18 Eylül 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

18 Eylül 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

18 Eyldi 1937 ———— — —————-— — AKŞAM —maı— Alışverişte pazarlık Eğer pazarlık yapmasını biliyorsanı aldanmazsınız, fakat bilmiyorsanız... Avrupalılar Şarkta çok pazarlık yapıldığını iddia ediyorlar, bugün bu huy Alışverişte pazarlık hiç şüphe yok ki iyi bir şey değildir. Hüttâ çök fena dır, Bu usulde alicıile satıcı karşı karşıya geldiler mi sanki birbirlerini aldatmak yarışına çıkmışlar gibi te- tik bulunurlar. Alıcı karşısındakine itimad etmez, dalma onun hüsnü niyetinden şüphe etmek vaziyetine düşer. Bütün gayretini aldanmamak yolunda harcar. Alıci bu gayretinde biraz haklıdır. Çünkü pazarlık usulünde mal satan adam <ne koparırsam kârdır» düşün- cesile hareket etliği için müşteri de asgari flati göz önünde tutmak meo- T indedir. Pazarlık böyle başlar. ğu şeyin maliyet fiatini pek iyi bildiği için bu miktardan aşağı inmiyeceği tabiidir. Pazarlık sonunda o gene ko- Parabildiğini koparmıştır. Yalnız elde ettiği kârın derecesi karşısındaki ada- mın elinin sıkılığı ile mütenasiptir. Bir çok memleketlerde pazarlık bu- gün o hale gelmiştir ki bol gönüllü, Azı çoğu aramaz, deryadil tabiatlı in- sanların vaziyetleri çok güçleşmiş bulunuyor. Bu tabiatta adamlar çe kirdekten yetişmiş usta satıcılar kar- Şısına çıkınca maazallah adım başın- da aldanırlar. On kuruşluk malı yüz kuruşa almak onlar için mukadder- dir. Velhasil pazarlıklı alışverişte al- danma hududlarını tayin etmek haylı müşkül olur. Bunun asıl feci tarafı pazarlık hü- küm Süren çarşılarda satıcının teklif ettiği fiatı itirazsız kabul etmek hay- rıhahlığında bulunanların e«safdib daha ağırı «budalaş yerine konmasıdır. | | Öyle zannediyorum ki pazarlık usu- | Jünü icad edenler satıcılardır. Fakat | bugün alıcılar da bu usulün ilk icad edildiği gündeki acemiliklerinden her halde kurtulmuş bulunuyorlar, Bu- gün yukarıda mevzuubahs ettiğim «safdil; zevatın adedleri çok azalmış- far. Çünkü müşteriler uzun Seneler aldandıktan sonra nihayet pazarlık fenninin bütün inceliklerine nüfuz etmişler, ustalaşmışlardır. O hslde ki müşteriler içinde pişkin satıcılara ter dökdürecek derecede mümarese pey- da edenler görülüyor. Böyle devam ederse pazarlıkta aldananların sayısı dünyanın dört bir köşesine yayılmıştır, har tarafta pazarlık var Gi i BET Er ğ j Bir firkete için pazarlık gün geçtikçe azalacaktır. Bugün bütün Avrupada «Şark» pazarlık dünyası olrak meşhurdur. Sanki kendi memleketlerinde pazar- hık huyu hiç yokmuş gibi Avrupalılar fırsat buldukça Şarkta pazarlıksız mal almanın mümkün olmadığını, en ufak bir şeyi alırken bile çekişe çekişe pa- zarlık yapıldığını söylerler ve adetâ yaka silkerlerler. Şarktaki pazrlık huyundan en çok şikâyetçi olanlar bilhassa seyyahlar- dır. «Şark pazarlık memleketidir; propagandasını yapanların başında dâ bunlar gelir. Pazarlık belki Şarkta ! başlamıştır. Amma bunların cazibesi- ne Avrupalı tüccarların da dayana- madıkları muhakkaktır. Bugün Ar- rupanın bir çok memleketlerinde Şarka parmak ısırtacak derecede pa zarlık hüküm süren şehirlerin sayısı az değlidir. Bunların en başında hll- hassa İtalya gelir. İtalyanın da bil- hassa Napoli şehrinde çok pazarlık yar pilır. Napoliye uğramış bir dostum anla- tıyordu: — Napoliye çıktığımız zaman bir çok satıcılar etrafımızı sardı. Ellerine bir sıra dizdikleri tarakları bize uzatı- yorlar, satın almamız için söylemedik- leri cazib söz bırakmıyorlardı. Haki. katen şık taraklardı. Benim önüme İstanbulda en çok pazarlık yapılan yerlerden biri: Mahmudpaşa gelen bir satıcıya bunların kaç para olduğunu sordum. 5 liret dedi. Bahalı buldum, iki liret teklif etim. Hemen razı oldu, parayı alarak yanımızdan uzaklaştı. Dört beş saat Napolide kaldıktan sonra bütün yolcular vapura döndü- ler. Bir kaç tanesinin benim satın al- dığım taraklardan edindiklerini gör düm, kaça aldıklarını merak ettim. Şaşılacak şey azizim, BİZ 10 lirete, bir başkası 7 lrete, diğer biri $ lirete satın almış. En ucuza ben aldım diye sevinirken orta yaşlı bir zatın aynı ta- rağı bir lirete aldığını öğrenince ne- şem kaçtı. Napolide herşey böyle. Dehşetli bir pazarlık hüküm sürüyor. Paxarlık eskiden Avrupada pek yoktu. Fakat artık yavaş yavaş her tarafa sirayet ediyor. Fransada çok- tan başlamıştır. İsviçrede haylı pa- zarlık yapılıyormuş. Yalnız İngiltere ve Almanyada pek yok, Var amma izâm edilecek kadar deği, Bize gelince, maalesef bizde de pek pazarlık yapılır. Alelâde bir mala in- safsızca fiat istendiği ve sonra hayret edilecek kadar ucuza verildiği vakidir, En çok pazarlık edilen yerler Çarşılçi, Mahmudpaşadır. Fakat yalnız çarşı- lara inhisar etse yineiyi. Bu usul mahalle aralarına kadar sirayet et- miş bulunuyor. Araba ile veya sırtta sebze, meyva Satan gezginiciler pa- zarlığa vakıfdırlar. Fakat yukarıda da zikrettiğim gibi müşteriler de pazarlıkta çok ustalaş- mışlardır. Bizde müşteriler arasında en mahirane pazarlık yapanlar kadın- lardır. Erkekler pek o kadar pazarlık yapamıyorlar. Kadınlar nedense bu işte ileri gitmişlerdir. Salıcıyı, malının değerinden fazla foat istediğine pişman ettiren kadın- larımız az değildir. Bunun, pazarlık yapmasını bilmeyenler için anlaşıl- ması güç bir de tekniği var. Meselâ sizden bir mal için yüz kuruş istedi. ler mi yirmi beş kuruş vereceksiniz böyle hireket ederseniz o malı 35 ku- ruşa almak mümkündür ve hakikaten alıyorlar da. Fakai ne olursi olsun, pazarlık iyi bir şey değildir. İnsan ce- binden cüzdanını çıkardığı zaman ve- MEŞHURLAR SERİSİ: . Akıl ” Meşhur doktor ve meşhur profesör Akil Muhtar dünyanın en nikbin in- sanıdır. Onun hayatta ümlidsizliğe düştüğü an yok gibidir. Her şeyi gü- zel tarafmdan görmesini çok iyi bilir, En sıkıntılı zamanlarında hayatı gü- zel görmüştür. Onun talebesine ve arkadaşlarına dalma tekrar ettiği sözü meşhurdur: «Ümidsizlik ve gayesizlik en büyük bedbahtlıktır.» Akil Muhtarın her ş6- yi nikbin bir gözle görmesini meraklı bir vaka ile anlatayım. Akil Muhtar yanında Tıp fakültesi hocalarından doktor A. Süheyl ile beraber trenle Yolda bir yemek yiyorlar. İki dok- tordan basit bir yemek için altışar lira alıyorlar. A. Süheyi: — Canım bir yemek, hem de böyle bir yemek 3 lira olur mu?.. diyor. Akil Muhtar bunun derhal teselli- sini buluyor: — Ben yola çıktığım zaman bu ye- mekleri dalma beş liradan hesaplarım, Daima bu yemekler için beş lira vere- ceğimi düşünürüm, Şimdi şu basit ye- meğe üç lira mı verdik... Ben memnu» num, çünkü Iki lira kâr ettim... Emin ol hayat hep böyle tesellilerle dolu- dur. Başka türlü yaşanmasına da im- kân yoktur. Küçük Akil merkebe binmiyor Akil Muhtar çocukluğunda gayet zeki ve şaşılacak derecede ciddi imiş. Hele ondaki bu ciddiyet o derecede sevimli, güzel bir merkep. almışlar... Akil Muhtar merkebe bir iki gün bin- miş... Sonra: — Artık, demiş, binmem... — Sebep?.. — Ne bileyim... Merkebe binmek bana garib geliyor... Ciddi bir insan için bu tuhaf bir yolculuk... Evet mektepten Üsküdara kadar merkeple gelmek Akil Muhtarın eld. ben bu merkebe kebe binmez olmuştur. Ve mektepten Üsküdara, Üsküdardan mektebe bu yüzden yaya gider gelirmiş. Küçüklü- günde Akil Muhtarın en zevkine gi- den şey misafir kabul etmekmiş. Ve bunu büyük bir ciddiyetle, büyük bir nezaketle çok güzel yaparmış. Küçük Akil Muhtar evinde, bahçe- sinde oldukça yaramazmış. Fakat bu yaramazlıklar esnasında bir kere bah- çedeki havuza düştüğü için ondan sonra son derece uslu olmuştur. Baba sı Muhtar bey de bir daha küçük Akil içine düşmesin diye havuzun etrafını parmaklıkla çevirtmiştir. Avrupaya kaçış Akil Muhtar Tıbbiyeye girdiği za- man diğer arakadaşları gibi hürriyet fikirleri etrafında çalışmağa başla- mıştır. Kendisi zaptiye tarafından $t- kı bir surette takib edilmiştir. Bunun üzerine Akil Muhtar bu şerait allında çalışamıyacağını anlamış ve Avrupa- ya kaçacağını annesine açmıştır. O zaman babası vefat etmiş bulunuyor- du, Annesi ileri fikirli bir kadın: — Peki... diyor... Biliyorsun benim bir dükkânım var... Onun kirasını se- nin Avrupa tahsiline hasrederim. Akil Muhtar tahsil parasını böyle sigortaladıktan sonra tam 18 yaşında Afrika isminde bir vapura biniyor. Ya- nında 50 lira olduğu halde gurbet yol- larına düşüyor. Niyeti bu 50 lira ile bir sene geçinmektir. Fakat bindiği yük vapurunda yatacak yer yok. Akil Muktar bir kaç frank vererek ahçının yağ kokulu yatağında bir kaç gece is- tirahat etmek imkânını buluyor. Nibayet bir gün Marsilyaya çıkıyor. Bu esnada üzerinde Askeri Tıbbiye üni- forması, belinde küçük bir meç var- dır, Marsilyada kendisini Tunus ordu» suna mensup bir genç zabit sanıyor- lar. Oturduğu bir lokantada iki hafif meşreb kadın: “ araranasesamasansaesesesaeaaare İki para etmez bir mala fahiş fiat istemek, bunun için gayri ahlâki bir taraf ta var, İnsanın asıl ağırına gi- den de bu değil midir? Pazarlığın büsbütün ortadan kal. karak pazarlarda kontrollü bir maktu flat usulünün tesisi her halde çok ha- yırlı bir şey olacaktır. Ş.E.R. diyetine dokunmuş, ondan sonra mer- | — Tunuslu zabite bak... Ne de genç... diye mırıldanıyorlar, Biricik ümid yanıp kül oluyor İstanbuldaki Genç Akil Muhtar dükkânın kirasile okuyacağım diye sevine dursun, Bu esnada büyük bir talihsizlik oluyor. Akil Muhtarın ki- rasile okuyacağı dükkân yanıp kül olüyor.. Ve Akil Muhtar Avrupada son derece parasız kalıyor, müthiş si- kıntı çekiyor. Akil Muhtar bu sıkıntıyı hAlâ unu- tamamıştır. Avrupada okuma sıkıntı- sını çok iyi bildiği için profesör Akil Muhtar parasını cebinden vererek allı muavinini Avrupada tahsil ettir. miştir. Şimdi bu muavinlerin içinde Tıbbiyede Hoca olanlar bile vardır, Ne zaman Avrupada bir Tıp talebesi- nin başı sıkışsa: «Parasız kaldım. Okur yamıyacağıma diye âkil Muhtara yaz- sa profesör katiyyen yardımını esirge- Nebatat âlimi ve heyetçi Akil Muhtar mütemadiyen okuyan bir makineye benzer. Gece uykusu kaçsa yatağında boş yere uykuyu bek- Jemez. Hemen kalkar, lâmbasını ya- kar ve okur. Uykusu gelinciye kadar okur. Bunun için her gece yatağının yanında 20 - 30 kitap vardır. Zaten kütüphanesinin bir kısmı da yatak odasındadır, Bütün gazete ve mecmu- Yarı okur, Yerli ve Avrupa mecmuala- rından paralarını vererek abone ol- .duklarının adedi otuzu geçmektedir. Akil Muhlar meselâ bir nebataf âlimi kadar iyi nebatat bilir. Nebata- ta çok merakı vardır. Sonra heyet il- mine pek ziyade meraklıdır. Türkiyede fen adamları içinde ilk defa 3 muhtelif konfransile Ayinştayn nazariyesini o izah etmiştir. Meşhur doktorun günde 5 - 6 saat uykusu vardır. Yemekleri son derece muntazam- dır. Midesi ev yemeğine o derece alış- mıştır ki dışarıda yemek yemek meo buriyetine kalsa mutlaka midesi biraz rahatsızlanır... Arasıra sinemaya gi der. Fakat çok orijinal bir sinema sey- rediş tarzı vardır. Sinemaya gider, perdede filim hak» kında yazı ile verilen izahatı katiyyen okumaz, Bunun için filmin mevzu- undaki rabıtayı kaçırır. Kahramanla- rn muhtelif hareketleri karşısında yanındakine sorar: — Bu adam şimdi niçin kaçtı... Ka- dın neden ağlıyor?. Hattâ bir gün bir hastası Akil Muh- tara gelmiş: — Doktor ben artık öleceğim... de- miştir, Doktor hemen cevap vermiştir; — Sakın ha... Sakın ölme... Vallahi, seni temin ederim ki İnsan bir daha dönmüyor... Portreci j i

Bu sayıdan diğer sayfalar: