20 Haziran 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

20 Haziran 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

MW Dört beş kadın salonun bir köşesine Çekilmiş, erkeklerden bahsediyorlardı. Feride dudak büktü — Erkek değil mi? dedi, hepsi ayni | e makinesinden çıkmış p#- e rallr gibi biribirine benzerler... Hepsi o Zâlim insanlardır... Ayşe Feridenin sözünü tasdik etti: — Doğrudur... Erkek demek zulüm ektir. Hele kocaların çoğu zavallı 'a göz açtırmazlar. Arkadaşlarının bu sözleri üzerine Munde gülümsedi: — Ben bu fikirde değilim, dedi. Bir Malın İsterse en huysuz en zalim erke- fi kuzu gibi yapabilir. Erkekle kadın benzerler bilir misiniz? Vapurla ha... Erkek bir vapurdur. Kadın fi kaptanıdır. Eğer kaptan meha- İİ ise vapurunu çok iyi idare eder. Kendi hesabıma en zalim, en huy- İz bir erkeği yola getireceğime emi- nda © Buesnada biz de böyle hararetli ha- © Satetli konuşan genç kadınların etra- Mina İoplanmıştık. Hepimiz erkekleri © Yapura, kadınları kaptana benzeten Perhündeye gözümüzü dikmiştik. Fer- genç bir kadındı, henüz evli de- Çok iri yarı, güçlü kuvvetli idi. İtâ bazı arkadaşları onun için «peh- Van gibi kadın!» derlerdi. ünde sözüne devam ediyordu: Rezalete bakınız efendi: Birçok sofrada, karılarının pişirdik- Yemekleri beğenmezler, çorbanın tuzu fazla kaçsa: «Bu çorba şap Olmuş!» diye küplere binerlermiş. eskiden böyle yemek beğenme- Sofrada, tabakları, çanakları, sa- rı alt üst eden erkekler varmış, he büyük bir saygısızlıktır. Bir ka- Ai, saatlerce mutfakta, ocağın karşi- kan ter döksün, yemek pişirsin. iya getirsin... Erkek biraz fazla ka- Çan tuz için mesele çıkarsın, aksilik et- in ha... Doğrusu bir erkek bana karşı 3 ii hareket etse ben yapacağımı bi- Perhündeyi dinlerken biz erkeklerin ni imiz ürperiyordu. Yanımdaki ar- im kulağıma fısıldadı: gi — Vallahi azizim bu kadın kızınca er): döver de... Şundaki bazulara 0 oi Dak birader... Boks şampiyonu Demp- iş vaz MY gibi kadın. Bunun eline düşecek Pr vay haline... er)i beş ay sonra gayet meraklı bir 39 dakik Mradis dillerde onrieği başladı. ) Kimde bizim Sami ile evleniyor- er): « Perhunde iri yarı, güçlü kuvvetli, dak “Pihlivan gibi bir kadın olmasına rağ- ski | 18 zayalh Sami zayıf, ufak tefek, 008. $$ 1, çelimsiz bir adamdı, Herkes ” aktan açığa söylememekle beraber kik © biçare Saminin haline acıyordu. Arka- İmiş biribirlerine: zim, — Zavallı Sami, diyorlardı, muhak- imei karısından dayak yiyecektir. Hikmeb © Ferhunde de gezip tozduğu her yer- z €tkeklerden bahis açılmca daima 100) edip duruyordu: yi 113 © Erkek bir vapurdur. Kadın da bu 2si #- Yâpurun kaptanı... Bütün idare, vapu- aparat Tün dümeni kaptanın elindedir. p-200-100 Nihayet Ferhunde ile Saminin ev- lar, işleri bitti, Karı koca beraber remeğli başladılar. Ferhunde ye- k eğe? Mek pişirmeğe meraklı bir kadındı. Ahçı tutmadılar. Genç kadın yemekle- Tİ kendi pişiriyordu. Sami yemekleri Üâyet tuzsuz yerdi. Halbuki Ferhunde da tan yemeklerden hiç lezzet almaz- de Evlendiklerinin daha ilk ayında Sa- Mi yemekleri son derecede tuzlu bul- yendi başlamıştı. Fakat genç adam ga- Yet sessiz bir insandı. Bir akşam evine mans! küçük bir kavanoz portakal in Şeri m âdı ile geldi. Sofrayâ oturdu- ar, geri ir gene Saminin yiyemiye- ta BE e. ar tuzlu idi. Genç koca karı- wi — Ferhundeciğim... Müsaade eder Sih? Büfenin üzerinde marmelât ka- b fu var... Onu bana uzat... Biraz da Kteyağı getirmeni rica edeceğim, Mar la Tereyağ yiyeceğim... Ferhunde; — Fakat bu kadar çok, bu kadar çe- İ Yemek dürurken marmelâtla tere- Yenir mi? diyecek oldu. ni Cevap verdi “> Yemekler fevkalâde nefis... Fakat Din tuzluca... Malüm ya, fazla tuz İma için iyi değildir. Eğer dokunma- , bu nefis yemeklerden tıka basa . Fakat dokunuyor... ahekledi R BE Ferhunde portakal marmelâlı ile reyağını getirdi. Sami o kadar yemeği elini bile sürmedi. Portakal marmeli tı ve tereyağile karnını doyurdu. So rTadan kalktı. : Ertesi günü gene Sami yemekleri tuzlu buldu. Bu sefer de nazikâne bir tavırla karısına: — Ferhundeciğim... Benim portakal marmelâtı ile tereyağını uzatır mısın?. — Fakat Sami... O kadar çok yeme- gimiz var ki... Sami gülümsedi: — Çok ve nefis yemekler... Lâkin sa-) na izah ettim güzelim... Ben de bu ne- fis yemeklerden yemek istemez mi- yim... Sen bana oradan portakal mar- melâtı ile tereyağını uzet.. Üçüncü, dördüncü, beşinci günler | Sami bütün o nefis yemekleri tuzlu | buldu. Portakal marmelâtı ile tereya- ğı yedi. Ferhunde o kadar uğraşarak yaplı- ğı çeşid çeşid yemeklere kocasının el sürmediğini gördükçe isyan etmek is- tiyordu. Fakat Sami portakal marme- lâtını isterken o kadar nazikti ki... Son- ra kocası yaplığı yemeklerin nefis fa- kat biraz tuzlu olduğunu söylüyordu. Ferhunde yavaş yavaş pişirdiği ye- meklere attığı tuzu eksiltmeğe başla- mıştı, Sami gene yemekleri kendisi için tuzlu buluyor, portakal marme- Yâtını sofraya getirtiyordu. Nihayet Ferhunde yemeklere kocası- nın istediği kadar tuz atmağa başladı Artık Sami sofrada, Ferhundenin yap- tığı bütün yemekleri büyük bir iştiha ile yiyordu. Genç kadın da bundan son derece memnundu. Çünkü Ferhun- de yemek pişirmeğe meraklı bir kadın- dı. yaptığı yemeklerin de İştiha ile, zevkle yenilmesini isterdi. İşte nihayet istediği de olmuştu. Yemek meselesi de böylece halledildi. Ferhunde pokere son derece düşkün bir kadındı. Ahbapları evine gelince genç kadın gece yarısından çok sonra- lar, geç vakitlere kadar poker oynardı. Sami ise aksine pokerden katiyyen haz etmezdi. Saminin bütün zevki boş sa- manlarında tanıdıklarile edebiyat hak- kında konuşmaktı, Genç adamın ede- biyata karşı büyük bir merakı vardı. Sami evvelâ karısının aşırı derecede- ki poker merakına itiraz edecek oldu: — Kancığım... Bu geç vakitlere ka- dar poker oynaman sıhhatını boza- cak!.. dedi Ferhunde derhal cevap verdi: — A, rica ederim Sami... Benim hür- riyetime karışma... Sami o meşhur nezaketle cevap ver- di: — Peki, peki karıcığım. Bundan sonra âdet olmuştu. Gece ahbapları evlerine gelince Ferhunde kendisi gibi poker meraklısı arkadaşla- rile bir masanın başıma oturuyor, saat- lerce poker oynuyordu. Ahbapları ara- sında Neclâ adında bir de genç kadın vardı. Neclâ güzeldi. Roman ve şiir me- raklısı idi, Pokerden katiyyen hoşlan- mazdi. Ferhunde ile arkadaşları bir kenar- da poker oynarlarken Neclâ ile Sami de yaz geceleri kapıları dalma açık du- ran balkonda edebiyattan, romandan, şiirden bahsederlerdi. Bazen iki parti arasında Ferhunde- nin kulağına balkonda edebiyattan bahsederken kocasile, Neclânın kullan- dıkları kelimeler gelirdi. Ekserya aşk- tan, sevişmeden, gzili derdlerden, Fu- zuliden, Nedimden bahsederlerdi. Fer» hunde arada bir başını çevirip onlara bakardı. Mehtaplı bir gecede bir bal- konda Neclâ gibi güzel ve mânalı bir kadınla aşk, gizli ıztıraplar, şiir hak- kında saatlerce konuşan kocasını ya- vaş yavaş kıskanmağa başlamıştı. Son- ra Saminin ne kadar edebiyat merklı- sı olduğunu bilirdi. Neclâ da edebiyat- tan çok iyi anlardı. Kocasile bu güzel kadın yanyana gelince biribirlerile tat- Ni tatlı konuşacak birçok şeyler bulabi- Yiyordu. Ayni şeyden zevk aldıkları için az zamanda aralarında bir samimiyet de doğuvermişti. Artık Ferhunde, Neclâ ile kocsı bal- konda edebiyattan, şiirden bahseder- lerken gönül rahatile poker oynayamı- yordu da... Nihayet genç kadın poker partileri- ni kısa kesmeğe başladı. Bir iki oyun oynadıktan sonra hemen balkona ko- şuyor, yarım yamalak bilgisi ile edebi- yat bahislerine karışmak istiyordu. Ferhunde birkaç kere kocasına: suz | Erkek vapur, kadın kaptan — Sami Neclâ ile saatlerce başbaşa konuşman tuhaf birşey doğrusu... di- yecek oldu Fakat Sami hemen cevap verdi — Nonoşum, sen pokerden hoş yorsun. Saatlerce poker onyuyorsun, Benim en büyük zevkim edebiyatları bahsetmek... Ben de siz poker oynar- ken Neclâ ile edebiyat hakkında konu- şuyorum. Ben senin hürriyetine na- sıl hürmet ediyorsam sen de beni ma- zur görmelisin, Değil mi şekerim? Diye büyük bir nezaketle kestirip atmıştı. Fakat Ferhunde Neclâ ve ko- casile edebiyattan bahsederken söyli- yecek birşey bulamıyordu, Bu mesele- lerin pek cahili idi. Nihayet genç ka- dın okumağa karar verdi. Bir sürü ede- biyat kitabı aldı, Yavaş yavaş edebiyat hakkında kocasının alikasını uyandı racak, onun hoşuna gidecek şeyler söy- Jiyebiliyordu. Hattâ bazen Neclâdan da güzel şeyler anlatıyordu. Artık pokeri bırakmış, romanlara, şiir kitaplarına merak sarmıştı. Ak- şamları karı koca -kâfi derecede tuzlu nefies yemeklerini yedikten sonra - sa- Jona çekiliyorlar; başbaşa tatlı tatlı ko- nuşuyorlardı. ni Tabiatlerinde birçok farklar, ayrılık- Jar olduğu halde Ferhunde yavaş ya- yaş, her hususta kocasının zevklerini kapmağa başlamıştı. Başka türlü ol- masına da imkân yoktu. Sami o büyük! nezaketile her mesele hakkında bütün kavga kapılarını kapatmıştı. Bir gün Saminin evine yemeğe gilmişlik. Fer- hünde kocasının etrafında pervaneler gibi dönüyordu. Sofraya bir yemek ko- nulsa kocasına hemen soruyordu: — Kocacığım, tuzunu nasıl buldun?. Fazla değil ya... Yemekten kalktık. Ferhunde gene kocasına: Nonaşum, bugün yeni bir tercü- me roman aldım... Yarısına kadar oku- dum, Anlatayım mı? Bir aralık kadın arkadaşlarından biri Ferhundeye sordu: — Ferhunde... Nasıl gene erkekle kadını, vapurla kaptana benzetiyor musun? Ferhunde güldü, cevap verdi: — Evet... Gene ayni fikirdeyim... Er- kekle kadın vapurla kaptana benzer- ler. Yalnız vapur kadın, erkek kaptan- dır... (Bir yıldız) kuruşluk pul göndermek Rebiülâhir 21 — Ruzuhuzır 46 4 İmesk Güneş Öğin İkindi Akşam Yakı E. 625 843 437 8331200 208 va. 209 1215 16,16 19,4 2148 İdarahane: Babidli civarı Acımusluk So. No, 17 Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: OÖsmanbeyde ark Merkez, Taksim: İstikiği caddesinde Kemal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Matkoviç, Yüksekkaldırımda Vinkopulo, Gala- ta: Topçular caddesinde Merkez, Ka- sımpaşa: Vasıf, Hasköy: Halıctoğlun- da Barbut, Eminönü: Beşir Kemal, Fatih: İsmali Hakkı, Karagümrük; Ali Kemal, Bakırköy: İstanbul, Sarı- yer: Nuri, Aksaray: Cerrahpaşada Şeref, Beşiklaş: Süleyman Receb, Fe- ner: Emilyadi, Kumkapı: Asadoryân, Küçükpazar: Hasan Hulüsi, Samat- ya: Kocamustafapaşada Rıdvan, Alemdar: Çemberlitaşta Sırrı Rasim, Şehremini: Topkapıda Nâzım, Kadı- köy: Söğüllüçeşmede Hulüsi Osman, Üsküdar: İskele başında Merkez, Hey- beliada: Tomas, Büyükada: Halk. Her gece açık eczaneler: Tarabja, Emirgân, Rumelihisarı, Tarihi Yazan: İskender F. Sertelli DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Tefrika No, 31 ,Mogol zabiti çadırın içinde bir gölge gördü. Arkasından koştu ve : - “İşte o.. Romalı papasbizi dinliyormuş!,, dedi Saidin Hacerle evlenmelerini hoş görmek için kabile efradını teskin edecek bir çare vardı; Şeyhin «haya- tımı kurtardı: demesi. Şeyhi ölümden kurtaran her han- gi bir adam, bütün kabilenin mu- kaddes tanıyacağı bir şahsiyet ola- bilirdi. Sahib bu noklayı Aykut'a bahse- derken: — Saidi ancak hazret müdafaa Demişti. Acaba hazret kızını mem- nun etmek için “bu yalam kabul edecek miydi? * Aykut han, büyük Moğol ordusu- nun elçisi sıfatile şeyh Abdullahın yanında misafir bulunuyordu, Şeyhi denize çıkmağa ve diğer kabilelerin gemilerile birleşip Bizans üzerine yü- rümeğe teşvik eden de kendisiydi. Aykut, kendisi kadar değerli ve muktedir o arkadaşlarile görüşerek, bu noktada fikren birleşmişlerdi. Aykut, kardinal İstellonun kabile- den ayrılacağı gün çok heyecanlıydı. — Bu adamın Romadan buraya gelişi, dostluk eseri değildir, diyordu. Kardinallar Avrupayı kana boya- maktan ve küçük milletleri daima harbe & sevketmekten (| hoşlanırlar. Şeyh Abdullah bu hakikati anlıyama- mış olacak ki, böyle şeytan ve des- sas bir adamın dostluğuna inanarak kendisine iltifat ediyor. Aykutun bu sözüne Sahib şu ceva- bı verdi: i — Ben, bu adamın büyük bir ca- sus olduğunu sanıyorum. Bir kaç ke- re hazrete bundan bahsederek şüp- helerimi açtım. Fakat sözümü din- letemedim. — Hazret ne diyor? — Ne mi diyor? «Papa hazretleri, hıristiyanlık âleminde Allaha en ya- kın bir din adamıdır. Böyle bir adam- dan bize ne fenalık gelebilir?» diyor. — Papa Kleman dünyanın en müfs'd ve fettan bir adamıdır. O, Allaha değil, ancak şeytana en ya- kın bir adamdır. Hazret Avrupalıla - | mı anlıyamamış... Romadan burayâ gelen bir papas boşuboşuna gelir mi, Sahib? — Ben de böyle düşünüyorum. Fa- kat, bundan fazla bir şey söylimem hazrete, — O halde ben söylerim . — Fena olmaz. Yurdumuza ve yurddaşlarımıza büyük bir iyilik yapmış olursünuz! Aykut, Sahible görüşürken, çadı- rın orta bölmesi arkasından uzayıp — İşte o... Kardinal bizi dinliyor- muş. Sahib bölmenin öte tarafına geçti... Kimseyi göremedi. — Meydanda kimseler yok. hayalet görünmüş olmalı... Moğol zabiti hiddetle bağırdı: - Beni gözlerim aldatmaz. Bizi dinliyen odur. Haydi koş! Onun ar- kasından git ve şimdi nereye girdiği- ni, ne yaptığını öğren. Sahib koşarak çadırdan çıklı. Misafir çadırına doğru yürüdü, Kardinal misafir çadırında yoktu. Sahib birdenbire şaşırdı... Nöbeçtilere sordu: — Romalı misafir nereye gitti? — Silti Hacerle hurmalıklarda do- Taşıyor, Sahibi Sahib hurmalıklara koşunca, bir ağacın dibinde iki gölge gördü. Size — İşte onlar, başbaşa vermiş ko- nuşuyorlar. Sahib onları tanıdı. Fakat, Hacer- den çekindiği için yanlarına sokula- madı. Tekrar Aykutun yanına döndü. Sahib kurnaz ve gürüllüyü sevmez bir adamdı, Ortalığı karıştırmamak için, Aykuta yalan söyledi: — Romalı-papas çadırında uzan- mış yatıyor. Size hayalet görünmüş dedim ya. Moğol zabiti hayretle dudaklarını bükerek kendi kendine söylendi: Şii — Gözlerim ilk defa beni aldalı- yor. Gördüğüm gölge, Romalı pâ- pasın gölgesiydi. O bizi gizlice din- ledi, — Bu bir küstahlıktır. Şeyhin mi- safiri bu küçüklüğü göstermez. Dedi. Sahi de emindi ki, kendile- rini tecessüs #def, kardinaldan bâş- dan biri değildi. Fakat giderayak bir gürültü » çıkmasına vermemeğe oçalışan Sahib, Ay- kutun şiddetinden korkuyordu. Mo- gol zabiti çok kuvvetli, ayni zaman- da da çok asabi bir erkekti. Kardi- nalın isini şuracıkta bitiriverecek olursa, Aykuta kim ne yapabilirdi? Kerdinaldan Said de şüpheleniyor» du. Denizden döndükleri günden- beri: — Bu herif ye bekliyor burada? Neden memleketine dönmüyor?... Deyip duruyordü. Aykut odasına çekilirken: — Sahib! dedi. Bu Allaha yakın adam ne zaman buradan uzaklaşa- cak? Sahib gözlerini açarak güldü: — Bugün defolacak, merak et- meyin! * Sahilde hâzırlanan küçük bir yel- kenli, rüzgârın çıkması için ikindi vaktini bekliyordu. Kumsalda oynıyan -Arab çocukla- rımın bağrışmalarını duyanlar, sahil- de bir yolcunun yola çıkacağını an- hıyorlardı. Şeyh Abdullah, kardinal İstelloya: Uğurlar olsun, Papaya selâm söyle. Bizden kendisine bir zarar gel- mez. Kendisinden de bir fenalık ummuyoruz. yerleşmişti. Hacet sahilde oynaşan çocuklarla konuşuyordu. Aykut kendi adamlarile kumsala inmişti. Fakat, Aykut, Hacere görünmek istemiyordu. Kardineli uğurlamağa gelmiş gibi olmamak ve Hacere bu hissi vermemek için biraz geride ku- mun üstüne oturmuşlardı. Yelkenli- yi uzaktan seyrediyorlardı. Hacer de Aykutun yanına sokul- madı. Hacerin yanında zenci bir köle İle Sahibden başka bir kimse yoktu. Rüzgâr birdenbire denizin üstün- de hafif çırpıntılar yaparak hurma yapraklarını harekete getirmişti. Ge- mi derhal yelkenini çekti, sahilden ay7 ılmağa başladı. Kardinal İstello, geminin küpeşle- sa Haceri selâmlıyordu. Gemi rüzgâr bulunca'yola düzü dü. İstello büyük bir emniyet ve mem- nuniyetle memleketine dönüyordu. İstelloyu Akdenizde Korsan âdala- rma bırakacaklardı. İstello oradan bir başka gemi ile Venediğe gidecekti. İsteloyu götüren yelkenli sahilden uzaklaşınca, Hacer, Sahible konuşa- rak döndü. Yolda Aykuta ve arka- daşlarına rasladı... Uzaktan soğuk bir tebessümle başını çevirip geçti. Aykut o güne kadar Hacere: Kı- sam.. diye hitab ediyordu. Aykutla Hacer arasında otuz yaş fark vardı. Aykut, Hacere, Hamdâniler arasına geldiği gündenberi kötü gözle bak- mamıştı. Ve Hacer de Aykuta çok hürmet ederdi. Ya şmdi? Fettan papasın sahil den ayrılmasile bu bava neden de- Eişmişti? Hacer neden Aykutu çiy- neyip geçiyordu? 'Bu işe Aykut kadar Sahib de şaş- mış. Kendikendine: > — Keşki papasla Hacer hurma- lıklar arasında konuşurken dinlesey- dim. Acaba bu fettan herif, şeyhimi- zin kızına Aykut hakkında neler söyledi? diyordu. Çadırlarına vardılar. Aykut ta arkadaşlarile döndü * 5 Sahib koşarak Aykutun yanına geldi:

Bu sayıdan diğer sayfalar: