27 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

27 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Çilek bolluğu başladı Bir zamanlar aristokrat meyva olan çilek şimdi en demokrat meyvadır Ereğli çilek tarlaları gittikçe genişliyor ve Ereğli çileği kalite itibarile yükseliyor Çilek bolluğu başladı. Birkaç gün- diriciler kilosu 35-40 kuruşa kadar çilek satıyorlar. İşin garip tarafı, bu- gün satıcılar, sattıkları çileği «Amar yudköys çileği diye iddia etmektedir. Jer. Halbuki Arnavudköy çileği henüz birkaç manavda kilosu 80 kuruşa sa tılmaktadır. Manavlarda, dükkânlar- da ve her tarafta gördüğümüz çilek- ler Ereğliden gelmektedir. Denilebilir ki bu mevsim en bol ola- rak tesadüf edilen meyva çilektir. Erik, kiraz pek azdır, Birkaç hafta evvel yağım yağmurlar, kiraz ağaçlarına zarar vermişti. Maamafih pek ufak taneli kirazlar manavlarda 20-25 ku- ruşa satılmaktadır. Fakat bunlar pek Hafsızdır. İri taneli, siyah, ve yahud 81 kirazları bu sene yiyemiyeceğiz. Far kat bu kiraz ve erik buhranına karşı bol bol çilek yiyeceğiz. Çilek aristokrat bir meyvaydi ; Yakın senelere kadar çilek mevsimi meyvaları arasında, herkesin yiyeme- diği meyva idi, Çilek mevsimi geçtiği halde çilek yiyemiyenler, pek çoktu. Hiç bir zaman mahalle arrlarındş ucuz erikler gibi çilek satıldığı vaki değildi. Şehrin pahalıcı ve maruf ma» navlarında uzun sepetler içinde du- Tan, Osmanlı çileğinin ucuz meyva- Jar arasında aristokrat bir hali var- dı. Halbuki şimdi çileğin bu hali kalmamıştır. Ucuz sergilere, fakirie- rin alış veriş ettiği ucuz akşam pa- garlarına kadar yayılmıştır. Bu itibar- İa aristokrat bir hali olan çilek, şimdi en demokrat bir meyva olmuştur. Es- kiden İstanbul haricine en makbul mevsim hediyesi olarak çilek gönderi- İirdi. Diğer vilâyetlerde bulunan kim- #elerin en büyük hasretlerinden biri de Boğaziçi çilekleriydi. Halbuki şim- di İstanbul halkı bile, Ereğli çileğini yemektedir. Ereğlide çilek tarlaları son seneler- de artmıştır. Yakın senelere kadar Ereğli çileklerinin İstanbulda bu kar dar rağbet göreceği ümid edilmiyor- du. Birkaç sene evvel, Ereğlideki kon- serve fabrikası İstanbul çileği gibi Ereğlide de çilek yetiştirtmek için bahçe sahiplerini teşvik etmiştir. Ma» amafih Ereğlide çilek yetiştirmeğe âmil olan yalnız konserve fabrikası değildir, Bir rivayete göre Ereğli kö- mür havzası bahriye dairesi iöaresin- de iken, bir bahriye zabiti, Arnavud- köy çileğini, Ereğlye götürmüş, ora- da tecrübe mahiyetinde bahçelerde rmiştir. Fakat aradan uzun 58- geçtiği halde, hiç kimse bu işe ehemmiyet vermemiştir. Bahçe sahipleri fabrikaya çilek ye- tiştirirken, İstanbula da satmağı tecrü- be etmişlerdir. İlk tecrübelerde, İs- tanbulda Ereğli çileği rağbet görünce, cesaret arlmışlır, Nihayet Ereğli Tür- kiyede, birinci derecede çilek yetişti- ren bir mınlaka olmuştur, Vaktile kö- mürü ile şöhret bulan Ereğli, şimdi çileği ile anılmaktadır. Ne kadar çilek geliyor? Ereğliden buraya çilekler ekseriyet itibarile motörlerle seykedilmektedir. İHergün aşağı yukarı on, on beş motör gelmektedir. Evvelki gün yalnız üç Mmotör gelmişti. Bu yüzden meyva hâ- İlinde çileğin toptan kilosu 30 kuruştu. İ- Her motör 300 kadar çilek sepeti al- maktadır. Fakat Ereğli sepetleri, İs- tanbul sepetleri kadar küçük değildir. Beher sepet on kiloya kadar çilek a1- Mmaktadir. Hergün vasafi olarak on beş! Motör geldiğini kabul edersek bir gün- te İstanbula 45 bin kilo kadar çilek geldiğini hesap ederiz. Ayrıca Ereğliye ağrıyan vapurların getirdiği çilekler, İstanbul bahçelerinde yetişen çileği Gs gözönüne getirerek olursak bir Eünde, İstanbul meyva hâline 60-70 bin kilo kadar çilek geldiği meydana Çilekler nasil standardize edilir? İktisad vekâleti ihracat mallarımı- zı standardize etmek, mallari cinslere, boylarına ve evsafına göre tasnif et- tirmek için çalışmaktadır. Hattâ bu iş için standardizasyon bürosu müdü- riyeli diye ayrı bir daire teşkil edil- miş, Avrupada nmütehassıslar getir- miştir, Halbuki fkinci derecedeki çi- lek alıcıları çilekleri standardizs etme- gi, mütehassıslardan daha iyi biliyor- lar. Meyva hâlinde, çileklerin toptan satışı yapıldıktan sonra çilekler ye- niden bir tasnife uğruyor, İri taneli, pembe çilekler Arnavudköy çileği di- ye bir tarafa ayrılıyor. Daha kokulu ve daha güzel çileklere Osmanlı çileği. ismi veriliyor, Geriye kalan çileklere de Ereğli çileği deniliyor. Yarı ezik, ve biraz çürümeğe yüz tutmuş çilekler» Üniversite cerrahi kıliniği doçentliği Üniversite ikinci cerrahi klinikliği doçentliğine ope ratör doktor Riza Halid oOKonüralp seçilmiştir. Doktor Konuralp 1925 se- nesinde Tıp fakül- tesinden mezun- dur. Araçda hükü- met tabibi olarak mecburi hizmetini yaptıklan Sonrg Haseki ohastane- sinde üç sene cef- rahi ve radyoloji servislerinde çalışmış, müteakiben memleketin muhtelif büyük merkey- İ lerinde cerrahi kliniklerini uzun müd») det muvaffakıyetle idare etmiştir. | Bu kere Üniversitede açılar ikinci cerrahi kliniği doçentiiği imtihanına girerek yaptığı mühim ameliyat ve muvaffakıyetle verdiği nazari dersi ile hocalarının takdirini kazanmış ve müttefikan Tıp fakültesi ikinci cer- rahi kliniği doçentliğine intihap edil- miştir, Siirdde kostümlü balo Siirt (Akşam) — Halkevi salonla. rında bir kostümlü balo verilmiştir. Güzide davetlilerin toplandığı bu ba- Joya ilbay ve fırka komutanı da işti- rak etmek suretile ayrıca neşeyi art” tarmışlardır. Sabaha kadar muhteli? eğlenceler arasında iyi vakit geçirilmiş ve en son kıyafet müsabakası yapılmıştır. Bi- rineiliği bayan Necmiye kazanmıştır. Birinci gelen bayana alkışlar arasın- da Halkevi tarafından kıymeti bir &ltın bilezik hediye edilmiştir. de, pek ucuza akşam üzeri kurulan ucuz pazarlara sevkediliyor. Bir kısım iyi çilekler, Ereğli sepet- lerinden çıkarılarak uzun sepetlere naklediliyor, Fakat bu iş pek te basit değildir. Çilekleri tasnif ederken, ez- memek lâzımdır. Çilekleri karıştırmak tehlikeli bir iştir. Çilek derhal bozulur ve ezilir. Bu da bir ihtisas haline gir- miştir. Bugün bu ihtisasa rağmen ezi- Jen çilekler olursa bunlar şekercilere ve şurupçulara ve yahut yukarıda yaz- dığımız gibi ucuz akşam pazarlarına sevkedilir, Hasılı Ereğliden gelen çilekler, bin bir isme girerek, daha pahalı şerait a) tında, manavlara tevzi edilir, # Maamafih çileklerin bu gidişle tasni- fine lüzum kalmıyacak, çünkü Ereğli çileklerinin nefaseti gittikçe artmak- tadır, Artık Ereğli çileği Arnavudköy çileği diye salılmıyacak, çünkü Ereğ- li çilekleri koku ve nefaset itibarile İs- #anbul çileklerine yakınlaşmıştır, Çilek ihracatı düşüncesi Türkofis, her çilek mevsiminde çi- lek ihracatı imkânlarını tedkik eder- di. Bulgaristan çileklerinin tayyare ile Almanyaya sevkedildiği misal ola- Tak gösterilir, ihracatçılarımızın bu işl yapmaları teşvik edilirdi. Bu İş için yapılan tecrübeler ihracatçılara cesaret vermemiştir, Meyva hâlinde bu bahisler görüşü- ürken, bir meyva tüccarı şu meseleyi hatırladı, — Altı, yedi sene evvel, İstanbula Kaliforniyalı bir milyoner gelmişti. İstanbul çileklerinin nefasetinden bahsettikten sonra, tohumlarını teda- Tik etti Kaliforniyada yetiştireceğini söyledi. Eğer bu milyoner bu İşte mu- vaffak olursa, Ereğli çilekleri nasil İstanbul piyasasını kapladıysa, Kali- #orniyada yetişen İstanbul cinsi çilek- ler de bütün dünyaya yayılır, — H. 4, (Sebze ve meyvalar —Baştarafı altıncı sahifede— İstanbulda bu sene görülen bir meyva «Pamplmus» Bilmem gözünüze çarplı mı? Bu sene İstanbul piyasasına «Pamplmus» diye sarı renkli, tastoparlak, portaka- ln ağabeysi gibi bir meyva geldi. Di- gından da içinden de görünüşü tıpkı portakal. Fakat lezzeti bambaşka, Biranın kendina mahsus tatlı bir aci- ağı vardır. Pamplmusda da kismen biranınkine benzer bir acılık var. Fa- kat üzerine toz şeker ekmeden ye mek imkânsız. Pamplmus Amerikan meyvasıdır, Amerikada ve kısmen de Avrupada taammüm etmiştir. Fransızlar da buna «Grapfruiş diyorlar. Bu meyva Amerikadan Suriyeye geçmiş ve of dan da cenup vilâyetlerimize gelmiş- tir. Bizde de beş allı sönelik tarihi vardır, Son senelerde Dörtyol, Mersin ve Adanada, fevkalâde hâzım olan bu meyvanın istihsali çoğalmıştır. Bizde şimdiye kadar tanınmıyordu. Çünkü portakal daha lezzetlidir, Fakat garp- İa da gittikçe taammüm etmesi üzerine bu seneden itibaren şehrimize sevkiyat pallmıya başlanmışlır. Trak vapurile - yaplığımız Bursa seyahatinde Çelikpalasta öğle yeme- ğinde meyva olarak birer kahve ka $iğı relakatinde yarımşar Pamplmus getirdiler. Yanımdaki arkadaş kendi- sine verilen kahve kaşığını bir defa da bana gösterdikten sonra garsona: — Yanlışlıkla getirmişler, değişti- rir misiniz? Dedi, Garson bü suretle kim bilir ne kadar azarlanmışta ki, daha arka» daşım sözünü tamamen bitirmeden gülümsiyerek cevab verdi: — Bu meyva kahve kaşığile yenir Necmi Erkmeti — Tabit değil mi ya beyim; kaç ke- Te başıma geldi. — Deyil boyle angaze, komple, doğ- ruyolda bir kariya karsıdan kompli- mento yapıyorsun. Çünkim saniyor- sun eyi mal, Geliyor senin yaninda... Kakohrononahis, ma ne tapon!.. Kat- saziksin, kari yerde düsüyor, bayili- yor vre., nistin, onun keratsa buzuldu itsin., Zincirkiran öyle bir puff? sâvurdu ki ta neredeki gaz lâmbası sönecekti: — Sıkıyorsun, az lâf et herifi.. Dimitri, ayağa kalkıp yerden temen- nahı varacakken bu sefer de gözler açıldı: — Ananın karnından Amedci bey mi çıktın be?.. Kes şu hacivadlıkları, insan gibi otur kalk... Şimdi sana diye- ceklerim var, cevap bekliyorum. —7n — Sen o marsıkla aksataya giriştin mi hiç? Teftiş müdür muavini efendide kor- ku dağları bekliyor. Aklı başında ve 1âf anlıyacak halde değil ki. Şaşkın- lıkla bir yolsuzluk yapacağım da simit kirar gibi zincirleri ayıran elin tersi suratıma yapışacak; şakak, burun, çe- ne kemiklerim dağılacak diye titreme- de: — Ben Marsilyada aksatami girmi- sim? Artık bu kadarına delifişek Rıza be- yin değil, Eyüb sultanın bile sabrı tü- kenir, Gene bir sayha odanın camlari- nı zangırdattı: — Ulan hokkabaz oyunu mu oynu- yoruz? Ben Yahudi hokkabaz mıyım, sen de yardağım mısın kerata?.. An- dalavizoyu bırak, adamakıllı konuşa- caksan konuş; konuşmuıyacaksan ce- hennem ol buradan!, Bir daha tekrarladı: — Sen o marsıkla, yani Güllü Ago- bun Küçük Karâkaşyanla şimdiye kar dar aksatada bulundun mu? Yani ötekine berikine karşı meyancılık et- tin mi?, Türkçesi o kadar yakından tanıyor musun, sıkı fıkı ahbablığın var mı? Papasköprülü, suratı, ağzı, burnu hep birden çarpıttı: — Asto diavolo, simdi ağnadim kim istiyorsunuz, Agob Odunziyan kütsük kizi soruyorsunuz... Zincirkıran İrfana sordu: — Babasının oduncıyanlığı, orman- cıyanlığı var mı? O da tereddüdde, — Babasının kim olduğunu bilmi- yorum. Fakat beyefendi, lâtfedin, bu meseleyi kapatalım... diyor ama ağzın- dan çıkanlar yarım yamalak dökülü- yor. Sabri ağa da karıştı: — Dimitri efendi, senin söylediğin başkası olacak. Beyin sorduğu o değiL Bizim nazıra sık sık gelen, hattâ bu- gün de gelmiş olan sakallı tiyatoracı yok-mu, Gedikpaşadaki oyun yerinin sahibi, Gülü Agob?.. Dimitri, böyle bir kadını tanımadı. ğını bildirecek olsa - alay beyi korku- Su bir tarafa « mösleğindeki bunca yıllık ihtisasına karşı da ayıb... Bir. den, neşeli bir tavır takındı ve attı; — 'Tanidim, tanidim... Siyah, sis- man, manda gibi bir kari.. — Zırvalama be, o dediğin Büyük Karakaşyan... — Ha kütsük soruyorsunuz?.. Oda benim tanidik... — Ha şöyle, yola gel!.. — Bizim Dimitri efendi ne zamanm hovardası beyim? İrfan ezilip büzülüyordu: — Çok istirham ederim Rıza beye- fendi, bu işi tacii etmesek. Teklifinizi reddetmek küstahlığında bulunmıya- cağım. Emrinizi yerine getirelim, fa- kat başka bir güne talik eyliyelim.. Bir bağırtı daha: — Demir tavında gerek!.. Ey simsar söyle bakalım, bu işi bu gece hailede- ceksin değil mi? Simsar boş atıp dolu vurdu; — Onun evisi Pangaltida... .— Öyle mi İrfan bey? — Pek bilemiyorum ama bazıların- dan orada ikamet ettiğini duymuş“ tum. — Yaşşa yahul.. Seni kılavuz ede« nin bümu çiçekten çıkmaz bel — Yamandır bizim teftiş muavinil.. Dimitri elendi, hemen cakalılaşır gibi oldu: Tefrika, No. 72 NANEMOLLA — Bu aksam onun evde gidezeyis, yoksam baska bir yerde gütürezeyiz? İrfan, bu sözler olurken baygınlık» lar geçiriyor, kendini zor tutuyor. Mecnundan da kaç gömlek beter. O, (yürü Leylâ, ben Mevlâmı buldum) diyip yakadan atmış; bu, bunca ha» kâretlere uğramasına, başına bunca derdler gelmesine, (yere batsın, bir daha ağzıma almam kahbeyi; taş bar sacağım sineme) demesine rağmen ge me içi finkfinkde, Küllenmiş ateşi tekrar parlamıştı, İstediğiniz kadar ahmâk, aptal defle- rine yazın; ne haysiyetsiz, etbilliyetsis oğlanmış diyin; (böylesinin deli diva nesi olsam, büyük sözüme tövbe, der- hal soğurdum böyle delikanlıdan) de- sin dursun kadınlar, faydası ne? Delikanlının aşkı, ağzında zemzem, son nefesini verinciye kadar sürüp gk decek... Sevgilisine kabahat bulmamağa bi Je başlamıştı. Hepsine dudunun sebeb olduğunu, hakaretleri yalnız onun yaptığını, Küçüğün ağzını açmadığı. nı, hattâ Eşref landonun yanına ge- linee ona doğru şemsiye indirdiğini düşünüyordu. Şimdi eni büyük ızlarabını geçiriyor- du. Bunun da sebebi, Küçüğün evine hemencecik gidebilmenin veya onu bir yere getirtmenin mümkünlüğü... De- mek bu kadın bu derece orta malı!.. Zincirkıran, bıyıklarını burmakla meşgul... Düşünmede... Onun asıl maksadı, Eşrefi bir pun- duna getirip bir yerde kıstırmak; ka- put dayağının öylesini atmak ki onun Bulgurluda, delikanlıca attırdığı, ok- şama kabilinden kalsın... Bunun da en muvafık zamanı, en biçimli şekli, Küçük Karakaşyanla birlikte olduğu an... Daha kestirmesi, daha kolayı vâr ama aksiliğe bak, bu gese mümkün değil Gecelerden cuma veyâ pazar gecesi olsa, yani Gedikpaşa tiyatrosunda oyun olan bir gece, dayanır tiyatroya; Eşrefin locdsının karşısında bir loca Aaçtırır. Oyun paydos olunca it tabif kariyı bekliyecek; çünkü arabasına alıp Beyoğluna götürecek, Köşeleme kapının yanına dikili, Onlar pırıltatı, İspirli faytona binecek- leri srada atılır İleriye. Hergeleye fazla değil bir beş kardeş. Yeter de artar bile. Kaş, göz, burun, çene biribirine karıştı gitti. Hampa- lar, muhafız kabadayılar yetişsinler de karşı çıksınlar bakalım. Birden fırlar yerinden: — İrfan bey derlen toplan, gidiyo- Tuz!.. O esnada kapının tokmağı gıcırda- dı, başörtülü ve yeldirmeli, elinde tep- si, üstünde üç kahve, dadı kalfa odaya girdi. Gene kapıyı dinlemiş. Konuşulan Jâfların azını anlamış, çoğu gürültüye karışmış; yalnız yavrucağı alıp götü- receklerini duymuş. (Bunlar da ne biçim zaptiye paşa- ları? Çocukcağızı kimbilir nerelere gö- türüyorlar?) diye bhalecanda... Dimitri efendi bu kadını merhum vezirin karısı ve'vezirzadenin annesi zannederek, ayakta, yerden temen- nahlara varıyordu. Sabri ağayı da rakı şimdi sarmağa başlamış: — Hödüklek etme, o, delikanlının dadısı... diyerek oturtmağa çabalıyor, Zincirkıranın da gür sesleri bunları bastırıyordu: — Simsar efendi hazır ol, gidiyoruz kara karının evine... İrfanı yatağından kucaklayıverip havaladı: — Kakavana söyle, elbiselerini ge- tirsin, Vezirzadesin, Osmani, Mecidi nişanlarının kurdeleli düğmelerini (yani rozetlerini) yakana tak! Pencereden başını çıkarmış, caddo- ye haykırmada: — Arabacı, boş mu araban?.. Bekçi, köşeden bize bir araba çevir!.. Efendi baba kusura bakma, elinde sopayı gördüm de seni bekçi sandım... Nanemolla şaşkın... (Korkarım gay- ret helâk eyler beni) fehvasına da uy- mamazlık etmiyor. Biraz evvel ya- takta doğrulurken yana yıkılan genç, ayaklanmış. Sofayı boylamış, Dilruba kalfanın karşısında dimdik: “Arkası var) in iğ

Bu sayıdan diğer sayfalar: