10 Ekim 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

10 Ekim 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

HER AKŞAM BİR HİKÂYE Arkadaşım Muradlarda misafirdim. iF aralık hizmetçi kız bi kin balkona çıktı. Fakat k İçinde, hemen tekrar içeri Tadın karısı Nedimeye v — Aman efendim... Geliyor!.. Diye ağız telâş — Hediye geliyor efendim, hediye!... Hediye gelmesi Muradın karısının Üzerinde korkunç bir tesir yapmıştı Şimdi Nedime hizmetçi kızdan daha telâşlı idi. — Gene mi hediye geliyor?... Gene « Eyvahlaz olsun!... cereden dışarıya bir göz iylü kıyafetinde bir adam- Cağız, elinde bir yumurta sepeti İle Muradın evine doğru ilerliyordu. Sepe tin üzerindeki sarı yumurta talaşları Büneş ışığında eltın tozu gibi pırıldı- yordu. Nedime banyoda traş olan kocasına #eslendi: — Aman şimdi traşın sırası değil... Koş Gene bize hediye geliyor... Ne yapacağız şimdi? Murad yüzünün bir tarafını traş et- miş, öteki yanağı henüz sabunlu oldu- ğu halde banyodan dışarı fırladı. Ayni telâşla — Ne?... Gene mi hediye!... diye ba- dirdi. Nedime sağa sola emirler veriyordu: Aman hiç sesinizi çıkarmayınız. Pencerelerin önünden uzaklaşınız ki sizi dışarıdan görmesinler... Hediyeyi getiren adam kapıyı çalar, ç « Bizi evde yok zanneder ve gider... Kapıyı açmamaktan başka çare yok... Ben bu hal karşısında dehşetli şaşır» mıştım. İnsan, kendisine hediye gönde» rilince memnun olur, hoşuna gider de- gil mi? Fakat bu evde hediye geliyor diye herkesi büyük bir korku ve telâş almış- fı. Arkadaşım, karısı, hizmetçisi 868 çi- karmamak için ayaklarının ucuna ba- Sarak yürüyorlardı. Arka tarafta, gü- meş görmediği için daima elektrik ya- kılan bir oda vardı. Ne olur, ne olmaz. «Hediye getiren adam ışığı sokaktan görür» diye elektrik söndürülmüştü. Âdeta sanki tayyare hücumundan kur- tuluyormuş gibi eve bir ölüm süküne- ti gelmişti. Arkadaşıma yavaşça fısıl- dadım: Yahu bu ne telâş?. İnsan hediye- den bu kadar korkar mi? Bilâkis benim bildiğim böyle şeyler hoşa gider... Murad parmağını dudağına götüre- Tek: — Aman sus... dedi, bir kere şu hedi. İ yeden kurtulalım da sonra sana olan biteni anlatım. Arkadaşım sözünü bitirir bi ez sokak kapısı acı acı çalınmağa başla- dı. İşte o zaman evdeki telâş son rad- deye geldi. Kapı çalınmağa başladığı anda herkes olduğu yerde heykel gibi kalmıştı. Kimse 863 çıkarmamak için küçük bir hareket yapmıyordu. Kapı galınmadan önce gezinenler ayakta kalmıştı. Oturanlar da bir türlü yerin- den kalkmağı. cesaret edemiyordu. Kapı çalındı, çalındı, çalındı. Hediyeyi getiren adam ammadı inatçı imiş ha... Bir türlü kapıdan gitmek istemiyordu. Nihayet kapının zili kesildi. Yavaş- Şa pencereye yaklaştık. Sepetli adam $imdi karşıki komşunun evine doğru Merliyordu. Gitti, karşıdaki evin kapı. | sını çaldı. Komşunun hizmetçisi kapı. Yı açtı. Hediye getiren adam sepeti komşunun hizmetçisine bırakarak elile Muradın evini gösterdi. Onun yüksek #esle hizmetçiye: — Geldikleri zaman bu sepeti onla. Ta veriniz... «Size hediye gelmiş!» deyi. niz. Olur mu? dediğini pepimiz işittik. Murad fevkalâde canı sıkılmış bir ta. virla: — Eyvahlar olsun... dedi, adam ge- me bizim namımıza hediyeyi bıraktı... Gene yandık!... — Canım, şu hediye meselesini ba. Da anlats dedim. Arkadaşım yanıma oturarak anlat. Mağa başladı — Efendim bizim Marmara kıyısını. da, İstanbula oldukça yakın bir kasa- bada oturan bir ahbabımız vardır. Ken. disi son derecede hasistir. Fakat deh. şetli de zengindir. Bu adamın oturdu- ğu yerde çiflikleri, zeytinlikleri, hattâ hususi ormanları var. Çifliğin, zeytin Mklerinde yetişen malları İstanbula sa- tar. Kendisinin büyük bir motörü var- dır, Malları bu motör İstanbula getirir. ahbabi- mun yüzünü görmemiştim. Bir gün ka- pım çalındı. Bir de baktım. Bir adam- ağız, elinde bir sepet... Bunu size bay Kenan hediye gön- derdi, dedi, çiflikten geliyorum. Motör- le İstanbula mal getirdik. Bizim b bu sepeti de sizin eve bırakmamı sö; ledi. «Taze yumurta. Çiflik mal... Ço- luk çocuk içsin!» dedi. Şaşırmıştım. Hasisliği ile meşhur ahbabım bana bir sepet taze yumurta hediye göndersin!... Karıma bunu $i ledim. — Zavallıya demek ki, iftira etmiş. ler... Bak nazik adammış doğrusu... Bi. zi tâ oradan düşünmüş hediye gönder- miş... «Bir çürük elma, bir gönül alma» derler, doğrusu pek memnun oldum. Artık iki üç gün bizim evde Kena- nın medhini yaptık, durduk. Beşinci günü gene kapı çalındı. Ayni adam... Bu sefer elinde hediye sepeti yerine hir mektup vardı. Açlım. Kenandan. Şöy- le yazıyordu: «Gönderdiğim yumurtalardan mem- nun kaldınız mı?.. Bizim adamlar İs- tanbula indikçe gene size öteberi yolla- mak istiyorum. Muradcığım, sana bir ricam var. Bizim İstanbulda bir evimiz olduğunu biliyorsun. Onun tapu sene. dini nasılsa kaybetmişim. İşte sana ha- zırladığım istidayı gönderiyorum. Ku- zum, uğraş, şu senedin yenisini çıkar bana gönder. enden ikinci bir istir- hamım da şu... Bizim küçük oğlan, malüm ya, İstanbulda doğmuştur. O- nun da nüfusu kaybolmuş, Bu husus- ta lâzım gelen muameleyi artık sen ya. piverirsin... Nüfusun Yi ini biran evvel çıkartmak lâzım... Vakığ bu iş için buradan uğraşmak kabil. Fakat sen bunu yerinde, İstanbulda takip edersen çok iyi olur. Ha bük az daha unutuyordum. Ru. rada bahçeme nadide kartopu çiçekle» rinden dikmek istiyorum. Bana biraz çiçek soğanı göndert olur mu?» Bu mektubu alınca şaşırdım kaldım. Tapu dairesinin yerini bile bilmiyor. dum. Kendi nüfusum kaybolduğu za- man yenisini nasıl çıkaracağımı bir türlü akıl erdirememiştim. Sonra çi- çekten de hiç anlamıyordum. Onun | istediği çiçek soğanlarını nasıl bula. | caktım? Fakat karım Nedime: — A Murad... dedi, adamcağız bize o kadar nezaket gösterdi. Sen de onun işini yap canım... Oradan Çiçekpazarına koştum. Ke- nanın işlerini yaptım. İstediği çicek soğanlarını da gönderdim. Bir hafta sonra kapı çalındı. Vay... Bizim hediyeci... Elinde bir sepet. — Bunu bay Kenan size gönderd dedi. Aldık. Bu sefer bir sepet armud... kığ buruk, olmamış, ham meyvalar am- ma... Ne de olsa hediy: ın dedi. gi gibi bir çürük elma bir gönül alma, Aradan gene bir hafta geçti. Gene Kenandan bir mektup: «Muradcığım, Armudları beğendin mi? Afiyetle ye. mişsinizdir inşallah... Kardeşim sana bir angariyem var. Bizim büyük keri. meye bir talip çıktı. Kendisi İstanbu. Yun epey uzakça bir sayfiyesinde otu. ruyormuş. Kuzum Murad, mektubumu alır almaz. Uzaklığına bakma. Hemen bizim damad namzedinin oturduğu sayfiyeye koş. Şu zat hakkında yerinde tahkikat yap. Komşularla görüş. Bana bildir. Sonra ikinci bir ricam da şu... Bizim İstanbulda bir kiracımız var, Bu gayet aksi bir adamdır. Altı aydır kirayı «evi tamir ettiriyorum!» diye vermiyor. Halbuki evimin tamire filân ihtiyacı yoktur. Birkaç kere kendisin. den kira istemek için adam gönder. dim. İki defa gönderdiğim adamlardan birini döğmüş. Ben biliyorsun, işimden RADYOLİN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız n git, bu aksi adam- | İ dan paraları & n İki küçük rica... Ha aman unutmuyayım. Geçen seler gönderdiğin çiçek tohumları işi- | me yarama bir miktar daha gönder etme... Bu ikinci mektupta söylenilen şey. leri de yapmağa çalı, Fakat ne he- diyeli ne de arıgarye mektuplarının arkası kesiliyordu. Onun bana yükle- diği angaryeler için avuç dolusu para | ve uzun bir zaman sarfediyordum. Bir sepet elma bana bazen 10-15 lira para ile günlerce taban tepmeğe mal oluyor- du. «Bir çürük elma, bir gönül alma...» derler y Bir sepet elma ayrılamıyoru | banane işler lar sarfettirm Nibayet yelerden bucak bucak kaçmağa başladık. Hediye getiren ada- i ma kapıyı açmıyorduk. Fakat o kola- yını bulmuş. İşte böyle civardaki ya | kasaba, ya bakkala hediye sepeti bıra- İ kıp gidiveriyor. Birşey değil bakkalın kasabın çırağı — Size h e getirmişler... Buyru- nuz... diye bir iş yapmış gibi gelince | olanlara da üstelik bahşiş de veriyoruz. | 'Tabfi arkasından angarye mektubu... Üstelik tanıdıklar arasında: «Kenam Muradı hediyelere boğu | Murad Kenanın az lütfe diye de bir dedikodu... Tam bu sırada kapı çalındı. Karşıki evin hizmetçisi hediyeyi getirdi. Sepetle beraber Mu- rada bir de mektup uzattı. Murad mek- tubu açtı, okudu; «Muradcığım, Sana bir sepet yumurta gönderiyo- | rum. Bizim çiflikte çalışan adamlarım- dan üçü İstanbula gitti. Bunlar saf in- | sanlardır, Orada burada yatamazlar, | İstanbulda kaldıkları müddetçe, dört beş gün, sizde yatıp kalsınlar. Selâm- lar... Hikmet Feridun Es | AKSIRIK Bütün ... HASTALIKLARININ Kara habercisidir. Hastalık ihtimalleri GRiPIİN | iri alarak yök edebilirsiniz. Gripin, Radyolin müesseselerinde fevkalâ- de itinalarla hazırlanır. Rahatsız- lıkları, ağmları defetmekte bir panzehir kudreti gösterir. Kalbi- nize, midenize ve böbreklerinize yorgunluk vermez. İcabında 3 kaşe alınabilir. İsmi- ne dikkat, taklidlerinden sakınınız ve Gripin yerine başka bir marka verirlerse şiddetle reddediniz. DİŞİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı ÇÜ... Yazan: İskender F. Sertel 'Tefrika No. 140 ——— 1 Hacer gece güvertede uyuklarken, Şeytan hançerini çekere — Ben, Haceri seviyorum, seyid! dedi. İçimi yakan onun ateşidir. Be- ni, o yendi. Selim Karvan birdenbire şaşırdı. Bizansın mavi ve esrarlı kubbesi başi- nâ yıkılacak gibiydi. Şeytanın Söz- leri onun da gözlerini bir anda ka- rartmış ve dizlerinin bağını çözüver- mişti. Şarab kadehi Selimin elinden yere düştü; — Ne diyorsun, Şeylan? Haceri mi seviyorsun? Kaplan avcısı gözlerini yere in- dirdi: — Evet, Seyid! O Dişi kaplanı se- viyorum ben, — Onu çölde avlıyamadın mı? Hayır, Pusu kurdum, p a düşmedi. Tuzak hazırladım, kendi tuzağıma kendim düştüm. O, beni yendi dedim ya. — Aşkta yenilen erkek, sevgilisine | muvaffak olamaz... Bumu sen bilmi- yor musun? — Ben çölde herkesi ve her şeyi yenerdim, seyid! Böyle göze görün- miyen bir kuşla hiç çarpışmamıştım şimdiye kadar. Selim Karvan, Şeytanı elde etme- nin yolunu bulmuştu. Hacerin Ara- bistandan yardıma gelişi, Selimin bütün plârlarını altüst etmişti. — Benim dediğimi yaparsan, onu elde etmiş olursun! Şimdi beni dinle Dedi. Şeytanın elindeki şarab tes- tisini çekip aldı. — Kulağını bana ver... aç! Şeytan silkindi: — Seni dinliyorum, seyid! Selim Karvan anlatmağa başladı: — Hecer, senin ve benim bildiği- miz kadınlardan değildir. Onun iki canı vardır. — Ne dedin, iki canı mı vardır?! — Evet. Ona muvaffak olmak için, ilk önce onun birinci canını almak lâzım. Nasıl... Kendine güvenebili- Gözlerini | yor musun? — Ben, onu iki kere öldürmek is- tedim, Seyid! Fakat, ikisinde de hançer elimden yere düştü, Onu vu- ramadım. - O halde, o seni sindirmiş. Ken- dine güvenemiyorsun demek! — Böyle olduğunu bilseydim, der- hal vururdum. Ebediyen ölecek diye korktum. — Keşki vursaydın! Ondaki (iblis ruhu) nu geberttikten sonre, Hacer tekrar dirilecek ve merhametli bir kadın kahbı içinde derhal sana elini uzatacaklı. Onun (iblis ruhu) nu öldürmeyince, Haceri merhametli bir insan olarak göremezsin! — ki imsan olur mu hiç, se- yid? Ben çölde bir çok kimseler öl dürdüm. Hepsi de biraz sonra buz gibi donup kaldı. Dirilmedi — Herkes onun gibi olmza. Böylesi yüz binde bir çıkar. Hacerin iki canlı bir mahlük olduğunu ben babasın- dan işitmiştim. Eğer onu öldürebilir- sen, hakiki Hacere İşte o zaman ka- vuşacaksın! Kaplan avcısı, Selim Karvana söz verdi: — Günün birinde ona kavuşaca- ğım demek?... O halde bu işi yapa- cağım. — Fakat, kimseye sezdirmiyecek- sin! Yakalanırsan bile hiç korkma! O, tekrar ve hemen dirilip seni kur- i taracak ve senin Kollarına atılacak: «Ben de seni seviyorum, koca aslaniş diye haykıracak, Şeytan o gün meyhameden sevinç- le çıktı. e İki canlı kadın! O gece Şeytan için çok iyi bir fır sat vardı: Hacer geminin güverte- sinde uyukluyordu. Ertesi sabah ka- ra hücumuna hazırlanan muharib- ler çıkacaklar, Hacer de bunlarla beraber (Romanos Portas) a yürü- yecekti. Kaplan avcısı, Selim Karvanm de- diklerine inanmıştı. Hâcerin Roma- k üzerine yürüdü! Mos kapısında yaralanmasından kor- kuyor ve onun bu cenge iştirakini kalben istemiyordu. Onu bundan menetmek için bir çare vardı: O ge- ce Haceri öldürmek, Şeytan, Hacerin birinci canını yok ettikten sonra, Hacer sakin, mer- hâmetli bir kadın olarak tekrar di- rilecek ve Şeytanın kollarına atıla- caktı. Böyle olunca; kâplan avcısı kim- bilir ne kadar sevinecek, mesud ola- caktı. Bu İşi, o gece, sabah olmadan bi- Zaten Sellim Karvan da ona böy- Je tembih etmemiş miydi? Hacer güvertede t betçiler uzakta... H in. tanın elini tutacak bir ferd yok. — Oh, dedi, bu fırsatı kaçırmama- lıyım. Onun (iblis ruhu) nu berttikten ra, Hacer derhal diri- lecek, kollarımla kucaklayıp ge- onu çıkardı. O ne?! Elleri gene eskisi gibi tit- remeğe, bacaklarının bağı çözülme- ğe başladı. Onu bu sefer de vuramazsa, bir daha bu fırsatı nasıl ele geçirecekti” Ertesi gün kara harbine gidecek olan bütün mücahidler erkenden uy- kuya dalmışlardı. Şeytan kendini yokladı ve cesare- tini toplamağa çalışarak bir iki adam yürüdü. Hançeri kolunun altına saklamıştı, Bir aralık dümen tarafından bir ses işitildi. Bu, Gemelin sesiydi. Gemel tekrar Hacerin gelmişti. Hacer ondan ayrılamazdı. Gemel, Dişi korsanın akil hoc&- sıydı. Bu ses te nereden çıktı ya?... Şeytan direğin arkasına sindi. — Ya şimdi yakalanırsam... Gemel hızlı hızlı öksürüyordu. Şeytanın dizleri titredi. — Acaba bu kurmaz tilki uyumu- yor da ettafı mı tecessüs ediyor? Diye mırıldandı. Öksürükler ardısıra devam edi- yordu. Şeytan, yaslandığı hp kaçamıyordu. — Eyvah... Ya şimdi, Hacer göz- lerini açars&?... Şeytan bunu düşünürken, korktu- ğuna uğradı... Dalma kuşkulu uyu- yan Hacer, öksürük seslerini duyun- ca, birden gözlerini açıvermişti. Kaplan avcısı, direğin dibinde ke- di gibi titriyordu. Derhal hançerini koynuna soktu... Biraz geri çeklidi ve olduğu yerde - nöbetçiler gibi - dolaşmağa başladı. Dişi korsanın sesi yükseldi: — Kimdir o iren?... Gemel uzaktan cevab verdi: — Benim, Sitti! — Neden öksürüyorsun? — Etrafında hayaletler dolaşıyor da gemisine direkten sıyrı- Hacer birden yerinden fırladı: — Kim dolaşıyor burada?... Hiç kimseden cevab alamayınca, hançerini çekerek sağa sola koştu. Ve biraz geride ayakta duran kâp- lan avcısını gördü: — Ne yapıyorsun orada? Şeytan soğukkanlılıkla cevab ver- di: — Nöbet bekliyorum, Sitti! — Neden gidip yatmadın? — Yarın sabah döğüşe gidecekler yattılar... Nöbet beklemek bana düş- kü, sitil — Sen gitmiyecek mis — Gitmek isterdim, Sitti! Fakat, bacağımın birine hâkim değilim. Çoktanberi onu güçlükle sürüklüyo- rum. — Ne var bacağında? Bilmiyorum, Sitti! Galiba bir gece ambarda fareler ısırmış, Şişti... Deniz suyu ile yıkamadın mı? — Yıkağım. Geçmedi, (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: