27 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

27 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“. Sahife 6 AKŞAM Yugoslavyada 6 gün: 6 Avala dağında meçhul Yugoslav Istanbulda iyi sebze yetiş- asker âbidesini ziyaret Siyah mermerden yüksek bir dağ tepesinde yapılan bu âbide, dünyada mevcud bu kabil âbidelerin en güzellerinden biridir Belgrad — Meçhul Yugoslav asker Abidesi, Belgrad şehrinde değil Avala dağındadır. Avala dağı da Belgrad- dan otomobille 20 - 25 dakikalık bir mesafededir. Oplenaçta kral Alek- sandrın mezarını ziyaretten dönüşte, başvekilimiz B, Celâl Bayarın refaka- tinde, çelenk koymak için Meçhul Asker &bidesini de ziyaret ettik. Yugoslavlar, bidayette bu dağda, bir Meçhul asker âbidesi yapmışlar, fakat müteveffa Aleksandr Sırp mille. tinin Umumi harbde katlandığı feda kârlıkları ve Yugoslavyayı teşkil eden eyaletleri temsil edecek muazzam bir Meçhul asker âbidesi yapılmasını eni- retmiş, bu âbidenin inşasına başlamak için muktazi ilk parayı da kendisi ver- miştir. Bu karar üzerine, muvakkat eski Âibidenin bulunduğu yerden 250 basa- mak daha yüksekte ve Tuna ile Sava nehirlerinin suladığı ovaya hâkim ve Belgrad şehrine nazır bir mevkide, si“ yah mermerden muazzam bir Meçhul Asker âbidesinin inşasına başlanmış» tır. Abidenin plânlarını beynelmilel bir şöhreti halz olan Yugoslav heykeltraş- larından B, Mestroviç yapmıştır, in- şasına da kendisi nezaret ediyor, Üç sene evvel inşasına başlanari bu âbide, tamamlanmış, şimdi &bideye giden 250 | basamak tamamlanıyor. Âbidenin in- şası için muktazi siyah mermerler ve #air malzeme hep Yugoslavyadan te- min edilmiştir. AÂbidenin inşasmda İİ askerliklerini ifa etmekte olan müte- hassıs işçilerden istifade edilmiş ve ediliyor. Hattâ Meçhul asker Abidesi- ni ziyaret ettiğimiz zaman, bu asker. # ler, harıl harıl çalışıyorlardı. Yugoslavya Meçhul asker Abidesi, sanat ve mâna bakımından bir şahe- ser teşkil eğer. Âbide, büyücek bir mabedi andırır. Ön ve arka tarafı açık- tır. Abideye giriş yerini teşkil eden ön tarafta, dört Yugoslav vilâyetini tem- sil eden dört kızın ikişer ikişer karşı- Tıklı olarak heykelleri duruyor. Arka tarafta da eyni vaziyette diğer dört vbâyeti temsil eden dört kız heykeli vardır, Heykeilerin her biri, üç metre büyüklüğündedir. Âbidenin içi boştur. Pıril pırıl parlıyan ve siyah mermer- den yapılmış olan iki duvara, çelenk- leri asmak üzere bronzdan yapma bü- yük çiviler çakılmış, sol taraf duvarı- na da çelenk koymağa gelecek heyet- Jerin imzalıyacakları defteri mahsusu koymak için gene siyah mermerden yapılma mall bir dolab konmuş. Hepimiz bu âbidenin güzelliğine ve mânalılığına hayran kaldık. Hariciye Nakleden: (Vâ-Nü) Babasının bu sessiz sahilde fevkalâ- de rahat ettiğini gördüğü için, Nazan buradan bir türlü ayrılmak istemiyor- du. Muntazam yiyorlar, muntazam ya- tap kalkıyorlar. Öğleden sonra Atıf bey bir saat kadar uyuyor, sonra kızile beraber hava almak için gezmeğe çıkı- yordu. O gün bir arabaya binip şehirden uzak sahil boyundaki çamlığa gidecek- İer, ve orada, kaydların üstünden de- nizi seyredeceklerdi. Genç kız, yüzme- Ei pek sevdiği için, babası bir ağacın altında otururken, Nazan #zıcık yüze- cek, bu arzusunu tatmin edecekti. Arabadan inince Atıf bey sordu: — E kızım! Şimdi ne yapacağız ba- kalım? Babacığım, müsaade et. Ben de- hize gireyim, sen de yüzmemi seyre- dersin. — Ya soğuk alırsan? — Aman baba... Bak, güneş ne ka- dar kızgın! Su, muhakkak Ki ııktır. — Peki ama, uzaklara sakın gitme. Buranın denizini bilmiyorsun. Genç kız, bu izni alır almaz, hemen MAZİNİN YUKÜ ALTINDA... Aşk ve macera romanı Başvekilimiz muvakkat Meçhul Avala dağında Meçhul asker Abidesi Vekilimiz B. Tevfik Rüştü Ares, &bide- nin güzelliğinden bize bahsederken: — Ben, dolaştığım ve gittiğim mem- leketlerde bir çok Meçhul asker Abide- leri gördüm. Diyebilirim ki bu âbide, en güzellerinden biridir. dedi, Avala dağı, yalnız Meçhul âsker Abide yeri değil, ayni zamandada Belgrad halkının gezmek için en çok gittiği yerlerden biridir. Dağda, mü- kemmel bir otel mevcuddur, B. Stoya- dinoviç, âbideye çelenk konulduktan sonra otelin bir salonunda, B. Celâl Tefrika No. 21 doğru ilerledi. O esnada, denizin dibinden kabaran ve evvelce mevcudiyeti sezilmiyen müt- hiş bir dalga belirdi ve bu hall kızla sahilin arasına girdi. Sonra bütün ağırlığile Nazanın üzerine çöktü. Bu çeşld dalgalar pek nadir olmakla be- raber, akdenizin o sahillerinde arasıra raslanan hâdiselerdendi. Bunu gören zengin tüccar yerinden fırladı ve korkuyla bağırdı: — Nazan! Bu sadme, kızımı sarsmuş olmıyacağ miydi? Sinsi dalga yavrusunun Üzerine çö asker âbidesine çelenk koyarken Bayar ile B. Tevfik Rüştü Arasın şe- reflerine Wususi bir öğle ziyafeti verir- ken, Yugoslav matbuat umum müğü- rü B, Lukoviç de otelin başka bir sa- lonunda bize bir ziyafet veriyordu. Avala dağı, bir arı kovanını andi- rır, yüzlerce sivil ve asker işçi yeni yeni yollar açıyorlar, mevcud yolları genişletiyorlar ve asfalt ile döşüyor- lar. Geniş otomobil yollarının iki ta- rafını, sayısız çam ağaçları süslüyor ve etrafa gönüllere ferahlık ve sağlık #erpen çam kokularını yayıyor. Ahmed Hülâli Kırşehir felâketzedelerine ketzedeleri (o için 1500 ira toplan- mıştır. Teberrüat devam etmektedir. Resmini dercettiği- miz bayan Feride f& Riza Derebeyoğlu We Kızılay heyeti- nin mesaisi tak- dire şayandır. kerek, sürüklememiş miydi? Ürkek gözlerle, şimdi artık sakinleşmiş olan denizde kızını arıyordu. Oh, çok şükür, boğulmamıştı... Na- zan yüzüyordu. Lâkin dalganın darbe- si onu o kadar yormuştu ki, tekrar sa- hile kavuşması İçin epey uğraşması lazımdı. Genç kızın hareketlerinin gitgide ağırlaştığını ve yüzmek için zahmet baba, başladı. Çeneleri kilitlenmişti, Ellerini ıztı- rabla uğuşturuyordu. Yavrusunu fr- kütmemek için, ses çıkartmadan onu gözlerile takib ediyordu. Bir kaç dakika geçti. Fakat bütün uğraşmalarına reğmen, Nazan bir türlü sahile yaklaşamıyordu. Aksi bir tesadüf olarak, ters gelen akıntı kızı açığa doğru atıyordu. Baba, çılgınlar gibi, ne yapacağını bilmiyor; etrafına bakınıyor; yavru. sunun imdadına yetişmek için denize Atlamak istiyor; fakat yüzmeği bik mezdi... Gözü önünde Nazanın boğul. duğunu görmek korkusile deli oluyor- du. Artık kendini — Yavrum! Evlâdım! Gayret et, Akıntı seni sürüklüyor! - Ku toplaj Sahile gel... Lâkin genç kız o kadar halsizdi ki, onu denizin diblerine kadar tutamadı. Avazı | ya Ee e a bağpmağa See | Sebze ve meyvalar mesinin sebebi nedir? Buna mukabil birçok meyvaları Istanbulda yetiştirmek neden kabil olamıyor? Şöyle bir iddiada bulunuluyor: — Memleketimizde sebze tohum- ları senelerdenberi değiştirilmemiş ve neticede sebzeler üdelâ dejenere olmuştur, Sebze tohumlarının ıslahı için şimdiye kadar teşebbüslerde bu- Junulması lâzımdı. Bu tohumlar 1s- lah edilmedikçe veya (değiştirime- dikçe sıcak iklimlerde daha çabuk dejenere olan tohumlar Adana, Mer- sin, Antalya ve İzmir mıntakaların- da bozulmakta devam edecek ve ora” lardan gelen sebzeler lezzetlerini kaybedeceklerdir. Çok ehemmiyetli bir noktaya te- mas etmesi bakımından bu iddianın üzerinde durmak lâzım geliyor, Ted- ! kikatıma göre iddin yersiz ve manâsız değildir. Fikirlerini sorduğum bir | çok kimseler, aşağı yukarı bu iddiayı tasdik eder mahiyette göründüler. Sebzeler nerelerden geliyor? | Sebzeler İstanbula nerelerden ge- iyor? Evvelâ bu ciheti tebarüz etii- relim. İlk turfanda Mersin, Adana ve Bilifke, ikinci turfanda da İzmir ve garbi Anadolu kasabaları bahçe- lerinin mahsulünü yiyoruz. İkinci turfanda mahsul gelmeye | başladığı zaman İstanbulun İzmitten Bostancıya kadar sahil mıntakasile kısmen Bursanın ilk turfanda mah- sulleri peyderpey piyasana arzedili- yor. Bu muntakaların sebzeleri «kır- mızı otprak mahsulüz âdıni almak- tadır. Daha sonra «orta mahsul» denilen Yedikule, Kumkapı, Topkapı ve şehrin diğer yerlerindeki bahçe- lerin sebzeleri satışa çıkarılıyor, Bun- Jara ayni zamanda «kara toprak mahsulüş adı verilmektedir. Bu mahsul bitmek üzere İken son turfanda olarak biri Maltepe, Kartal mıntakasının ikinci ekiliş mahsulü; diğeri şehir harleinde kalan ve Ke- merburgaz, Boğazköy gibi Boğazın serin rüzgârlarına maruz bulunan Beykoz, Akbaba, Anadoluhisarı bah- çelerinin mahsulü olmak üzere iki mıntakadan sebze geliyor, Yerli mahsul niçin daha lezzetlidir? Umumiyet itibarile «yerli sebze namı verilen İstanbul sebzeleri, di- ğer yerlerin mahsulüne daima tercih edilir. İlk turfanda gelen sebzeler karşısında: — Yerlisi çıkamalı ki... Diye dudak bükülür, Yerli mahsulün lezzetli olmasına se- bep toprakların killi ve İstanbul sula- rındaki madeni tuz nişbetinin sebze 2i- rTaali için mütenasip bir derecede bu- Üzerine arka üstü yatmiş, açıklara doğru sürükleniyordu. Baba, boğuk boğuk inledi: — Evlâdüm! Boğuluyor! Ve, ne yaptığını bilmeden, sanki kurtaracakmış gibi, denize doğru koş- mağa başladı. #“ — Nereye gidiyorsunuz beyefendi? Atıf beyin arkasından genç bir er- kek sesi işitildi. —.., Akıntı çok kuvvetlidir. Siz ge- Buraların cereyanlarını bilirim. Baba, etrafına baktı. Bu ses acaba nereden geliyordu? Arkasından, bir delikanlının, kayalar arasından koşa- rak sahile indiğini gördü. Genç adam koştuğu sırada soyunuyordu da... Za- man kaybetmeden elbisesini Atıf be- yin ayakları dibine fırlatarak denize atladı. Büyük bir meharetle yüze yüze Açık denizlere doğru ilerledi. Atıf beyin kalbi helecanla çarpıyor- du. Elleri öyle takallüs etmişti ki, tır. nakları avuçlarına batıyordu. Uzak- tan Nazan, imdadına geleni görmüş olacaktı ki, tekrar kendini topladı. Sa- hile doğru yüzmeğe çabaladı. Fakat bütün gayretine rağmen, arcük ye- | Atıf bey sevinç ve halecarla o rinde durabilmesini temin ediyordu. Bu hfdiseyi uzaktan gören araba- cı da şimdi sahile inmiş, Atıf beyin veremiyordu Dalgaların yanında telâşla girpınıyordu: lunmasıdır. Bundan başka sıcak iklim ultında yetişen sebzeler, tam teşekkül vaziyeline girmeden meyva vermiye mecbur kalıyorlar, Tablidir ki, mu- tedil iklimde vaziyet tamamen de fişiyor. Nitekim İstanbul sebzeleri tabii karekterlerile fiziyoloji balı- mından tam teşekküle majliktir, Me- selâ, İstanbulda bakla bir buçuk met- reye kadar yükseliyor. Buna mukabil Adanada yarım" metreyi o geçmiyor. Bodur kalıyor. Vaktinden evvel mey- va vermek yüzünden pek çabuk ihti- yarliyor. Meyvalar İstanbula Anadolunun her tara- fından meyva geliyor. Elma mıntaka- Yarı Gümüşhane, Rize, Giresun, Or- du, Sinop, Amasya, Niğde, Kastamo- Bu, İnebolu ve İzmittir. Fakat bir noktaya nazarı dikkati oçeke Amasya elması diyoruz, Lezzetle yi- yoruz ve beğeniyoruz. Halbuki alda- Myoruz; çünkü yukarıdaki bütün | mıntakalardan İstanbula Amasya ci- ması denilen elma geliyor, Fakat Amasyanm hakiki elması bütün karakteristik nefasetile bu mm- takalarda yetişmiyor. Bu elmayı an- cak Amaya muntakası verebiliyor. Nevşthirin, Niğdenin, Kastamaonu- nun, İnebolunun Amasyaları melez- âir, Buraların yerli, yabancı elmaları üzerine Amasya aşısı vuruluyor, M€- Jez Amasyalar bu suretle meydana geliyor ve aşı kalemile anaç arasın- daki imtizaç kabiliyeti ne kadar Taz- la ise, elma Ga o nisbette Amasyaya yaklaşıyor. Çiçeğe merak edenler bahçe sahibi ölüyor ve çiçekle beraber meyva dâ yetiştirmeye uğraşıyorlar. Fakat bu gayretler tam bir netice vermiyor. İstanbulda bol meyva yetişmiyor. Bunun sebebini şöyle hülâsa etmek mümkündür: İstanbul jeoloji bakı- mından muhtelif devirlere aid top- Tak teşekkülerine maliktir. Bunlara göre meyva nevileri seçilip üzerinde uğraşılmamış, gelişi güzel meyva di- kilmiş ve istenilen netice de elde edi- lememiştir. Ancak erik ve kayısı gi- bi toprak teşekkülâtından fazla mü- teessir olmıyan, hemen her toprak- tan gıda alabilen meyvalar İstanbul- da yetişmektedir. Fakat bazı meraklılar hususi bah- çeler vücuda getirerek, az dahi olsa, portakal, mandalina bile yetiştirme- ye muvaffak oluyorlar. (Devamı 7 nci sahifede) Necmi Erkmen — Vah vah!.. Küçük hanım da çok uzaklara gitmiş... Burası tehlikeli sinsi denizdir... Kimse buradan suya girmez... Geçen sene Üç kişi boğuldu... Neyse delikanlı iyi yüzüyor... Yetişe- cek... Fakat dönüş güç olacak! Bu sözler babaya büsbütün ıztırab veriyordu, Atıf bey asabiyetle sordu: — Yahu! Buralarda sandal filân yok mu? — Yok beyim, yok! Yalmz arada gümrükçülerin sandalı geçer... Ama şimdi nerede kimbilir! O sıralarda delikanlı genç kıza ye- tişmişti. Uzaktan bir şeyler konuştu. ğu görülüyordu. Herhalde dönüş için nasıl hareket etmesi lâzım geldiğini söylüyordu. Sonra bir elile kızın omü zunu tutarak sahile muvaz! bir şekil de yüzdü. Arabacı, takdirle: — Aşk olsun şu delikanlıya! Çok akıllı şey! Akıntıya karşı yüzüp ken- dini yoracağına burunun öbür tara- $fina kolaylıkla çıkacak. Fihakika iki yüzücü çabuk çabuk #lerliyorlardı. Ve sz müddet zarfında öbür taraftaki sahile çıktılar. Fakat genç kız, bitab bir haldeydi. tarafına koştu. Yarı baygın bir olan yavrusunu kolları arasına aldı, (Arkası var) A NE

Bu sayıdan diğer sayfalar: