoğunda bugün hâlâ ölü- mü tabii bir hal olark telâkki etmi- yenler pek çoktur. Bunlar bir ada- mın ne kadar ihtiyar olursa olsun ya» paralanmadan ecelile ölmesini bir lar da böyle idiler, karanlıklar içinde İ büyü, bir sihirbazlık, bik düşman işi sayarlar. Biri hastalanınca onun çek- fiği acılara, sancılara hastanın vü- cuduna giren bir düşman veyahut şeytan ruhunun sebeb olduğuna hük- mederler. Bir çok kabilelerde hasta- nın ağrıyan yerine dudaklarımı ya- pıştırarak fenalıği emip çıkarmak Adeti vardır. Amerikada Paraguay, Brezilya yerlileri, Eksimolar, Kırmızı derililer, Avustralya ve cenubi Afrika yerlileri hastalarını tedavi için hep bu çareye başvurur ve bu işi kabilesinin #ihirbazlarından beklerler. Sihirbaz bu marifetini büyük bir meharetle yâ- par, ağrıyan yeri emer ve ağzında ön- ceden sakladığı bir küçük taş veya kemik parçasını ortaya çıkararak: «İşte sancıyı yapan şeytanı çıkardım. Artık hastanızın bir şeyi kalmadı...» der, Bizim aramızda da bunu az çok yaklaşan âdetler yok mu? Düşüp bir yerini ağrıtan çocuk ağlıya &izlıya annesine koştuğu zaman annesi Ona: «Vah, yavrum, vah, uf mu oldu? Ver o minik elini öpeyim de geçsin» de- mez mi? Böyle acı ve sızıyı bir öpüşte iyi etmek fikri işte bu anlattığımız es- ki insanlardan kalma bir izdir. Baş- ka bir şey daha var, parmağımıza bir iğne batsa, yahut kolumuzu bir yere çarpsak ilk işimiz acıyan yeri ih- tiyarsız dudaklarımız arasına götür- | mektir. İşte böyle ilk insanlar zama- ından kökleşip kalmış bir çok iti- yatları bugün de dünyanın her tara- ında buluyoruz. Uğur gelirsin diye kapılarının üs- tüne bir at nalı asanlar, kem göz değ- mesin diye çocuklarına mavi boncuk asanlar, saadet verir diye kırlarda sa- atlerce dört yapraklı yoncalar err- yanlar, fenadır diye merdiven al- tından geçmek istemiyenler, kırılan bir aynayı uğur saymıyanlar hiç farkın-' da olmadan pek iptidai, pek basit bir itikadın esiri oluyorlar, Fakat mede- niyet âleminin bir çok büyük simaları bile bu itikadlardan yakalarını $ıyı- ramamışlârdı. Meselâ Jan Jak Ruso bir hayalin yanı başımda daima do- laştığını tasavvur ederdi. İngiliz şa- iri Walter Scott geceleri cinler dolâ- şıyor diye Melrose manastırının bah- çesine yaklaşmazdı. Napoleon kara kediden ürkerdi, Rus Çarı Deli Petro köprüden “geçmeyi uğur saymazdı Faik Sabri Duran Bulgaristan Tuna için yeni vapur alıyor Sofya (Akşam) — Bulgar ihra- catnın çok artması dolayısile Bul- garlar, Tuna ticaret filosunu da tak- viye etmeği kararlaştırmışlardır. Bu sebeple çok süratli ve 30 vagon yük | alabilen 8 büyük çilep alacaklardır. ralanmadan, hayvanlar tarafından | Bu şüeplerle, Orta Ayrupaya ve ta Regensburg'a kadar seri surette ih- racat yapaçaklardır, “Tttihad ve Terakki, Suikasdlar ve entrikalar Tefrika No. 52, nin son devirlerinde Yazan: Mustafa Ragıb Divanı harbin kararına rağmen Naşid serbest bırakılmamıstı. Aktör endişeden tekrar hastalanmıştı Ancak muhakkaktı ki Cevad beyin bu memuru, Naşid aleyhinde şefini tatmin eğecek bir netice alamamıştı. Çünkü o, maksadını hissettirmemeğe çalışarak, aktöre o kadar çok sualler sormuş, onun tevkifinden evvelki max zl ve hayatına dair o kadar fazla taf- silât almağa çalışmış olduğu halde, Naşidin mazisinde şüpheli, esraren- giz hiç bir nokta bulamamıştı. Naşid, Maltepe hastanesinden ay- rıldığı dakikaya kadar bu adsmın sırf kendisi için buraya gönderildiği- Divanı harbe çıkıyor Naşid, hastanede üç gün yattıktan sonra iyileşmişti. Onu, bir mevlid kan- dili günü taburcu etmişlerdi. Aktör, bir muhafız neferin refakatinde ola- rak Merkez kumandanlığına teslim edilmiş ve tekrar (Bekirağa bölüğü) ndeki eski koğuşuna getirilmişti. Ar- tık o, gene burada mukaddevatını 'beklemeğe, biran evvel divanı Harbe çıkarak “buradan büsbütün Kurtul- mak ümidlerini kurmağa başlamıştı. Aktörün tevkifi tarihinden bir ay geçtikten sonra ((Bekirağa bölüğü) inzibat çavuşlarından (biri geldi ve Naşide: — Müjde, divanı harbe çıkıyorsun! dedi. Filhakika Naşidi o gün koğuşundan çıkardılar ve divanı harbe gölürdü- ler. Aktörün kıyafeti, gene gelişi gü- zel ve babayani idi: Sırtında kalın bir palto, başında mahud Buhâra tak: kesi bulunuyordu. Aktör, divanı harb Kuzuruna çıka» rıldığı zaman, asik çehreler, hiddet ve infial ile kendisine bakan gözler karşısında kalacağını tahmin ediyor- du. Fakat o, korktuğuna uğramamış- tı. Bülün heyet âzasının nazalavında kendisine karşı müşfik bir mânanın hâkim olduğunu s#ezdi. Divanı harb Azası, bütün İstanbula neşe veren bu halk sanatkârına karşı gülmemek için ellerindeki gazete ve kâğıtları ağızla- rmın önüne tutuyorlar, dudakları Üzerinde beliren tebessümleri sakla- mağa çalışıyorlardı. Bir ay hapis, beş lira cezai nakdi Divanı harb müştantiği B. Vehbi, Naşide sordu: — Silâh vesikan var mı? Naşid, cebinde bulunan vesikayı gösterdi. Pilhakika bu vesika o akşam, arkadaşı aktör Refiğin attığı taban- canın vesikası değildi. Bu, Naşidin evinde bulunan kendi tabancasına İ aitti. Fakat madem ki Refiğin silâhı- na bir kere ,sahip çıkmıştı. Binacna- Jeyh bu vesikayı da Refiğin tabanca- sına ait olarak o göstermeğe macbur oldu. Bundan sonra aktör, kendisine s0- rulan diğer bir sual üzerine: —Bir kazadır oldu, oynarken elim- den düştü ve patladı. Kasten atmış değilim, dedi. Naşidi uzun uzadıya isticvab etme- ğe lüzum görmediler. Onu, tekrar ko- Zuşuna iade ettiler. Naşid, hakkında nasıl bir hüküm verildiğini merak edip duruyordu, Fakal divan harpten (Bekirağa bölüğü) ne dönerken, di- vanı harb bâşkâtibi kendisine şu müjdeyi verdi: — Bir ay hapis, beş lira cezayi nak- di. Divanı harb, Naşidin suçunu, ceza kanununun 99 uncu maddesinin 3 üncü zeyline muvafık görüyor ve onu bu ceza ile mahküm ediyordu. Artık Naşidin eteklerin zil çalıyordu! Tevkif edildiğindenberi biray geç- | mişti. Şu halde helâlinden beş lira vererek buradan kurtulacak, ailesine hürriyetine, sahnesine kavuşacaktı.. Merkez kumandanına göre Naşid şiddetle ceza görmeli idi Naşid, divanı barplen o (Bekirağa bölüğü) ndeki koğuşa döndüğü an- dan itibaren her dakika serbest bıra- kılacağını bekliyordu, Çünkü ona, di- yanı harpten çıkarken, muamelesi yapılıncıya kadar, en geç olarak ni- hayet akşam üzeri tâhliye edilec:ği- ni temin etmişlerdi. Fakat saciler geçti, akşam karanlığı çöktü, Onun beklediği hâber bir türlü gelemez ol- muştu. Bu gecikmeye sebep nt idi? Naşid, bunu anlamıyordu. Belki evra- km resmi muamelesi henüz Ikmal edilmemişti. Aktör, divanı harbin kendi hakkın de verdiği bu kadar müsaid ve hafif bir cezaya rağmen nssıl bir facaya sevkedilmek £ istendiğinden & haberi yektu. Halbuki onun vaziyeti etrafın- da gayet şiddetli münakaşalar cers- yan ediyordu. (Bekirağa bölüğü) n- den serbest bırakılmamasındaki se- bep te bundan ileri geliyordu. Gerçi divanı harbin kararından sonra Naşidin resmen ve kanunen derhal (Bekirağa bölüğü) nden çıkıp gitmesi, eski hayatına hürriyetine dön» 'wesi lâzımdı. Fakat onun yakasına Mefe kez kumandanı Cevad bey yapışmıs tı. Aktörü böyle hafif bir ceza ile ser- best birakmak istemiyordu. Merkez kumandanına göre Naşid, Şişhane yokuşunda attığı tabanca ile memle- kette bir kıyam, bir ihtilği hazırlama- ğa teşebbüs eden çok tehlikeli bir adamdı! Binaenaleyh memleketin da- hili emniyetini ihlâl eden, devlet ha- yat, memat mücadelesinde iken pavi- tahtla bir anarşi vücude getirmeğe çalışan bir adama verilecek ceza, baş- kalarına ibret teşkil edecek derecede şiddetli ve müessir olmalıydı! Nitekim Cevad bey, henüz divanı harp huzu- Tuna çikarılmadan evvel Naşid huk- kında yapılan tavassut ve teşebbüs'e- rin hepsini kati surette reddetmiş, sanatkârın aleyhinde hareket edenle- rin sözlerine, iğfallerine kapılarak Naşidin çok musir bir şahıs olduğuna kanaat getirmişti. «Efendi baba, sen bu işlere karışma!» Hattâ oğlunun böyle günlerce nev. kuf kalmasmdan-çok müteessir olan Naşidin babası miralay mütekaidi B, Ahmed, bir gün bizzat Cevad b:ye müracaat etmiş, oğlu hakkında Mer. kez kumandanımın şefkat ve merha- metini rica etmişti. Fakat Cevad bey, bu ihtiyar silâh arkadaşının sözlerini dinledikten sonra; — Efendi baba, sen de askersin, bu yolları bilmekliğin icab eder, Oğlun varsın, yatsın, ıslahı nefs etsin! Sen bu işe karışma! * Demiş ve gözleri yaş dolan bu 22- vallı babaya fazla söz söylemeğe im- kân bırakmamıştı. Naşidin babası ve âilesi Merkez kumandanının bu dü- şüncesine vâkıf oldukları zaman, aks törün büsbütün tehlikede olduğunu takdir etmişler, fakat Naşide hiç bir şey söylememişlerdi. Cevad bey, aktör hakkındaki bu düşüncesini “divent harbin kararından sonra da değiştir. miş değildi. Divanı harp tarafından verilen karara göre, Naşidden beş li- ra para cezası alınarak - mahkümli- yet müddetini tevkif edildiği günden- beri doldurduğu için « o, derhal sere best bırakılacaktı. Ya idam, ya müebbed kürek! Divanı harp kararına istinaden tahliye müzekkeresi imza edilmek üzere Cevad beye götürüldüğü zaman, Merkez kumandanı, divanı harbin bu kararı karşısında son derece hiddet- lenmiş, derhal divanı harbe müracaat ederek Naşid hakkındaki kararın yan- susile» Şişhane yokuşunda silâh attı- ğını ve bu esbabı mucibeye göre ce- zalandırılması icab ettiğini iddia etti. Cevad beyin bu mütaleasına göre Naşid, ya idama, yahut müebbet kü- reğe mahküm edilmeli idi! Fakat baş» ta divanı harp reisi B. Nafiz olduğu halde bütün âza bu müdahaleye şiğ« detle itiraz ettiler. Ortada bu cürme taallüik edecek hiç bir delil olmadan, Naşidin bu suretle mahküm edilersi- yeceğini feri sürdüler. (Arkası var).

Bu sayıdan diğer sayfalar: